Yabancı Gölgenin Altında Unutulan Hakikat

Ali İset 3
10

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Yabancı Gölgenin Altında Unutulan Hakikat

Bir zamanlar, dağların eteklerinde küçük bir kasaba vardı. Bu kasabanın girişinde, kimsenin nasıl ve ne zaman yapıldığını tam bilmediği eski bir su değirmeni bulunurdu. Değirmen yıllarca un öğütmüş, insanların ekmeğine bereket olmuştu. Ama zamanla yeni makineler çıkınca kimse eski değirmene uğramaz olmuş, değirmen çarkları da durmuştu.

Günlerden bir gün, uzak diyarlardan önemli bir misafir geleceği söylendi. Kasabalılar heyecanlandı; kimileri hazırlık yaptı, kimileri şaşkınlıkla olup biteni izledi. Misafir gelince, herkes onu şehrin en güzel yerine götürmek isterken, misafir sessizce:

“Beni o eski değirmene götürün.”dedi.

Kasabalılar şaşırdı ama götürdüler. Değirmenin yanında durunca misafir uzun uzun baktı. Sonra değirmenin altındaki kör kuyuya doğru bir taş attı. Derinlerden yankı geldi.

Kasabanın yaşlılarından biri dayanamayıp sordu:

— “Efendim, neden bu harabeye bu kadar ilgi gösterdiniz?”

Misafir gülümsedi:

— “Bu değirmen, su aktığı müddetçe dönmüş. Su kesildiğinde çarklar durmuş. Fakat insanlar, çarklar dönmüyor diye suyun akmadığını zannetmiş. Oysa su çoktan başka yönlere çevrilmiş.”

Yaşlı adam anlamadı:

— “Demek istediğiniz nedir?”

Misafir eğilip yerden bir avuç toprak aldı:

— “Bazen toplum da böyle olur. Çarkların gürültüsüne aldanır, suyun akışını takip etmeyi unutur. Suyun nereden gelip nereye gittiğini sorgulamaz. Çark döndükçe ‘her şey yolunda’ sanır, durduğunda ise paniğe kapılır.”

Yaşlı adam hâlâ merakla bakınca, misafir sözlerini tamamladı:

— “Hakikat su gibidir. Akışını değiştiren, yolunu eğip büken çok olur. Ama suyu takip etmeyip sadece çarka bakanlar, hakikati kaybettiklerini bile fark etmezler.”

Kasabalılar düşünceye daldı. O günden sonra değirmene değil, suyun kaynağına bakmayı öğrendiler.

İşte bu kıssanın bir değirmen üzerinden anlattığı şey, bugün içinden geçtiğimiz hâle kelimesi kelimesine benzediği için zihnimden çıkmıyor. Çünkü biz de çarkların sesine bakıyoruz; fakat suyun sessizce yön değiştirdiğini pek fark etmiyoruz.

Geçtiğimiz günlerde yaşanan Papa ziyareti ve ardından verilen kareler… Devlet başkanlarıyla yan yana duruş, okunan ilahiler, ortak sembolik jestler…
Kimine göre diplomatik nezaket, kimine göre olağan bir protokol; fakat mesele protokolün kendisi değil.

Mesele, bu görüntülerin tarihin hangi yatağına oturduğu.

Çünkü tarihte hiçbir sembol “yalnızca sembol” değildir.

Bu topraklar Haçlı Seferleri’nin hedef aldığı, yüzyıllardır İslam coğrafyasının ilmek ilmek gerildiği bir hafıza taşır. Haçlı aklının bugünkü temsilcileri elbette aynı kılıçlarla gelmiyor; bu çağda seferler kılıçla değil, diplomasiyle, imajlarla, algılarla, kültürle ve inanç sembollerinin dönüştürülmesiyle yürütülüyor.

