O, geri alınamayan bir eylemdir. Var olduğunu iddia eden her şeyin, aynı anda yokluğa doğru kayışıdır. Ne bir hızdır ne de bir mesafe; sadece olmak ile olmuş olmak arasındaki o sürekli, kaygan boşluk.
Bir cetvel gibi ölçülür, ama asla bir nesne gibi tutulamaz. Onu somutlaştıran, sadece bıraktığı izlerdir: bir yüzdeki kırışıklık, bir binadaki çatlak, bir melodinin sessizliğe karışması. Zaman, kendini her an tüketerek var olan, cömert ama acımasız bir kaynaktır.
Geçmiş, birikmiş bir ağırlık; gelecek, henüz hafif ve biçimsiz bir vaattir. İkisi arasındaki tek gerçek yer ise, sürekli kendini iptal eden, asla yakalanamayan o şimdi noktasıdır. Saatlerin tik takları, bir ilerleme sesi değil; aksine, imkanların tek tek öldüğünü ilan eden monoton bir alarmdır. Zaman, evrenin içinde yüzdüğümüz, ama asla tam olarak göremeyeceğimiz o şeffaf, görünmez nehrin adıdır.
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta