1.perde (Evliliğe Giden Yolun Koordinat ...

Onur Sezgin
3

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

1.perde (Evliliğe Giden Yolun Koordinatları)

1.perde (Evliliğe Giden Yolun Koordinatları)

Nasihat eden ya da gerektiğinde alan herkes gibi
Nasıl olduğunu iyi becerirdi Belgin
Bol keseden öğüt vermenin

Hangi insanoğlu evlilik hayalleri kurmamıştır ki
En romantik yemek ve aşk sahneleri ki,
Dönüşüverir birden hatırlanınca komediye
Ya da Şhakespeare’in trajedilerine

Hatırı sayılır bir mirasın tek sahibiydi Bahri
Soyağacının son üyesiydi ki
Uygun bir kız bulup evlenmezse
Adı da - sanı da
Yok, olup gidecekti tarihin derinliklerinde
Hem de onca gelin adayı varken çevrede
İçlerinden birini seçip almak kalıyordu geriye
Kimilerinin “ Fırsatçı bir mirasçı ”
Kimilerinin “ Daha gözü açılmamış “ dediği

Ne var ki belgin,
Sonu gelirse bir gün bu evliliğin
Yüklü bir nafaka ödeyecek denli
Varlıklı biri olduğunu tespit etmişti bahri’nin

İyi ama bu şanslı gelin kimdi?
Bir sürü kız vardı listede
Hepsi de birbirinden şahane
Mesela Baharatçı Reşat’ın kızları
Üçü de karşı konulmaz eş adaylarıydı

Albüm gibiydi belgin bu konuda
Sayfaları açıldığında…
Çıkardı hanım kızların fotoğraflarını bir bir ortaya

Bir de Çekik Gözlü Hatice vardı onların arasında
Bulutsuz bir gökyüzü gibi berrak hani
Kremalı pastaydı sanki tatlılığı
Gerçi kreması alınınca…
Yalnızca bir kek kalırdı ya ortada
Ne fark eder ki bu sonunda
Aşk kışkırtıcıdır, evliliklerse tüketici

Söylemeden geçemem
Bir de Fuat Bey’in kızı Funda vardı
Bayılırdı üniforma giymiş subaylara
Öyle bir isteklisi çıkmayınca…
(Kıtlık mı çıkmış nedir)
O da razı oldu bir iş adamına
Evlenmiş birini niye anlatıyorum ki
(Onca bekâr kız varken gökteki parlak yıldızlar gibi)

Bu tarife uygun düşen biri mi? - vardı tabi
Usta bir çömlekçinin elinde yoğrulan
Şeklini henüz almamış su testisiydi o
İnce, zarif ve kırılgan
Soylu, zengin ancak yetimdi

Babaannesinin elinde büyümüş bir çocuktu ya,
Yine de yüzünde bir yalnızlık havası okunurdu
Korku egemendi gözbebeklerinin ardında
Kendini çevreleyen insanlardan biraz uzak
Sanki akranlarından ayrı bir kulvarda
Ne garipti bunu görmek…
Güler adında genç bir kızda

Nedense belgin, es geçiyordu o’nu birden
Silmişti bile önermek için albümünden
Asil ve varlıklı oluşunun,
İncelediğimiz güzeller içinde
Onu zirveye taşımasına karşın;
Hem fiziği de mükemmeldi sonra

Şaşırtmıştı bahri’yi böylesi bir dışlama
Tıpkı bazı belediyelerin bazı heykellere
Koyduğu yasağın vatandaşı şaşırttığı gibi

Bu şaşkınlığını bir soruyla dışa vurduysa da Bahri
Sorusuna ancak daha keskin bir soruyla yanıt buldu
(Yarı şaka yarı ciddi)
“ Kendine eş olarak seçebildiğin kız bu mu? ”

Bahri yanıtladı hemen ve o an bir sessizlik oldu
(Güler’in de kendisi gibi kutsalı yoktu)
Kafa dengi bir adaydı bu yüzden de
(Kafasındaki gerçek neden tam olarak bu değilse de)
Belki de sesini kessin diye – kim bilir

Ne ki, akıl hocalığı yapmayı iş edinmiş Belgin,
Aldı sazı burada eline ve sıraladı
İleride doğabilecek sorunları dili döndüğünce
Uzun – uzun ya da özetle
Varılacak yere gelindiğinde
Yolun ne önemi kalır ki

Belgin’in onay vermeyen bu önyargısının nedeni neydi?
Üstü örtülü bir olumsuz tavır sergilemişti
Masum ve her şeyden habersiz bir varlığa karşı
Güzelliği ve zarafeti de cabası

Sanırım bu kompleksin güzellikle bir ilgisi yoktu
Zaten kendine has bir özgüveni vardı Belgin’in
İnsanların bazen tuhaf kaprisleri olur
Nedenleri burada açıklayamayacağım kadar çoktur

Güler’in o çocuksu ve gururlu bakışlarını mı sevmedi Belgin?
Oysa kısa süreli bir yolcuydu o
Dalgalı denizlerinde yol alan soyluluk ve gençliğin

Varlığından rahatsız olmak da değildi bu
Belgin rahatsız olamazdı kimsenin nefesinden
Aklı ve konumu böyle bir duygudan uzak tutardı kendisini

Nedensiz bir nefret hiç olamazdı
İnsanlığın baş edemediği duygulardan bir tür kaçmaydı

Ne olduğunu söylemek daha zor
Ne olmadığını söylemekten bu duygunun
1. perdenin sonu
Onur Sezgin 20- 1- 2008


2. perde (Evliliğe Giden Yolun Koordinatları)

Bir mızmızın bile iştahını kabartacak
Davet yemekleri vardı şimdi masalarda
Sanırsın kırk gün kırk gece sürecek
Hangi usta kalem becerebilir ki
Hassas mideleri bulandırmadan
Böyle zengin mutfakların yemeklerini bir bir resimlemeyi

