Vesikalı Yarim İz Bırakır

Dünya Yükünün Hamalı
709

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Vesikalı Yarim İz Bırakır

Vesikalı Yârim Destanı

İstanbul’un taş sokaklarında
bir yürek dolaşır sessizce,
manav Halil, elleri nasırlı,
ama kalbi pamuk gibi yumuşak,
Sabiha, gazino ışıkları altında
bir elmas gibi parlar,
boyasız, ama bütün geceyi büyüler.

Arabamın atları deh deh aman da,
boyalı kanatları dehdeh aman da,
ve Halil taşra gecesinde
tezgahın önünde sayar meyveleri,
sanki Sabiha’nın ruhunu tartıyor her elma ile.

İkisi de taşradan,
ikisi de kendi yalnızlığının çocuğu,
ama yolları kesiştiğinde
hiçbir zaman hesap edilemeyecek bir eşik kurulur,
imkânsızlığın çarpıcı güzelliği gibi
ve aşk, tutkuya dönüşür sessizce.

Sabiha, vicdanın sesiyle bakar Halil’e,
“Her birimiz yolumuza gitsek?” der
ve Halil sorar: “Yolumuz?”
Ama Sabiha’nın gözlerinde menekşe hüzünleri,
sevgi yetmezliği, geçmişin yankısı vardır:
“Birleşecek gibi değil… çok eskiden rastlaşacaktık.”

Geceler, İstanbul’un cumbalı evlerinde ağırlaşır,
Şükran Ay çalar Kalbimi Kıra Kıra,
ve Halil’in tesbihi sessizce döner,
sabır, her düğümde bir dua gibi,
ve aşk, her imkânsızlıkta bir mucizeye dönüşür.

Sabiha yürür, Halil bakar,
her adım bir menekşe, her bakış bir vuslat,
gazino ışıkları altında
güzel ama kırılgan bir dünya kurulur,
ve taşra geceleri, aşkın sessiz sabrıyla dolar.

İşte aşk,
ne kadar imkânsızsa o kadar kutsal,
Halil ve Sabiha’da birleşir
geç kalmışlığın büyüsünde,
imkânsızlığın çarpıcılığında,
ve hayat, kaldığı yerden akar
ama eskisi gibi değildir artık hiçbir şey.

Kalplerde bir iz bırakır,
bir vuslat, bir kayıp,
ve Türk Sineması,
bu aşkı destanlaştırır,
sade, gerçekçi, taşralı,
ama ebedi bir aşkla.

