Her gidenin ardından ağlamak benim yüreğimde sanata dönüştü.Gidenin ardında yas tutmak kendine her geçen gün bir yenisi eklemek den başka bir ağıt olamazdı biliyordum bunu; oysaki her yeni gün benim umut ışığım olması gerekirken bende değişen hiç birşey olmadı. Olanlarsa; gözyaşı kavonazlarımın sayısı arttı. Gönlüm derinliklerden geçerken hırpalanmakdan vazgeçmedi.Her hırpalanış,her darbe yüreğimdeki izleri biriktirdi,büyüttü,acıttı,sızlattı ama değiştiremedi gönlüme vuran her ışık süzmesinde aynılarını tekrar tekrar yaşatmasına rağmen yılmadı,usanmadı,sıkılmadı,bunalmadı yine acı çekmek mutlulukmuş gibi, kendine zoraki sevgi dayatmalarıyla hayatını zora sokmakdan geri almayı bilmedi.Bu mazoist yüreğin acı çekmek hoşuna gidiyor. Sürünmek ellerde, ellerin onu gözbebeğinde taşımaları gerekirken, o kendini ellerin ellerinde süründürmeyi gönül borcu bildi kendine adeta.
23.08.2005
..
size acı çektiren dişiniz olsa bile
söküp atın
size acı çektiren sevgilinizide
sizin üzerinizden vurgun vuran
sizin ve çocukalr'ınızın geleceğini
karartan iktidar'larıda sökün atın
hayatınızdan..
..
Ah be ne dünya istediğinin bir zerresi dahi mi olmaz! Acı keder anlaşılmazlıklar saçma sapan şeyler ne yaptığını bilmeyen insanlar ve tüm bunların ortasında ben peki kim bunların sorumlusu, kendi içindeki problemler, sorunlar yada dertler lanet olsun lanet olsun lan acı lan hep acı yazık ulan herkese yaptığım yapacağım işin kahretsin becer lan bi işi de ee nolcak şimdi dersin anca durur beş dakka düşünürsün lanet okursun kendine başka kerizlerde varmı lan benim gibi dersin devam etmek istersin ancak bütün kinli gözler üzerindedir. Vazgeç lan dersin bi yandan da çare ararsın çaresiz ee peki sonuç isteksiz zorumlu davranışlar itme kakmalar sinek vızırtıları derler dalga alay diz boyu sabredersin artık nere kadar küçük duruma düşmeler ama bunların daha kötüsünü görmek bunca işin arasında beklemek herhangi bir günü sonunda gene başka bir yerde başka kişilerle aynı hüsran…
Ulan be gene değer verirsin hep olumlu düşlersin olmuyo be olmayaınca olmuyo mecbur kalıyon bazı şeylere ne sabırlıymışım diyon uyumuyon, uyuyamıyon saçma sapan şeyler yazıyon çaresiz bir of niyetine sonunda hadi hayırlısı demek kalıyo mecburiyet gene sarıyor ellerini…
Ne gülesin geliyor nede ağlayasın ne yapacağına karar veremediğin en zor anlar başlıyor kafayı yiyon lan başkalarına verdiğin zamanındaki ufak cezalar bile içini maf ediyor verem de neymiş lan bunun yanında ciğerini, kardeşliğini sökülüyor lan. anca 2 dakka teselli başka bir hayır. Tutanacak dallar da dayanmıyor bu çaresizliğe. İşi gücü içinde benim gibilerle uğraşıyor o da napacağını bilmeden gönlümü almaya aldırmaya uğraşıyor. Oluyor ya da olmuyor zaman geçiyor bu ara iş üstüne iş çıkıyor gelde uğraş diyon aklın başka yerlere gidiyor unutuyon bir an başka çare arıyon ama gene bir şey devam etmeye uğraşıyon ama ne fayda offffffffffffff diyon tutuyon kendini gözlerini kapatıyon başka zamana bırayon ufak bir gülümseme istiyom aynaya bakıyon yüzünün haline bakıyon her zamanındakinden farklı görünüyon çaresiz başka bi adam görüyon…
En çokta bu duruma nasıl düştüğünü değilde nasıl çıkarım bu işten diye çaresizliği çaresizce şeyler teselli ediyon vazgeçecem diyorsun vazgeçmek işte o zaman een zoru oluyor mecburiyetlerin hayırlısı diyon her şeye rağmen…
..
Hani dermansız kalır,konuşamaz için sızlar ve,
Çektigin açının adını koyamazsın,
Sürekli kalbinde biyerlerde buruk bir acı ve,
Sürekli kanayan bir yaran olur...
Kimseye anlatamaz acı cekersin İşte canımın içi...
