Sıladan çıktım acı gurbet yoluna
Köyümü terk ettim gelecek uğruna
Sıladan uzak kalmak zor gelir bana
Canlarımdan ayrı kalmak acı verir cana
..
Yaralı dille bal yemek dile acı verir.
Acı baldan değil dilden gelir.
Günahlı kalple İslam’a bakmak kalbe hüzün verir.
Hüzün İslam’dan değil kalpten gelir.
(1997)
..
Vurgunlardan arta kalan bu şehirde gözlerini arıyorum...Gözlerin çok eskiden kaybettiğim birer kelebek düşü.Yastığımda boğuştuğum,ter içinde uyandığım eski bir İstanbul masalı gözlerin.
Kentte yangından arta kalan bir kaç meyhaneden başka bir yer kalmamış sığınılacak.Ve yağmur yağmıyor artık bu şehirde.Yalnızlığımın son çizgisindeyim artık.
Yazık edilmiş sevdaların üzerine bol sigara ve bol acı harmanlıyorum....Gözlerin eski bir İstanbul masalı.
Acı ilerlerken beynimin hücrelerinden yüreğime; ben silahıma sürdüğüm tek kurşunu hızla çeviriyorum mekanizmanın içinde ve dayıyorum kafama.Şimdi sadece namlunun ucunda olup olmadığını bilmediğim mermi ve gözlerin...
Yani ölüm ve yaşam arasındaki o ince çizgi...
Tetiği çekiyorum.
Sessizlik.
..
Keder hüzün içermiş gamı anlamak için,
Sevda bizi gözlermiş aşkı hissetmek için.
Bir ayrılık rüzgarıyla savruldu ellerimiz,
Öylece kala kaldık bak ağladı gözlerimiz.
Acı birden gelirmiş,
..
Bir melek ölür bir bebek doğar. Hayatın acı serumunu damarlarıma kendi elimle enjekte ediyorum. Sanki masal kahramanıyım, ürkek, kırgın yola devam ediyorum. Suçsuzum hayat bu sefer acı tohumları ekemezsin, sevdiğim bir romanın son sayfası gibi heyecanla okudum bitişini. Yazık hala iç çekiyorsun sonsuza doğru. Korkma, bu sefer düzmezler ruhunu, ateşim yakmaz bedenini silahım yabancı bedenlerle dolu, bıçağımda kan izleri var o silahı sıktım şakağına ölmedin. O bıçakla delik deşik ettim ruhunu bana mısın demedin.
Anne şefkati gibi o minicik ellerini özlüyorum, hayır çok masum alsında
Yanlış işte…
Sen asla masal kahramanım olmadın. Sokağın kıyısında mutluluk dilenen bir zavallıydın.
Acı ruhuna işlemiş. Gözyaşların kan olmuştu. Ölümün gibi anımsarım ilk günü, mezarına bıraktığım kır çiçeklerini… Kullandığım sahte mutluluk haplarını, Bu sefer son gidiş için saklıyorum, ama ölerek değil yaşayarak intihar ediyorum.
Ah kalbi kırmızı aptal insan, kim dedi sana uy içindeki sese, kim dedi ki bırak kalbini kırmızı bir sele. Zehri hala kusuyorum bak hem de sol tarafına.
Ben ne bir kere ölürüm ne de bin defa. Sadece tutar çocuk kalbimi içimdeki Sessiz fırtına
..
bir mahkum say beni
hapset kalbine
bir sefil bil beni
acı halime
bırakma yalnızlığa
uğratma haksızlığa
..
acı veriyor artık
gerçekleri görmek
en acı olanı da
onların bir parçası olmak
gülerken ağlamak
yaşarken ölmek
..
Gel sen dizime yat. Ben sana içinde ikimizin geçtiği uyduruk bir masal anlatayım. Belki periler gelir. Belki adları güzelleşir. Ben sana anlatayım. Nasılsa anlarsın yalanlarımı. Yüzleme sakın. Bu böyle gitsin.
Konuşan çiçeklerden bahsedebilirim sana. Yada daha büyük bir yalan söyleyerek acı yokmuş derim bundan sonra. Acı yokmuş. Canın yanar büyük yalanlarıma. Acı çokmuş. Sonra gözlerin dolar aniden, gözlerinin içinde gördüğüm suratım sular altında kalır. Nefesim kesilir. Nefretim keskin. Boğulurum nefretimin nefes darlığında. Çünkü seni ağlatan her şeyden nefret ederim. Kendim dahil iç hatlara.
