An Çalmak
“Üç vakit”; geçmiş, gelecek ve “An”!
Zamanın 3. Boyutta izafi algılanması, 1. Ve 2. Boyutlarda zamanın aslen olmaması konusunu önceki yazılarımda sık yazdım! Zaman, 3. Boyutta doğrusal gibi algılanır ama tüm boyutlardan topluca bakılırsa aslen zaman yok! “Kuantum fizikte çifte yarık” deneyindeki gözleme bağlı belirleme konusunu hatırlayalım! Gözlemci, zerre boyutunda durumu zaman-mekan, iyi-kötü, büyük-küçük şeklinde gözlemciye izafi belirler! Zerrenin aslında “Küçük” olmadığı, bütün ile aynı özelliğe sahip olduğu; 2. Ve 1. Boyutlarda zerre ile bütünün aynı işleyişe tabi olduğu söylenebilir! Çünkü 3. Boyuttaki izafiyetler, algıyı yanıltır! Bir şey, zaman-mekan, iyi-kötü, büyük-küçük şeklinde izafi olarak belirlenmemiş ise bütünün aynıdır! Gözlemci, gözlem ile göreceli olarak algılar ve o algı sınırına hapsolur!
Gözlemci, izafi belirleme yapmadığında da algılayamaz! Yani gözlemcinin 3. Boyutta algılaması için 3. Boyutun dar alanına sıkışması kaçınılmaz! 3. Boyutun izafi alanına sıkışmadan algılamak mümkün olmadığına göre sınırsız potansiyel nasıl fark edilebilir?
..
Hoşgörü genel olarak, farklı inançlardan olanlar ya da dini inançsız olanlarla kavga,savaş etmeden, karşılıklı haklara saygı gösterilerek kardeşçesine yaşamak gerektiği anlamında olmalıdır.
Fakat bunun gerçekleşebilmesi dolayısıyla demokrasinin gerçekleşebilmesi için ortak bir değerimiz, uymamız gereken ortak bir ölçütümüz olmalı ki bu da gerçek laiklik ve demokrasidir. Baştan beri ve şu an ülkemizde uygulanan laiklik gerçek laiklik olmadığı için, demokrasi ve hoşgörü için yeterli değildir.
Gerçek laiklikte devletin dini olmaz, devlet, hiçbir dini inancı yada mezhebi aşılamaya kalkmaz, Kuran kursu açıp körpe beyinleri zehirleyemez, topladığı vergilerden dini inanç aşılamak anlamında dini hizmet için kullanamaz. Liseleri İmam Hatipleştirmeye, dini eğitime geri dönmeye kalkışmaz. Laik devlet lise çağına gelen öğrencilere yalnızca ayrıcalık tanımadan dinler hakkında bilgi veren devlettir.
Diyanet başkanlığı şu anki uygulamasıyla laikliğe ve demokrasiye aykırıdır. Diyanet ancak camilerdeki fetvaları yada İmam hatip liselerindeki dersleri laikliğe uymaları için denetlemek amacıyla olabilir belkide.
..
Kim Yaptı?
Bir sistem ve zeka ürünü olan bir şey, bu evrenin kendisi de olabilir.
Kim yaptı? Bu soruyu vicdan sorar, cevap ister!
Bu soru üç ana durumu da netice verir.
1-Tanrıya inanan, tanrıya havale eder, izahını da evreni algılamasına izafi olarak veya nakil bilgilere göre izah eder! Dinsel kaynakları delil gösterir, mantıken de “Bir şey var ise onun sahibi vardır! ” şeklinde akıl yürütüp; o halde sahibi dinsel kaynaklarda belirtilen Tanrıdır şeklinde bir sonuca varır. Bu sonuç inancın ürünüdür, inancını destekleyecek her delil bilinç olacaktır! İnancını içselleştirecek vicdani delilleri anlayamaz veya bulamaz ise taklidi olarak inançta kalacak! İster inançta kalsın, ister bilinçlensin sorusuna cevap bulduğunu düşünerek huzurlu olacak!
