1.perde (Evliliğe Giden Yolun Koordinatları)
Nasihat eden ya da gerektiğinde alan herkes gibi
Nasıl olduğunu iyi becerirdi Belgin
Bol keseden öğüt vermenin
Hangi insanoğlu evlilik hayalleri kurmamıştır ki
En romantik yemek ve aşk sahneleri ki,
Dönüşüverir birden hatırlanınca komediye
Ya da Şhakespeare’in trajedilerine
Hatırı sayılır bir mirasın tek sahibiydi Bahri
Soyağacının son üyesiydi ki
Uygun bir kız bulup evlenmezse
Adı da - sanı da
Yok, olup gidecekti tarihin derinliklerinde
Hem de onca gelin adayı varken çevrede
İçlerinden birini seçip almak kalıyordu geriye
Kimilerinin “ Fırsatçı bir mirasçı ”
Kimilerinin “ Daha gözü açılmamış “ dediği
Ne var ki belgin,
Sonu gelirse bir gün bu evliliğin
Yüklü bir nafaka ödeyecek denli
Varlıklı biri olduğunu tespit etmişti bahri’nin
İyi ama bu şanslı gelin kimdi?
Bir sürü kız vardı listede
Hepsi de birbirinden şahane
Mesela Baharatçı Reşat’ın kızları
Üçü de karşı konulmaz eş adaylarıydı
Albüm gibiydi belgin bu konuda
Sayfaları açıldığında…
Çıkardı hanım kızların fotoğraflarını bir bir ortaya
Bir de Çekik Gözlü Hatice vardı onların arasında
Bulutsuz bir gökyüzü gibi berrak hani
Kremalı pastaydı sanki tatlılığı
Gerçi kreması alınınca…
Yalnızca bir kek kalırdı ya ortada
Ne fark eder ki bu sonunda
Aşk kışkırtıcıdır, evliliklerse tüketici
Söylemeden geçemem
Bir de Fuat Bey’in kızı Funda vardı
Bayılırdı üniforma giymiş subaylara
Öyle bir isteklisi çıkmayınca…
(Kıtlık mı çıkmış nedir)
O da razı oldu bir iş adamına
Evlenmiş birini niye anlatıyorum ki
(Onca bekâr kız varken gökteki parlak yıldızlar gibi)
Bu tarife uygun düşen biri mi? - vardı tabi
Usta bir çömlekçinin elinde yoğrulan
Şeklini henüz almamış su testisiydi o
İnce, zarif ve kırılgan
Soylu, zengin ancak yetimdi
Babaannesinin elinde büyümüş bir çocuktu ya,
Yine de yüzünde bir yalnızlık havası okunurdu
Korku egemendi gözbebeklerinin ardında
Kendini çevreleyen insanlardan biraz uzak
Sanki akranlarından ayrı bir kulvarda
Ne garipti bunu görmek…
Güler adında genç bir kızda
Nedense belgin, es geçiyordu o’nu birden
Silmişti bile önermek için albümünden
Asil ve varlıklı oluşunun,
İncelediğimiz güzeller içinde
Onu zirveye taşımasına karşın;
Hem fiziği de mükemmeldi sonra
Şaşırtmıştı bahri’yi böylesi bir dışlama
Tıpkı bazı belediyelerin bazı heykellere
Koyduğu yasağın vatandaşı şaşırttığı gibi
Bu şaşkınlığını bir soruyla dışa vurduysa da Bahri
Sorusuna ancak daha keskin bir soruyla yanıt buldu
(Yarı şaka yarı ciddi)
“ Kendine eş olarak seçebildiğin kız bu mu? ”
Bahri yanıtladı hemen ve o an bir sessizlik oldu
(Güler’in de kendisi gibi kutsalı yoktu)
Kafa dengi bir adaydı bu yüzden de
(Kafasındaki gerçek neden tam olarak bu değilse de)
Belki de sesini kessin diye – kim bilir
Ne ki, akıl hocalığı yapmayı iş edinmiş Belgin,
Aldı sazı burada eline ve sıraladı
İleride doğabilecek sorunları dili döndüğünce
Uzun – uzun ya da özetle
Varılacak yere gelindiğinde
Yolun ne önemi kalır ki
Belgin’in onay vermeyen bu önyargısının nedeni neydi?
Üstü örtülü bir olumsuz tavır sergilemişti
Masum ve her şeyden habersiz bir varlığa karşı
Güzelliği ve zarafeti de cabası
Sanırım bu kompleksin güzellikle bir ilgisi yoktu
Zaten kendine has bir özgüveni vardı Belgin’in
İnsanların bazen tuhaf kaprisleri olur
Nedenleri burada açıklayamayacağım kadar çoktur
Güler’in o çocuksu ve gururlu bakışlarını mı sevmedi Belgin?
