28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü (Bi ...

Mehmet Kıyak
192

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

BİREYSEL SİLAHLANMA ÜZERİNE

Bir çaba, bir yarış ve bir tutku. Bütün bunların hepsi bireysel silahsızlanma mı yoksa bireysel silahlanma için mi acaba?
Şüphesiz ki bireysel silahsızlanma için pek çok çaba sarfedilmekte ancak bireysel silahlanma tutkusu öyle yüksek boyutlara ulaşmış durumda ki bütün silahsızlanma çabalarını etkisiz kılmakta...
Bilindiği gibi 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü. Günün anlam ve üzerine elbette söylenecek çok şey var. Ben burada yeni şeyler yazmayacağım. Yaklaşık beş yıl önce yazdığım bir yazıyı günün anlam ve önemine binaen yeniden yayımlayacağim. Bu yazımdaki seslenişi, serzenişi her platformda, her gün adeta avazım çıktığınca bağırmak istiyorum.Bu nedenle yeni şeyler söylemek yerine bu yazımdaki duygu ve düşüncelerimi yeniden paylaşmayı adeta ihtiyaç hissetim.
Bu yazımın üzerinden beş yıl geçmiş olmasına rağmen, her türlü bireysel silahsızlanma çabalarına rağmen, bireysel silahlanma ve bunun ortaya çıkardığı üzücü olaylar azalmamış ne yazık ki daha da artmıştır hem de çılgınlık boyutunda...
'Mantar Tabancasıyla Gelen Tutku' başlıklı yazımı konuya hassasiyeti olan herkesin takdirlerine sunuyorum.

Tamamını Oku
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak 02.11.2010 - 20:10

    Türkiye’nin Üç Aylık Şiddet Bilançosu (02.11.2010)

    Geçtiğimiz yaz aylarında, Temmuz-Eylül arası, gerçekleşen ölüm ve yaralamayla sonuçlanan olayların incelemesini yaptık. Çalışmada ulusal basına yansımış vakaları temel aldık. Amacımız şiddet olaylarında öne çıkan belirgin temalar hakkında bir fikir edinmek ve belki de ardından gelecek daha uzun dönemli, kapsamlı bir çalışmaya ilham kaynağı olmaktı.

    Üç aylık dönemde meydana gelen olaylarda mağdur olan kişilerin, olayın meydana geldiği ile göre dağılımına bakıldığında, sırasıyla %20.85 oranıyla İstanbul, %7.11 oranıyla Bursa ve %6.16 oranıyla Gaziantep illerinin geldiği görülmektedir. Kişilerin mağduriyetinde %69,2 oranında ateşli silah (tabanca, av tüfeği, pompalı tüfek, kalaşnikof, kuru sıkı): %30,8 oranında bıçak kullanıldığı görülmektedir. Meydana gelen olaylarda mağdurların %64,5’i ölmüş, %35,5’i ise yaralanmıştır.

    Olayların aniden ortaya çıkıp çıkmadığı, olayın planlı olup olmadığı, kaza kurşunu olup olmadığı (düğün-kutlama, silahlı çatışma), başka bir suçun işlenmesi sırasında öldürme ya da yaralama suçunun meydana gelip gelmediği üzerine odaklanılmıştır. Gazetede yer alan olayların %10’unun sebebi belirtilmemiştir. Mağdurun yaralanması ya da öldürülmesi en çok %67,8 oranıyla tartışma sonucu meydana gelmiştir. İkinci sırada %14,2 ile kaza kurşunu gelmektedir. Herhangi bir silah kullanılarak işlenen bir cinayet ya da yaralama suçunun sadece %7,1’inin planlı olduğu görülmektedir. Tartışma sonucu meydana gelen olayların %64,38’inde ateşli silah kullanıldığı görülmektedir.

    İstanbul’un açık ara farkla şiddet olaylarında ilk sıradaki il olarak ortaya çıkması hem nüfusu hem de ulusal basının yoğun olduğu, dolayısıyla haber önceliği verildiği tezinden yola çıkarsak bu istatistiğin daha detaylı ve dikkatli bir incelemeye tabii olması gerektiğini söyleyebiliriz. Ancak yine de metropollerin küçük illerden daha ön sıralarda yer alması, dünya geneli ile karşılaştırıldığında normal olarak değerlendirilebilir.

    Bizim için can alıcı konu olayların neredeyse %70’inin ateşli silahlarla gerçekleşmesidir. Aynı derecede öneme sahip bir konu da gerçekleşen şiddet olaylarının yine benzer bir yüzde ile plansız olarak, bir tartışma sonucu yaşanmasıdır. Yıllardır sürdürdüğümüz bireysel silahlanmaya karşı mücadelemizin önemine vurgu yapmaktadır. Çünkü silah şiddet olaylarında tırmandırıcı, kolaylaştırıcı bir alet olarak yerini almakta. Aynı zamanda vakıf olarak hassasiyetle üzerinde durduğumuz başka bir konunun da önemine vurgu yapmaktadır: barış ve uzlaşma. Anlaşmazlıkların barışçıl ve uzlaşmacı yöntemler ile çözülmesi için gereken bilinçlenmeye ne kadar ihtiyacımız olduğunu da göstermektedir.

    Şiddetin önlenmesi için bireysel silahlanmanın önüne geçilmesi, çocukluktan itibaren kendimiz dışındakine, ötekine saygı duymayı, birlikte, farklılıklarımızdan tedirgin olmadan birlikte yaşamayı yani insan haklarına saygıyı ve elbette anlaşmazlıklarımızda da hukukun üstünlüğünü kabul etmeyi ve uzlaşmacı çözümleri üretebilmeyi öğrenebilmemiz lazım. Çocuklarımıza neredeyse dört yaşından başlayarak barışın ve uzlaşmanın ne olduğunu gösterebilir, anlaşmazlıkları kendi aralarında bir otorite denetiminde olmaksızın karşılıklı çözebilme becerisini geliştirmeleri için yardımcı olabiliriz. Bunun için dünya örnekleri incelenebilir ve Türkiye’ye uygulanabilir hale getirilebilir. Dış işlerinin komşularımızla sıfır problem stratejisini tüm ülke geneline yayabilmek için temelden bir eğitim, edinim şart. Kim bilir belki Milli Eğitim Şurasının toplandığı şu günlerde birilerinin kulağına kar suyu kaçırabiliriz?

