İsa peygambere sordular:
"Bize öyle bir şey söyle ki, onunla cennete girelim..."
~
Ben, sonsuz bir yola çıkıyorum sevgilim;
Yanımda şeyhim, kardeşim ve hatta İsa var.
Hasretinden yanmayayım diye cebimde duruyor gözlerin;
Yerler hep cam kırığı, dağlar hep tüfekli, kurbanlıktır kuzular.
Bavulumu hazırladım; içinde memleketi akıttığım enstrümanlar var:
Kitaplarım, gözlüğüm, sigaramla çakmağım, termosumla katanam, zenith ve biralar...
Termosumda çay var, çay içiyorum;
Bu; insanoğlunun çektiği varoluşsal krizlerin üstüne serdiği battaniyenin suyunu sıkıp, eroinle damıtması manasına gelir.
Bunun en güzel örneği sayıyorum ki...
Burjuvanın çay içmemesidir.
Onların zevkleri daha rafine:
Kan, toprak, şakşak ve Quaalude gibi.
Çay içerken kıyasıya şiirler yazıyorum sevgili
Telaşlanma, bu halatı boynuma geçirdiğim anlamına gelmeyebilir.
Battaniyenin yetmediği vakit harladığım bir ilkokuldur şiir;
Damıtılmış halinin damıtılmış hali tabii...
Bilakis, aklının giydiği pabuçlarını dama fırlatır zihnimin hikmeti!
Fıtraten bu fikirler sana yanlış geliyor olabilir ama alışmalısın!
Alışırsan esir düşersin kemik tutanlara;
Bu da çürümek için attığımız adımlardır "uçmağa" denen lağımda!
Alışamazsan şehit düşersin!
Yokluğun cennette ete kemiğe bürünür.
Vücuduna; varlığındaki her an,
Cam kırıklarının ruhuna nüfuz etmesiyle ulaşırsın;
Ve... Arafta kalanlar seni unutmazlar.
Ondan çay bardakları ve şiirler devriliyor göğüslerime,
İçinden alıp dünyayı çekebileyim diye.
Hayat sana cımbız vermez ise bir laf cambazı olursun;
...Buna şair derler.
Annem gibi misal...
Misliyle damıtılmış ruh hali, bana
merhametten örülmüş gömlekler giydirir.
Rabbim... Bu gömlekler çok kalın;
N’olur farkındalığımı biraz olsun indir.
Çünkü ben sen değilim
Ve...sen de ben değilsindir.
Öyle bir uçurum bu, öyle bir mağara...
Kargalar için su dövdüğüm havanlarda,
Hiçbiri inandıramazdı beni merhametle sevdaya;
Ama ah şu senin dilin... çok tatlı gelir damarlarıma.
Pek yasaklı bir elma resmediyorum:
Bir zenci, yere mıhlanmış gibi annesini arıyor.
Ağlıyorum... Bak, ayakları çıplak bir çocuk,
Oyuncağına kumdan surlar örüyor.
Yürümeyenler için pek şefkatlidir yollar:
Kuzu kırıklı kurtlar, bayatlamış ekmekler, ağ tutmuş mağaralar...
Ondan oydum gözlerini, sevdim diyedir bağışla...
İnan şahit olmak istemezsin şu izahsız günahlara.
Ellerimle ellerine vereceğim!
kalbinin aynasını,
N’olursun sabret!
Kalkanım oluyor gözlerin
Belki buluştuğumuzda dudaklar yapar ellerin yaptığını...
Ben yeniden dünyaya gelsem, yeniden seni severim.
YOLLAR PEK ŞEFKATLİDİR YÜRÜMEYENLER İÇİN!
Ah şu gözlerinin meryem hali sevgilim...
Suyudur, ekmeğidir, kibridir nefsimin;
YENİDEN DÜNYAYA GELSEM, YENİDEN SENİ SEVERİM!
BEN BU YOLU ARKAMA DÖNMEDEN YÜRÜYECEĞİM!
Yerler hep cam kırığı, dağlar hep tüfekli,
Yanımda İsa duruyor, kaybetmiş ellerini.
Yanımda şeyhim var, gözaltları sürmeli;
Ve senin gözlerinin meryem hali... Ah, yolların ta kendisi!
VİA OMNİA VİNCİT!
Etsi non credis, veritas omnia vincit!
Yollar tükendi, biz tükendik, çok leziz darbeler yedik,
Ruhum cihana taşıyor, derim hâlâ yerinde, aklım çamura saplandı.
Lâl oldum, kaldım yapayalnız...
~
Ve İsa peygamber buyurdu:
"KONUŞMAYINIZ!"
Kayıt Tarihi : 22.12.2025 00:15:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!