Oysa kısa süreli bir yolcuydu o
Dalgalı denizlerinde yol alan soyluluk ve gençliğin
Varlığından rahatsız olmak da değildi bu
Belgin rahatsız olamazdı kimsenin nefesinden
Aklı ve konumu böyle bir duygudan uzak tutardı kendisini
Nedensiz bir nefret hiç olamazdı
İnsanlığın baş edemediği duygulardan bir tür kaçmaydı
Ne olduğunu söylemek daha zor
Ne olmadığını söylemekten bu duygunun
1. perdenin sonu
Onur Sezgin 20- 1- 2008
2. perde (Evliliğe Giden Yolun Koordinatları)
Bir mızmızın bile iştahını kabartacak
Davet yemekleri vardı şimdi masalarda
Sanırsın kırk gün kırk gece sürecek
Hangi usta kalem becerebilir ki
Hassas mideleri bulandırmadan
Böyle zengin mutfakların yemeklerini bir bir resimlemeyi
Yemekli davetler ve eğlenceler deyip geçmeyin
Hiç de hafife alınmayacak denli
Yer tutarlar sanat yapıtlarında
Bir çorba ya da aşure kazanı ki,
Psikologların, tele kulakların ya da hokkabazların
Saklayabileceklerinden çok daha gizemle doludur içleri
Yiyecekler değil de kişilerin karakterleri üstüne
Gagalamayı sürdürebilirim istesem daha da
Sonra kızarlarmış kimin umurunda
Bir ayna tutarım ben aslında insanlara
Bakarlar ya da bakmazlar kafa yormam bile hiç buna
En azından bu sebeple vazgeçmem göstermekten
Çelişkilerle dolu yaşamlarının artı ve eksilerini
Boş yere değil hani birçok düşmanım türedi
Haşlamak için bekleyen, beni ve dizelerimi
Böyle olacağı belliydi
Bunu önceden tahmin etmiştim ya,
Yine de lezzetli şeyler yazan bir şairim ben
Öyleyim ya da
Enfes bir “tarhana çorbası” vardı
Yanında da “ızgarada ton balığı”
Bir de “pilav üstüne tandır” ki,
Bu da balıktan hiç hoşlanmayanlara
Gıdalara olan düşkünlüğüm de olmasa
Getiremezdim bu dizelerin sonunu sonra
Kimileri hangi malzemelerden yapıldığını gayet iyi bilir ya
Büyük bir keyifle nasıl da çiğneyip yuttuğumu
Hatırlayamadığım, bilmediğim çeşit çeşit yemekler işte;
Kadehler tokuşturuldu, damaklar ıslatıldı
Zengin yemekleri de böyle renkli oluyormuş
Üzgünüm; tatlıları ve börekleri
Anlatmadan geçmek zorundayım burada
Öykümü daha akıcı kılmak için
Şampanya ve bifteklerin yanından bile geçmemeliyim şimdi
Sanırım içinde kavurma olan
Hafif bir kahvaltı istiyor bu şiirim de
Ne var ki, yiyeceğimi yedim artık kalkıp gitmeliyim
(Dışarıya değil tabi)
Kuş sütünün dahi eksik olmadığı bu gecede
Davetliler bile tıpkı içki şişeleri gibi
Alkol derecelerine göre sıralanmışlardı
Hiyerarşik bir şekilde – salonun çeşitli yerlerine
Bahri aynı bölgede yer alıyordu Güler’le
(Tahmin ettiğiniz gibi garip bir rastlantıyla)
Bir erkek için bu çok heyecan verici bir durum sayılsa da
O’nu pek yüreklendirmemişti nedense bu ilk karşılaşma
Oysa eli yüzü düzgün biri sayılırdı Bahri
İnsanın dış görünümü içe göre önemsiz sayılırmış
Bunu şimdi daha iyi anlıyorum ama…
Öyleyse neden akılda bırakır ölçülü bir yüz
Etkili bir yazıdan daha derin bir iz?
Süslenmekten çok okumaya zaman ayıran Güler,
Daha yolun başında sayılırdı ya;
Yine de pek bilgiliydi
Öğrenmeyi tercih ederdi güzellik yerine
Özellikle de bilimsel olanı
Ancak ne kadar ağır başlı olsa da,
Yaşlı bir çınarın doğal oturaklılığı beklenemezdi ondan
“ Karşısında nedensiz bir hayranlık duymaktır estetik “
Diyen filozoflar var ya;
Üstü kapalı bir biçimde çok önceden koymuşlardı
Güzellikten yana olduklarını ortaya
Eğer bu doğruysa;
Şaşarım bilge kızlardan uzak duruşlarına
Hem de alçak gönüllü bir bakışla
Benimse aradığım bir koşuldur bu kesinlikle
Ancak insanların kendi seçimlerine bırakacağız bu sorunu
Aksi halde bir tartışma konusu olurdu evliliklerde
Ne ki, konumuzun dışına çıktık yeterince
Kimseyi umursamadan oturuyordu Güler
En ilgisiz olanı bile kışkırtacak bir biçimde
Yapılacak saldırıların içinde en tehlikelisidir bu
Kibarca bir hiç olduğunu yaşatır insana
Kendini beğenmiş biri gibi davranmasa da
Hiç memnun değildi Bahri
Girmiş olmaktan böylesi bir manyetik alana
Kendi yörüngesinden çıkmış bir göktaşı gibi
Bir de onca nasihatten sonra hani
Bahrinin yüreğindeki boşluk an geldi - umutsuz kaldı
An geldi - karşılık bulur gibi oldu
Öyle ulu orta boşlukta
Sanırım o da nezaket gereğiydi
Ayıp olmasın diye eşe dosta
Güler’in dalgın gözleri o’nu delip geçti önce
Sonra uzaklara doğru baktı
Hafif bir gülümseme bile yollamadı ona
Vay canına! Seni gidi cadı seni!
Böbürlenme miydi neydi bu?
Yoksa başka bir şey mi?