..
İnanç ki boş verilmiş, takva mı önemsenmez?
Bâtıl endişe verir, maddeyle ilerlenmez…
Maneviyat mutlak şart, maddiyatın içinde,
Fakat hep madde olmaz, Hakk’ın hakikatinde…
(1996)
..
Elem bahçesinde hazza soyunduk,
Gelecek zamanlara genişçe serdik çulu.
İnanç yağmurlarında yıkandık yunduk,
Yorduk yarını dünle, eyleme koştuk duru.
Sessizliğin sedası, ses verdi uzaklardan
Açtık gönülden perde, dedik bizden buyuru.
..
Yarın farklı, gün aynı
Bu gün farklı, dün aynı
İnsan farklı, gen aynı
Baskı farklı son aynı
Renk değişik, gön aynI
İnanç farklı, yön aynı.
..
Bu yanılgı, belli bir tür ahlakın, ilkten beri varlığı ilkesinin, sürüp gelen değişmezlik algısıdır. Bilgisizlikle cehalet, yan yanaşlığıdır. İnsanları geçmişten günümüze hep bir aile içinde tasavvur ederler. Hâlbuki bu günkü aile şöyle böyle 2000 yıldır var. İsa döneminin inançlarına bakılırsa daha babasız doğumların yani kutsal evliliklerin eski toplumlarda aitleşmeye değin, toplumun kendi kurumunu oluşturma çaba ve gayreti içindeki süregelen tutumları, gibidir. Oysa cahil bilmezliklerimiz şaşmaz, bir direkte edilmiş kanılarımız, bize ilkten beri süre gelen bir ahlaki tavır var sanılaşırlar.
Ahlakı ilkten beri değişmezlikle var sanmanın ikinci bir handikap da, kendimiz için ister olduğumuzu, başkası içinde ister oluşumuzun, kısmi doğru oluş mantığının yanılsatması ve pranga oluşudur. Daha doğrusu, bir gerçeklik yansıtır olan her tutumsalın; genel geçer mutlak her durum ve zeminde doğru imiş gibi algılatılıp algılattırılmasıdır. Bu tür saltıkçı ahlaktan her hangi bir sapmayı, kişisel grupsal ve toplumsal belaların garkına gidişin cevazı olarak kişiler, değerler.
Kendim için istemediğimi bile istemeyeceğim; ama başkası için isteyeceğim o kadar çok şey var ki. Bu kendi öznel ihtiyaçlılık belirleniminizi; ahlaki ölçü temeline oturtma ve saltıkçı olma kusurunuzdur. Bunu; Tanrı'sal buyruk gibi kurallaşmaksa, alabildiğine yanlıştır.
Hâlbuki insanoğlu yeryüzünde var olalıdan bu yana, milyonlarca sene ne ahlaklı ne ahlaksız oldular. Ne de ahlakı hiç bilmeden, tanımadan yaşadılar. Yani milyonlarca sene ahlak yoktu. Eşdeyişle bu mantığa göre insanlar ahlaksızdı! Dünya: insan bilinci doğayı üretmeyi bilen bir olgunlukta olmadığı için, ahlakı ve ahlaki olgunluğu da üretmeyi de, bilmiyordu. Yani Dünya ahlakı bilmiyordu. Dünya ahlakı, insanın toplum aşamasıyla bildi. Dünya ahlak kavramına insanın tolum aşaması ile geldi. Buda yaklaşık on bin yıllık bir sürece tekabül etmektedir.
..
5- Bunlar, işte Rabblerinden bir hidayet üzerindedirler ve bunlar işte felaha erenlerdir.
Bunlar öznesi ile işaret olunan, insanlar içinde seçkin bir sınıf oluşturan Allah’a İman, İtaat, Muhabbet ve İtimat vasıfları ortaya konulmuş olan muttakiler; Yaratıcılarının yaratış gayesini idrak edip, O'nun rızasını kazanma amacını yaşam gayeleri gördüklerinden; yaratılış gayeleri doğrultusunda yaşayanlar, hayatlarına anlam kazandırıp, tabiatın, tesadüfün, ve kendi kendine oluşumun anlamsız, amaçsızı, kahredici yalnızlığından, kalp ve ruhun hezeyanlarından kurtulup;
Allah tarafından ebedi bir saadet âlemini kazanmaları amacı ile yaratılmış olduklarının inanç ve umudu içinde var oluşun ruhlara kazandırmış olduğu sonsuz mutluluk ile hayatı sonu sıfır olan dramatik bir sahne oyunun, zorlu işlerde çalıştırılan bir esir kampı veya idam emrinin verilip infaz gününün beklendiği bir esir kampı olmaktan kurtarıp, saadet saraylarında ebedi yaşanacak alenim kazanılacağı bir ticaretgah ve bir bekleme salonu haline getiren hidayet üzere olup, felaha kurtuluşa erenlerdir.
Vel ilm-u indellah lay-elemul ğaybi illallah.
..
Varım yoğum inancım,cep delik cepken delik
Zaman da aleyhime çalışıyor üstelik
Güya, maddeye hakim olma makamındayım
Güya artık bu yolda ölme kararındayım
Bir kuru inançla ben fatih olsam kime ne?
Kaybolurum bir anda yokluğun sinesinde
Daha adım atmadan zaman beni alır da
..
11] 2-Toplumsal aidiyetler, belli bir üretim tarzı ve belli bir üretim ilişkilerinin söyleş ildiği aidiyettirler. Buradan yükümlü oluşlardan ötürü, genel birleşmeleri vardır. Toplumsal aidiyetler, bugünkü haliyle, sizlerin yaşamınızı tek başınıza üretemeyeceğiniz denli kolektifçe geçmişli içeriktedirler. Toplumsal aidiyetler, geçmişe indirgenip, ayrılmayan, üretim ve tüketimlerin paylaşım alanıdırlar.
3- Üretim tarzınızın ve üretim ilişkilerinizin, paylaşımlarına dek, düzenleyen sözlen ilmesi; toplumsal meşruiyettik aidiyetinizdir. Ve icabı hal ile değişir olan hukuk birliği aidiyetliğidirler.
4-Toplumsal hukuka dek sağlayışların belirmesindeki tutumlar, eş deyişle, karşılıklı etkileş enli taraflar olaraktan; toplumun bir yurttaşı olaraktan; hak ve görevlerimize dek sağlanıştı olan girişmelerimiz de, aynı zamanda bir demokrasi aidiyetliğimiz olmaktadır.
5-Toplum, hep yeni durumlarla, daima; sözleşen ilkeler aidiyetliğinizdir. Ki demokrasi aidiyetliğinin çalışmasıdır bu. Demokrasi sözleşmenin beliren gücüdür. Demokrasi akla gelip, yakıştırılan; sanı kanı türcü soyut ifadelerimizi, halk sal alanla, toplumsal alana değin oluşla her bir alanlar işleyişinin içine doğru, kendi fantezilerimizin, diğerine yük edilmesi olgusu, asla değildir.
..
Hatta daha bir şahin göz rabbani; kuyu-çöl-su ve kaz gibi sözcüklerinin müştemilatından GAZ ima eder, izafe halinin çıkarılabileceği de açıktır. Bir gün çöllerde su gibi petrol bulunacağının delaleti bile sayıp, bize; neler neler söyleyebilir. Burada tek açmaz yanı, bunun olacağının o günlerde, değil de, petrol bulunduktan sonra, Ya da ABD ırak’ı işgal ettikten sonra, yorumlanır oluşudur. Bu tür mucizeleri, yığınlarca cümle ile yapmak olası.
