Sana fani demek acizlik olur....
Dümeni deryada dönmeyen dünya
Riyakâr riyayı, rasatta de bulur
Âlim ihlâsını yormadan dinmez
,
Doğar mı, yansır mı, söyle zamanlar?
Ara ey! sevdiğim
Sevgi çiçekleri solduğu zaman
Ara ey sevdiğim sen beni ara!
Diz çöküp önünde yalvarıyorsam,
Yüzde değil çok derinde bu yara.
Böyle bil
Serüveni sevda sanan güzelim,
Naz çekekerim, sitem çekmem böyle bil!
Anılarda ağlıyorsa ezelim,
Meftun gözde yaş olsamda hemen sil.
Yıkıldı tabular, sırada ülke
Yaşa Avrupalı, vallah bin yaşa
Dönüştük vidaya, söz büke büke
Yaşa Avrupalı, vallah bin yaşa
Sevmek, günah olsaydı
Tanrı bizi, sevmezdi
Hasret kolay olsaydı,
Ceza diye ad vermezdi
Yeşil yaprak, al olunca
Cumhuriyet
Cumhuriyetim vurdu, çağdaşlık mührünü
Yurdumun erişilmez, dağına, ovasına…
Mimar oldu, may oldu, ümmeti millet yapan
Y olladım
Sevgi sevdalıların doğmayan güneşidir,
Güneşi doğmayanlar hep mahşerde birleşir
Deseler yarın mahşer ahım arşa ulaşır.
Sönmeyen ateşini göz yaşımla külledim
....Yarıyıl tatili bitmiş, hala kış şiddetinden bir şey kaybetmemişti. Evlerinin sıcak sevgilerinden ayrılarak gelen öğrencilerin yanan yüreklerine inatçasına Bingöl’ün karlı sokakları buzdan birer kayak merkezine dönmüştü. Öğrencilerin yapmış oldukları kardan adam, sırıtarak dururken, kandillenmiş su damlacıkları bir türlü saçaklardan düşmek bilmiyordu. Bu kandilleri, saçaklardan değilse de, gönüllerden düşüren bir Türkçe öğretmenleri Beşir bey vardı.
Beşir bey Kars’ın Posova ilçesindendi. Öğrencilere bol bol Karslı aşıklardan şiirler okur ve kendisini de Karslı Aşık Çobanoğlu’na benzetirdi. Azeri türküleri söylerken, ya sazı Azeri türkülerine uydurur, ya da Azeri türkülerini saza uydururdu. “-Men seni çok sevirem” diyerek başladığı Azeri konuşması öğrencilerin çok hoşuna gider, sık sık tekrar için öğrencilerden istek alırdı.
Yine sıcak esprilerle derse başlayan Beşir Bey,
“-Çocuklar, herkes niçin okumak istediğini yazsın. İkinci saat okutacağım.” Diyerek ödevlendirmiş ve kendisi de yarım kalmış romanına göz atıyordu. İkinci saat girişinde, öğrenciler Beşir Bey’i ayakta karşılamış ve kendisinden bir dörtlük dinleyerek alkış tufanı koparıyorlardı. Sulu hareketleri adet haline getirmiş birkaç öğrenciyi uyaran Beşir Bey, derse pür dikkat kesilerek başlamıştı.
Öğrencilerden birkaç tanesi okula niçin başladığını okurken, düzeltici birkaç cümleyle düzelterek, sözü arkadaki Zöhre’ye veriyordu. Zöhre, o mikrofonik gür sesiyle, ders anlatırcasına tek tek anlatmaya başladığında tüm sınıfta adeta soluk almama derecesine varmıştı. Zöhre, konuştukça açılıyordu. Ve o anlamlı sözler sınıf duvarında yankılandıkça, öğrenciler ilim adına gururlanıyorlardı.
“-Arkadaşlar, ben ondört yaşında ilkokula başladım. Bu yaşta belki de çoğunuz okulu bitirmiş olacaksınız. Ben ilmim karşısında paranın yenilgisini gördükten sonra okudum. Çünkü babam bir aşiretin Şeyhi, ağasıydı. Mal ve servet dersen, fazlasıyla vardı. Şan, şeref dersen, dillere destandı. Bir gün büyük ablam bizleri ziyarete gelen ilçemizin savcısıyla tanışarak nişanlandı. Bir müddet sonra, savcı tek taraflı nişanı bozdu. Babamın çok zoruna gelmişti. Acaba namusumda bir eksiklik mi gördü, şerefimde bir leke mi buldu, diyerek hatırlı kişileri araya sokup, nedenini öğrenmeye çalıştı. Savcı, ne namusunda bir eksiklik ne de şefefinde bir leke olmadığını ve bilakis, bu konularda kendisinse hayranlık duyduğunu söyleyerek itiraz noktasını şu şekilde belirtmişti:
Eyyam dümbeleği
Eyyam dümbeleği olmuş Avrupa
Bir yanı davlumbaz biri darbuka
Feryadım halkıma,feryadım hakka
Akortuna ayar tutma kardeşim
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!