Bazen yüreğimize acı ansızın düşer. Tane tane donar bütün gözyaşlarımız. Yüreğimiz burkulur. En derin hislerden çığlıklar yükselir ansızın. Elimiz, ayağımız buz keser bütünüyle donakalırız.
Çaresizlik olanca gücüyle haykırır bütün gerçeği yüzümüze. Dilimiz lâl olur, kolumuz kanadınız kırılır. Boynumuz bükülür ve kabul ederiz bütün başımıza gelenleri.
Derin bir sükût kaplar ortalığı. Herkesin gözleriyle konuştuğu an başlar bir zaman. Ama hiç bir çare yüreğimize düşen ateşi söndürecek güçte değil maalesef.
Uzun bir yolculuk diye çıktığımız yolların nasıl birden kesiştiğine tanık olur fâniliğimiz. Karmaşık duyguların göğe yükselişi gibidir yaşantımız. Her gidenin arkasından yaklaşan yollarımız birer birer kısalırken, bizler bir nefes aralığı yaşamaya çaresizce devam eder dururuz, yeni hayal kırıklığını hissetmediğimiz güne kadardır bu zaman.
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...