Üçüncü anlamda da, Tanrı Musa'ya biraz sitemle der ki; ne susuzluk çekip, nida edersin, akıl etmezler gibi sızlanırsın, demekte. Burada “”kaz”” hem eşme, hem de akıl etmemelik budalalık anlamında kullanılmıştır. Bir gayret göster ki zaferi ben sana vereyim demiştir. Böylece, gayretin (kuyu kazmanın) bizden, başarının (suya kavuşmanın) Tanrı'dan olduğunu, tüm insanlara da, bunu vaat ettiğini söylemiştir, diyebilir daha derin bir din bilir.
Hele bir de bunun daha cin fikirli, derin düşünen bediüzzaman nitelikli din biliri olursa, yemede yanında yat. Diye bilir ki; efendim ””kaz”” sözcüğünün kökü “az”dır. Bunun başına ve sonuna ön ve son ek getirilerek, yazıldı mı; yaz, caz saz. Gaz. Ya da; azı, aza... Gibi anlamlara da, girer. Kaz dahi “”az”” sözünün başına “”k”” ulanması ile elde edilmiştir der. Buradan da, daha bir zamanlar üstülük çıkar. Daha bir mucizeler çıkar. 2600 sene önceden bunu kim bile bilirdi ki?
Bakın efendim kuyu ve kaz, yan yana kullanılınca akıl almaz bir anlam ifade eder. Kuyuyu kaz sözündeki, kaz fiiline “k” ön ekini düşürtüp, “g” ön ekini aldırır. Buradaki fevkaladelik ses benzerliğinden anlamlar yükleyerek zamanlar üstü anlatımı gerçekleştirmek soyut mükemmelliğidir. Daha bunu kimse başaramamıştır! İşte o zaman mucize cümlemiz oluşur ””kuyuyu gaz”” gaz petrol demek. Petrol kuyularda olur. Kuyularda bu gün, daha ziyade Irak'ta var. “”kuyuyu kaz Musa” derken Musa'daki “”M”” ön ekini atınız, kök anlam olur USA anlamı var edilir. Bu ne demek? USA (ABD) Irak'ı işgal edecek. Bakınız kuyu-gaz usa. Üçü bir yerde ve yan yana. Musa bir Kıptıyı öldürdüğünde aylardan marttı, Musa 20 gün çöllerde gezdi bu ayet 20 inci bölüm 03numaralı baptır. Buda şu olur 20 Mart 2003 de Amerika Irak'ı işgal edecek. Hakikaten de Amerika 20 Mart 2003'te Irak'ı işgal etti... İşte mucize, işte zamanlar üstülük, işte kehanet.
..
44-] Devletin de kimi sürekli olan talebi, vatandaş istesin ya da istemesin; yerine getirmesi, hem bir sorumluluğudur, hem de toplumların demokratik tutumlarının mesuliyeti girişmesi içindedir. Çünkü toplumun kolektifin sözleşmesi, ya da toplumun sözleşen bilinci; bireyin ve kişilerin bilincinden aşkın ve üstündür. Çünkü kolektif bilinç, geçmişin devamlılığında ve geçmişin inşa malzemesi üzerinde bir süreklilik olmasıyla ve özgeciliğiyle, bu üstünlüğün gerekliliğidirler. Toplum, zaaftı duyguyu taşımaz.
Toplumun kollektif bilinç gücü kişilerden ve toplumun toplamından biraz fazla bir gerçekliktir. Tüzel işleşiştirler. Toplumun otoritesi, toplumun sözleşmesi, toplumun bilinci ve toplumun her tür gücü bu kolektif olan bilinç gücündedir. Her tür arşivleme, depolama, müktesebatlar, araştırma geliştirmeler hafıza ana odağıdır.
Kişiler, toplumsal talepte olmayan meseleleri, örneğin, başörtüsünü, dine uygun yaşama ve dinsel yargılanma isteği, gibi konuları topluma taşımamalıdırlar. Toplumsak kolektif bilinç ve hafıza bilinciniz daima kişi zaaflarından ezici olacakla üstündür. Bunlar, bireysel sanı ve kanıları içeren, kişi keyfilikle etnik tavırlardır. Bunlar demokrasi, insan hakkı gibi, toplumsal kültür kavramları içinde asla mütalaa edilmemelidirler.