Gel sen dizime yat. Ben biraz dolaşacağım. Seni kaybettiğim yerleri gezip, dersler çıkaracağım. Yokluğunun müzesi, yalnızlığımın sarayı derken en son çaresizlik kasrında oturup bir çay içerim sanki sen varmış gibi, çayı sevdiğin için. Sen yat acele etme. Zaman çok bu arafta. Nasılsa birazdan bir tren sesi alır götürür seni. Yahu hiç beklenmedik bir ıslık duyarız öteden kalkar gidersin.
Ellerinin büyüsünü bana anlat. Ellerinin hamurunu. Anlat bana ellerinin nasıl olduğunu. Hatırlamak için bile düşünmek gerek. Oysa ben aklım tarafından aldatıldım. Onu senin yokluğunun koynunda yakaladım. Hatırlamak için bile düşünmek gerek. Bana ellerini anlat. Ellerini anlatan dudaklarını anlat. Ellerini anlatan dudaklarından çıkan kelimelerin tadından bahset. Bana beni anlat. Seni nasıl terk ettiğimi. Unutacak kadar yüzsüzüm. Aşık olamayacak kadar unutkan. Yüzsüz olacak kadar aşık. Bana ellerini ver. Sen gidebilirsin.
..
Nakış nakış yüreğime işlendin
Seni hüzün değil nasihat bildim
Mutluluk denince seni diledim
Biliyorum kamil olmam senin indin
Sen bende imtihan demisin
Gaflet perdemi yırtan bir elsin
..
BÖYLESİNE ACI BİR ŞEY SENİ SEVMEK
Gökkuşağına çizdim resmini, gökkuşağı soldu,
Güllere yazdım ismini, güller kurudu,
Yüreğime yazdım seni, dert ortağım oldu,
İşte böylesine acı bir şey seni sevmek.
..
Sana hayat kadar kötü davranan
Kadınları sevdin...
Bana kötü davranıp acı çektirsen de
Ben hep seni sevdim.
Çünkü; acı çektiren iyi aşıktır.
Ve aşk aslında acı çekmektir...
..
Kaç kez kapısını çaldım kümestekilerin,
Kimse cavap vermedi.
Bende kalmak kaerin senin.
Ya sağırlaşmış sessizlikten kulaklar,
Ya da umutlarını yitirip,
İçlerindeki sese yığılmişlar.
Sen geçen bir ömrün elektrik kesintisi.
..
binbir değişik sancı
aşk acı..hayat acı..
hep ayak oyunları..
düştü kırıldı gitti
gözlerimin inancı
..
hadi acı çektir bana
mutluluk şairleri öldürür
bu olsun bahanen
sen hiç durma yap kaprislerini
geç dalganı aşkımla
hadi acı çektir bana
kadınlar hoşlanır
..
Bir acı kahvemi içmeyemi geldin
Gönlünü gönlüme vermeyemi geldin
Görmeyi haram etmiştin bana
Sevmemem için reddettin beni
Hayatın acı tecrübesiydi
Sevipte sevmeyeni oynamam
Görünce ellerim titremedi mi
..
Sen şu anda acıya dokunuyorsun bana onu sormakla.Bildiğin gibi,tanıdığın gibi bir duygu değildir acıya dokunmak.Midene derinden bir ağrı saplanır ya da parmağına bir iğne batar böyle birşey acıyı hissetmek,acıyı yaşamaksa uzun sürer bazen haftalara sıkışır,bazen mevsimleri sayarak yaparsın hesabını.O da uzun sürmez bir yaranın kabuk bağlayıp tatlı kaşıntılarla son bulması gibidir.
