bir ağaç dikmiştik beraber,
hatırladın mı?
o günlerde sadece bir " acz" din benim için...
o ağaç şimdi dallanıp budaklandı,
senin güzelliğini anımsattı
o ağaç çok ihtişamlı şimdi...
heybetiyle selamlıyor her aşığı
..
Ağaç yeşille,toprak su ile,gökyüzü yer ile,
yürek aşk ile bayram.
Bana ne oluyor bilmem;
Ağaç değilim yeşille, toprak değilim suyla,
yürek değilim aşk ile bayram edeyim.
Olur bir gün bizimde bayramımız elbet.
..
Temmuz 2002'de 41. Uluslararası Bursa Festivali kapsamında TKM'de Çobanımsı Yalnızlıklar ismiyle açtığım, 'Doğa Arıtması Ağaç Heykel' sergisinden bir kaç çalışmam...Sizlerle paylaşmak istedim. İyi seyirler.
..
Sonbaharın Çürümüş Sarı Yapraklarını
Her Bir Yana Savuruyor
Dışarda Bir Ağaç
Yaprakları Dökülmeyi bekleyen Bir Ağaç
Yapraklardan Birtanesi Var ki Ağaca Sım Sıkı tutunmuş,
Ama neye Fayda
Yağan Yağmurun Esintisi Onuda Bir Yana Savuruyor,
..
Baharda sevdalanır yaprak,
Aşıktır ağaca.
Çiçeklenir,
Yaza dellenir,neşelenir.
Günlerini sevgilisi ile geçirir.
Ayrılık sonbaharı,
Ufak esinti.
..
Aynada görülmez yürek sancısı...
Dahası aynalar gösteremez insanın çığlıklarını,
Ve unutmaz hiç bir ağaç zemheri kışlarını...
Bir dağda yalnız mıdır ağaç
Bir ağacın kökleri midir tutan dağın toprağını bilinmez ya...
Hah işte öyle bilmeden bak bana görmek istersen baharları.
..
Hu hu diye büyür Ağaç
Hu de gönlüm
Hu hu diye büyür ağaç
Su su diye ağlar
Hu hu de gönül nefes nefese
..
Susuz bir ağaç kuruttum
Yağmurda yapmadı, karda.
Ama kapkaraydı bulutlar.
Ağaç elimde susadı
Ben susuz topraklar üzerinde aç kaldım.
..
bir ağaç olsam...
her dalıma,
kuşlar konsun diye bekler...
o dalımda...bu dalımda...her dalımda...
kuşlar,çiçek açsın isterdim...
bir ağaç olsam...
..
Orman-Ağaç
Dikersen Ağaç
Kalmazsın Aç.
........................
İstiyorsan Huzuru
..
Eminim seviniyordu ağaç,
Ağaç olduğuna.
Su kenarında, ovada ya da bayırda
Yemyeşil duruyordu, onurla
Esirgemiyordu nimetlerini
Varlığıyla veriyordu ödün,
Ne yazık ki insanoğlu
..
Toprak ana sonsuz yuregi ile barindiriyordu yasami
Ve tabiatin sonsuz guzelliginin sevincini yasiyordu
Ve bir agac
Basi goge eren
Binlerce yapragi ile binlerce gozu ile gulumseyen bir agac
Ve toprak anaya analagini bagislayan bir agac
Kokleri ile tutunmus topraga
..
Yüzyılların ağırlığını omzunda taşıyan bir ulu ağaç … Sevgimizin yeşerdiği, filizlendiği işte o ağaç … Bizi hem seven, hem nefret eden, şiirinde ki, şiirimde ki, hüzünlü şarkılarımızda ki işte o ağaç … Seni ve beni birbirimize bağlayan ve yine bizi hiç acımadan ayıran.. Sevginin büyüsü, insanlığın gizi ve o kutsal ağacın izi … Seninle ben, aynı yolda yürüyecek ve gün gelecek bir yerlerde yeniden birleşeceğiz. Ama ne yazık ki o güne kadar, kendi isteğimizle çok acılar çekeceğiz. Henüz zamanı gelmedi….
İşte yine aynı yerdeyim, aynı masada oturuyorum… Karşımda boş bir iskemle ve boş bir bardak ama soğuk değil, aksine olabildiğine sıcak… Sanki yanımdaymışsın, sanki henüz yeni gitmişsin gibi … Ayların o acı, keskin soğukluğundan uzak.. Bardak sıcak … Bakarken insanlara, gülüyorum kendime, bu betbah, bu rezil ve zavallı halime … Bir sen, bir ben, bir de etrafımızda olanlarla.. Yo yo, ne sen, ne de ben … Yalnızca etrafımızda olanlar … Hep başkaları … Yılların birikmiş ezikliği ve akan yaşlarla dünyaya bıraktığım nefretin izleri … Günahtı bu, yasaktı, dünya dursa da olamazdı ama oldu işte … Bu gün, şu anda ve aynı yerde, acıyla …
..
Herkes de mi sana benzer be sevdiğim, hadi erkeği kadını geçtim ben, bütün canlar da mı senin suretinde görünür gözlerime;
Balıkçı ağında çırpınan biçare balık, ağaç dalına yuva yapan küçük bir serçe, toprakta rüzgara karşı direnen mahsun bir gelincik, sokak arasında yağmurda ıslanmış bir kedi yavrusu, ağaç dalında ha düştü ha düşecek sararmış bir yaprak, pazar yerinde annesini kaybetmiş ağlamaklı minik bir kız çocuğu...
Herkes... her şey... sanki bütün dünya senin güzel yüzün,
Bir tek sen,
Artık sen gibi görünmüyorsun gözlerime.