    İyi Haftalar
    Umut Vakfı

    Cevap Yaz
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak 14.10.2010 - 22:45

    Bireysel Silahsızlanma Günü (12.10.2010)

    Sabiha Serin

    1993 Yılında kurulan UMUT VAKFI’NIN girişimleri ile 28 Eylül tarihi BİREYSEL SİLAH-SIZLANMA GÜNÜ olarak kabul edilmiş olup her yıl bu tarihte Türkiye’de bireysel silahlanmanın zararları anlatılmaktadır.
    Bireysel silahlanma, şiddet, karşı tarafın yaşama hakkının elinden alınması konusunda en büyük tehlike unsuru olduğu bilinen gerçektir.
    Ülkemizde her yıl 3000 den fazla , günlük 9-10 hatta daha fazla kişiyi ateşli silahla kaybediyoruz. Bu durumda hem bir can kaybediliyor hem de bu suçu işleyen kişi hayatını karartıyor. Bir evde silah bulunması o evde en ufak şiddet ve öfke halinde her an tehlike çanlarının çalacağını gösterir. Öfke ve şiddet olmasa bile en ufak bunalım halinde intihar, en ufak ihmalde kaza ile de ateşli silah can almaya devam etmektedir. Ateşli silah bulunduranlar Psikolojik bunalımda, aracı ile trafikte ve işyerinde sorun yaşadığında, alkol aldığında, hiç beklemediği bir anda öfkesini kontrol edemediği için sonunda pişmanlık olsa da silahını kullanma riski taşımaktadırlar.
    Yazılı ve görsel basında her gün binlerce ateşli silah kullanma ile işlenen cinayetler, intiharlar ve ev ortamında sorumsuzca bırakıldığı için çocuklar tarafından silah kullanılması sonucu kaza haberleri ile sarsılıyoruz, üzülüyoruz. Eğlence mekanlarında alkolün etkisi ile öfke nöbeti geçirenler ise hem ateşli silah kullanıyorlar hem de alkollü halde trafiğe çıkarak ateşli silah ve trafik canavarı oluyorlar. ( Ne yazık ki Türkiye’de tüm eğlence mekanlarının, düğün salonlarının kapanış saatlerinde, geç vakitlerde bu mekanların çevresinde trafiğe alkollü çıkan sürücülerin alkol muayenesi yetkililer tarafından gereği gibi yapılmıyor. )
    Ne yazık ki Türkiye’de halen insan sağlığı ile ilgili birçok acı deneyimler yaşandığı halde; yaşanılanlardan ders alınmaması, insan yaşamı ile ilgili her türlü önlemlerin alınmaması, insan sağlığının hiçe sayılıp insan hayatının ucuz ve önemsiz olması, insanın yaşamına değer verilmemesi üzücüdür.
    Bir çoğu ruhsatsız olan ateşli silahların halkımızın büyük çoğunluğunda taşınmaya devam ettiği sürece cinayetler sayısı azalmaz. Evde silah bulundurmak ise bu konuda daha risk taşır diye düşünüyorum.
    Türkiye Büyük Millet Meclisi SİLAH KULLANMA TASARISI’nı hazırlarken silah taşıma ve kullanımı konusunda kolaylıklar değil ciddi ve mantıklı sınırlamalar, kurallar getirmelidir. Oysa zaman zaman yazılı ve görsel basından öğrendiğimize göre bir kişiye birkaç silah kullanma ruhsatı verilmesi için bazı milletvekillerimiz ne yazık ki önerge sunmaktadırlar.
    Türk Vatandaşı olarak silah tüccarlarının kalkındırılmasını istemiyoruz.
    Resmi kamu kurum ve kuruluşlarımızın dışında, silah ruhsatı verilmesini kapsayan yasaların tekrar gözden geçirilmesi ve silah kullanmayı kolaylaştırmayıp zorlaştırılması en büyük temennimdir. Çünkü Silah kullanmak kolaylaştıkça insan yaşamına son vermekte kolaylaşacaktır. Böyle olunca da hem karşı tarafın, hem de kendi hayatını karartanların sayısı çoğalacaktır.
    Bütün yazılı ve görsel basında bu konuda sorumluluk duymalıdır. Ne yazık ki basınımızın bir çoğu haberlerde, dizilerde, filmlerde sürekli silah kullanmayı özendirici yayınlar yapılmakta ve genç kuşakları şiddete, silah kullanmaya teşvik etmektedirler. Televizyonun birçok kanalında mutlaka şiddet ve silah sesleri karşımıza çıkmaktadır. Zaten sosyal ve ekonomik zorluklar ile mücadele eden, gülmeyi unutan vatandaşın sinirleri iyice zayıflayıp mutlu olmak, gülümsemek yerine mutsuzluğu yaşamaktadır.
    BİREYSEL SİLAHSIZLANMA GÜNÜNDE ve her zaman İnsan sağlığı, sevgi,saygı, dostluk, barış, huzur, kardeşlik ve en önemlisi yaşamak için her türlü silaha, BİREYSEL SİLAHLANMAYA HAYIR diyelim.
    Allah’ın verdiği canı sadece Allah alır. Aksini düşünen zaten insan olamaz.

    (sivaspostası.com.tr, 29 Eylül 2010)
    http://www.sivaspostasi.com.tr/yazar.asp?yaziID=4180

    Cevap Yaz
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak 29.09.2010 - 21:34

    Ulusal Psikiyatri Kongresi Bireysel Silahlanmada Demografi Paneli

    Kadın ve Silah Konulu Tebliğ
    Nazire Dedeman
    Swissotel / Neuchatel Salonu
    27 Ekim 2007
    9:45-11:15

    Değerli katılımcılar,

    Öncelikle aranızda bulunmaktan son derece mutlu olduğumu belirtmeliyim. Davet ettiğiniz ve bireysel silahsızlanma konusundaki katkılarınız için çok teşekkür ederim.

    Umut Vakfı’nı; gençlerimizi şiddetten uzak, hukukun üstünlüğüne inanan ve bu sorumlulukları taşırken de uyuşmazlıkları barışçıl yollarla çözebilen bireyler yetiştirmek üzere kurduk. Böyle bir çerçeve içerisinde de “Bireysel Silahlanmaya Hayır.” çalışmalarımızı başlattık.

    Bireysel silahlanma ile mücadele, en az silahlanma ile mücadele kadar önemlidir. Bu iki farklı kavramın insanlığa verdikleri zararlar aslında eştir. 2001 yılı içerisinde savaşta hayatını kaybedenlerin sayısı 300.000 kişi olarak raporlanırken, aynı yıl içerisinde barışın hüküm sürdüğüne inanılan toplumlarda, ateşli silahlarla işlenen cinayetler, gerçekleşen kazalar ve intiharlar neticesinde 200.000 kişi hayatını kaybetmiştir.

    Türkiye’de ateşli silahlarla meydana gelen olayların yaygınlığını, cana, mala, toplumsal güven ortamına verdiği zararı göz önünde bulundurduğumuzda, bu konuda yapılacak her türlü çalışmanın son derece gerekli ve önemli olduğunu hiç kuşkusuz kabul ederiz.

    Psikoloji Sözlüğü’ne göre “Şiddet”, “düşmanlık ve öfke dugularının, kişilere veya nesnelere yönelik fiili, yıkıcı fiziksel zor yoluyla dile getirilmesi”dir ve bu haliyle her türlü çatışma ilişkisinde (ailede, okulda, gruplar, ırklar, vb. arasında) rastlanan şiddet, saldırganlığın özgürlüğü, insan iradesini hiçe sayan en ileri, en aşırı boyutudur”. Hiç kuşkusuz, insan bir diğer insana fiziksel ve psikolojik olmak üzere farklı şekillerde şiddet uygular. Bu anlamda son derece geniş bir literatür mevcuttur.

    Şiddetin en uç noktası bireysel silahlanmadır. Silahın tek işlevi “öldürmek” veya “yaralamak”tır. Ateşli silahın yalnızca bulundurulması dahi potansiyel öldürme ve yaralama olaylarına geniş bir zemin yaratır. Bu gerçekten hareketle; aynı toplum içinde yaşayan bireylerin herhangi bir ideolojiye ait olmaksızın, ateşli silahlar ve bıçaklar ile diğer aletlerle donanmasını “Bireysel Silahlanma” olarak tanımlıyoruz.