Onu bunu bilmem ama vaziyetin bu olması
Belgin’in karanlık gözlerini parlattı
“Dememiş miydim ben sana! “
Der gibi baktı Bahri’nin suratına
O yüzden arzu etmem gelsin böyle bir hal
Düşmanımın bile başına
Erkekler anlar çünkü neyin gerçek
Neyin blöf olduğunu
Ve görmekten hoşlanmaz
Birinin hayallerine engel olduğunu
Neyse ki Bahri’nin gönül çelen bir yönü vardı
Gururlu bir alçakgönüllülüktü bu,
(Böyle görülebilirse)
Bayanların her hamlesini büyük bir sabır
Ve saygıyla karşılardı
Mantıklı bir öngörü – politik bir stratejiyle
Kendine dışarıdan bakmasını bilirdi
Hatalarını – avantaja
Üzüntülerini – sevince dönüştürmesini sağlardı bu da
Yükseklerde duran bir kızı yere indiren şey,
Gösterilen ilgiden çok ona duyulan saygıymış
Geç de olsa anladı bunu
Ve Güler en sonun da…
(İlham Perim böyle dese de bu benim tahminimdir)
Öyle pek uzunca değil ama…
Bir kez baktı (gülümseyerek)
Derler ya, duran kalbimiz bir kez atmaya görsün
İçinde hapis olan beyaz güvercini salıverdi dışarıya
Ardından bir kez daha gülümsedi
İnsanlar çaresiz kalıyorsa böyle bir durumda,
Ben nasıl seyirci kalırım öyle
Eli kolu bağlı bir şekilde?
Yalan bu işte;
Gerçeğin ırmaklarıysa bulanık akar
Ve öyle çok kararsızlık deresi karışır ki içine
Ancak bu şekilde müdahale etmek gerekir
Yolu açık olsun diye bir öyküye
Çoğu kez,
Gözün - aklı
Yerin - kulağı olduğunu düşünürüm
Şurası bir gerçek ki;
Yürekli haykırışlar; bir yolunu bulup
Gidiverir sevimli varlıklara
Kaynağını nereden sağlarlar bilmem ya bayanlar
Şarkılı bir masaldır sanki erişir onların ruhlarına
Hiç bir kulak duymaz oysa (yüksek tondan çıksa da)
İçlerinde tek kelime geçmeyen bu uzun konuşmaları
Şaşılacak şeydir kadınların hiç zorlanmadan duymaları
Onur Sezgin 12- 2- 2008
Onur SezginKayıt Tarihi : 15.2.2010 19:55:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Şiir “düşünmekle yazmak arasında bir boşluk, şair ise bu boşlukta özgürce uçmaya çalışan hafif kanatlı bir şeydir.” Sanatçının bu özgürlük uçuşu, atalarımızın mağara duvarlarına çizdiği ilk resimle başlar.
Bireyin duyarlı oluşumlar yaratabilmesi için; insandan yana bir ideolojisi olması gerekir. Bunu besleyen kaynak ise sosyoloji, psikoloji, tarih ve felsefedir. Bu birikim; akıl, cesaret ve estetik kaygılarla birleşerek savaşçı bir zırh oluşturur. Bu zırhı giyen gerçek bir sanatçı, hiçbir zaman egemenlere ödün vermez.
Şiirde en azından içerik anlamında devrimci tavırdan söz edebilmek için, o şiirin öncelikle ezilenden yana olup, egemen iktidarın zulmüne karşı tavır alması gerekir.
Sömürü ve rekabetin hâkim olduğu insan merkezli dünya tasarımı; devrimci özelliğini yitirmiş, yaşamı olumlu yönde değiştirme iddiasını kaybetmiştir. Eleştirel akla en çok ihtiyaç duyulan bir dönemdir bu. Sorgulatan şiir iktidar için tehlikedir. Bu bakımdan, şairlerin baskı altına alınması kötüdür ama saçma değildir.
Günümüzde, muhalefet ile iktidar aynı paradigmaya sahiptir; aynılaşmış bir ideolojinin parçası gibidirler. Muhalefet, iktidarı ele geçirdiğinde, egemen etiğinin tıpkısı olup çıkar. Bu tıpkılık, mevcut sistematiği muhafazaya dayalıdır. İktidarın muhafazakârlığı buradan gelir. Can Yücel’in “ Muhalefetle muhabbetim olmamıştır” sözü, muhalif bir şairin tavrını göstermesi bakımından ilginçtir. Muhalif olabilmeyi devrimci bir tavır olarak kabul edersek, muhalifliğin özelliklerini şu şekilde satırbaşlarıyla sıralayabiliriz.
- Eşitlikçidir;
- Cinsiyetçiliği reddeder;
- Referansları sınırsız ve sınıfsız bir hayatın imgesidir;
- Gelecek sezgisiyle oluşturduğu bir ütopyası vardır
- İktidar talebine daha baştan reddiye çıkarır ve herhangi bir sınıfa, zümreye, kesime devrimci olma rolünü vermeye karşı çıkar;
- Kendi sesinin tınısıyla söylemeyi yeğler; kodlanmış, inanca dönüşmüş ne varsa bunlara karşı çıkarak, hepsinin deşifrasyonunu yapar. Bunun için referansı özgürlük, adalet ve vicdandır…
Bize özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya için mücadele edilebileceğini hatırlatan şiir devrimcidir. Var olanı sorgulamak sanatçının varlık nedeni ise, gerçeğin değiştirilebilir olduğunu imgeleyen de sanat yapıtlarıdır. Muhalif olmanın referansları, sınırsız ve sınıfsız bir hayatın hayalidir. Devrimci şiir, olmayanı hayal edebilir ama asla yalan söylemez. Devrimci şiir gelecektir, umuttur, özlemdir, kötümserlik bilmez, iyimserdir, gençtir, delikanlıdır. Yakışıklıdır devrimci şiir. Yeni ıslanmış bir toprak gibi sonsuzluk kokar.
Yaşamak! Bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim
Nazım HİKMET
Neden öldün Nazım?
Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi
Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
koyu gibi kapkara zindanlardan
canavarların, zorbaların, acıların kuyuları
ellerinde izi vardı eziyetlerin.