Bu tür taleplere, toplumsal olan icranın toplum içinde halksak olana bir çeşit kör bakması zorunludur. Kişi ve halk öznellikleri, toplumsal toplumsak işlevsizliğinden ötürü sistemin filtresi nedeni ile kat kazancı olmayan bir işlemdirler.
..
sayın şafak paveyin konuşmasına aynen katılıyorum.yrinde ve çok duyarlı bir konuşmaydı. şafak hanımı eleştirenlere bir bakıyorum dünyadan haberi olmayan ve demokrasinin ne olduğunu bilmeyen klişeleşmiş mantıkla değerlendiren yaklaşımlarla karşı karşıyayız.
Türbanı özgürlük sorunu olarak görenlerin başkalarının özgürlüklerine müdahale etmekten geri kalmıyorlar.türbaın özgürlük sorunu olarak görenler, şafak paveyin pantolun giymesine müdahele edenlerdir.okullardan zorunlu din dersi getirip alevi çoçuklara zorunlu din dersi veren zihniyettir.cem evlerini cümbüş evi olarak gören zihniyettir.cem evleri ibadet yeri değildir. ibadet yeri camidir diyerek alevileri zorla camiye sokmaya çalışan zihniyettir.oruç tutmayanları işten kovan hatta zaman zaman katliam yapan zihniyetir.kapalı kadınları överken açık kadınlara sürekli hakaret eden anlayıştır.türbana özgürlük diyenler insanların yaşam biçimine müdahale eden, insanların yemesine içmesine karışan giyimine kuşamına karışan zihniyetin temsilcileridirler. başkalarını özgürlüklerini yok ederek kendi yaşam biçimini o yok etmek istedikleri yaşam biçiminin üzerinden inşa etmeye çalışan bir siyasi hereketle karşı karşıyayız..toplumu tek tipleştirme operasyonuyla karşı karşıyayız. eğer böyle devam ederse gün gelir herkesi başını kapatmaya zorlayacaklardır.bütün insanlar baskı altına alınarak sünni inancın dışındaki bütün inançlar yok edilerek cezalandırılabilir. çünkü gidişat böyle göstermektedir.
Devlet insanların ne giyeceğine karışmasın diyorlar. evet devlet insanların ne giyeceğine karışmasın bizde diyoruz karişmasın. ama devlet insanların neye inanacağına neye inanmayacağında karışmasın insanların nerede ibadet edeceğine yada etmeyeceğine karışmasın. insanlara zorla inanç aşılamaya kalkmasın.insanların içki içmesine karışmasın. açık giyenmesine karışmasın.. insanların düşüncelerinin şekillendirmesine karışmasın.devlet dini kuralları hukuk sisteminin içine koymaktan vaz geçsin.alevi köylerine zorla cami yapmaktan vaz geçsin. ve şu anda bütün özgürlükleri yok eden bütün bunları yapann bir iktidarla karşı karşıyayız.iktidarın istediği tek özgürlük kendi siyasal düüşncesine ve siyasal tabanınadır. başka alanların özgürlükleri iktidarı ilgilendirmediği gibi ayrıca yok etmeye çalışan zihniyette olan bir iktidar var karşımızda. türbana özgürlük diyeceksiniz ama diğer tüm alanların özgürlüklerini yok edeceksiniz bu tamamen iki yüzlü bir politikadır.
..
Devir değişsede, değişmez zihin
Aşk bir inanç olmuş, sevdası ölüm
Derde deva olmuş, dediğin rehin
Zihin baki kalsa, zamandır zulüm
Bahattin Tonbul
30.6.2013
..
Ne dost akran da vefa ne dünyada bir tat var,
İnanç edep müstesna yaşamda zayiat var.
Değil midir ki zaten imtihan dediğimiz;
Kula yoldaşlık eden bir tek maneviyat var.