Seni görmedigim heran hergün böyle acı cekiyorum
kahve gözlüm beni bir anlaya bilsen
..
Aylar geçti aradan hasretim sensizliğe
Acı olan mutluluk matemdir yüreğim de
Usumu bağlamışım sende ki güzelliğe
Acı olan mutluluk matemdir yüreğim de
***
Rüzgarlar tarıyorken estikçe saçlarını
Irmağın akışına bırak duygularını
..
Efkarım hasretimden de çok
Hasret bağrımda bir ok
Sen gideli bir haber yok
Aşkın adı acı oldu.
Gurbet bir adım ötede
Özlem aşkı bıraktı gölgede
..
Dilimin ucunda o kadar söz vardır ki
Demeye korkarım ağlarım susmam
Yazamam ki seni sığmaz ki satıra
Laf olsun sevmedim ki acı çekiyorum
Bakamam sana utanırım yüzüne
Duaların beddua durdurmak ki zor
..
İşte bütün kapılar kapalı bir tek açık kapı
Yaralıdır kalbim kapılar önünde yaralı
Yaralı kalbim bir acıklı hoyrat söyler
Söyler uzun uzun, ama ağzım kapalı..
Vay beyler vay acı beyler
Ağabeyler hep acı yerler.
..
Zararlı her şeyi atın diyorum,
Hayıra sermeye katın diyorum,
Serveti uçurtman tutun diyorum,
Dost acı dese de dinleyen yok ki.
Alkol uyuşturur nargile çirkin,
Eroin, esrar da nefreti Türkün,
..
Dünyada kaç kişinin daha canını yakcan....
Acı verdiğin yeter...
Kimi ağlıyor...
Kimi intar ediyor....
Sorulumsu sensin...
Acı hayat...
..
Her şeye bir sebep yakışmış;
Şeker tadında,
Sade acı,
ve acı…
Avazımca susuyorum artık..
Çığlıklarım beni yakacak;
Korkusuzca karanlıklarda…
..
“Yine seversin kalbim,uslanmazsın ki” diyerek seni avutmak kendimi kandırmak olur biliyorum. Kaç kere sevebildin ki bu güne kadar, kaç kere korlara daldın yaralı yarı canlı çıktın yangınlardan,biliyorum çok değil, her defasın kapatıp kapılarını kendini dünyana defnettin, iyi mi ettin? her seferinde yalnızlıktan bunalıp sonuna kadar açılan da sensin.
Peki hangisini unutabildin yada hangisine kavuşabildin, hiç. Hangisinden bir kesik almadan kopabildin,hangisinin izi yok bir yerlerde ya da hangisinin yarası kapandı, hangisinin isminin duyunca titremiyorsun,hangisinin anıları zaman aşımına uğradı, hiç birinin değil mi? Ne zaman yalnız kalıp birini düşünsen kimliği belirsiz hüzünlerle doluyorsun,ne zaman sigaradan derin bir nefes çeksem sen hatıralar deryasına dalıyorsun ve her seferinde acılarında boğuluyorsun.
..
Gece olunca insanın içine düşen aşk parçası idin sen yada acı,
evet evet acı,
sen acıydın bana acınası halinle...
*yt*
..
Ve yine bir sabaha seninle beraber uyanıyorum.Seni düşünerek,seni hissederek geçiriyorum günümün o tatlı saatlerini.Ama seni düşündüğüm zaman tatlı,hoş,sensizliği düşündüğüm zaman acı,fena.Yani zamanımın çoğu ömür boyu hapse mahkum edilmiş bir mahkumun zamanı gibi.
Kendimi çıkmazı olmayan bir sokak ortasında hissediyorum.Güzel bir güne merhaba dememe rağmen kendimden utanıyorum,benliğimden utanıyorum daha doğrusu her şeyden utanıyorum.Yalan ve sahte olan aşk bir kez daha çelme takmışken bana ben bu çıkmaz sokağın duvarlarını aşmak için en küçük bir gayret bile gösteremiyorum.Bu beni ne kadar çıldırtsa da hep o sokakta olmak istiyorum.
Zamanın hep bize düşman olan bir dostumuz olduğuna,hayatın bizim karşımıza sürekli acı çıkarttığına,aşkın bu hayat ve zaman ışığında onlara destek olduğuna şahit olduğum bir anda yaprakları solmuş bir hayat ağacının yaprakları olabilmek için neleri vermezdim...
..
Êş bi te xweş
xweş bê te êş e
Acı seninle güzel
güzel sensiz acı
..
Yine vurdu-yaktı bizi
Yüreklerde-kaldı izi
Hepten vurduk-yere dizi
Yer değişik-acı aynı
Deprem sardı-can vatanı
Üzüntüler-gerçek büyük
O ışıklar- kaldı sönük
..