Yemekli davetler ve eğlenceler deyip geçmeyin
Hiç de hafife alınmayacak denli
Yer tutarlar sanat yapıtlarında
Bir çorba ya da aşure kazanı ki,
Psikologların, tele kulakların ya da hokkabazların
Saklayabileceklerinden çok daha gizemle doludur içleri

Yiyecekler değil de kişilerin karakterleri üstüne
Gagalamayı sürdürebilirim istesem daha da
Sonra kızarlarmış kimin umurunda
Bir ayna tutarım ben aslında insanlara
Bakarlar ya da bakmazlar kafa yormam bile hiç buna
En azından bu sebeple vazgeçmem göstermekten
Çelişkilerle dolu yaşamlarının artı ve eksilerini

Boş yere değil hani birçok düşmanım türedi
Haşlamak için bekleyen, beni ve dizelerimi
Böyle olacağı belliydi
Bunu önceden tahmin etmiştim ya,
Yine de lezzetli şeyler yazan bir şairim ben
Öyleyim ya da

Enfes bir “tarhana çorbası” vardı
Yanında da “ızgarada ton balığı”
Bir de “pilav üstüne tandır” ki,
Bu da balıktan hiç hoşlanmayanlara
Gıdalara olan düşkünlüğüm de olmasa
Getiremezdim bu dizelerin sonunu sonra

Kimileri hangi malzemelerden yapıldığını gayet iyi bilir ya
Büyük bir keyifle nasıl da çiğneyip yuttuğumu
Hatırlayamadığım, bilmediğim çeşit çeşit yemekler işte;
Kadehler tokuşturuldu, damaklar ıslatıldı
Zengin yemekleri de böyle renkli oluyormuş
Üzgünüm; tatlıları ve börekleri
Anlatmadan geçmek zorundayım burada

Öykümü daha akıcı kılmak için
Şampanya ve bifteklerin yanından bile geçmemeliyim şimdi
Sanırım içinde kavurma olan
Hafif bir kahvaltı istiyor bu şiirim de
Ne var ki, yiyeceğimi yedim artık kalkıp gitmeliyim
(Dışarıya değil tabi)

Kuş sütünün dahi eksik olmadığı bu gecede
Davetliler bile tıpkı içki şişeleri gibi
Alkol derecelerine göre sıralanmışlardı
Hiyerarşik bir şekilde – salonun çeşitli yerlerine

Bahri aynı bölgede yer alıyordu Güler’le
(Tahmin ettiğiniz gibi garip bir rastlantıyla)
Bir erkek için bu çok heyecan verici bir durum sayılsa da
O’nu pek yüreklendirmemişti nedense bu ilk karşılaşma

Oysa eli yüzü düzgün biri sayılırdı Bahri
İnsanın dış görünümü içe göre önemsiz sayılırmış
Bunu şimdi daha iyi anlıyorum ama…
Öyleyse neden akılda bırakır ölçülü bir yüz
Etkili bir yazıdan daha derin bir iz?

Süslenmekten çok okumaya zaman ayıran Güler,
Daha yolun başında sayılırdı ya;
Yine de pek bilgiliydi
Öğrenmeyi tercih ederdi güzellik yerine
Özellikle de bilimsel olanı
Ancak ne kadar ağır başlı olsa da,
Yaşlı bir çınarın doğal oturaklılığı beklenemezdi ondan

“ Karşısında nedensiz bir hayranlık duymaktır estetik “
Diyen filozoflar var ya;
Üstü kapalı bir biçimde çok önceden koymuşlardı
Güzellikten yana olduklarını ortaya
Eğer bu doğruysa;
Şaşarım bilge kızlardan uzak duruşlarına
Hem de alçak gönüllü bir bakışla
Benimse aradığım bir koşuldur bu kesinlikle

Ancak insanların kendi seçimlerine bırakacağız bu sorunu
Aksi halde bir tartışma konusu olurdu evliliklerde
Ne ki, konumuzun dışına çıktık yeterince

Kimseyi umursamadan oturuyordu Güler
En ilgisiz olanı bile kışkırtacak bir biçimde
Yapılacak saldırıların içinde en tehlikelisidir bu
Kibarca bir hiç olduğunu yaşatır insana
Kendini beğenmiş biri gibi davranmasa da
Hiç memnun değildi Bahri
Girmiş olmaktan böylesi bir manyetik alana
Kendi yörüngesinden çıkmış bir göktaşı gibi
Bir de onca nasihatten sonra hani

Bahrinin yüreğindeki boşluk an geldi - umutsuz kaldı
An geldi - karşılık bulur gibi oldu
Öyle ulu orta boşlukta
Sanırım o da nezaket gereğiydi
Ayıp olmasın diye eşe dosta

Güler’in dalgın gözleri o’nu delip geçti önce
Sonra uzaklara doğru baktı
Hafif bir gülümseme bile yollamadı ona
Vay canına! Seni gidi cadı seni!
Böbürlenme miydi neydi bu?
Yoksa başka bir şey mi?

Onu bunu bilmem ama vaziyetin bu olması
Belgin’in karanlık gözlerini parlattı
“Dememiş miydim ben sana! “
Der gibi baktı Bahri’nin suratına

O yüzden arzu etmem gelsin böyle bir hal
Düşmanımın bile başına
Erkekler anlar çünkü neyin gerçek
Neyin blöf olduğunu
Ve görmekten hoşlanmaz
Birinin hayallerine engel olduğunu

Neyse ki Bahri’nin gönül çelen bir yönü vardı
Gururlu bir alçakgönüllülüktü bu,
(Böyle görülebilirse)
Bayanların her hamlesini büyük bir sabır
Ve saygıyla karşılardı
Mantıklı bir öngörü – politik bir stratejiyle
Kendine dışarıdan bakmasını bilirdi

Hatalarını – avantaja
Üzüntülerini – sevince dönüştürmesini sağlardı bu da

Yükseklerde duran bir kızı yere indiren şey,
Gösterilen ilgiden çok ona duyulan saygıymış
Geç de olsa anladı bunu
Ve Güler en sonun da…
(İlham Perim böyle dese de bu benim tahminimdir)
Öyle pek uzunca değil ama…
Bir kez baktı (gülümseyerek)