Sen şu anda acıya dokunuyorsun bana onu hatırlatmakla.Söylüyorum işte sana bildiğin gibi,tanıdık bir duygu değildir...Acıya dokunmak için önce bahanellerin olmalı ve biriktirip bir deniz yarattığında işte o zaman acıya dokunabilirsin.Kolay değildir bir deniz yaratmak; önce arkadaşlarınla,dostlarınla görüştüğün zamandan çalarsın,sonra kurulu yemek sofrasından ve gece uykundan çalmaya başladığın zaman sokulursun acının koynuna yavaş yavaş...Hani bir mutluluk vardır herkesin yana yakıla aradığı; acıya dokunabilmekte mutluluğu yakalamak kadar zordur işte.Acı da mutluluk gibi bir balıktır; bazen oltanı denize ilk salladığında takılır bazen de bir ömür beklersin o köprünün üstünde ve öyle birşey ki o balık hiçbir zaman yaşamaz bizim denizlerimizde.Acıyı hissettiğini saklayabilirsin gözlerini kaçırarak ya da bir kutu yarabandıyla,acıyı yaşadığındaysa birkaç paket mendille silip atabilirsin gözyaşlarını kapandığın odanda ama acıya dokunduğunda saklayamazsın,kapatamazsın yüzünün orta yerinde burdayım diyen yapraksız ağaçları.Mezarlar seslenir bir dua için çığlık çığlık gözlerinden,taşıdığı kanın yorgunluğundan kabarır damarların tenini yırtıp dışarı çıkmak ister gibi.Bitse de bu acı bir an önce kurtulsam dersin.Şafak saymaya benzemez acıyı hissedip yaşamak gibi.Acıya dokunduğunda son askerine kadar gece gündüz çarpışırsın savaş meydanında ve savaşı kazandığında bedeninde hüküm süren acının saltanatı biter istediğin zaman rahatça dokunursun acıya; yanan sobaya dokunur gibi canın yanmadan.Bu savaşı kaybettiğinde kuklası olursun acının; istediği zaman oynayıp sıkıldığında bir kenara fırlattığı...
Sen şu an acıya dokunuyorsun onun yerini almakla.O ve onun gibilerin hepsi o denizlerde boğulup gitti.Bari sen dokunma acıya,bırak hissetsin yüreğin derinden,vakti gelince taşı haftalarca,ben sana paket paket mendil,kutu kutu yarabandı gönderirim ama ne olur bana onu sorup,onu hatırlatıp dokunma acıya...
..
Sen hep acı çekmek için mi yaratıldın?
Kocana güvendin; evlat dedin hep sardın.
Gün görmedin,anadan,babadan,yakından.
Anaydın sen; sevdin mi severdin tam candan.
Sen hep acı çekmek için mi yaratıldın?
..
(Prof.Dr.Fahrettin Tosun Bey'e)
Kıymetli hocamız Fahrettin Tosun,
Bugünkü ayrılık acı olacak,
Bunca emeğin var bizler üstünde,
Bugünkü ayrılık acı olacak,
..
hayatımda öğrendiklerimden bir taneside mutluyken gülerken herkes güler eğleniir kalabalıktır herşey ne zaman acılar gelip bizi bulur işte oan ağlarkende acı çekerde tıpkı ölürken olduğu gibi yanlızıztır,bilirsin içten içe dert çektiğinde kimin nasıl değişip değişmediğini çünkü sadece sevinçlerde destektirler hüzünlerinde acılarında hastalıklarında asla ama seninle değillerdir, bir an bile düşünülmez çünkü tüm insan oğlu kendini bu dünyadaki hoş boş eğlencelerin içinde görmek ister,ve geriye kalanda ne yaparsan yap elinde kalan ruhunda kalan benliğini saran derin acıdır,sözde morel olsun diye sölenen kelimelerin yada örneklerin sizin nasıl morelinizi sıfırladığını anlamazlar kendilerinde hak olarak gördüklerini size çok görürler sanki bu hayatta hiç bişeye hakkımız yok gibi,bazı zamanlar sadece oturup ağlarsınız bazı soruları kendinize sorarsınız neden ben gibi neden öle değilde böle ve milyonlarca detayları sıralarsınız kafanızın içinde sonra yüzünüzde size ait olmayan içinizden gelmeyen bir tebessüm olmak zorundaymış gibi zorundalık olan bir tebessüm yerleştiririz, kafamızın içinde düşünceler her geçen gün büyümeye devam ederken tüm insanoğlu zaman hiç geçmiyor diye sızlanırken zamanın sizin ve aileniz için çok hızlı geçtiğini fark edersiniz ve artık hayatınız size