21.03.2014.ANKARA.
..
Oysa hiç inanmazdım...
Sen gittikten sonra birde
batıl inanç edindim,
İşte kulağım ne zaman çınlasa
belki diyorum o düşünüyordur..
..
İNANÇ ÇAĞI
Suyun altından boğaz, iki koldan geçildi
Marmaray, Avrasya’yla; yeni bir çağ açıldı…
20/12/’16
Hanifi KARA
..
Aklıma geldikçe,
Ağlamak geliyor içimden,
Aman Allah’ım,
O ne inanç, o ne iman….
1997
..
Bu nedenle toplum; inançsal talepleri, toplumsal uhdeye, hoşgörü olarak dahi kabul etmez. Toplumun hoş görüsü yoktur. Bu nedenle inançsal ve ajiteleşmiş simge, andırışlı biçimler taşımak ve temsililikler toplumda; ne hakkınız ne hoşgörü algılanırlığınızdır.Ayrıca bunlarla ne de kamuda, toplumsal hizmet alıp veririken dahi, toplumun hoşgörüsüne mucip olmaz. Toplumun hoşgörüsünü ister olmak, toplum ve halkı bilmemekle eş anlamlıdır. Kavramları tamamen birbirlerinin yerine koymaktır. Kavramları iç içe geçirmektir. Hatta kavramların nasıl anlamsal evrimleştiğini bilemeyip, sapla samanı karıştırır olmaktır. İkileme düşmektir.
Şu da açıklığa kavuşmalı. Laiklik çeçitli inançların toplumda yan yana yaşarlığı değildir. Bu halkın özel yaşam isteğini ve hoşgörüsünü bilmemek ve karıştırmaktır. Toplum üretim yapılan yerdir. Üretim yapmayı desteklemeyen, karışmacı tutumlar ve oluşumlar, toplumun yaşam kullanım alanı içinde, müdahil değildir. Kendimizi inançsal serbestlikle gösterme hakkımız vardır. Ama burası halk özel ve kişisel yaşam alanıdır. Toplumsal alan değildir.
Bir laboratuvarda, bir hastanede, ya da bir makinanın başında; toplumsal hizmet ve emek üretirken, inançsal serbestliğinizi göstermek, ne işinizin, ne hizmet talebininin mecburi gerekliliği değildir. Toplum sizden böyle bir yüküm ön görülmez. Toplum (üretim alanı) ne de sizin bu keyfiliği sergileyeceğiniz alandır, ne de, gezinti dikkat çekme alanıdır. Burası emek üretim koşullu tutumların, zorunlu olduğu alandır. Burasının mesaili durumlrı hizmet alır, ya da; hizmet verirliği, sizin özel yaşam alanınız olmadığını kesinlikle belirler.
Hiç bir inanç, yada dinsel tutumların, birakın bir bütünsellik içinde olmasını,insanın toplum olmasından önce değildir. İnsanların toplum oluşunu, biçimlenişini, toplumun birden en azında bu şekilde ortaya çıkışını ve bu şekil oluşunu bilir ve belirler değildir. Çünkü kendisi gelişmenin dışında olan, gelişmeyi bilip dönüştüremez ve ona uygun olamaz. Öyle güvenli eminsenme olanı, insanlık o alanda kullanıp yararlanmaktan vaz geçer mi. Nasıl yararlı bir şeyiörneğin kazak örmey, unutmuyor vaz geçmiyorsa, inançlarında bu yararlılklarından vaz geçilmemeli idi. Hele inançların toplumu düzenlemeye muktedir olduğunu söylemek, tam bir gelişme ve toplumu bilmemekle eş anlamlıdır.
..
Dinden daha samimi, sarılmışsın partine!
Hiç baktın mı parti de; eksi nedir, artı ne?
Dinden taviz verirken; ondan niye vermezsin?
Söyler misin Hak yanda; inanç nedir, parti ne?
Cihat ŞAHİN
..