Hınç oklarını aradım gözlerinde,
oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
yaralar ve ışıklar içinde
Pablo NERUDA
1. perde 2. kısım ( 2008 Türkiye’si )
ÜSTÜ ÖRTÜLÜ GERÇEKLER,
BİR BİR AÇIĞA ÇIKIYOR ŞİMDİ
DOĞANIN YASALARI,
GECENİN KARANLIĞINA GİZLENMİŞTİ YA,
TANRI “EDİSON DOĞSUN” DEDİ
VE IŞIĞA BOĞULDU HERŞEY
Onur Sezgin 23/11/2008
AYAK TABANLARINDA OLUŞAN HER NASIR;
BİR ACI VERİR İNSANA
TÜKETİLEMEYEN BAZI ARZULARDAN MI?
YOKSA BOŞA ÇIKAN UMUTLARDAN MI?
BİLİNMEZ YA,
AK DÜŞMÜŞ HER SAÇ TELİNİN ARDINDA
BİR GÖZYAŞI SAKLIDIR
ÇIKMAKLA İŞLEDİĞİ SUÇA ÜZÜLÜP AĞLARCASINA
Onur Sezgin 21/07/2008
2. perde 1. kısım ( Metafizik Usulü Ayrılığın Koordinatları )
İKİMİZ DE TEK BAŞINA KALDIK ŞİMDİ
AMA BEN,
DAHA BÜYÜK BİR ŞEHİRDE,
DAHA KALABALIK BİR CADDEDE KAYBOLDUM
ÇEVREMİ SARAN BU UĞULTU,
BENİ HİÇ BİLMEDİĞİM BİR YÖNE SÜRÜKLÜYOR
BAŞIMDA HAFİF BİR AĞRI,
AYAKLARIM YORGUN
PUSULAM KAYIP!
Onur Sezgin 8-12-2008
1.Perde 1. kısım “ Bir Hortlak Masalı “
Psikoloji ve sosyoloji,
Biraz da politika
Bıkmadan yazdığım konulardır ya,
Sormayın nedenini keyfimden değil
“Ahlak” dersine bir parça kaynak olsun diye yalnızca
Su kazanı gibi kaynatıyor kanımı
Şu yasa çiğneyenlere halkın göz yumması
Söylüyorum işte;
İnsanları düşündürmektir benim işim
Boş mideleri doldurmaktır hani
Bilimsel deneyler ve gerçeklerle
Şimdi de yeni bir konuya giriyoruz ki,
O da gerçeküstüdür
Hey sen!
Gerçi ”Sen” diye seslenen,
Kimi kez “Ben“ demek istediği bir gerçektir bilinen
Sen hiç hortlak gördün mü?
Yoksa… Filmini de mi?
Anladım… Seni gidi kör olasıca…
Merak etme, pişman olmayacaksın harcadığın zamana!
Kıs kıs gülüyorsun değil mi bana? Gül bakalım!
Benimse ya içtendir gülüşüm, ya gülmem asla
Gördüğümü söylüyorum sadece… Nerede mi? Bilmem…
Böyle olacaksa hiç gayret etmem bile hatırlamaya
Gülünç olmaktansa…
Unutulmasını arzu ederim söylediklerimin
Kimi kez kanarya, kimi kez karga olur
Söylerim şarkımı ay ışığında
Avcı Reşat’ın köpeği de acı acı uluyup
Vokal yapar bana hep o uyumsuz ilahisini
Duvarda asılı duran resimler surat asar sonra
Beklerim böyle korkunç bakmaktan vazgeçmelerini
Ve duyarım içimde sabaha karşı o garip ürpertiyi
Ne kadar az tanıyoruz kendimizi biz!
Belki nasıl da önemsiziz!
Vazgeçmek isterim o an
Gerilim yaratacak konuları ele almaktan
Bir de benim yerime koyun kendinizi
“Deli saçması bunlar” deyip işin içinden çıkmadan
Atalarımız faydalı üç şey öğrenirlermiş
Kılıç çekmeyi – ata binmeyi – bir de doğruyu söylemeyi
Gerçi doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovmuş olsalar da
Buymuş yine de erdemli olmanın ilkeleri
Günümüz insanları da çok iyi uyguluyor bunları ya,
Silahları desen var - binecek dört tekerlekli araçları da
Sürüyorlar tankları vicdansız ve acımasızca
Gerçeği söylemeye gelince…
Daha az yeteneklidirler belki
Desteksiz atmaya gelince, herkese parmak ısırtırlar şimdi
Ne ki, size aktardığım öyküler içinde,
En gerçek olanı bu dizelerdir
Duyduk duymadık demeyin sonra
Bir hortlak öyküsü olduğunu söylemiştim ya,
Haberiniz ola
Ve ey ölümlü okuyucu!
Bir takım bahaneler bulmaya çalışma!