Bugün sahnenin önüne çıkan Papa, tarihteki Haçlı ordularının komuta ettiği o zihniyetin dinsel ve politik geleneğinin lideridir. Elbette bu, kişisel düşmanlık anlamına gelmez; mesele şahıs değil, temsil ettiği paradigmadır.
Çünkü Haçlı orduları geri çekildi, fakat Haçlı aklı geri çekilmedi.
Kıyafet değişti, siyaset değişti, araçlar değişti — fakat amaç değişmedi.

Amaç neydi?

Tevhidin sesini kısmak, İslam’ı görünmezleştirmek, Müslümanı kendi kaynağından koparmak.

Bugün kullanılan yöntemler ise çok daha ince, çok daha modern, çok daha “uygar” paketlerde sunuluyor.

Diplomasinin parfümüyle kokulandırılmış bir görüntü, tarihin dip akıntılarını masum göstermez. Bir toplumun zihinsel savunma hattı, nezaket protokolleriyle delinmez; ama sembollerle gevşetilir.

Bu ziyarete eşlik eden görüntüler arasında, İslam’ın asırlardır mücadele ettiği zihniyetlerle yan yana verilen kareler vardı.
Yüzyıllar boyunca Müslüman coğrafyasını istila etmiş, Kudüs’ün kalbine haç dikmiş, İslam’ı batıl göstermek için medeniyetler arası savaş açmış bir geleneğin temsilcisi ile…

Ve bu karelerin “doğal, olağan, sıradan” gibi yansıtılması…

İşte burada durup suya bakmak zorundayız:

Bu çark neden döndü?
Ve su hangi yöne çevrildi?

Tehlike, bir ziyaretin kendisi değildir.
Tehlike, toplumun tevhid bilincinin yavaşça gevşetilmesidir.
Tehlike, inancın köklerine atılan sarsıntının normalleştirilmesidir.
Tehlike, sembollerin içinin boşaltılması ve Müslümanın zihninin “her görüntü mümkündür” algısına alıştırılmasıdır.

Müslüman, suyun akışına bakar; çünkü tevhid basirettir.
Tevhid, sadece bir inanç cümlesi değil; dünyayı okuma biçimidir.
Tevhid, kim dosttur kim değildir bilme iradesidir.
Tevhid, zulmü ve adaleti ayırt edebilecek feraseti diri tutmaktır.

Evet, diplomasi olur.
Evet, devletler konuşur.
Evet, misafir ağırlamak bir nezakettir.

Ama nezaket, hafızayı silmez.
Medenilik, hakikat ile aldanmak arasında ince bir çizgi değildir.
Müslüman, gülümsemelerin arkasındaki “niyet akıntısını” okumak zorundadır.

Bugün Papa’nın gelişiyle verilen görüntüler, yalnızca birer çarktır.
İçinde bulunduğumuz çağ ise çarkların en çok döndüğü çağdır.

Fakat asıl mesele şudur:

Biz suyun yönünü takip ediyor muyuz?
Yoksa çarkların hızına kapılıp hakikatin sesini mi kaybediyoruz?

Kıssadaki kasabalılar, bir yabancının sözüyle suyun kaynağına bakmayı öğrendiler.
Biz ise kendi kitabımızdan, kendi tarihimizden, kendi hafızamızdan defalarca duyduğumuz hâlde hâlâ çarklara mı bakacağız?

Bugün bir fotoğraf karesi, yarın bir tören, öbür gün bir söz…
Her biri küçük gibi görünen damlalar, zamanla büyük bir akış oluşturur.

Ve o akış yönünü değiştirirse, çark dönmeye devam eder;
ama Müslüman, kendi kaynağından uzaklaşır.

İşte gerçek tehlike tam da budur.
Not:
Hakikati kaybeden toplumlar, yabancı bir gülüşün gölgesinde bile kendi inançlarının sesini duyamaz hâle gelir.

Ali İset 3
Kayıt Tarihi : 1.12.2025 11:34:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!