Derler ya, duran kalbimiz bir kez atmaya görsün
İçinde hapis olan beyaz güvercini salıverdi dışarıya
Ardından bir kez daha gülümsedi

İnsanlar çaresiz kalıyorsa böyle bir durumda,
Ben nasıl seyirci kalırım öyle
Eli kolu bağlı bir şekilde?
Yalan bu işte;

Gerçeğin ırmaklarıysa bulanık akar
Ve öyle çok kararsızlık deresi karışır ki içine
Ancak bu şekilde müdahale etmek gerekir
Yolu açık olsun diye bir öyküye

Çoğu kez,
Gözün - aklı
Yerin - kulağı olduğunu düşünürüm
Şurası bir gerçek ki;
Yürekli haykırışlar; bir yolunu bulup
Gidiverir sevimli varlıklara
Kaynağını nereden sağlarlar bilmem ya bayanlar
Şarkılı bir masaldır sanki erişir onların ruhlarına
Hiç bir kulak duymaz oysa (yüksek tondan çıksa da)
İçlerinde tek kelime geçmeyen bu uzun konuşmaları
Şaşılacak şeydir kadınların hiç zorlanmadan duymaları

Onur Sezgin 12- 2- 2008

Onur Sezgin
Kayıt Tarihi : 15.2.2010 19:55:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Onur Sezgin
    Onur Sezgin

    Şiirde Devrimci Tavır


    Şiir “düşünmekle yazmak arasında bir boşluk, şair ise bu boşlukta özgürce uçmaya çalışan hafif kanatlı bir şeydir.” Sanatçının bu özgürlük uçuşu, atalarımızın mağara duvarlarına çizdiği ilk resimle başlar.
    Bireyin duyarlı oluşumlar yaratabilmesi için; insandan yana bir ideolojisi olması gerekir. Bunu besleyen kaynak ise sosyoloji, psikoloji, tarih ve felsefedir. Bu birikim; akıl, cesaret ve estetik kaygılarla birleşerek savaşçı bir zırh oluşturur. Bu zırhı giyen gerçek bir sanatçı, hiçbir zaman egemenlere ödün vermez.
    Şiirde en azından içerik anlamında devrimci tavırdan söz edebilmek için, o şiirin öncelikle ezilenden yana olup, egemen iktidarın zulmüne karşı tavır alması gerekir.
    Sömürü ve rekabetin hâkim olduğu insan merkezli dünya tasarımı; devrimci özelliğini yitirmiş, yaşamı olumlu yönde değiştirme iddiasını kaybetmiştir. Eleştirel akla en çok ihtiyaç duyulan bir dönemdir bu. Sorgulatan şiir iktidar için tehlikedir. Bu bakımdan, şairlerin baskı altına alınması kötüdür ama saçma değildir.
    Günümüzde, muhalefet ile iktidar aynı paradigmaya sahiptir; aynılaşmış bir ideolojinin parçası gibidirler. Muhalefet, iktidarı ele geçirdiğinde, egemen etiğinin tıpkısı olup çıkar. Bu tıpkılık, mevcut sistematiği muhafazaya dayalıdır. İktidarın muhafazakârlığı buradan gelir. Can Yücel’in “ Muhalefetle muhabbetim olmamıştır” sözü, muhalif bir şairin tavrını göstermesi bakımından ilginçtir. Muhalif olabilmeyi devrimci bir tavır olarak kabul edersek, muhalifliğin özelliklerini şu şekilde satırbaşlarıyla sıralayabiliriz.
    - Eşitlikçidir;
    - Cinsiyetçiliği reddeder;
    - Referansları sınırsız ve sınıfsız bir hayatın imgesidir;
    - Gelecek sezgisiyle oluşturduğu bir ütopyası vardır
    - İktidar talebine daha baştan reddiye çıkarır ve herhangi bir sınıfa, zümreye, kesime devrimci olma rolünü vermeye karşı çıkar;
    - Kendi sesinin tınısıyla söylemeyi yeğler; kodlanmış, inanca dönüşmüş ne varsa bunlara karşı çıkarak, hepsinin deşifrasyonunu yapar. Bunun için referansı özgürlük, adalet ve vicdandır…

    Bize özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya için mücadele edilebileceğini hatırlatan şiir devrimcidir. Var olanı sorgulamak sanatçının varlık nedeni ise, gerçeğin değiştirilebilir olduğunu imgeleyen de sanat yapıtlarıdır. Muhalif olmanın referansları, sınırsız ve sınıfsız bir hayatın hayalidir. Devrimci şiir, olmayanı hayal edebilir ama asla yalan söylemez. Devrimci şiir gelecektir, umuttur, özlemdir, kötümserlik bilmez, iyimserdir, gençtir, delikanlıdır. Yakışıklıdır devrimci şiir. Yeni ıslanmış bir toprak gibi sonsuzluk kokar.

    Yaşamak! Bir ağaç gibi tek ve hür
    ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim
    Nazım HİKMET


    Neden öldün Nazım?
    Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi
    Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
    koyu gibi kapkara zindanlardan
    canavarların, zorbaların, acıların kuyuları
    ellerinde izi vardı eziyetlerin.
    Hınç oklarını aradım gözlerinde,
    oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
    yaralar ve ışıklar içinde
    Pablo NERUDA

    1. perde 2. kısım ( 2008 Türkiye’si )

    ÜSTÜ ÖRTÜLÜ GERÇEKLER,
    BİR BİR AÇIĞA ÇIKIYOR ŞİMDİ
    DOĞANIN YASALARI,
    GECENİN KARANLIĞINA GİZLENMİŞTİ YA,
    TANRI “EDİSON DOĞSUN” DEDİ
    VE IŞIĞA BOĞULDU HERŞEY
    Onur Sezgin 23/11/2008