Zarar gelmez insana – bir kez inanıyormuş gibi yapmakla
İnandı tüm uluslar binlerce yıl boyunca
Ölmüşlerin ara sıra bizi görmek için ortaya çıktıklarına
1.perde 2.kısım “ Bir Hortlak Masalı “
Şarkılar sustu bir anda
Mezeler de bitince tabakta – sohbetler erdi sona
Konuklarsa bir bir ayrıldılar uyumak için odalarına
Ve çekildi ortadan sona kalan çalgıcılar da
Yukarıda parlak bir gezegen vardı yalnızca
Ateşini güneşten ödünç almış olsa da
Daha cana yakın duruyordu bize parlak yıldızlardan
Görüyorsunuz ya, romantik duygulara kapılıyor
Dolunaya bakan bir insan
Kimi zaman ışığıyla soluğu dışarıda alırız
Derin gizler açılır duyulan sıcaklığına onun
Dalgalı denizlerin gelgiti
Ve ölümlülerin kalpleri - ellerindedir hep onun
(Aslı varsa tabi bazı şairlerin bu konuda yazdıklarının)
Ve Sabri biraz düşünceliydi
Uykuya dalmaktansa hayal kurmayı tercih etti
Yaptığı işten dolayı romantik olamaya vakti kalmayan
Her genç doktor gibi
“Kanser” konulu bir kongre için gelmişti
Hem ziyaret hem ticaret olsun diye hani
Elbette ki,
Önce içinde bulunduğu bu tarihi binayı düşündü
Sonra nasıl olup ta butik otele dönüştürüldüğünü belki
(Bunu hiç sanmıyorum ya)
İnsanların aklından geçenleri pek okuyamam
Ama bu yazamam anlamına da gelmez hiç bir zaman
Deniz kıyısından dalgaların hışıltıları geliyordu
Gece karanlığının tüm gizemiyle birlikte;
Asırlık çam ağaçlarının kolları uzanıyordu
Odasının penceresine
Karanlıkta bir parlayan bir kaybolan havuzun
Işıltılarına takılmıştı sanki
Ayağa kalkmış olan Sabri’nin badem gözleri
Bir de sivrisinekleri kovan bir cihaz takılıydı prize
Hangi marka, tam olarak görünmüyor ya,
Bunu belirtmemin sebebi; ucuz böcek ilaçlarının
İşe yaramadıklarını hatırlatmak değil de –
(Titizlik göstermemdir gerçeğin betimlenmesinde)
Ve Sabri omzunu pencereye dayamıştı;
Panjuru ahşap çıtalardan oluşan
(Atalarımızın buralara egemen olduğu günlerden kalan)
Sonra gecenin sıcaklığında - ardına dek açtı kapısını
Yürüdü karanlık gölgelerle dolu bir koridorda
Antika resimler kaplamıştı bütün duvarlarını
Kendinden emin ve kibirli o bakışlar
Kuşkusuz ki, çoğu soylu kişilerdi ya;
Ne ki, yarı karanlık bir ortamda
Bu rahmetlilerin portreleri,
Yalnız ölülerin uyuduğu bir yerde
Ne aradığımızı sormak ister gibiydi
Sert ve donuk yüzlerini çevreleyen çerçeveden
Eski günlerin ışıltılı büyüsü parlıyordu daha
Hele o güzellerin soğuk gülümsemeleri
Loş mağaralardaki sarkıtlar
Ya da düşler gibiydi
Resimler bir tarihtir oysa
Fotoğraflarsa hep yalan söyler
Bizi durduramadıkları gibi
Zamanı da durduramazlar
Ancak Sabri gözüne takılan bir resim ile
Geçmişe doğru hayaller kurarken
Kendi kalp çarpıntılarından ve
Hüzünlü iç çekişlerinden başka bir ses duymadı
Hayır duydu! Hem de birden bire
(Öyle sandı belki de)
Dünya dışı bir varlığın
Ya da basit bir sıçanın
İnsanı şaşırtacak türden çıkarttığı o hışırtıyı
Bir sürüngen olamazdı bu – bak işte!
Korku filmlerinde görülen maskesi,
Rahip gibi cüppesi – ve o belli belirsiz gövdesiyle
Yavaş ve soğuktu adımları
Geçerken Sabri’nin yanından
Parlayan iki elmasla baktı ona
Neydi bu eski evde böyle dolaşan
Bir hayalet olduğu çalınmıştı ya kulağına
Gerçekten görmüş müydü onu?
Yoksa içi boş yayınevlerinde basılan
Büyük marketlerde bile satılan
O şişirilmiş ürünler gibi buhar mıydı bu da?
Bir kez mi - iki kez mi geçti etrafından
Hatırlamak zor
Aydan mı - Marstan mı - yoksa öteki dünyadan mı?
Nereden geldiği belli olmayan bu varlık…
Sabri’yse buzdan bir heykel gibi
Dona kaldı olduğu yerde
Hani bir kâbus gördüğümüzde…
Tehlikeden kaçmak isteriz de,
Ayaklarımız hareket etmekte zorlanır ya,
İşte öylesine çaresiz, öylesine rüyada
Bu rahip kılıklı yaratıktan ne istediğini
Sormak istiyor da - soramıyordu
İşte bu son manevradan sonra
Hortlak çekildi ortadan – iyi ama nereye?
Geniş ve karanlıktı geçit
İster uzun – ister kısa – biraz göbek - biraz ense
Zaten öyle bir ortamda - kim kaybolmak istese
Başarabilirdi rahatça - fizik yasalarına göre
Bu yüzden de göremedi Sabri
Hortlağın hangi kapıdan sıvışıp gittiğini
Olup bitenleri bir tiyatro sahnesi gibi izlese de
Bilemedi ne kadar uzun bir zaman geçtiğini
Karmaşık duygular içinde
Çevirdi gözlerini
Hortlağın ilk ortaya çıktığı yöne
Ve baktı bir ömür gibi uzun bir süre
2. perde 1.kısım “ Bir Hortlak Masalı “
Sonra yavaş yavaş kendine geldi
Odasına döndüğünde ise bitkin bir vaziyetteydi
Geç uyandı tabi tahmin edeceğiniz gibi
Gece vakti kendini ziyarete gelen
Misafir ya da görüntü
Ve bundan birilerine bahsetmek üzerine kafa yordu
Garip karşılanabilir diye bir çekincesi vardı
Ya da adına “kararsızlık” denilen çatışan heyecanları
Derken kapı çalındı…
(Kahvaltı vaktini bildiren)
Yemek salonuna geldiğindeyse oldukça dalgındı
Bu kadar sıcak olmasa fark edemeyecekti belki de
Eline bir çay fincanı aldığını, içerken ağzını yaktığını
Ne anlatabilirdi ki, oradakilere?