Bir feryat duyuldu içerden
Annem diye İçeri Girdiğinde
annesinin cansız bedeni yatıyordu Bembeyazlık içinde
Annem dedi oda
Ama annesi ona bakmıyordu ve duymuyordu
Annem aç gözlerini diyordu ama anne açmıyordu
Annem diyordu Efendim Oğlum demiyordu
..
Ak saçlı ihtiyarlar misali huzurlu bir güvenle dünyayı seyreden dağların sarp yamaçlarına kurulmuş şehirde dolaşırken seni düşünmek beni iyileştirdi. Daha geçenlerde okuduğum denemelerden birine Mavi Uzaklar adını vermiştin. Güneşle birlikte alçalan sis perdesi yüzünden kehribar tozlarıyla kaplanmış gibi görünen kadim şehrin tepesinden, camilere, surlara, hanlara, mescitlere, türbelere, çiçeğe durmuş ağaçlara ve onların tabii ahengini bozan çirkin suratlı binalara bakarken ‘dünyanın derin ve mavi güzelliği’ diye tarif ettiğin ruh haline büründüm. Bakışlarım dağları gölgeleyen kayın ormanlarının kıpırtısızlığına, yılankavi dere yataklarına takılıp kalınca o yumuşak maviliğin ruhu nasıl yatıştırdığını hatırladım. Gezgin, göçebe bir yaşama özlem duymuyorum epeydir. Hatta özlemediğimi bile unutmuşum. Buğulu manzarayı seyrederken tabiatın dili içimdeki mağrur buz kütlesini buharlaştırdı sanki.
Ne ilk gençliğimde ne de sonraki yıllarda münzevi bir hayata pek heves etmedim ama artık yalnızlığın saf uğultusunu tutkulu bir sevgili gibi sürüklendiğim her yere taşımak istiyorum. İnsanın gençliğin doyumsuz arzularının peşine takılıp uzaklara, hep daha da uzaklara, farklı lezzetlere, kokulara, dokunuşlara gitmek istemesi, ama sonra ‘yuva’ dediği yere göçmek için yanıp tutuşması ne tuhaf. Yazın bu kaçınılmaz teslimiyeti anlatıyordu: “Eski yurdundaki tepeler ne kadar da yumuşak, yeşildi! Ve bilir hissedersin ki, ilk çocukluk oyunlarını oynadığın ev ve bahçede eski yurdunda durup durmaktadır, gençliğinin bütün kutsal anıları orada düşler içindedir ve anneciğinin mezarı da oradadır.” Haklıydın, söylediğin gibi tedirgin yaşamımızın bütün alışkanlıklarında da durum çok farklı değildi. Uzak olan günün birinde yakınımız oluyordu ya da neredeyse bir ömür boyu yakın sandığımızın aslında çok uzak olduğunu kabullenmek zorunda kalıyorduk nihayetinde. Dağların mavi esrikliğine eşlik ederken böyle buruk düşünceler de eşlik ediyordu yorgun ruhuma..
Zamanın müphem gölgesi...
..
Yokluğunu kabullenemeyişimle bitiyordu hayatım; seni gördüğüm songün bu bitişin ilk günüydü,bense bitişle başlangıçların aynı güne sığdığını ilk defa seninle öğrenmiştim.Konuşmam için yalvaranlara inatla susuyordu dilim.Sıkıştırılırken kolu kırılan ve bir daha açılamayan mengeneden farksız çenem,öyle kenetlenmiş öyle kaynamıştı ki birbirine kimi açlık grevinde kimiyse dilini yuttu diyordu ve bir akşam açılmıştı odamın kapısı,doktor olduğunu söyleyen adam nazikçe yaklaştı yanıma.Konuşmaya,senin daldığın bir daha çıkamadığın derinlere dalmak istedi,izin vermedi yüreğim.Kapıdan çıkarken söylediği cümle 'Aşırı anksiyete bozukluğu'.Yanılmıştı; mühür vurduğun dudaklarımı bir senin sesin açabilecekken tıp bile senin karşında anlamsız kalmıştı.Uzamış saçım,sakalımla birbirine karışmışken bir resim vardı saklayıp gizli gizli bağrıma bastığım.Hatırlamıyordum kaç gündüz kaç gece sana koştuğumu rüyalarımda.Odama giren herkes sen oluyordu; yüzümde beliren tebessümle kendime geldiğimi sananların sesini duyunca bozuluyordu tüm büyü,o acı tekrardan esir alıyordu yüzümü.Bir sabah kalkamadım yatağımdan,elim uzanamadı fotoğrafına ve karşımda yine aynı doktor.Kısa süre önce aşırı anksiyete bozukluğu diyen doktor bu sefer paranoid şizofren diyordu.Dalıp gittiğin derinlerde vurgun üstüne vurgun yiyen tıp yine yanılıyordu senin karşında.Sen kadar yakınken hayat sen kadar uzaktı yarınlara.