    AYAK TABANLARINDA OLUŞAN HER NASIR;
    BİR ACI VERİR İNSANA
    TÜKETİLEMEYEN BAZI ARZULARDAN MI?
    YOKSA BOŞA ÇIKAN UMUTLARDAN MI?
    BİLİNMEZ YA,
    AK DÜŞMÜŞ HER SAÇ TELİNİN ARDINDA
    BİR GÖZYAŞI SAKLIDIR
    ÇIKMAKLA İŞLEDİĞİ SUÇA ÜZÜLÜP AĞLARCASINA
    Onur Sezgin 21/07/2008


    2. perde 1. kısım ( Metafizik Usulü Ayrılığın Koordinatları )

    İKİMİZ DE TEK BAŞINA KALDIK ŞİMDİ
    AMA BEN,
    DAHA BÜYÜK BİR ŞEHİRDE,
    DAHA KALABALIK BİR CADDEDE KAYBOLDUM
    ÇEVREMİ SARAN BU UĞULTU,
    BENİ HİÇ BİLMEDİĞİM BİR YÖNE SÜRÜKLÜYOR
    BAŞIMDA HAFİF BİR AĞRI,
    AYAKLARIM YORGUN
    PUSULAM KAYIP!
    Onur Sezgin 8-12-2008

    Cevap Yaz
  • Onur Sezgin
    Onur Sezgin

    (Bir Hortlak Masalı) Onur Sezgin’in Tiyatral Şiir için yazmış olduğu denemelerden en kapsamlı olanıdır. Şiiri dikkatlice okuyup inceledikten sonra daha detaylı bilgi edinmek ve bu yeni oluşum hakkında düşüncelerinizi iletmek için, (ziyateretçi defteri) bölümünü ziyaret edebilirsiniz.


    1.Perde 1. kısım “ Bir Hortlak Masalı “


    Psikoloji ve sosyoloji,
    Biraz da politika
    Bıkmadan yazdığım konulardır ya,
    Sormayın nedenini keyfimden değil
    “Ahlak” dersine bir parça kaynak olsun diye yalnızca

    Su kazanı gibi kaynatıyor kanımı
    Şu yasa çiğneyenlere halkın göz yumması
    Söylüyorum işte;
    İnsanları düşündürmektir benim işim
    Boş mideleri doldurmaktır hani
    Bilimsel deneyler ve gerçeklerle

    Şimdi de yeni bir konuya giriyoruz ki,
    O da gerçeküstüdür
    Hey sen!
    Gerçi ”Sen” diye seslenen,
    Kimi kez “Ben“ demek istediği bir gerçektir bilinen
    Sen hiç hortlak gördün mü?
    Yoksa… Filmini de mi?
    Anladım… Seni gidi kör olasıca…
    Merak etme, pişman olmayacaksın harcadığın zamana!

    Kıs kıs gülüyorsun değil mi bana? Gül bakalım!
    Benimse ya içtendir gülüşüm, ya gülmem asla
    Gördüğümü söylüyorum sadece… Nerede mi? Bilmem…
    Böyle olacaksa hiç gayret etmem bile hatırlamaya
    Gülünç olmaktansa…
    Unutulmasını arzu ederim söylediklerimin

    Kimi kez kanarya, kimi kez karga olur
    Söylerim şarkımı ay ışığında
    Avcı Reşat’ın köpeği de acı acı uluyup
    Vokal yapar bana hep o uyumsuz ilahisini
    Duvarda asılı duran resimler surat asar sonra
    Beklerim böyle korkunç bakmaktan vazgeçmelerini
    Ve duyarım içimde sabaha karşı o garip ürpertiyi

    Ne kadar az tanıyoruz kendimizi biz!
    Belki nasıl da önemsiziz!
    Vazgeçmek isterim o an
    Gerilim yaratacak konuları ele almaktan
    Bir de benim yerime koyun kendinizi
    “Deli saçması bunlar” deyip işin içinden çıkmadan

    Atalarımız faydalı üç şey öğrenirlermiş
    Kılıç çekmeyi – ata binmeyi – bir de doğruyu söylemeyi
    Gerçi doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovmuş olsalar da
    Buymuş yine de erdemli olmanın ilkeleri
    Günümüz insanları da çok iyi uyguluyor bunları ya,
    Silahları desen var - binecek dört tekerlekli araçları da
    Sürüyorlar tankları vicdansız ve acımasızca
    Gerçeği söylemeye gelince…
    Daha az yeteneklidirler belki
    Desteksiz atmaya gelince, herkese parmak ısırtırlar şimdi

    Ne ki, size aktardığım öyküler içinde,
    En gerçek olanı bu dizelerdir
    Duyduk duymadık demeyin sonra
    Bir hortlak öyküsü olduğunu söylemiştim ya,
    Haberiniz ola

    Ve ey ölümlü okuyucu!
    Bir takım bahaneler bulmaya çalışma!
    Zarar gelmez insana – bir kez inanıyormuş gibi yapmakla
    İnandı tüm uluslar binlerce yıl boyunca
    Ölmüşlerin ara sıra bizi görmek için ortaya çıktıklarına

    1.perde 2.kısım “ Bir Hortlak Masalı “

    Şarkılar sustu bir anda
    Mezeler de bitince tabakta – sohbetler erdi sona
    Konuklarsa bir bir ayrıldılar uyumak için odalarına
    Ve çekildi ortadan sona kalan çalgıcılar da

    Yukarıda parlak bir gezegen vardı yalnızca
    Ateşini güneşten ödünç almış olsa da
    Daha cana yakın duruyordu bize parlak yıldızlardan
    Görüyorsunuz ya, romantik duygulara kapılıyor
    Dolunaya bakan bir insan

    Kimi zaman ışığıyla soluğu dışarıda alırız
    Derin gizler açılır duyulan sıcaklığına onun
    Dalgalı denizlerin gelgiti
    Ve ölümlülerin kalpleri - ellerindedir hep onun
    (Aslı varsa tabi bazı şairlerin bu konuda yazdıklarının)