“ Rahip kılıklı hayaletten söz edildiğini duydunuz mu hiç? ”
Diye bir başlasa söze…
“ Şaka mı bu? ”
Diye imalı bir biçimde bakmazlar mıydı acaba yüzüne?
“ Bu evin hortlağı canım hani! “
Diye cevap verirdi o da
Kimileri çok şey ekleyebilirdi belki söyleyeceklerine
Kimileriyse komik ya da saçma bulup çekilirdi geriye
Ah, kara çarşaflı hortlak ah!
Şöhretin yalandan başka bir şey olmadığını
Eminim en çok sen haykırmak isterdin bizlere
Her neyse,
Gülperi’nin yüzü bugün nedense pek de soluk
- Gülperi mi?
- Otel sahibinin kızı!
(“Adını nerden biliyorsun? ” diye sorabilirsiniz)
Tanıştığım kişilerin isimlerini
Aklımda tutamam aslında - ama bu kız…
Bu kız;
Doğal rengini ak bir boya ile örtmüş gibiydi yanağının
Sonradan görmüş sosyete kadınları kadar beyazdı
Sanırım elma kırmızısı yanaklarıyla
Köylü kızı gibi görünmek istememişti
Seni gidi çokbilmiş kız!
İneklerin bol süt verdiği,
Bir çiftlikte büyümüştü bütünüyle
Ve iyi bir makyaj yapmakla
Sınıf atlayacağını düşünmüştü ahmakça
Uzaklara doğru bakarken,
Gökyüzü gibi derin gözlerinde
Biriken gözyaşlarını siliyordu ara sıra
Laf olsun diye değildi bu akan gözyaşları – eminim
Ne öyle acınası bir sulu gözlü
Ne de kendini hor göreni hor görecek denli arsızdı
Acıklı bir budalalık ve üzünçlü bir sabırla,
Satın alınmış bir jüri önünde
Fark edilmeyi bekliyordu yalnızca
Otel sahibi Yavuz Bey,
Bir müteahhitti aynı zamanda
Temeller kazmaktaysa tam bir köstebekti
Ancak en çok da ihale kazanmak giderdi hoşuna
Ne de olsa komşusu Rüstem Ağa,
Kasabanın belediye başkanıydı (laf aramızda)
İşte kendisi de karşı masada
Büyük bir seçim adamıydı
Fikirleri pek uyuşmasa da hükümetin yandaşıydı
Milletini sevme ve fırsatları değerlendirme arasındaki
O ince ayarı yakalamıştı böylece
Oturduğu koltuğa gelince, şu söylenebilirdi ki,
“kazancı bir tercih değil sadece görev aşkıydı onunkisi”
Ara sıra da olsa, bir kaşık bal çalmayı
İhmal etmezdi ayak takımına
Yükselme tutkusunu kamçılardı böylece
Kalfaların çıraklar üstünde uyguladıkları gibi
Büyük bir yemek salonuydu
Yemekler sıcak konuklarsa soğuktu
Obur olanların, tabaklarını doldurmaları görülmeye değerdi
Gözü pek dernek temsilcileri
Ve yaman iz sürücüleri vardı bir de
Tahminleri yanılmaz, tuttuklarını bırakmazlardı
Balıketli birkaç da bayan üyeleri vardı ki,
Yardım toplamakta ya da
Çöpçatanlıktaydı işleri güçleri
Bildiri okumaktan çok nakarat okurlardı
Sonra yolunu şaşırmış bazı yabancı turistler ile
Şehrin gürültüsünden kaçan yerli turistler de vardı
(Piknik masası yerine çimene yayılan hani)
Ve sabahın altısında uyanan – öğleyin uyanmak yerine
Ve rastlantıya bak ki!
Bir de karşımda görmeyeyim mi?
