Gençtim, bir çağrı gibi indi üzerime gökyüzü,
herkes yürürken, ben kalırdım bir gölgeyle, tanıdık ama belirsiz.
Yüzümü ne yıkardıysa sabahları,
onunla ağlardım — bazen çiğ, bazen eksik bir dua gibi.
Ve o zaman, her şeyin bedeli yoktu;
ama her şeyin yükü, o anda, bende yankı yapardı.
Ağaçlara bakardım, kökler susar,
ama dal kırılırken, bir ses yükselir, çaresizce fısıldar.
Dünya..!
Sana ilk inananların çığlıklarıyla vurdun bizi.
Bir kadın vardı, saçları
sanki geçmişin kaybolan haritasının kenarlarına dönüşüyordu.
Ona düşmeye kıyamadım da,
bu yüzden yıllar boyu hep kendime düştüm.
Sesim,
çocukken söylediğim ilahilerin yankısıydı belki,
ama sonra her sevda, bir tür suskunluk öğretisine dönüştü.
Ben öğrendim:
Kalbinin içinde kimseyi bağışlamayan biriyse,
sesin bile ulaşmaz göklerin ta derinliklerine.
Yollara çıktım,
bir leyleğin gölgesine sarıldım — o da terk etti.
Ama suçlamadım onu, çünkü
her göç bir terk, her dönüş ise bir mucizedir.
Ve şimdi bu yaşta,
hâlâ kırılan dalların gıcırdayan sesini dinliyorum.
Ve hâlâ, içimde bir çocuğun sesiyle
"Bir daha başlasak" diyorum,
ama kimse duymuyor — ben bile.
Yarabbi,
şimdi bana ne yapmamı söylersin?
Göster bana, hangi dağın yamacında
unutulmuş bir ocak tüter hâlâ,
ben taşıyayım suyunu,
ben kırayım odununu...
Kayıt Tarihi : 19.4.2025 21:45:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!