    Ve Sabri biraz düşünceliydi
    Uykuya dalmaktansa hayal kurmayı tercih etti
    Yaptığı işten dolayı romantik olamaya vakti kalmayan
    Her genç doktor gibi
    “Kanser” konulu bir kongre için gelmişti
    Hem ziyaret hem ticaret olsun diye hani

    Elbette ki,
    Önce içinde bulunduğu bu tarihi binayı düşündü
    Sonra nasıl olup ta butik otele dönüştürüldüğünü belki
    (Bunu hiç sanmıyorum ya)
    İnsanların aklından geçenleri pek okuyamam
    Ama bu yazamam anlamına da gelmez hiç bir zaman

    Deniz kıyısından dalgaların hışıltıları geliyordu
    Gece karanlığının tüm gizemiyle birlikte;
    Asırlık çam ağaçlarının kolları uzanıyordu
    Odasının penceresine
    Karanlıkta bir parlayan bir kaybolan havuzun
    Işıltılarına takılmıştı sanki
    Ayağa kalkmış olan Sabri’nin badem gözleri

    Bir de sivrisinekleri kovan bir cihaz takılıydı prize
    Hangi marka, tam olarak görünmüyor ya,
    Bunu belirtmemin sebebi; ucuz böcek ilaçlarının
    İşe yaramadıklarını hatırlatmak değil de –
    (Titizlik göstermemdir gerçeğin betimlenmesinde)

    Ve Sabri omzunu pencereye dayamıştı;
    Panjuru ahşap çıtalardan oluşan
    (Atalarımızın buralara egemen olduğu günlerden kalan)
    Sonra gecenin sıcaklığında - ardına dek açtı kapısını
    Yürüdü karanlık gölgelerle dolu bir koridorda

    Antika resimler kaplamıştı bütün duvarlarını
    Kendinden emin ve kibirli o bakışlar
    Kuşkusuz ki, çoğu soylu kişilerdi ya;

    Ne ki, yarı karanlık bir ortamda
    Bu rahmetlilerin portreleri,
    Yalnız ölülerin uyuduğu bir yerde
    Ne aradığımızı sormak ister gibiydi

    Sert ve donuk yüzlerini çevreleyen çerçeveden
    Eski günlerin ışıltılı büyüsü parlıyordu daha
    Hele o güzellerin soğuk gülümsemeleri
    Loş mağaralardaki sarkıtlar
    Ya da düşler gibiydi

    Resimler bir tarihtir oysa
    Fotoğraflarsa hep yalan söyler
    Bizi durduramadıkları gibi
    Zamanı da durduramazlar

    Ancak Sabri gözüne takılan bir resim ile
    Geçmişe doğru hayaller kurarken
    Kendi kalp çarpıntılarından ve
    Hüzünlü iç çekişlerinden başka bir ses duymadı
    Hayır duydu! Hem de birden bire
    (Öyle sandı belki de)
    Dünya dışı bir varlığın
    Ya da basit bir sıçanın
    İnsanı şaşırtacak türden çıkarttığı o hışırtıyı

    Bir sürüngen olamazdı bu – bak işte!
    Korku filmlerinde görülen maskesi,
    Rahip gibi cüppesi – ve o belli belirsiz gövdesiyle
    Yavaş ve soğuktu adımları
    Geçerken Sabri’nin yanından
    Parlayan iki elmasla baktı ona

    Neydi bu eski evde böyle dolaşan
    Bir hayalet olduğu çalınmıştı ya kulağına
    Gerçekten görmüş müydü onu?
    Yoksa içi boş yayınevlerinde basılan
    Büyük marketlerde bile satılan
    O şişirilmiş ürünler gibi buhar mıydı bu da?

    Bir kez mi - iki kez mi geçti etrafından
    Hatırlamak zor
    Aydan mı - Marstan mı - yoksa öteki dünyadan mı?
    Nereden geldiği belli olmayan bu varlık…
    Sabri’yse buzdan bir heykel gibi
    Dona kaldı olduğu yerde
    Hani bir kâbus gördüğümüzde…
    Tehlikeden kaçmak isteriz de,
    Ayaklarımız hareket etmekte zorlanır ya,
    İşte öylesine çaresiz, öylesine rüyada
    Bu rahip kılıklı yaratıktan ne istediğini
    Sormak istiyor da - soramıyordu

    İşte bu son manevradan sonra
    Hortlak çekildi ortadan – iyi ama nereye?
    Geniş ve karanlıktı geçit
    İster uzun – ister kısa – biraz göbek - biraz ense
    Zaten öyle bir ortamda - kim kaybolmak istese
    Başarabilirdi rahatça - fizik yasalarına göre

    Bu yüzden de göremedi Sabri
    Hortlağın hangi kapıdan sıvışıp gittiğini
    Olup bitenleri bir tiyatro sahnesi gibi izlese de
    Bilemedi ne kadar uzun bir zaman geçtiğini
    Karmaşık duygular içinde
    Çevirdi gözlerini
    Hortlağın ilk ortaya çıktığı yöne
    Ve baktı bir ömür gibi uzun bir süre

    2. perde 1.kısım “ Bir Hortlak Masalı “

    Sonra yavaş yavaş kendine geldi
    Odasına döndüğünde ise bitkin bir vaziyetteydi
    Geç uyandı tabi tahmin edeceğiniz gibi
    Gece vakti kendini ziyarete gelen
    Misafir ya da görüntü
    Ve bundan birilerine bahsetmek üzerine kafa yordu

    Garip karşılanabilir diye bir çekincesi vardı
    Ya da adına “kararsızlık” denilen çatışan heyecanları
    Derken kapı çalındı…
    (Kahvaltı vaktini bildiren)
    Yemek salonuna geldiğindeyse oldukça dalgındı
    Bu kadar sıcak olmasa fark edemeyecekti belki de
    Eline bir çay fincanı aldığını, içerken ağzını yaktığını