ait değildir ellerinizden çoktan alınmıştır olsun dersiniz sukut edersiniz kendinizi hayellerim olsun diye hayellerin içine atarsınız sonra ufacık birşey aslında hayelinizin olmadığını bunların kabus gibi çökmesine sebeb kılar, sonra size düşündüğünüz bütün anlayışlı halinizin size derin bir bir üzüntü acı olarak döndüğünü anlarsınız derin bir sorgu içinde buluruz kendimizi hayatta birilerini anlamak iyi niyetli olmak iyi düşünmenin yetmediğini anlarsınız derin kırıklar derin yaralara sevk eder bizi kafamızı kaldırıp etrafa baktığımızda etraf hep sıradan mutlu insanlar dolu gibi geliyordur sanki bütün hüzünleri acıları siz yaşıyor gibi hisseder ve yaşarsınız,kazandıkalrınıza bakarsınız kaybettikleriniz daha çoktur bir kez daha farkına vardığınız bir gerçek varsa sizi aileniz dışında kimseler sarıp sarmayalamaz yaranıza merhem olmaz kendinizi gözü kapalı emanet edersiniz sırtınızı dayarsınız çünkü dayandığınız ailenizse sizi asla uçurumdan aşağıya atmaz boşlukta hissedmezsiniz,sonra kendinizle ilgilenirken bi anda sevdiğiniz insanlardan birine bişiy olur helde bu koca çınarınızsa gölgesi yettiği tek kişidir adam gibi adamdır çünkü babadır elinizden bişeyler gelmiyordur bir süre sonra eski günlerinizi özlersiniz oturup çınarınızla konuştuğunuz o güzel günlerii malesef geriye dönemediğimizi anlarız öle bir kavram olsaydı beş yıl öncesindeki zaman diliminde olmayı yeğlerdim daha deli daha umutlu daha daha daha daha ben zamanlarımda öle bişeyin imkansızlığını bilirken çınarınızla birlikte tükendiğinizi yitip giderken görürsünüz kendinizi,ve anlarsınızki aileniz olmadan sizinde olmanız pek bir şey ifade etmemektedir mutlu olsun diye yüzü gülsün diye uğraşırsınız bütün herşey kesit kesittir ve artık elinden en sevdiği oyuncağı alınmış bir çocuk gibisinizdir hiç bir şey içinizdeki kederi kaldırmaya yetmez gözyaşları bile bazı zaman içinize akar içimizde artık koskocaman bir nehir olmuştur,kendinizi içine daha çok kapatırsınız kendinize teselli olamamışken başka insanları teselli edebilme potansiyeline sahip oluruz,ve şimdi küçük bir çocuk gibi rüzgara karşı durup acımadaki demeyii isterdikk sadece istemekle kaldık ne rüzgara karşı durabildik nede acımamadıki diyebildik,bir çok şeyi görmezden duymazdan geldik çünkü yorulduk çünkü kırıldık çünkü çünkü çünkü,içimizden bir dilek tuttuk kimselere sölemedik dileklerimiz bile içimizde kalmıştı oysa ve ümit diye bişiy var dedikki ümidimize hergün güneş doğsun gökyüzünde yıldızlar parlasın insanlar çok daha mutlu olsun her gün yeni bir doğuyorsa bizde bu yeni günü görelim gece olunca sabahı sabah olunca geceyi düşünmeyelim küçük bir çocuk misali istopp deyip topu havaya attım yere düşermi acaba yada tekrar istop deyip tutabilirmiyim kimbilir istoppp...
..
Kendini anlamadığını; onu neyin mutlu edeceğini,içindeki boşluğu neyin dolduracağını,her sabah işe giderken aynı basamakları inip,aynı ağaçları seyredip,aynı kalkış saatlerinde,aynı yolcuların bulunduğu,tampon numarası aynı otobüslerde,aynı koltukta seyahat ettiği bir günde anladı...Acı derdi hep.Acıyı bildiği şey sanırdı.Anladı.Acının bilmediği bir yanı vardı.Onun bildikleri yaşadıkları başkaydı.Ya da acı kendini hep yenileniliyordu,değişiyordu...O hep onun içinde biliyordu kendini.Bir eksik vardı.Onu sevgiyle yokedebilirim diyordu.Onca karmaşa içinde bile hep sevdi...Sevgisine diyet istemeden sevdi...Birgün sevgi bu olmamalı diye düşündü.Bir eksik vardı.O eksik onu hep acıtıyordu.Sevgi diyet istiyordu.
''Günler gitgide kısalıyor,
yağmurlar başlamak üzre.
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın? ''
..