Medyanın karşı konulmaz ilahiyatçısı Prof. Zihni Sinir
Beynimin pasını silen en büyük söz cambazıdır o
Ey yüce Allah’ım! Kim derdi ki,
Senin mucizelerinden birinin
Böyle zeki ve çatık kaşlı olabileceği
Vaazları birer mizah, mizahları birer vaazdı
Genişçe bir işkembenin içinden çıkartırdı her ikisini de
Pakize hanıma gelince,
Haşır neşirdi otelin ünlüleriyle
Büyülüyordu çevresini incelik ve nezaketiyle
Herkesin Seviyesine indirerek kendisini
(Seçimlerden seçimlere özellikle de)
Eşinin ve kardeşinin başkanlık yolunda
Güvenle yol alabilmeleri için tabi
İnsanların kabul ettiği bir yoldur bu ya
Yorgunluk ve tiksinme dolu bakışlarla
Arada sırada da - ruhunu ele veren
Takdir edilmesi gereken bir meziyettir aslında
Sahteliğine karşın - gerçektir de:
Kendilerine yakışan rolü seçip oynayanlar
En içten kişilerdir çünkü
Maliyeciler gibi; akıllı olmaktan çok -
Kurnaz olmayı tercih ederler
İki kere ikinin dört edeceğini
İspatlayabilecek durumdayken, buna yanaşmazlar
Sadece göstermekle yetinirler üçün birini
(Bütçeyi ölçüp biçip tartarak)
“Benim muhasebecim bunu yapmaz “ diyenlere sözüm;
(Nasıl da haz verir yanında olmayan bir arkadaşı savunmak)
Ve işte geçti koskoca bir gün;
Saniyeler gibi günler de sona ermelidir ya;
Gece de geçti…
Ve sahildeki diskoların gürültüsü duyulmaya başladı sonra
Bir bir odalarına doğru uzaklaşan konuklar arasında
Kara mizah konusu olmaktan uzak
Daha başka kişiler de vardı aslında
Mesela duru ve masum yüzüyle İngiliz turist Diana
Önünde incecik iplerden ördüğü
Rengârenk bileklikler vardı
“ Dostluk bağı “ koymuş onların adını
İnanması güç olsa da, bunları satarak
Gezdiğini söylüyordu dünyayı
Bir diğeri ise gördüğü ve duydukları üstüne
Hiç oralı olmayan Sabri’ydi
Her zaman ki neşesinden biraz uzak
Tepkisizce izledi orada olanları
Ağzını bıçak olsun açmadı
Aklı da bir karış havada (Gerçek ile hayal arasında)
Uyuma vakti gelince de – çekip gitti odasına
2.perde – final sahnesi – “ Bir Hortlak Masalı “
Yeni bir güne hazırlanmak için değil de
Umutsuzluğa düşmek için sanki
Ya da başka bir deyişle;
Rüya görmek için değil de – düş görmek için…
Ey okur, sen söyle! Ölümün tarifi değil de - nedir bu
Gül yaprakları yerine – dikenli otlar serpildi döşeğine
Sonra da düşüncelere daldı yavaş yavaş
Büyükleri huzursuz eden, çocuklarıysa korkutan
O fantastik duyguların tadını çıkararaktan
Her an uyanacakmış gibi tilki uykusundaydı artık
Hayalet denen konuğunun farkındaydı çünkü
Böyle bir misafir görmeyenlere
Anlatması güç duygular içinde
Gözleri hep pusuda – bekledi – bekledi – bekledi
Bir şeyler olacağından emindi
Ve bu bekleyiş boşuna değildi
Vay canına! O da ne öyle!
Evet, bu o!
Şeytanımsı yürüyüşüyle bu o işte!
Hay Allah!
Ne garip, sanki…
Yeni yetme bir kız gibi… Minik minik adımlarıyla
Topuklu bir ayakkabı giymişte…
Ayağı burkulup düşecekmiş gibi giden
(Çekinerek kendisinden ve çevresinden)
Herkesin derin uykularda olduğu bir anda
Yeryüzü, yıldız desenli gökyüzünü
Bir yorgan gibi üzerine örtmüş
Karanlıkta oluşan – kara çarşaflı gezgin ise
Bir kez daha çıktı karşısına işte
Şimşekli havalarda yağan yağmurlar gibi
Soğuk sular boşaldı Sabri’nin başından
Ayak parmaklarına
Metafizik – ya da – ruhçuluk
Bilimsel ve ağırbaşlı konulardır ya,
(Ben de parapsikoloji kitaplarının yalancısıyım)
Yazdıklarına göre…
Ruhun ölümsüzlüğüne inananların en azılısı bile…
Keçileri kaçırıverirmiş - ruhlarla karşı karşıya gelince…
Sabri gözlerini yumdu mu peki?
Hayır, ağzı da açıktı!
Korkunç tınılar uçuştu boşlukta
Sıradan bir kulak zarının dayanamayacağı türden
Böylesi bir ruha maddenin yapabileceği nedir ki?
Ve ruh yaklaşınca madde nasıl da ürperir
Gör işte kapı açılıyor – öyle langır lungur değil de
Martıların suya dalıp, balığı yakalaması gibi
Şaşmaz bir dengeyle
Sabrı kendine bile belli etmeden korkup titredi önce
Sonra yanılabileceğini düşünüp utandı birden
Hatırlayarak materyalist bir düşüncenin,
Karşı olduğunu (bedenden ayrılmış bir ruha)
Korkusu öfkeye dönüştü tabi – öfkesi de şiddete
Artık yerinde durur mu – kalkıp yürüdü hemen
Hey o da ne? Geri çekildi Kara Gölge!
Bu daha da çok cesaret verdi Sabri’ye
Ne olursa olsun - artık çözmeliydi bu işi
Ve böylece düştü o gizemli hayaletin peşine
Koridorun sonuna doğru yaklaştıklarında
Bir an durdu Kara Gölge
(Yaptığı blöf tutar diye belki, kim bilir)
Hasmının korkmadığını görünce…
Kaçmaya devam etti yine
Ve yolun sonuna geldiklerinde…
Sabri elini uzatıp… Aman Allah’ım!
Ne bir ruh – ne de bir bedendi gördüğü…
Mermerden yontulmuş bir duvardı sadece
Bir de üstünde gümüş renkli gölgeleriyle… İki dolunay
Aslı olmayan bir söylentinin – bir hayaletin
Gerçek tehlikelerden daha çok korku salması ne tuhaf!