    Ne anlatabilirdi ki, oradakilere?
    “ Rahip kılıklı hayaletten söz edildiğini duydunuz mu hiç? ”
    Diye bir başlasa söze…
    “ Şaka mı bu? ”
    Diye imalı bir biçimde bakmazlar mıydı acaba yüzüne?
    “ Bu evin hortlağı canım hani! “
    Diye cevap verirdi o da

    Kimileri çok şey ekleyebilirdi belki söyleyeceklerine
    Kimileriyse komik ya da saçma bulup çekilirdi geriye
    Ah, kara çarşaflı hortlak ah!
    Şöhretin yalandan başka bir şey olmadığını
    Eminim en çok sen haykırmak isterdin bizlere

    Her neyse,
    Gülperi’nin yüzü bugün nedense pek de soluk
    - Gülperi mi?
    - Otel sahibinin kızı!
    (“Adını nerden biliyorsun? ” diye sorabilirsiniz)
    Tanıştığım kişilerin isimlerini
    Aklımda tutamam aslında - ama bu kız…

    Bu kız;
    Doğal rengini ak bir boya ile örtmüş gibiydi yanağının
    Sonradan görmüş sosyete kadınları kadar beyazdı
    Sanırım elma kırmızısı yanaklarıyla
    Köylü kızı gibi görünmek istememişti
    Seni gidi çokbilmiş kız!

    İneklerin bol süt verdiği,
    Bir çiftlikte büyümüştü bütünüyle
    Ve iyi bir makyaj yapmakla
    Sınıf atlayacağını düşünmüştü ahmakça

    Uzaklara doğru bakarken,
    Gökyüzü gibi derin gözlerinde
    Biriken gözyaşlarını siliyordu ara sıra
    Laf olsun diye değildi bu akan gözyaşları – eminim

    Ne öyle acınası bir sulu gözlü
    Ne de kendini hor göreni hor görecek denli arsızdı
    Acıklı bir budalalık ve üzünçlü bir sabırla,
    Satın alınmış bir jüri önünde
    Fark edilmeyi bekliyordu yalnızca

    Otel sahibi Yavuz Bey,
    Bir müteahhitti aynı zamanda
    Temeller kazmaktaysa tam bir köstebekti
    Ancak en çok da ihale kazanmak giderdi hoşuna
    Ne de olsa komşusu Rüstem Ağa,
    Kasabanın belediye başkanıydı (laf aramızda)

    İşte kendisi de karşı masada
    Büyük bir seçim adamıydı
    Fikirleri pek uyuşmasa da hükümetin yandaşıydı
    Milletini sevme ve fırsatları değerlendirme arasındaki
    O ince ayarı yakalamıştı böylece

    Oturduğu koltuğa gelince, şu söylenebilirdi ki,
    “kazancı bir tercih değil sadece görev aşkıydı onunkisi”
    Ara sıra da olsa, bir kaşık bal çalmayı
    İhmal etmezdi ayak takımına
    Yükselme tutkusunu kamçılardı böylece
    Kalfaların çıraklar üstünde uyguladıkları gibi

    Büyük bir yemek salonuydu
    Yemekler sıcak konuklarsa soğuktu
    Obur olanların, tabaklarını doldurmaları görülmeye değerdi
    Gözü pek dernek temsilcileri
    Ve yaman iz sürücüleri vardı bir de
    Tahminleri yanılmaz, tuttuklarını bırakmazlardı

    Balıketli birkaç da bayan üyeleri vardı ki,
    Yardım toplamakta ya da
    Çöpçatanlıktaydı işleri güçleri
    Bildiri okumaktan çok nakarat okurlardı

    Sonra yolunu şaşırmış bazı yabancı turistler ile
    Şehrin gürültüsünden kaçan yerli turistler de vardı
    (Piknik masası yerine çimene yayılan hani)
    Ve sabahın altısında uyanan – öğleyin uyanmak yerine
    Ve rastlantıya bak ki!
    Bir de karşımda görmeyeyim mi?

    Medyanın karşı konulmaz ilahiyatçısı Prof. Zihni Sinir
    Beynimin pasını silen en büyük söz cambazıdır o
    Ey yüce Allah’ım! Kim derdi ki,
    Senin mucizelerinden birinin
    Böyle zeki ve çatık kaşlı olabileceği
    Vaazları birer mizah, mizahları birer vaazdı
    Genişçe bir işkembenin içinden çıkartırdı her ikisini de

    Pakize hanıma gelince,
    Haşır neşirdi otelin ünlüleriyle
    Büyülüyordu çevresini incelik ve nezaketiyle
    Herkesin Seviyesine indirerek kendisini
    (Seçimlerden seçimlere özellikle de)
    Eşinin ve kardeşinin başkanlık yolunda
    Güvenle yol alabilmeleri için tabi

    İnsanların kabul ettiği bir yoldur bu ya
    Yorgunluk ve tiksinme dolu bakışlarla
    Arada sırada da - ruhunu ele veren
    Takdir edilmesi gereken bir meziyettir aslında
    Sahteliğine karşın - gerçektir de:

    Kendilerine yakışan rolü seçip oynayanlar
    En içten kişilerdir çünkü
    Maliyeciler gibi; akıllı olmaktan çok -
    Kurnaz olmayı tercih ederler
    İki kere ikinin dört edeceğini
    İspatlayabilecek durumdayken, buna yanaşmazlar
    Sadece göstermekle yetinirler üçün birini
    (Bütçeyi ölçüp biçip tartarak)
    “Benim muhasebecim bunu yapmaz “ diyenlere sözüm;
    (Nasıl da haz verir yanında olmayan bir arkadaşı savunmak)

    Ve işte geçti koskoca bir gün;
    Saniyeler gibi günler de sona ermelidir ya;
    Gece de geçti…
    Ve sahildeki diskoların gürültüsü duyulmaya başladı sonra
    Bir bir odalarına doğru uzaklaşan konuklar arasında
    Kara mizah konusu olmaktan uzak
    Daha başka kişiler de vardı aslında

