Sabah, bir kahve kokusuyla başlıyor,
pencere buğulanmış,
dışarıda yağmur,
ince ince, yorulmadan düşüyor.
İçeride sönmüş bir soba,
külün üstünde bir sessizlik.
Ben aynı iskemledeyim,
aynı camın önünde,
aynı düşüncenin yüküyle.
Yaş kırkı geçmiş.
Saçlarımda ak değil, yorgunluk birikmiş.
Eskiden gülmek kolaydı,
artık yüzümde tebessüm bile temkinli.
Bir yanım geçmişe bağlı,
bir yanım ondan kaçıyor.
Yağmur,
ah bu bitmeyen yağmur…
Gökyüzü sanki içini döküyor da,
ben dinliyormuşum gibi.
Kaldırımlar, her damlayla biraz daha hüzünleniyor,
her çukurda biriken su,
bir zamanlar kurduğum hayallerin aynası gibi —
bulanık ve derin.
Bir kadın sesi geliyor uzaktan,
belki bir radyo,
belki bir anı.
Yüzünü hatırlamak bile yorucu artık.
Zaman, her şeyi solduruyor,
bir fotoğrafın yavaş yavaş kararması gibi.
Orta yaş,
garip bir yokuş.
Ne yukarı çıkabiliyorsun,
ne geri dönebiliyorsun.
Bir köşede solmuş bir çiçek gibisin —
kimse sulamasa da kök salmaya çalışıyorsun toprağa.
Bir dost aradım,
kimseye denk düşemedim.
Bir sevda bekledim,
ya geldiği gibi gitti,
ya da hiç uğramadı.
Artık ne beklemenin tadı var,
ne de unutmanın ferahlığı.
Yağmur hızlanıyor,
camda küçük nehirler oluşuyor.
Sanki gökyüzü yaşlanıyor benimle birlikte.
Bir martı geçiyor uzaktan,
kanatlarında telaş,
bende sadece sükûnet.
Bir zamanlar bu şehir şarkı söylerdi,
şimdi sadece kendi kendine mırıldanıyor.
Ben de öyleyim işte:
ne konuşuyorum, ne susuyorum.
İçimdeki kelimeler bile yorulmuş artık.
Bir bardak çay soğuyor önümde,
soğudukça ben de duruluyorum.
Ve fark ediyorum:
her şey geçiyor,
insan bile kendinden geçiyor bir gün.
Yağmur dinmiyor,
ben de kalkmıyorum.
Bu masa, bu pencere, bu yalnızlık —
üçümüz de birbirimize alıştık artık.
Kayıt Tarihi : 19.10.2025 12:34:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!