İnsanların korku ve acı dolu bakışları arasında bir hastane odasına götürülmüşlüğüm.Kolumda serum,etrafımda hüzünle ağlayanlar.Bende ağlıyordum,resmin yatağımda kalmış alamamıştım.Sen kadar yakın sen kadar uzak olan hayat resminden ayrı düşmüşlüğümle daha da uzaklaşıyordu benden.Etrafımda çırpınıp dört dönen insanlar bir seni getirebilseler değişecekti herşey,kendi kendime kalkacaktım o yataktan,yürüyerek çıkacaktım eter kokulu o binadan,herkesi sevinçle kucaklayacak ve hatırlayacaktım unuttuğum isimlerini.Sana yetişemeyeceğini anladığım o yatakta durmuştu zaman.Yanıbaşımdaki sandalyede hiç konuşmadan oturmuş yüzüme bakıyordun,dudaklarımda bir kolonya kokusu ellerin saçlarımda.'Haydi gidiyoruz diyen o ses; yine bozulmuştu o büyü.Bu sefer gerçekten bitmişti zaman,yanıbaşımdaki sandalyede oturup gözlerime bakan azraildi ve gitme vaktimiz geldiğini söylüyordu.Gidiyordum ama sana elveda diyememenin burukluğuyla.Seni bulabileceğime,sarılıp göğsüme basabileceğime inandığım son yere doğru başlıyordu yolculuğum.Yokluğunu kabullenemeyişimle bitmişti hayatım,artık son bir umutla,tekrar görebileceğim hevesiyle direnmişliğimin anlamı kalmamıştı uzatmalarını oynadığım hayatın.Azrailin yanıbaşımdaki sandalyeye oturup gözlerime sen gibi bakmasıyla kaybolup gidiyordum seni kaybettiğim derinlerde.Ve aslında sen giderken yokluğunu kabullenemeyişim,ben giderken inatla konuşmayan resmin duruyordu yastığımın altında...
..
Yıkılıyordu gökkubbe; çatıların üstüne düşerken yıldızlar,ne sende duruyordum ne de koşuyordum yalnızlığıma.Vurulurken hayallerim gizli pusularında,bir sana bir de gözlerindeki o acı bakışa susuyordum.Sana helal ettiğim hakkımı kendime edemiyordum çünkü attığım her okla aslında hep sırtımı vuruyordum ve yetişmiyordu elim sırtımdaki okları çıkarmaya; bense hala sırtımda kırık oklarla sevdaları taşıyordum.Ben sevdayı taşırken gözlerim taşıyordu; senin düşkırıkların bana sırtımdakinden daha çok acı veriyordu.Bir sabah uyandığımda savaş çıkmıştı kapımda,esir düşüyordu günlerim ve hayallerim...Gidiyordun; sen her gittiğinde savaşın tam ortasına düşüyordum ve bu savaşta kendi içime sürgün ediliyordum.Sense aldığın mağlubiyetin ardından bayrağını diktiğin yüreğimin topraklarına dönüyordun.O zaman bitiyordu sürgünler,gözlerim merhaba diyordu aydınlığa,oysa sen kaybettiğin her savaşın ardından bende sarıyordun yaralarını; ben sarıyordum,sen iyileşiyordun; sen iyileşiyordun,bense kendi içimde sürgüne gidiyordum ve ne zaman başka topraklara firar etmeye kalksam sınırdan çeviriyordun...Bana ait milyonlarca hücreden tek bir tanesine hapsedilmiştim,o bir tek hücrede ipe çekiliyordu sayısını bilmediğim günlerim.Kaç gece hasret kalmıştım yıldızları saymaya,kaç sene olmuştu bir kuşun kanat sesini duymayalı?
Bilemezsin sen; işgal altında yaşamak için bir bahane bulmanın ne kadar zor olduğunu ve göremezsin ziyaretime gelmeden bu hücrede zamanın nasıl su gibi buz tuttuğunu.Uçup gitmişti kuşlar demirli pencerenin pervazından,tek bir tüy kalmıştı ellerimde.O tüy senin yarandan geriye kalandı; kapanlara sıkıştırdığın yüreğimle kapanmıştı yaran ve ben bu yüzden sana helal ettiğim hakkımı kendime edemiyordum çünkü attığım her okla aslında hep sırtımı vurup,senin tuzağında can veriyordum...
..