    İnsanlar neden silahlanırlar? Bu soruya verilen cevaplar, Bakırköy Psikiyatri ve Tedavi Araştırma Merkezi’nin (BAPAM), 10.000 silah ruhsatı başvurusu üzerinde yaptığı bir araştırmada şöyle sıralanıyor:
    İş riski nedeniyle % 35,
    Evde bulunsun diye % 23.6,
    Merak ve hobi olarak %16.7,
    Avcılık veya atıcılık gerekçesiyle %12.7,
    Meslek gereği % 6.8,
    Hatıra yani intikal nedeniyle % 5.2.

    Bu soruya verilen en yaygın cevaplardan diğeri ise ‘güvenlik nedeniyle’dir. Can güvenliği mazeretine sığınarak silah edinenlerin asıl gerekçeleri, aslında kendilerinin de farkında olmadıkları topluma ve kendine güvensizliktir. Topluma ve kendisine güvenmeyen insanlar silahın gölgesine sığınırlar.

    Silah, güç göstermenin, kahramanlığın, yenmenin, yiğitliğin, zafer kazanmanın simgesidir. Freud’a göre gayet açık ve net olarak silah bir erkeklik simgesidir ve silahla ilgili olarak yapılan eylemlerde erkeklik organının yaptığı eylemlere paraleldir.

    Erkek adamın silahı olur. Toplumumuzda erkek çocuğu silahlandırma yaşı sünnet yaşıdır. Erkek çocuğun artık erişkinler grubuna geçebilmesi için mutlaka silahla temas etmesi, silah kullanmayı öğrenmesi ve silahın getirdiği erkeklik değerlerini öğrenmesi gereklidir. Kan davaları ve namus cinayetleri... Bu iki sebeple adam öldürmenin toplumda kendilerine saygın yer edinecekleri, şana ve şöhrete kavuşacakları, kahraman olacakları öğretisiyle yetiştiriliyor çocuklarımız.

    Peki kadının bireysel silahlanma ile oluşan şiddet ortamındaki yeri nedir?

    Silahın kadın ve erkek üzerindeki etkileri, cinsiyet temelli eşitliksizlik nedeniyle birbirinden farklıdır. Uluslararası Hafif Silahlar Eylem Birliği’nden aldığımız bilgilere göre; eğer bir evde ateşli silah mevcutsa, ölüm riski diğer şiddet türlerine kıyaslandığında 12 kez artar. Dünya’da, her yıl 30.000’den fazla kadın ve kız ateşli silahlarla öldürülüyor. Milyonlarcası ise silah zoruyla tehdit ediliyor, kaçırılıyor, tecavüze uğruyor, korkutuluyor ve travmalar yaşıyor.

    Ülkemizde ise Adli Tıp Enstitüsü’nün geriye dönük 12 yılı içine alan bir araştırmasında tüm eş öldürme vakalarında silahın %35 oranında kullanılmış olduğunu görüyoruz.

    2000 yılında İstanbul’da tek Kadın Tutuklu Evi olan Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nde BAPAM tarafından yapılan bir çalışmada görülüyor ki, kadın mahkumların %40’ı adam öldürme suçundan dolayı ceza evinde ve bu kadınların öldürdüğü şahısların neredeyse %80’i eşleridir. Kadın, suçu, kocasının silahıyla işlemektedir.

    Çok açıkça ortadadır ki; evde silah bulunması potansiyel olarak aile içi şiddete ve suça zemin oluşturur. Aynı zamanda, evde silah bulunması kadın ve çocuk üzerinde sembolik bir baskı aracı, sembolik şiddet kaynağıdır. Erkeklerin silahlanması neticesinde, savaşlarda da olduğu gibi mağdur olanlar hep kadınlar ve çocuklardır. Unutulmamalıdır ki; bireysel silahlanmada mağduriyet çift taraflıdır. Öldüren hapise, ölen ise mezara gider. Her iki mağduriyetin tek kaynağı ise silahın (evdeki) mevcudiyetir.

    Bizim gibi ataerkil toplumlarda, özellikle gündelik hayattaki toplumsal ilişkiler içinde, iktidar, erkek tarafından temsil edilir. İktidarın bu temsiliyeti, hiyerarşinin güçlü olduğu ve otoritenin merkezi öneme sahip olduğu geleneksel kültürler içinde, toplumsal kabullerin onayladığı hatta takdir ettiği bir durumdur. Şiddetin, en azından iki taraf arasındaki bu gayrı-insani ve tahakkümcü mevcudiyeti, o toplumu oluşturan tüm insanların katkısıyla kültürel bir kabul haline dönüşür. Kadın ve erkek ortak olarak bu kabule katılırlar. Ve tahakküm kadının mağduriyeti olsa bile, kadın; “ana”, “karı” ya da “kaynana” olarak bu tahakkümü kabullenir ve hatta kültürel bir durum olarak onaylar; üstelik bu eşitsiz durumu bir sonraki kuşağa aktarır.

    Bu perspektifle bakıldığında, kadına yönelik şiddeti, kadın ve silah konusunu tartışırken; sözkonusu şiddet ortamında kadının rolünü gözden kaçırmamamız gerekir.

    Anne olarak kadın; erkek ve kız çocuğunu yetiştirirken, onların cinsiyet rollerini edinmelerinde başrole sahiptir.

    Geleneksel kültür içinde ataerkil kültürü baştacı eden kadın, bu ortamda hayatı pahasına, insan olarak varlığının farkında olmaz. İşte o kadın, bir erkeğin insan olarak kıymeti olmayan ‘bacısı’, ‘karısı’, ‘kız çocuğu’ olmayı baştan kabul eder. Ayrıca, kız çocuğuna iyi bir ‘bacı’, iyi bir ‘karı’, iyi bir ‘gelin’ olmayı öğretir. Burada “iyi” olmaktan kasıt; insan haklarına saygılı, demokratik kültürün “yanlış” olarak nitelediği önyargılar ile kültürel değerleri “doğru” kabul eden erkek egemen zihniyetin ve tahakkümcü geleneğin kadınlar tarafından sorgulanmadan benimsenmesidir. Bu şu demektir: “Töre”, “namus” gibi kavramlar kadınların yaşam hakkını gaspetmektedir. Fakat, ataerkil zihniyet içinde yetişen kadın kendisinin ve diğer kadınların yaşam hakkını “töre”ye ve “namus”a kurban edebilir... Çünkü erkek egemen zihniyet içinde “iyi” yetiştirilmiş bir kadından beklenen budur.

    Erkek çocuğu ise sünnet düğününde, altın kakmalı, kıymetli maden ve taşlarla süslendirilmiş ateşli bir silahla yiğitliğini taçlandırır. Bu ateşli silahın namlusu, sıklıkla, kadın olmaktan kaynaklanan rollerini yerine getirmeyene çevrilir... Ya da bu rolü uygulamamaktan kaynaklanan suçluluk ve kirlenmişlik duygusuyla kadın kendi kendini yok eder.

    İşte bu nedenle anne’ler, ‘büyük anneler’ bu makus talihin karşısında durmalı ve geleneğe karşı çıkmalıdırlar.

    İşte bu noktada soruyoruz:

    Kadınlar geleneğin karşısında durarak, köle olmaktan, şiddete maruz kalmaktan nasıl kurtulabilirler?

    Kadın, kızını dövmeden, onu mahkum olduğu hayattan layık olduğu hayata taşıyacak hale nasıl gelir?

    Kocasını ve oğlunu, yiğitliğin silahla değil ‘barış’, ‘uzlaşma’, ‘insan-birey-yurttaş’ olmayla taçlandırılabileceğine nasıl ikna eder?

    Bireysel silahlı şiddetin durmasında nasıl roller üstlenebilir?

    Umut Vakfı olarak, bu soruların gerçek cevaplarını bilimsel bir zeminde bulmak üzere; kadının bireysel silahlanma ile oluşan şiddet ortamındaki yeri hakkında bir komisyon çalışması ve arama toplantısı gerçekleştireceğiz...

    Çalışmamızın amacı; ülkemizdeki kadınların, gelecek kuşakların yetişmesindeki ve toplumsal zihniyetin biçimlenmesindeki etkin aktörler olarak; bireysel silahlanmayla oluşan şiddet ortamındaki yerini ve rolünü tanımlamak ve çözüm sürecindeki rolünü tayin etmektir.

    Ele alınacak konular ise şunlar olacaktır:
    • Türkiye’de farklı sosyal, siyasal ve ekonomik statülerde bulunan kadınların ateşli silah bulundurmaları, taşımaları, ateşli silahla şiddete uğramaları, ateşli silahla şiddet uygulamaları,
    • Çocukların oyuncak silahla ilişkisinde kadının ‘anne’ olarak rolü,
    • Erkeklerin silahla ilişkisinde kadının ‘eş’ olarak rolü

    Burada bulunan siz değerli bilim insanlarına duyurmaktan mutluluk duyuyorum ve katkılarınızı bekliyorum...

    Fakat; bu çalışma öncesinde en azından şu tespitleri rahatlıkla yapabiliriz:
    • Ateşli silahlı şiddetten en fazla zarar görenler kadın ve çocuklardır.

    • Bir evde silah var ise; o silah bir gün mutlaka patlar... O silah kadın ve çocuk üzerinde bir baskı ve şiddet aracıdır... Her zaman yaşam haklarını ellerinden alacak bir tehdittir. Ve bu tehdidin sahibi “erkek”tir...

    • Çocuklar, silahlı şiddetin tehlikeleri ile ilk önce evde karşılaşırlar. Anne olarak erkek çocuklarına silah, kız çocuklarına bebek vermek onları yanlış yetiştirmektir. Silahın tehlikeleri, varlık sebebi, işlevi, sevdiklerimizi kaybetmemize neden olduğunu çocuklarımıza anlayabilecekleri bir dille anneler ve babalar tarafından anlatılmalıdır.

    • Kadınlar olarak eşlerimizin ve etrafımızdaki erkeklerin silahlarını önce biz ayıplamalı ve kınamalıyız... Bizim yaşam hakkımızı tehdit eden her türlü yanlış geleneği önce biz kadınlar kınamalı ve karşısında durmalıyız. Sonra da bu yanlış gelenekleri çocuklarımıza bir değer olarak öğretmemeliyiz.

    Sözlerimi burada noktalarken, bireysel silahsızlanma konusunda kadınlara düşen görev şu olmalıdır: Erkeğin silahlanmasına muhalefet edelim. Silah kullanmanın Türk erkeğinin geleneği olduğunu kafamızdan önce biz silelim ve bundan erkeğin ilkelliği olarak söz etmeye başlayalım. Bu şiddet kültürsüzlüğünü gelenek olarak kabul etmeyelim. Bu geri kalmış kültürün altında kadına ve çocuğa baskı yatmaktadır. Erkek namus koruyan, namus temizleyen konumuna getirilmiştir. Bu temizlik silahla kadınları katletmek suretiyle yapılmaktadır.

    Dinleme sabrını gösterdiğiniz için teşekkür ederim.
    Umut dolu yarınlara...

    Cevap Yaz
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak 29.09.2010 - 21:28

    Bireysel Silahlanma ile Oluşan Şiddet Ortamında Kadının Yeri ve Rolü Üzerine…
    Giriş
    Türkiye’de ateşli silahlarla meydana gelen olayların yaygınlığını, cana, mala, toplumsal güven ortamına verdiği zararı göz önünde bulundurduğumuzda, bu konuda yapılacak her türlü çalışmanın son derece gerekli ve önemli olduğunu hiç kuşkusuz kabul ederiz.


    Bu kısa çalışmada, şiddet üstbaşlığından hareketle bireysel silahlanmanın genel tanımına, iktidar ilişkileri içinde efendi-köle ilişkisi üzerinden şiddetin kadın ve erkek, güçlü ve zayıf kaşıtlıkları içindeki ifadesine bakılacak; kadının bireysel silahlanmayla oluşan şiddet ortamındaki mağduriyeti karşısında, bu mağduriyetin sürmesinde ve şiddet kültürünün içselleştirilerek benimsenmesindeki, ataerkil düzen ya da cinsiyet rejimi[1] içindeki konumundan kaynaklanan pekiştirici fonksiyonu tartışılacaktır.


    Şiddet ve Bireysel Silahlanma
    Psikoloji sözlüğündeki şiddet maddesi ilk olarak “düşmanlık ve öfke dugularının, kişilere veya nesnelere yönelik fiili, yıkıcı fiziksel zor yoluyla dile getirilmesi. Bu haliyle her türlü çatışma ilişkisinde (ailede, okulda, gruplar, ırklar, vb. arasında) rastlanan şiddet, saldırganlığın özgürlüğü, insan iradesini hiçe sayan en ileri, en aşırı boyutudur” tanımını verir[2]. Hiç kuşkusuz, insanın insana uyguladığı zor kullanma halleri sadece fiziksel zarar vermenin çok ötesindedir ve şiddet kavramı ile ilgili oluşan geniş literatür bu tanımdan ibaret değildir. Fakat, bu makaledeki çerçeve içinde şiddet en kaba ve uç haliyle, insanın insana uyguladığı fiziksel güç ve yok etme manasıyla ele alınmaktadır.


    Her türlü şiddet eylemini göz önünde bulundurduğumuzda; şiddetin en uç noktasının bireysel silahlanma olduğunu rahatlıkla söyleriz. Silah yalnızca öldürmek ve yaralamak işine yarayan ve başkaca işlevi bulunmayan bir şiddet objesidir. Ateşli silahın yalnızca bulundurulması dahi potansiyel öldürme ve yaralama olaylarına geniş bir zemin yaratır. Bu gerçekten hareketle; aynı toplum içinde yaşayan bireylerin herhangi bir ideolojiye ait olmaksızın, ateşli silahlar ve bıçaklar ile diğer aletlerle donanmasını “Bireysel Silahlanma” olarak tanımlayalım.


    İnsanlar neden silahlanırlar? Bu soruya verilen cevaplar, Bakırköy Psikiyatri ve Tedavi Araştırma Merkezi’nin (BAPAM), 10.000 silah ruhsatı başvurusu üzerinde yaptığı bir araştırmada şöyle sıralanıyor: İş riski nedeniyle % 35, evde bulunsun diye % 23.6, Merak ve hobi olarak %16.7, Avcılık veya atıcılık gerekçesiyle %12.7, Meslek gereği % 6.8, Hatıra yani intikal nedeniyle % 5.2. Bu soruya verilen en yaygın cevaplardan diğeri ise ‘güvenlik nedeniyle’dir.[3]


    Tüm bu mazeretlerin ötesinde, bireysel silahlanma ile oluşan şiddet ortamında, toplumumuzdaki farklı cinsiyetler arasındaki, şiddeti uygulayan ile mağdurunun ilişkisini düşünürsek; temel nedenlerden en azından bir tanesinin hiyerarşi zincirinin ‘güç’lüsüyle, ‘güç’e tabi olanı arasındaki iktidar ilişkisi olduğunu görürüz.