    Mesela duru ve masum yüzüyle İngiliz turist Diana
    Önünde incecik iplerden ördüğü
    Rengârenk bileklikler vardı
    “ Dostluk bağı “ koymuş onların adını
    İnanması güç olsa da, bunları satarak
    Gezdiğini söylüyordu dünyayı

    Bir diğeri ise gördüğü ve duydukları üstüne
    Hiç oralı olmayan Sabri’ydi
    Her zaman ki neşesinden biraz uzak
    Tepkisizce izledi orada olanları
    Ağzını bıçak olsun açmadı
    Aklı da bir karış havada (Gerçek ile hayal arasında)
    Uyuma vakti gelince de – çekip gitti odasına

    2.perde – final sahnesi – “ Bir Hortlak Masalı “
    Yeni bir güne hazırlanmak için değil de
    Umutsuzluğa düşmek için sanki
    Ya da başka bir deyişle;
    Rüya görmek için değil de – düş görmek için…
    Ey okur, sen söyle! Ölümün tarifi değil de - nedir bu

    Gül yaprakları yerine – dikenli otlar serpildi döşeğine
    Sonra da düşüncelere daldı yavaş yavaş
    Büyükleri huzursuz eden, çocuklarıysa korkutan
    O fantastik duyguların tadını çıkararaktan
    Her an uyanacakmış gibi tilki uykusundaydı artık

    Hayalet denen konuğunun farkındaydı çünkü
    Böyle bir misafir görmeyenlere
    Anlatması güç duygular içinde
    Gözleri hep pusuda – bekledi – bekledi – bekledi
    Bir şeyler olacağından emindi
    Ve bu bekleyiş boşuna değildi

    Vay canına! O da ne öyle!
    Evet, bu o!
    Şeytanımsı yürüyüşüyle bu o işte!
    Hay Allah!
    Ne garip, sanki…
    Yeni yetme bir kız gibi… Minik minik adımlarıyla
    Topuklu bir ayakkabı giymişte…
    Ayağı burkulup düşecekmiş gibi giden
    (Çekinerek kendisinden ve çevresinden)

    Herkesin derin uykularda olduğu bir anda
    Yeryüzü, yıldız desenli gökyüzünü
    Bir yorgan gibi üzerine örtmüş
    Karanlıkta oluşan – kara çarşaflı gezgin ise
    Bir kez daha çıktı karşısına işte

    Şimşekli havalarda yağan yağmurlar gibi
    Soğuk sular boşaldı Sabri’nin başından
    Ayak parmaklarına
    Metafizik – ya da – ruhçuluk
    Bilimsel ve ağırbaşlı konulardır ya,
    (Ben de parapsikoloji kitaplarının yalancısıyım)
    Yazdıklarına göre…
    Ruhun ölümsüzlüğüne inananların en azılısı bile…
    Keçileri kaçırıverirmiş - ruhlarla karşı karşıya gelince…

    Sabri gözlerini yumdu mu peki?
    Hayır, ağzı da açıktı!
    Korkunç tınılar uçuştu boşlukta
    Sıradan bir kulak zarının dayanamayacağı türden
    Böylesi bir ruha maddenin yapabileceği nedir ki?
    Ve ruh yaklaşınca madde nasıl da ürperir
    Gör işte kapı açılıyor – öyle langır lungur değil de
    Martıların suya dalıp, balığı yakalaması gibi
    Şaşmaz bir dengeyle

    Sabrı kendine bile belli etmeden korkup titredi önce
    Sonra yanılabileceğini düşünüp utandı birden
    Hatırlayarak materyalist bir düşüncenin,

    Karşı olduğunu (bedenden ayrılmış bir ruha)
    Korkusu öfkeye dönüştü tabi – öfkesi de şiddete

    Artık yerinde durur mu – kalkıp yürüdü hemen
    Hey o da ne? Geri çekildi Kara Gölge!
    Bu daha da çok cesaret verdi Sabri’ye
    Ne olursa olsun - artık çözmeliydi bu işi
    Ve böylece düştü o gizemli hayaletin peşine

    Koridorun sonuna doğru yaklaştıklarında
    Bir an durdu Kara Gölge
    (Yaptığı blöf tutar diye belki, kim bilir)
    Hasmının korkmadığını görünce…
    Kaçmaya devam etti yine
    Ve yolun sonuna geldiklerinde…

    Sabri elini uzatıp… Aman Allah’ım!
    Ne bir ruh – ne de bir bedendi gördüğü…
    Mermerden yontulmuş bir duvardı sadece
    Bir de üstünde gümüş renkli gölgeleriyle… İki dolunay
    Aslı olmayan bir söylentinin – bir hayaletin
    Gerçek tehlikelerden daha çok korku salması ne tuhaf!
    Ne olduğu belirsiz gizemli bir şeyle – en yağız kişiler bile
    Gördük ki, dize getirilebiliyormuş yeri geldiğinde

    Ne ki, bu ruh, kımıldamasa bile
    Gök mavisi gözleri parladı
    (Sütun gibi bir hayalet için, doğal olmayan bir biçimde)
    Hiçbir mezarın çürütemeyeceği,
    Öyle saf bir güzelliği vardı ki,
    Onu böyle görse, Azrail de kıyamazdı öldürmeye
    Çözülen saçının bir tek lülesi bile
    Kanıtlamaya yeterdi bunu

    Hele o soluk alıp verişi…
    Pencereden dışarıya bakıldığında…
    Ağaç yaprakları arasından süzülerek gelen
    Meltem esintisi vardır ya… İşte öylesine tatlıydı ferahlığı
    Sabri, merak içinde öteki elini uzattığında
    Değiverdi hemen sert ve sıcak bir taşa
    Ve o taşın altında bir kalp atıyordu