Ne olduğu belirsiz gizemli bir şeyle – en yağız kişiler bile
Gördük ki, dize getirilebiliyormuş yeri geldiğinde
Ne ki, bu ruh, kımıldamasa bile
Gök mavisi gözleri parladı
(Sütun gibi bir hayalet için, doğal olmayan bir biçimde)
Hiçbir mezarın çürütemeyeceği,
Öyle saf bir güzelliği vardı ki,
Onu böyle görse, Azrail de kıyamazdı öldürmeye
Çözülen saçının bir tek lülesi bile
Kanıtlamaya yeterdi bunu
Hele o soluk alıp verişi…
Pencereden dışarıya bakıldığında…
Ağaç yaprakları arasından süzülerek gelen
Meltem esintisi vardır ya… İşte öylesine tatlıydı ferahlığı
Sabri, merak içinde öteki elini uzattığında
Değiverdi hemen sert ve sıcak bir taşa
Ve o taşın altında bir kalp atıyordu
Hayalete gelince… Evet, bu bir hayalse…
Kara çarşaf içinde dolaşan en tatlı hayaldi
Uzun boynu ve o kibar burnuyla
Hayaletten çok - etten kemikten bir varlığa benziyordu ki,
Maskesiyle – cüppesi… Yere düştüğü anda
Çıkıverdi kimliği tam olarak ortaya
Niye daha önce çıkmadı ki sanki?
Öyle sıfır beden manken gibi değil de
Azıcık balıketinde
Otel sahibinin kızı Gülperi’nin ta kendisiydi bu işte!
Onur Sezgin12.07.2008
****************************************************************
Not: Bu adres, yalnızca uluslar arası “sir” ve “Baronet” unvanı olan edebiyatçılar için, West Minister ve Cambiridge okulu tarafından verilir… Başına (www.) diye bir ekleme yapmanıza gerek yoktur.
prf. dr. Zihni SİNİR (Şairleri koruma ve geliştirme derneği as başkanı)
1.perde 2.kısım (2008 Türkiye'si)
ÜSTÜ ÖRTÜLÜ GERÇEKLER,
BİR BİR AÇIĞA ÇIKIYOR ŞİMDİ
DOĞANIN YASALARI,
GECENİN KARANLIĞINA GİZLENMİŞTİ YA,
TANRI “EDİSON DOĞSUN” DEDİ
VE IŞIĞA BOĞULDU HERŞEY
Onur Sezgin 23/11/2008
AYAK TABANLARINDA OLUŞAN HER NASIR;
BİR ACI VERİR İNSANA
TÜKETİLEMEYEN BAZI ARZULARDAN MI?
YOKSA BOŞA ÇIKAN UMUTLARDAN MI?
BİLİNMEZ YA,
AK DÜŞMÜŞ HER SAÇ TELİNİN ARDINDA
BİR GÖZYAŞI SAKLIDIR
ÇIKMAKLA İŞLEDİĞİ SUÇA ÜZÜLÜP AĞLARCASINA
Onur Sezgin 21/07/2008
2. perde 1. kısım (Metafizik Usulü Ayrılığın Koordinatları)
İKİMİZ DE TEK BAŞINA KALDIK ŞİMDİ
AMA BEN,
DAHA BÜYÜK BİR ŞEHİRDE,
DAHA KALABALIK BİR CADDEDE KAYBOLDUM
ÇEVREMİ SARAN BU UĞULTU,
BENİ HİÇ BİLMEDİĞİM BİR YÖNE SÜRÜKLÜYOR
BAŞIMDA HAFİF BİR AĞRI,
AYAKLARIM YORGUN
PUSULAM KAYIP!
Onur Sezgin 8-12-2008
1. perde 2. kısım (Bir Mutluluk Şarkısı)
DÜNYAYI BİR SU DAMLASININ İÇİNDE GÖRMEK
− NE GÜZEL!
VE BİR KIR ÇİÇEĞİNDE CENNETİ
ZAMANI KUM SAATİNİN İÇİNDE SIKICA TUT!
BAK, SONSUZLUK ELLERİNDE İŞTE!
YAŞLILIK KORKUTMASIN ARTIK SENİ
AÇLIK VE ÖLÜM DE
İSTERSEN GÜNEŞİ VEREBİLİRİM SANA
ESKİDEN BAHÇEDE OYNADIĞIM YERDE
AMA BANA İNANMADIĞINI SÖYLEME
BEN BİR MUTLULUK ŞARKISI YAZDIM
HER ÇOCUK DİNLEYİP SEVİNSİN DİYE
Onur Sezgin 12/10/2008
“KÜSKÜNÜM BENİM”
BEN ONA BÖYLE DERDİM ÇÜNKÜ
KABUL EDİYORUM BİRAZ HASSAS VE KIRILGANDI
KÜSTÜRMÜŞÜM ONU…
VE BİR GÜN…
KOPARDILAR ONU BENDEN
MAKASIN BİLEŞEN UÇLARI,
KESİP AYIRDI KUTSAL SAÇI BEDENİMDEN
SONSUZA KADAR…
VE O ZAMAN, ONUN (SEVAL’İMİN)
GÖZBEBEKLERİNDEN ŞİMŞEKLER ÇAKTI
VE KARANLIK GÖKYÜZÜNDEN YAĞMURLAR BOŞALDI
HİÇ BİTMEYEN…
VARSIN BU HAVA, BU SU,
BU YERYÜZÜ KARGAŞALIĞA DÜŞSÜN
İNSANLAR, HAYVANLAR, KURTLAR KUŞLAR MAHVOLSUN!
SONSUZA DEĞİN LANETLİ OLSUN,
BU NEFRET EDİLESİ GÜN
EN GÜZEL, EN ÇOK SEVDİĞİM VARLIĞI
KAPIP GİTTİĞİ İÇİN
Onur Sezgin 30/11/2008
LODOS YİNE SERT ESİYOR,
YAĞMUR DAMLALARINDA HİÇ BİTMEYEN BİR TELAŞ
UZAKLARDA ÇOK UZAKLARDA BİR BEBEK AĞLIYOR
DÜNYA BİR EKONOMİK KIRİZ İÇİNDE
ANCAK İLHAM PERİM ÜMİTSİZ DEĞİL
Onur Sezgin 29/11/2008
TÜM YORUMLAR (3)