    İktidar ilişkisi içinde Kadın – Erkek: ‘Celladına aşık olmak’ ve Pekiştirilen Şiddet
    Şiddet kavramını ele aldığımızda en az iki taraftan söz ederiz. İktidar ilişkisi içinde iktidar, kısmen de olsa, şiddetin elde tutulduğunun gösterilmesiyle temsil edilir.[4] Hangi tarafın güçlü olduğu bu temsiliyetten anlaşılır. İktidarın bu temsiliyeti hiyerarşinin güçlü olduğu ve otoritenin merkezi öneme sahip olduğu geleneksel kültürler içinde, toplumsal kabullerin onayladığı hatta takdir ettiği bir durumdur. Şiddetin, en azından iki taraf arasındaki bu gayrı-insani ve tahakkümcü mevcudiyeti, o toplumu oluşturan tüm insanların (kadın ve erkek ayırd edilmeksizin) katkısıyla kültürel bir kabul haline dönüşür.


    Ünsal Oskay, ‘Efendi / Köle’ İlişkisi Açısından Şiddet ve Görünümleri Üzerine adlı makalesinde, şiddetin, iktidar farklılığının sonucunda birinin iradesinin diğerininkine bağlanmasıyla oluştuğunu söyler. Böylelikle, ‘hayatının öznesi olma’ hakkı ve şansı elinden alınmış bireyin hayat karşısındaki konumu değişir. Bu zayıflıktan kaynaklanan ‘köleleşme’ hali, insan onuruna yönelen en önemli tehdittir. ‘Köle’ haline indirgenen birey, her defasında bu durumdan kurtulmak için çabalar ve bunun için birçok yöntem geliştirir. Bu yöntemlerden gelişkin olan bir tanesi; ‘efendi/köle ilişkisinin kölenin gözünde meşrulaştırılması’dır. Özgürlüğü elinden alınan ‘kişi’ canını, varlığını bağışlayan ‘güç’lü olana bağımlılaşır. Onurunu elinden alanın, salt ‘varlığını’ bağışlaması, temelinde korkunun olduğu bir itaat hali oluşturur. Baskı ve itaat arttıkça; ‘köle, efendisinin azameti ve görkemi karşısında ona hayranlık duyabilmekte’, ‘celladına aşık olabilmektedir’.[5]


    Bu perspektifle bakıldığında, kadına yönelik şiddeti tartışırken, sözkonusu şiddet ortamında kadının rolünü gözden kaçırmamak gerekir. Anne olarak kadın; erkek ve kız çocuğunu yetiştiriken, benimseyecekleri cinsiyet rolleri içindeki tutumlarını şekillendirir. Toplumsal kabuller ve geleneksel kültür içinde, ataerkil kültürü baştacı eden kadın, bu ortamda hayatı pahasına, insan olarak varlığının farkında olmaz. İşte o kadın, bir erkeğin insan olarak kıymeti olmayan ‘bacısı’, ‘karısı’, ‘kız çocuğu’ olmayı baştan kabul eder ve kız çocuğuna iyi bir ‘bacı’, iyi bir ‘karı’, iyi bir ‘gelin’ olmayı öğretir. Erkek oğlu ise yiğitliğini sünnetinde, diğer toplumsal ortamlarda altın kakmalı, kıymetli madenlerle ve taşlarla süslendirilmiş ateşli bir silahla taçlandırır. Bu ateşli silahın namlusu, sıklıkla, kadın olmaktan kaynaklanan rollerini yerine getirmeyene çevrilir ya da bu rolü uygulamamaktan kaynaklanan suçluluk ve kirlenmişlik duygusuyla kendi kendini yok eder. Ama yine de ‘anne’ler, ‘büyük Anneler’ bu makus talihin karşısında durmak yerine, geleneğin sürmesini yeğlerler…


    İşte bu noktada sormak gerekir: ‘Celladına aşık kadınlar’ geleneğin karşısında durarak, köle olmaktan nasıl kurtulabilirler? Kadın, kızını dövmeden, onu mahkum olduğu hayattan layık olduğu hayata taşıyacak hale nasıl gelir? Kocasını ve oğlunu yiğitliğin silahla değil ‘barış’, ‘uzlaşma’, ‘insan-birey-yurttaş’ olmayla taçlandırılabileceğine nasıl ikna eder?


    Umut Vakfı bu soruların cevaplarını bulmak üzere; Türkiye’de farklı sosyal, siyasal ve ekonomik statülerde bulunan kadınların ateşli silah bulundurma, taşıma, ateşli silahla şiddete uğrama, ateşli silahla şiddet uygulama, çocukların oyuncak silahla ilişkisinde kadının ‘anne’ olarak rolü, erkeklerin silahla ilişkisinde kadının ‘eş’ olarak rolü gibi konuların tartışılacağı bir arama toplantısı düzenleyecek. Amaç; ülkemizdeki kadınların, gelecek kuşakların yetişmesinde ve toplumsal zihniyetin biçimlenmesindeki etkin aktörler olarak, bireysel silahlanmayla oluşan şiddet ortamındaki yerini ve rolünü tanımlamak ve çözüm sürecindeki rolünü tayin etmektir.


    Umut Vakfı Kurucu Başkanı Nazire Dedeman’ın şu çağrısıyla bitirelim:


    ‘Bireysel silahsızlanma konusunda kadınlara düşen görev şu olmalıdır: Erkeğin silahlanmasına muhalefet edelim. Silah kullanmanın Türk erkeğinin geleneği olduğunu kafamızdan önce biz silelim ve bundan erkeğin ilkelliği olarak sözetmeye başlayalım. Bu şiddet kültürsüzlüğünü gelenek olarak kabul etmeyelim. Bu geri kalmış kültürün altında kadına ve çocuğa baskı yatmaktadır. Erkek namus koruyan, namus temizleyen konumuna getirilmiştir. Bu temizlik silahla kadınları katletmek suretiyle yapılmaktadır.


    Bugünün tablosunda bireysel silahsızlanma çok acil olarak üzerinde durulması gereken toplumsal bir sorundur. Sorun yasa yapıcıların önlem almasıyla ve eğitimle yok edilebilir. Kadın olarak önce kendimizi sonra gelecek nesillerin aydınlığı için çocuklarımızı eğitmek görevimizdir.’


    Esengül Ayyıldız
    Umut Vakfı Koordinatörü
    Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
    İletişim Bilimleri Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi
    Kaynak: Esengül AYYILDIZ, “Bireysel Silahlanma ile Oluşan Şiddet Ortamında Kadının Yeri ve Rolü Üzerine”, Kadın çalışmaları Dergisi, Aile İçi Şiddet Özel Sayısı, Cilt:2, sayı:4, Ocak-Nisan 2007, syf. 118-120

    Cevap Yaz
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak 29.09.2010 - 21:22

    21 Ekim 2008


    MKEK’ye sesleniş: Bir silah, bir insanın “ölüm”ü demektir...



    Bir insanın geleceği, umutları, mutlulukları demektir...

    MKEK, önce bir devlet kurumu olarak sivillere silah satışını durdurmalıdır...
    Bir ateşli silahtan elde ettikleri karın karşısında; bir ateşli silahın yaşama hakkını elinden aldığı insanın hayalleri, umutları durmaktadır!