    Hayalete gelince… Evet, bu bir hayalse…
    Kara çarşaf içinde dolaşan en tatlı hayaldi
    Uzun boynu ve o kibar burnuyla
    Hayaletten çok - etten kemikten bir varlığa benziyordu ki,
    Maskesiyle – cüppesi… Yere düştüğü anda
    Çıkıverdi kimliği tam olarak ortaya
    Niye daha önce çıkmadı ki sanki?
    Öyle sıfır beden manken gibi değil de
    Azıcık balıketinde
    Otel sahibinin kızı Gülperi’nin ta kendisiydi bu işte!
    Onur Sezgin12.07.2008


    ****************************************************************

    Cevap Yaz
  • Onur Sezgin
    Onur Sezgin

    21.yy en büyük şairi kabul edilen Onur Sezgin’in Tiyatral Şiir için yazmış olduğu denemelerden en kısa olanlarııdır. Şiirleri dikkatlice okuyup inceledikten sonra daha detaylı bilgi edinmek ve bu yeni oluşum hakkında düşüncelerinizi iletmek için,Yeni kurulmuş olan (onur-sezgin.tr.gg) adlı websitesini ziyaret edebilirsiniz.
    Not: Bu adres, yalnızca uluslar arası “sir” ve “Baronet” unvanı olan edebiyatçılar için, West Minister ve Cambiridge okulu tarafından verilir… Başına (www.) diye bir ekleme yapmanıza gerek yoktur.
    prf. dr. Zihni SİNİR (Şairleri koruma ve geliştirme derneği as başkanı)


    1.perde 2.kısım (2008 Türkiye'si)

    ÜSTÜ ÖRTÜLÜ GERÇEKLER,
    BİR BİR AÇIĞA ÇIKIYOR ŞİMDİ
    DOĞANIN YASALARI,
    GECENİN KARANLIĞINA GİZLENMİŞTİ YA,
    TANRI “EDİSON DOĞSUN” DEDİ
    VE IŞIĞA BOĞULDU HERŞEY
    Onur Sezgin 23/11/2008


    AYAK TABANLARINDA OLUŞAN HER NASIR;
    BİR ACI VERİR İNSANA
    TÜKETİLEMEYEN BAZI ARZULARDAN MI?
    YOKSA BOŞA ÇIKAN UMUTLARDAN MI?
    BİLİNMEZ YA,
    AK DÜŞMÜŞ HER SAÇ TELİNİN ARDINDA
    BİR GÖZYAŞI SAKLIDIR
    ÇIKMAKLA İŞLEDİĞİ SUÇA ÜZÜLÜP AĞLARCASINA
    Onur Sezgin 21/07/2008




    2. perde 1. kısım (Metafizik Usulü Ayrılığın Koordinatları)

    İKİMİZ DE TEK BAŞINA KALDIK ŞİMDİ
    AMA BEN,
    DAHA BÜYÜK BİR ŞEHİRDE,
    DAHA KALABALIK BİR CADDEDE KAYBOLDUM
    ÇEVREMİ SARAN BU UĞULTU,
    BENİ HİÇ BİLMEDİĞİM BİR YÖNE SÜRÜKLÜYOR
    BAŞIMDA HAFİF BİR AĞRI,
    AYAKLARIM YORGUN
    PUSULAM KAYIP!
    Onur Sezgin 8-12-2008

    1. perde 2. kısım (Bir Mutluluk Şarkısı)

    DÜNYAYI BİR SU DAMLASININ İÇİNDE GÖRMEK
    − NE GÜZEL!
    VE BİR KIR ÇİÇEĞİNDE CENNETİ

    ZAMANI KUM SAATİNİN İÇİNDE SIKICA TUT!
    BAK, SONSUZLUK ELLERİNDE İŞTE!
    YAŞLILIK KORKUTMASIN ARTIK SENİ
    AÇLIK VE ÖLÜM DE
    İSTERSEN GÜNEŞİ VEREBİLİRİM SANA
    ESKİDEN BAHÇEDE OYNADIĞIM YERDE

    AMA BANA İNANMADIĞINI SÖYLEME
    BEN BİR MUTLULUK ŞARKISI YAZDIM
    HER ÇOCUK DİNLEYİP SEVİNSİN DİYE

    Onur Sezgin 12/10/2008


    “KÜSKÜNÜM BENİM”
    BEN ONA BÖYLE DERDİM ÇÜNKÜ
    KABUL EDİYORUM BİRAZ HASSAS VE KIRILGANDI
    KÜSTÜRMÜŞÜM ONU…


    VE BİR GÜN…
    KOPARDILAR ONU BENDEN
    MAKASIN BİLEŞEN UÇLARI,
    KESİP AYIRDI KUTSAL SAÇI BEDENİMDEN
    SONSUZA KADAR…

    VE O ZAMAN, ONUN (SEVAL’İMİN)
    GÖZBEBEKLERİNDEN ŞİMŞEKLER ÇAKTI
    VE KARANLIK GÖKYÜZÜNDEN YAĞMURLAR BOŞALDI
    HİÇ BİTMEYEN…

    VARSIN BU HAVA, BU SU,
    BU YERYÜZÜ KARGAŞALIĞA DÜŞSÜN
    İNSANLAR, HAYVANLAR, KURTLAR KUŞLAR MAHVOLSUN!
    SONSUZA DEĞİN LANETLİ OLSUN,
    BU NEFRET EDİLESİ GÜN
    EN GÜZEL, EN ÇOK SEVDİĞİM VARLIĞI
    KAPIP GİTTİĞİ İÇİN

    Onur Sezgin 30/11/2008


    LODOS YİNE SERT ESİYOR,
    YAĞMUR DAMLALARINDA HİÇ BİTMEYEN BİR TELAŞ
    UZAKLARDA ÇOK UZAKLARDA BİR BEBEK AĞLIYOR
    DÜNYA BİR EKONOMİK KIRİZ İÇİNDE
    ANCAK İLHAM PERİM ÜMİTSİZ DEĞİL

    Onur Sezgin 29/11/2008

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (3)

Onur Sezgin