(…)
Kendi cennetime geliyorum, yeşil Bakırköyü’ne. Eyüp’te
evler yan yana, oyun alanı yok denecek kadar azdı; yâni
bitişik nizam denilen bir mimarî yapı vardı. Belki çok eski
bir semt olduğundan. Ancak Bakırköyü yeşillik ve özgürlük.
Tabii ki merkezi öyle değil, merkez sahile doğru özellikle,
bitişik nizam. İstasyondan sonra yukarıya, Londra
Asfaltı’na doğru, yeşil, bahçeler, eski ahşap konaklar, yazlık
sinemalar. Koş koşabildiğin kadar. Babam, iki katlı evimizin
bahçesine özenle bakar, gözüymüş gibi korurdu; çeşitli
meyve ağacıyla, sebzesiyle-bitkisiyle (domates, kıvırcık,
maydanoz, salatalık, biber, karalahana vb.) ve özellikle de
haziranda açan güllerle bezeli bir bahçe... Yalnız
Bakırköyü’nde değil, belki İstanbul’da bile bulamayacağınız
frenk üzümü ile çok değişik bir meyvesi olan Karadeniz
kıyılarının özelliği karayemiş ağacı birlikte yer alırdı. Hani
biraz da bir sentez...
Bakırköyü hep öyleydi, merkezdeki bitişik nizam dışında
yâni çevresi iki katlı bahçeli evlerle doluydu. Gül, hanımeli
ve ıhlamur kokan bir semt, ilkbahardan sonbahara. Özellikle
de köşkleri vardı: asırlık, çoğu yangınlardan kurtulmuş,
biz geldiğimizde elli-altmış yıllık. Sonra birer birer çirkin
apartmanların ortaya çıkması, görüntünün betonlaşması; bir
dönem, yıllar süren bir inşaat alanı. Kalabalık kalabalık,
üstelik bile isteye hazırlanıp uygulamaya konmuş, seçim
yatırımlı “göç” politikasının getirdiği “kötü” değişim. Tüm
İstanbul böyle değişmiyor muydu, değişmiyor mu?
Kirlenmiyor mu?
(…)
Marmara’ya Kıyamazdım!
Bakırköyübozluyordu, İstanbul bozuluyordu ve bizler
de büyüyorduk! Kuşkusuz büyüyünce de sigara, içki
“hakkı” elde ediliyor. Kimse size vermiyor, siz öyle bir hakkınız
olduğuna hükmediyorsunuz ve başlıyorsunuz tüttürmeye;
tabii ki önce gizli gizli. (Bir “özenme”yle başladığını
söylesek, yanlış mı olur?) Üstelik yazlık sinemalar da
bunun için birebir, öte yandan yakalanabilirsiniz de; annebabanızın
tanıdıklarına, düşük çeneli komşulara. Ne var ki
etrafı kollayıp, film başlar başlamaz bir tane yakabilirsiniz
de. Gerçi sigaraya çok genç yaşta başladım ve genç yaşta
bıraktım!
Hele aşklar varken; hele de karşılıksız durumlar varken...
İstiklal Caddesi’ndeki Çiçek Pasajı’na geliyor, harçlığınızın
son kuruşuyla arjantin içiyorsunuz; dönerken de hafiften
diliniz dolaşıyor. En güzeli, yaz akşamları Bakırköyü’nün
sahiline iniyorsunuz, köpek öldüren almışsınız, kayaların
üstünde yumruk mezesiyle içiyorsunuz yâni şarabı yudumladıktan
sonra elinizin tersiyle ağızınızı siliyorsunuz, başka
“meze”niz yok; karanlık dalgalar sanki yüreğinizin çığlıkları,
arkadaşlarınızla içip içip, boşalmış şişeleri koyu karanlığa
fırlatıyorsunuz. Fırlattığımı anımsamıyorum, sanırım o
zamanlar da Marmara’ya kıyamazdım! Şimdi de.
(İstanbul’da Mavi Bir Terreddüt, Literatür yay. Nisan 2013)
Kayıt Tarihi : 19.4.2016 12:15:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!