    2006 yılından bu yana her yıl, MKEK (Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu)’nin “kredi kartına, 10 ay taksitle silah satışı” faaliyetlerine ilişkin çabalarını kaygıyla izliyoruz. Daha önce yayınladığımız tepkiler sonrasında, ilgili kurum tarafından Umut Vakfı’na ulaştırılan bilgiye göre ise böyle bir uygulama söz konusu değildi ve uygulamalarının hepsi yasaya “uygun”du. Silah satışı faaliyeti ise MKEK web sayfasından “durmaksızın” devam ettirildi.

    19 ve 20 Ekim tarihli basın yayın organlarında yayınlanan bu konuyla ilgili haberlerden de anlıyoruz ki; bir devlet kurumunun, bireysel silahlanmayı yaygınlanlaştıran bu “ısrarlı” çabasıyla, yurttaşın yaşama hakkını önemsemediğini açıkça göstermektedirler.

    Ayrıca, sözkonusu kurum, “sorumsuz” ve “güvenliği sarsan” bu çabalarına karşı oluşan yurttaş tepkisini de görmezden gelmekte ve önemsememektedir. Oysa; Vakfımıza, yurttaşlarımızdan, MKEK’nin taksitle silah satma kampanyasını kınayarak, durdurulmasını talep eden çok sayıda mesaj gelmektedir.

    Yalnızca daha fazla kâr elde etmek için silahlanmayı arttıran her türlü faaliyetin, ateşli silahların neden olduğu her ölüm ve yaralamada sorumluluğu büyüktür. Öncelikle yurttaşın yaşam hakkını gözetmek durumunda olan (MKEK gibi) devlet kurumlarının sorumlulukları ise taşınamayacak kadar büyüktür...

    Bu sorumluluğa ortak olmayacak ve uyarmaya devam edeceğiz:
    MKEK’nin Sayın sorumlularının dikkatine!

    •Türkiye’de her yıl 3000 kişi ateşli silahlarla hayatlarını kaybetmektedirler.
    •Bugün Türkiye’de ruhsatsız silahlar dahil olmak üzere 9 milyonun üzerinde ateşli silah mevcuttur.
    •Türkiye’de Polis sorumluluk bölgesinde meydana gelen asayiş olaylarında, yalnızca 2008 yılının ilk üç ayında (2007’ye kıyasla) silah kullanımında %57 artış vardır ve ruhsatlı silah kullanımı artmıştır.
    •Yalnızca trafikte hareket halindeki 8 milyon aracın %6’sında ateşli silah bulunmaktadır. Bu silahların %80’i her an patlamaya hazır durumdadır.
    Öyle ise; Makina Kimya Endüstrisi Kurumu, bir devlet kurumu olarak sivil yurttaşların yaygın silahlanmasını kolaylaştırmakla ne elde edebilir?

    Yalnızca stoklarındaki ölüm araçlarını paraya dönüştürmüş olur. Bunun karşılığında, yaygınlaşan silahlanmayla daha fazla suç işlenecektir.

    Ülkemizdeki suçu önlemek konusunda yoğun çabalara ihtiyaç varken; bir devlet kurumunun yurttaşlarına silah satması, öldürmekten başkaca işlevi olmayan bir aracı “gündelik bir tüketim nesnesi” gibi yaygınlaştırması akıl alacak gibi değildir.

    Sözkonusu silah stoklarının eritilmesi ile elde edilecek kârlılığın, meydana gelecek suçların topluma maliyeti karşısında hiç bir anlamı yoktur, olamaz!

    Ateşli silahlarla suçların topluma maliyetine bakalım:

    Yurttaşları silahlandırmak daha fazla suçu davet eder...

    Bir yurttaşın yitirilmesi demek; yetişmesi süresince verilen maddi ve manevi büyük emeğin yok olması demektir....

    Öldürülen her kişinin yok olan üretim potansiyelinin; ailesine, çevresine ve topluma faydasının engellenmesi demektir...

    Bir insanın yaşamına mal olan her silah, aynı zamanda büyük bir ekonomik kayba da sebep olmaktadır.

    Ailesinin ve yakınlarının ömür boyu sürecek tarifsiz acılara mahkum edilmesi demektir...

    Ateşli silahların yaygınlaştırılması sonucunda suçun artmasının yanı sıra, toplumda “suç korkusunun” yaygınlaşması ve devamında daha fazla silah talep edilmesi demektir.

    Bu kısırdöngü içinde parasal “kârlılığını” arttıracak olanların karşısında; yaşama hakkını kaybedenlerin, ailelerinin, sevdiklerinin büyük mağduriyeti durmaktadır.

    Bu vicdan meselesidir...

    MKEK, önce bir devlet kurumu olarak sivillere silah satışını durdurmalıdır... Bir ateşli silahtan elde ettikleri kârın karşısında; bir ateşli silahın yaşama hakkını elinden aldığı insanın hayalleri, umutları durmaktadır!

    Bir silah; yalnızca bir “ölüm” demektir; bir insanın geleceği, umutları, mutlulukları demektir...

    Nazire DEDEMAN
    KURUCU BAŞKAN

    Cevap Yaz
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak 29.09.2010 - 21:12

    Nazire Dedeman Çağatay
    Umut Vakfı Kurucu Başkanı
    Konuşma Metni



    Değerli Dostlar,
    Bugün size yüreklerinize su serpecek bir haber vermek isterdim. On yedi yıldır “Bireysel Silahlanmaya Hayır” deyişimizin nihayet hedefine ulaştığını söylemek isterdim. Ne yazık ki daha çok yolumuz var. Bu yolu birlikte katetmeliyiz. Birlikte tek ses olup “yaşama haklarını” kaybetmiş sevdiklerimiz için bizler onların yerine “Bireysel Silahlanmayı” durdurun demeliyiz. Ailemizin, dostlarımızın, komşularımızın, sokaktaki vatandaşın, meclisteki milletvekillerinin bizi duymalarını sağlamalıyız. Duysunlar ki yeni Silah Kanun Tasarısının “varlığımızı” tehdit edecek boyutta silahlanmayı kolaylaştırıcı hükümlerini kaldırsınlar.
    Barışçıl ve medeni bir topluma sahip bir ülke olarak dünyada yerimizi almak istiyoruz. Ne yazık ki bu yıl Gaziantep’teki ateşli silahla yapılan düğün kutlaması sırasında damadın kendi babasını ve iki halasını öldürmesi sonrası vakfımızın telefonları yabancı basın mensupları tarafından sürekli arandığında bizler durumu açıklamakta çok zorlandık. Olayı anlamadıklarını ve anlatmamızı istediklerini belirttiler. Yirmi birinci yüzyılda, medeni ülkeler arasına girmeye çalışırken, bunun nasıl bir adet olduğunu açıklamak inanın bizler için çok utanç vericiydi. Şiddetin en uç noktası olan silahın tek işlevi öldürmektir. Durum buyken sevinçle karşılanması gereken kutlamalarda silahın ne işe yaradığını açıklayamadık. Bu basit bir olay değildir. Bu, ülkemizdeki silah kullanım kültürünün dünyaya yansımasıdır. Bu, neden “Bireysel Silahlanmaya Hayır” dememiz gerektiğinin en büyük sebebidir. Silahın toplumsal zihniyetimizdeki yerinin ne denli çarpık olduğunun ve bir an önce düzeltilmesi gerektiğinin kanıtıdır.
    Türkiye’de bireysel silahlanma son derece ciddi bir sorun olarak devam ediyorsa, bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi silahı yücelten gelenekler ve kültürel özelliklerdir. Silah güvenliği asla sağlamadığı gibi, şan, şöhret ve mevki göstergesi de olamaz. Hediye olarak ise hiç tercih edilmemelidir. Çünkü verilen hediyenin anlamına bakmamız gerekir. Silah sahibi olmak, “yaşam hakkını ihlal etme” potansiyeli taşımak bakımından ancak utanç vericidir. Bu durumda sayın milletvekilleri, valiler, kaymakamlar sizlerden destek bekliyoruz. Topluma, duyarlı davranışlarınızla, örnek olmanızı bekliyoruz.
    Bir ülkenin en büyük kaynağı yurttaşlarıdır. Türkiye’mizin çok değerli genç, dinamik bir nüfusu var. Biliyor musunuz ki her gün, 8 değerli varlığımız bireysel silahlar ile yok olurken 2’si yaralanıyor ?, Sadece bir günde 8 değerli yurttaş ... Canımız, bir tanemiz, hayatımızın anlamı olan değerli varlıklarımızı vaktinden önce toprağa veriyoruz. Ne uğruna?... Bunca acıya, yoksunluğa değmez dostlarım! Değmez! Sizler de biliyorsunuz kaybetmenin acısını. Buna dur diyelim. “Giden gitti zaten” demeyin, geleceğimiz için, diğer çocuklarımız, torunlarımız için bu konunun takipçisi olun. Arkasını bırakmayın! Kaybettiklerimiz anısına arkada kalanlar için mücadelemizi birlikte sürdürelim.
    Ben mücadeleyi kendime görev edindim ve görevim gereği söylüyorum: Bu sorun hepimizin sorunu. Mücadelemize katılmak için canınızın yanmasını beklemeyin. Başımızın üzerinde dolaşan kara bireysel silahlanma bulutları bir gün sizin üzerinize yağabilir.
    Her yıl bireysel silahlanma yüzünden kaybettiğimiz üç bin kişi, aileleri ile birlikte on beş bin kişi bireysel silahlar yüzünden mağdur oluyor.
    Sayın milletvekilleri bu ağır yükleri toplumumuzun üzerinden alın diyoruz. Sevgili dostlarım sizler de mağduriyetinizi dile getirin. Söyleyin ki etrafınız öğrensin. Anlatın ki başkaları ders alsın. Birlik olun ki sesiniz gür çıksın. Bireysel silahlanmanın vahşete davet çıkarmak olduğunu duymayan kalmasın. Sesinizi yükseltin ki çocuklarımıza, gençlerimize kimse dokunamasın.
    Yeni silah kanun tasarısı silah edinmeyi 18 yaşına kadar indiriyor. Ülkemizde özellikle 15-25 yaş arası ölümle sonuçlanan ateşli silahlarla intihar oranı oldukça yüksektir. Risk 35 yaşa kadar devam etmektedir. 25-30 yaş arasında ise ateşli silahlarla ölümler en yüksek düzeye ulaşmaktadır. Sayın milletvekilleri, bu bilgiler sizlerin de ellerinde var. O zaman göz göre göre nasıl silah edinme yaşını düşürürsünüz?
    Kanunda tanımlanacak “görevleri gereği tehdit altında olan” kamu görevlileri haricinde görev yapanlar ile emekli olanların veya başka görevlere atananların da silah taşıma izinleri kaldırılmalıdır. Yıllarca kamu hizmetinde yer almış, silahın yol açtığı tüm vahşeti bilen kişiler dahi anlaşmazlıkların çözümünde silahlarına davranabiliyorlar. İki ay önce bir aracı kurumu basarak iki can alan, ardında ailelerini gözyaşları içinde bırakan emekli bir kamu güvenlik görevlisi gibi. Bu gibi örneklere çok rastlıyoruz. Öyleyse, bu kanun tasarısı değişikliğini istemekte çok haklıyız demektir. Hukukun üstünlüğüne inanan, anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözümleyen nesiller yetiştirmeyi kendine ilke edinmiş vakfımızın bu uygulamaya göz yumması söz konusu olamaz.
    Durum emekli kamu güvenlik görevlileri için buyken, mahkumiyet almış kişilerin bir komisyonun oluru ile silah alabilmesi zihinlerimize durgunluk verecek bir uygulamadır. On beş, yirmi yıl silahla kamu hizmeti vermiş kişiler bile anlık öfkelerine yenilebilirken, sabıkası bulunan kişilerin eline silah vermek düpedüz cinayettir dostlarım.
    Bugün burada bulunuş amacımız “yaşam hakları” ellerinden alınan kişiler adına, onların sessizliğini dile getirmek üzere “Sessiz Ayakkabıların Yürüyüşünü” bir kez daha gerçekleştirmek içindir. Sevgi Yaman, Erol Postacı, Damla Karadağ, Yaşar Erkan, Muhyettin Bingöl, Ceylan Yıldırım, Aykut Alıcı , Hatice Türkoğlu Oğuzhan Kavurmacı, Umut Önal, Alistar Grimason... ve maalesef daha niceleri. Yitirdiklerimizin ardından burada kırmızı halının üzerine ayakkabı bırakacağız. Resimlerini ve çiçekleri, onlar adına lanetlediğimiz şiddetin simgesi kan kırmızısı halının üzerine koyacağız.
    Toplumu oluşturan her bireyin kaybettiklerimize büyük bir özür borcu var. Ardında kalan sevdiklerine büyük bir özür borcu var. Sorumluluğunu bilen yurttaşlar olarak görevlerimizi yerine getirmeli ve “Bireysel Silahlanmaya Hayır” demeliyiz. Bu hepimizin görevi. Buraya gelerek, protestomuza katılarak yurttaşlık sorumluluğunuzu yerine getirdiğiniz için siz katılımcılara da çok teşekkür ederim. Silahsız bir dünya diliyorum hepinize.
    Umut dolu yarınlara efendim...

    Cevap Yaz
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak 29.09.2010 - 21:10

    Umut Vakfı 28 Eylül 2010 Verileri
    Biz yurttaşların yaşama hakkını ilgilendiren Silah Kanunu Tasarısı halen İç İşleri Bakanlığında olup; önümüzdeki Ekim ayında TBMM si Genel kuruluna gelmesi beklenmektedir. Yasa maalesef silahlanmayı kolaylaştırıcı yönünde; yani ruhsatlı silah edinme kolaylaştırılır ise suçun kayıt altına alınması kolaylaşır,kimse ruhsatlı silah ile suç işlemez düşüncesi ile Taslak oluşturulmuştur. Tasarı henüz kanunlaşmadan sesleniyoruz ve uyarıyoruz:

    •Bir kişiye 5 adet silah edinme izninin verilmesi,
    •Düğün,nişan kına gibi açık alanda silah bulundurmanın yasaklanmamasının aynen devam ettirilmesi ile yılda çoğunluğu çocuk ve kadın olan 700 vatandaşın ölmesine sessiz kalınması,
    •Ruhsat almadan başvurulduğunda hemen geçici ruhsat verilmesiyle silahlanmanın kolaylaştırılması
    •Yivli silahta 21 yivsiz silahta 18 alt yaş sınırının aynen devam etmesiyle; Türkiye’deki silahla ölen ve silahla cinayet işleyen her 3 kişiden birinin 25 yaş altında olmasıyla gençlerin silahla ölmesi veya öldürülmesine seyirci kalınması
    •Tüfeklerin reklam ve tanıtımının serbest bırakılması, sadece tabancaların görsel medyada reklamının yasaklanmasıyla en büyük risk grubu olan çocuk ve gençlerin yetişkin olmadan silaha olan merak ve ilgisinin aynen devam ettirilmesi
    •Ruhsatlandırmada Sağlık muayenesinde 2004 yılı öncesine geri dönerek sağlık raporunun tek hekime devredilmesi ile ruhsal muayenenin rafa kaldırılması ve silahlı üç sivil insandan birinin ruhsal problemlerinden dolayı tehlike oluşturmasının önünün açılması
    •Adli sicil yönünden Silah edinme şartlarına sahip olmayan kişilere hayati tehlike gerekçesi ile her ilde Valilerin başkanlığında il emniyet müdürü, il jandarma komutanı ve MİT’in temsilcisinden oluşan komisyonca can güvenliği bahanesi ile siyasi,hatır ve baskılara açık ruhsatlandırmanın önünün açılması, anayasal eşitliğin ve hukukun delinmesi
    •Silah muhafazası adı altında silahların diğer bir sivilde bulunmasının önünün açılması ve silahların şahsiliğinin delinmesine yol açarak kontrolsüzlüğünün ve şahsi sorumluluğunun ortadan kaldırılmasıyla suç aleti olarak ruhsatlı silahın kontrolsüzce kullanılmasına davetiye çıkarılması
    •Ayrıca bu taslakta yer almayan Merkezi veri tabanının olmaması,ruhsat öncesi zorunlu eğitim sertifikasına sahip olmak, ruhsat sonrası denetim ve otomatik iptal siteminin olmaması ve her seferde ısrarımıza rağmen ruhsatlandırmanın sınırlandırılması-zorlaştırılması,eş onayını içeren referans sisteminin,başvuru dilekçesinin 28 gün sonra işleme konulması olan bekleme süresinin ve Chip’li belge isteklerimizin görmezlikten gelinmesi
    Tüm bu eleştirilerimizde silahın şiddeti davet ettiği, sivil halktaki silahın yaygınlığı önceden tasarlanmamış olaylarda kullanılmasına sebep olduğu ve her üç aileden birisi ölen ve öldüren anlamında silahla ilgili olarak acı bir geçmişi bulunduğu gerçeği ile bir kez daha TBMM ‘ne seslenerek ; bu yasa genel kurula gelmeden BİREYSEL SİLAHLANMANIN HEPİMİZİ İLGİLENDİREN BİR SOSYAL PROBLEM OLDUĞUNU hatırlatarak ; çözüm üretmelerini istiyoruz. Nihai olarak bu ülkede polis ve jandarma dışında sivillerde silah olmasına yasaklamanın getirilmesini savunuyoruz.

    Cevap Yaz
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak 29.09.2010 - 21:07

    Basın Bülteni 28 Eylül 2010

    HER 10 KIŞIDEN 1’INDE, HER 3 EVDEN 1’INDE ATEŞLI SILAH VAR...

    Türkiye’de bireysel silahlanma giderek büyüyen bir “yaşama hakkı” sorunu haline geldi.

    Sessiz Ayakkabılar “Bireysel Silahlanmaya” karşı yürüdü...

    Bugün Türkiye’de yılda 3000 kişi ateşli silahlarla ölüyor. Cinayetlerin %60’ında ateşli silah kullanılıyor. Her 10 kişiden 1’inde, her 3 evden 1’inde ateşli silah var. Cinayet büro amirliğinin olay format dosyaları tarandığında, neden suç işlendiği sorgulandığında, tartışma, kıskançlık, namus gibi önceden tasarlanmamış olaylarda silah kullanımı %90, illiyet bağı ise %80...

    Trafikteki aktif 13 milyon sürücünün % 8’i ciddi düzeyde agresif sürücü. Bunların içinde silahlı agresif sürücü oranı ciddi oranda yüksek... Ateşli silahların %80’i her an (belde, el altında, torpidoda, yastık altında ve çekmecede) kullanılabilir durumda. Silahla işlenen her 10 cinayetten 1’i trafikte gerçekleşiyor. Araçlarda ateşli silahların bulunması, meydana gelen öfke patlamaları sonrasında ölüm ve yaralamalarla sonuçlanan suçları arttırıyor.

    Bireysel silahlanmanın “yaşam hakkı”nı tehdit eden en önemli sosyal sorun olduğuna dikkat çekmek ve sonuçlarını görünür kılmak için Umut Vakfı tarafından 16 yıldır düzenlenen 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü’nde bu yıl “Sessiz Ayakkabıların Yürüyüşü”, Taksim Meydanı’nda 10. kez yapıldı.

    Umut Vakfı tarafından 2001 yılından bu yana düzenlenen “Sessiz Ayakkabıların Yürüyüşü”nde, bireysel silahlanma ile oluşan şiddete dikkat çekildi. Sunuculuğunu Gökmen Karadağ’ın gönüllü yaptığı etkinliğin, açılış konuşmasını Umut Vakfı Kurucu Başkanı Nazire Dedeman ve Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan yaptı. Silahla yakınlarını kaybedenler ve bu soruna duyarlı olanlar Taksim Meydanı’ndan, “Sessiz Ayakkabıların Yürüyüşü” ile seslerini duyurdular.

    Açılış konuşmalarının ardından, iki ay önce çalıştığı iş yerinde silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden Sabire Yaman’ın üyesi olduğu Alternatif Sanat Oyuncularının gösterisi eşliğinde ateşli silahlarla yakınlarını kaybedenler ve bireysel silahsızlanmaya destek verenler tarafından kırmızı halı üzerine beyaz gül ve ayakkabılar bırakılarak, bireysel silahlanma protesto edildi.

    Umut Vakfı’nın Kurucu Başkanı Nazire Dedeman, bireysel silahlanmanın çocukluktan başlayacak bir bilinç ile oluşturulacağı konusuna dikkat çekerek şunları söyledi; “Önce bir anne, sonra bir kadın ve bir yurttaş olarak, bireysel silahlanmanın yaşama hakkını tehdit eden en önemli sorunlardan biri olduğunu hatırlatmak için, şu rakamları bir kez daha vurguluyorum: Ülkemizde her yıl yaklaşık 3000 kişi; yani her gün ortalama 8 kişi ateşli silahlarla ölüyor. Bu yurttaşlarımızın 700’ü ise ateşli silahlarla kaza sonucunda yaşamını yitiriyor. Ölenlerin ardında kalanları da düşünürsek, her yıl en az 15 bin kişi bireysel silahlanmanın mağdurudur. Öldürenler ise “bir dünyayı öldürmüş olma”nın sorumluluğunu ömür boyu taşıyacaklardır.” Nazire Dedeman şunları vurguladı:TBMM’deki vekillerimize ve kamuoyuna sesleniyorum: Bugünün Türkiyesi’nde, güncel sosyolojik gerçeklere uygun güncellenecek bir silah kanun tasarısı yaşama hakkına saygıya ve bireysel silahsızlanma anlayışına dayanmalıdır.“

    Taksim Meydanı’nda gerçekleşen “Sessiz Ayakkabıların Yürüyüşü”nün ardından 16’ıncısı bu yıl bilimsel araştırma ve inceleme dalında düzenlenen Bireysel Silahsızlanma Günü Ödülleri, Dedeman İstanbul’da aynı akşam gerçekleşecek Ödül Töreni’yle sahiplerini bulacak. Etkinliğe İstanbul Valiliği ve Beyoğlu Belediyesi destek veriyor.

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 8 tane yorum bulunmakta