..
Yazıyor, yazıyorrrrrrrr.. Dünyanın bir çok yerinde isLam düşmanları insanLarı öLdürürken, bazi kişiLerce; ÖLenLerin bir ağaç kadar, Değerinin oLmadığını yazıyorrrrrrrrrrr....:(((
..
Ağaç en büyük servettir
Bunu yapan emektir
Sen yetiştir ağacı
Dinsin kalbinde sancı.
Baharda ağaç yeşerir
Herkese bir neşe verir
..
Ağaç gövdesine her attığın çentik; gün gelir bir gün yok olmasına neden olur.
..
Ağaç nasıl olmalı
Bu da sorulur mu
Oldum olası var zaten ağaç
Doğal olarak
Olacağı kadar olmuş olarak
Türleri saymakla bitmeyecek kadar
Ve herkese yetip artacak kadar var
..
Dün akşam 50. yıl ormanının tepesinden İstanbul denilen memlekete bakınca, bu kentin ne kadar büyük ne kadar küçük olduğunu böylesi net bir gözleme ilk defa tanık oldum. Bulunduğum tepeden bakınca Yalova, küçücük bir yer kalıyor. Ardı sıra Çınarcık, adalar ve daha bir çok yer. Koskoca Marmara denizi adeta küçülmüş gibi. Bulunduğum noktada, Maltepe, Kartal, Pendik, Küçükyalı, Bostancı sanki öbek öbek dizilmiş küçücük yerler gibi. Daha ötelerde Bakırköy, Zeytinburnu ve daha sonra bu güzelim kentin katl-i vacipmiş gibi yükselen Maslak gökdelenleri, ki bu yüzden ufuk hattı kesilmekte ve Fatih ormanları görünmemekte. Daha sonra Ümraniye, Sultanbeyli taa Şile ormanlarına kadar uzanan büyük bir panoroma. Bu azamet karşısında insanın acizliği öylesine netleşmekte ki nasıl olur da bu yaratık, doğa denen güzelim tabiatı bu hale sokar. Bulunduğum yerden bakınca aşağıdaki herc-ü merc olduğu gibi gözlerimin içine yansımakta. Pendik'in ortasından yükselen çok katlı binalar, Kartal'ın geçmişinden intikam alırcasına yükselen yeni yeni gökdelenler, aşağıdan gelen korkunç uğultular, sanki bugünden bu kent insanlarının gelecekte, bu kentte yaşam alanlarını daralta daralta bu kentte yaşayamayacaklarının kanıtı gibi bir olguyu hissettiğimi hissettim. Doğa kendi içinde öylesine barışık ki bulunduğum tepenin üstünde biten binlerce tonda rengarenk çiçekler, sanki kendilerini yok etmeye yemin etmiş bu insanlara son gülücüklerini mi göndermeye çalışıyorlardı. Acaba bu yok ediş aşağıda küçük bir sürü halinde gezen bir kaç keçinin, inadına direnişini nasıl yok edecekti. Birinci Boğaz köprüsü yetmedi, ikincisi, şimdi de üçüncüsü. Birinci köprü, Çamlıca'yı, Kanlıca'yı nasıl yok ettiyse, ikinci köprü, Samandıra, Sultanbeyli, Ümraniye, Altınşehir, Başakşehir diye bilinen bir çok yeri yağmalayıp, gelişme ve medeniyet diye bizlere yutturuldu. Bu son katliamla, İstanbul'un ana caddelerinde yapılan reklamlara bakılırsa, başbakan kuzey marmara otoyolu ve üçüncü boğaz köprüsü ile, aslında İstanbul kentinin ipini çekmekte. Önümüzdeki 50 yıl içinde, İstanbul kentinde orman namına bir şey kalmayacağı gibi, hava sirkülasyonunun olmaması nedeniyle, canlı yaşam alanları da gittikçe daralacaktır. Bir zamanlar Moda sokaklarında serçelerden, kırlangıçlardan geçilmezken bugün serçe sesi duymak insanlar için adeta bir garip karşılanmakta. Bu nasıl bir yağma ki bir yandan milyonlarca ağaç yakılıp, yıkılıp, kesilmekteyken, iktidar güçleri ağaç dikmekle övünmekte. Katliam karasal alanda kalmayıp, sanki insanın yaşam alanı sonsuzmuşçasına denizler de doldurulmakta. Kadıköy'den Gebze'ye kadar olan sahil alanı acımasızca dolduruldu. Karşıyaka' da aynı hikaye. Öyle ki Atatürk'ün Florya'daki köşküne vatandaş girememekte. Denizden faydalanamamakta. Hemen yanıbaşını işgal eden İETT bu alanı da vatandaşa kapamış. Emperyalizm sade, kendi çıkar ve kârını maksimize etmez, içerde de kendine uygun emperyal yaratıklar ve fikirler yaratır. Aslında bu tepeden bakınca vahşiliği o kadar net görmek mümkün ki, bir zamanlar bağların, bahçelerin olduğu ekili tarlaların yerine nasıl olur da bu betonlar dökülür aklı olanın anlaması mümkün değil. İnsanlar bir bölgeye böylesine acımasızca nasıl sürgün edilebilir anlamak mümkün değil. Yakacık'ın altında bulunan, Soğanlık semti o kadar verimli topraklara sahipti ki buralardaki tarlalardan çıkan sebze ve meyve lezzet bakımından belki de hiç bir şeyle kıyas kabul etmezdi. Zaman su gibi akıyor. Emperyalizm dişlerini ülkemin değerlerine gittikçe daha acımasızca geçirmekte. Bu tepeden bu netliği gözlemlemek beni bir başka hüzünlendirdi.
..