Kaç zincir vuruldu ayaklarına,
Kaç duvar dikildi önüne?
Kaç kez susturulmak istendi sesin,
Oysa sen,
Rüzgârı içinde taşıyan baharın
Tüm şiirler benim olsa,
Sonra, harfler ittifak kursa,
İşlesem dünyanın çekirdeğine,
Kendime, kendim, galebe çalsa.
Gün olupta düşerse gönlüne çiy taneleri
Isıtır da göğsünün kadehi düşünceleri
Düşünce canın özünden, gözlerinden yapraklar,
El buzunu eritir zamanda, özün elleri
Limonum,
yeşiline şimdilerin sarısı sinmiş.
Her mevsim tazelenirsin sen,
her yaprakta yeniden doğarsın.
Bense,
İyi ki gelmişim dünyana,
Her şey dursun, çekilsin bir yana.
“İnsan nasıl olunur?”u öğrettin bana;
Hoş geldin,
Hoş safa geldin yine baharlarıma,
Mayıs çiçeğim
Kendimi hapsolmuş gibi hissediyorum, Sığamıyorum bir bardağın içine,
Sel olup ç/ağlayasım var denizlere
Harf harf uçasım var her biri bir dağın zirvesine,
Ya da bir sazın telinde notalarla dillenmeli içimdeki kutup yalnızlıkları,
Dün kıyısında yürüdüm,
deniz turkuaz bir sır gibi duruyordu,
dalgalar gökyüzünden ödünç ışıkla oynuyor,
dağların eteklerinde küçücük yerleşmeler
ışığa tutunmuş çocuklar gibi titriyordu.
Sen, İstanbul gibisin sevgilim
Gözlerin tıpkı Marmara denizi
Öyle derin, öyle dayanılmaz
Ruhun öyle kozmopolit ki
boğazın akıntısında sürüklenmek gibi sana ulaşmak.
Hiçbir şey söylemeyen ağız dolusu boşluklara inat, avaz avaz
Şimşek gürültüsüyle çakıyor bakışlarım
Sessizliğin yürek nefesi, alfabesi var suskunluğun asaletinde.
Ne çok detone ne kadar da reçinesizsiniz…
sözler, sözler gürültülü sessizlik
Buna karşın,
Ezeldeki ruha
Dünyadaki ruhbana
Hangisi ateş?
Hangisi su? Bul, bana
Suyun, kırmızı mı?
Mavi mi?
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!