Dünya Yükünün Hamalı
Kayıt Tarihi : 15.8.2025 01:27:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Vesikalı Yarim (1968) Yönetmen : Ömer Lütfi Akad Yapımcı : Şeref Gür ,Hürrem Erman Senarist : Safa Önal (Sait Faik Abasıyanık'ın Menekşeli Vadi adlı öyküsünden uyarlanmıştır.) Müzik : Metin Bükey Görüntü yönetmeni : Ali Uğur Dağıtıcı : Şeref Film Yapım yılı : 1968, Türkiye Süre :88 dakika Oyuncular ve Canlandırdıkları Karakterler Türkân Şoray - Sabiha İzzet Günay - Halil Ayfer Feray - Müjgan Semih Sezerli - Fethi Behçet Nacar - Necmi Selahattin İçsel - Halil'in babası Aydemir Akbaş - Cemil Hakkı Kıvanç Aynur Akarsu Hakkı Haktan - Tahsin Zeki Sezer - Gazino patronu Yaşar Şener - Çiçekçi Orhan Çoban - Garson Necip Tekçe - Necmi'nin arkadaşı Yeşilçam’daki aşk filmlerinin melodramik yapısı, ekseriyetle bir zıtlık/uçurum üzerine kaim olur. Karakterlerin maddi statüleri arasında devasa şekilde açılmış bir makas vardır. Ve bu makas, sihirli aşk örgüsüyle ne kadar kapatılmaya çalışılırsa çalışılsın, muvaffak olunabildiği vaki değildir. Benzer katastrofik (felakete dayanan) yapıyı, Cumhuriyet sonrası Türk Edebiyatı’nda da sıklıkla görürüz. Türk Sineması’nın da; çıkış esnasında Türk Edebiyatı’nın omuzlarına yaslandığını bittabî kabul edersek, bunun sebebini anlayabiliriz. Örneğin, Türk Sineması’nın en önemli senaristlerinden biri olan Hüseyin Kuzu, Lütfi Akad’dan şöyle bir iktibas verir: ‘Dikkat edin. Sinema, insanlık tarihine o kadar hızlı giriş yaptı ki; bu yüzden kavramlarının çoğunu diğer sanatlardan ödünç almıştır.’ Nihayetinde şu noktaya varıyoruz: Cumhuriyet sonrası Türk Edebiyatı (haliyle Türk Sineması), kendi topraklarına yüz çevirip Batılılaşma rotasında dümen kırdığı için, kendi dinamiklerini kaybetmiş ve uçsuz bucaksız denizlerin ortasında güvertesiz, duldasız kalmıştır. Bu kimlik karmaşasının melodramlara olan yansıması, kendi iç mekanizmalarını dölleyecek olan Doğu efsanelerine sırt çevirip, Batı’dan plastik kurgular sipariş ederek hadımlaşmak olmuştur. Son tahlilde Türk melodramları, dikey düşünmenin (ontolojik, manevi) zenginliğini unutup, yatay düşünmenin (epistemolojik, maddi) sığlığında boğulmaya kulaç atmıştır. Meseleye örneklerle devam etmek gerekirse; Doğu efsanelerinde karakterler arasındaki maddi köprüler, yıkılmayacak kadar imkansız taşlarla örülmemiştir. Örneğin Kerem ile Aslı efsanesinde, şah oğlu ile keşiş kızı gibi iki zıt kutup resmedilir. Lakin ilk bakışta imkansızlığa doğru giden bu anlatı; mirasını bırakacak bir erkek evladı olmadığı için mustarip olan padişahın, yardımcısı olan keşiş tarafından padişah adına elma ağacı diktirilmesi ve neticesinde Kerem’in dünyaya gelmesi gibi bir yan anlatıyla mümkünler dairesine çekilir. Aynı güçlendirme öğesini, Ferhat ile Şirin destanında da buluruz. Hükümdar Mehmene Banu, kız kardeşi Şirin için bir köşk yaptırır ve köşkün süsleme işini Ferhat’a verir. Tam bir zengin kız/fakir oğlan klişesine yaslanacak gibi olurken; Mehmene Banu’nun da Ferhat’a aşık olması ve Ferhat’ın Amasya hükümdarı Hürmüz Şah ile tanışmasıyla bu imkansız uçurum dengelenir. Arzu ile Kamber’de birbirini kardeş sanarak büyümenin getirdiği imkansızlık, kardeş olmadıklarını anlayınca imkanlar dahiline girer yine. Tahir (vezirin oğlu) ile Zühre (padişahın kızı) anlatısı baştan başa imkanlar dahilindedir. Leyla ile Mecnun’da ise Leyla’nın annesinin tekeline alınmıştır imkansızlık ve bu tekelleştirmeden ötürü özgür bireyler/iradeler üzerinden imkana açık kapı bırakılmıştır. Batı’nın en güçlü aşk anlatısı olan Romeo ve Juliet’te ise, birbirine düşman iki asil ailenin çocukları üzerinden tam bir imkansızlık portresine rastlarız. Ki karakterlerin hayata bakışı da; bu imkansızlığı perçinleyen ana etmenlerden biridir. Doğu anlatılarında ufuk üstü düşünen kahramanlar, Batı anlatılarında sınırlı bir dünya çeperine hapsolan kahramanlara bırakır yerini. İşte bu sınırlı fakat cezbediciliğini de sınırlılığından alan fenomene bel bağlamıştır Türk melodramları: İmkansızın çarpıcılığı. ‘Nasılsa taşra hep hazırdır aşka’ (Leman Sam’ın Cehennem Meleği şarkısından) Sait Faik Abasıyanık’ın Menekşeli Vadi hikayesinden esinlenmiş senaryosunu; aralarında Ah Güzel İstanbul, Tatar Ramazan gibi kült yapımlar olmak üzere 400’e yakın filme çekilmiş senaryosuyla Guiness Rekorlar Kitabı’na giren Safa Önal’ın yazdığı ve 2 yıl önce kaybettiğimiz büyük yönetmen Lütfi Akad’ın 1968 yılında yönettiği Vesikalı Yarim, bu iki kutbu mahirce sentezler.vesikali-yarim-1968.jpg Manav Halil (İzzet Günay) ile Şen Saz Gazinosu’nun dilberi Konsomatris Sabiha (Türkan Şoray)’nın hikayesinde, karakterler arasındaki statü farkını lineer (doğrusal, tekdüze) bir anlatımdansa dinamik (iniş çıkışlı) bir değişkenlikle anlatmayı tercih eden Akad, perde ve izleyici arasındaki ilişkiyi sürekli canlı tutmayı hedefler. Halil ve Sabiha; ikisi de taşralıdır. Kendi yağında sakince kavrulup giden bir manav algısı oluşturan Halil, esasında evdeki tekdüze yaşamdan sıkılan ve bu durağan/donuk yaşantıya meşk katmak için arkadaşlarıyla gazino eğlencelerine çıkan, sözüm ona metazori bir hayatın içinde yoğrulan sıkılgan bir adamdır. Sabiha ise, sarrafını bulamamış bir elmas gibidir. Manav gibi sakin bir karakterle konsomatris gibi uç bir karakteri, işbu taşra huzursuzluğunun getirdiği maceraperest arayışla birbirine hamile ve amade kılar Akad. Türk melodramlarında kullanılan fabrikatör oğlu/fabrika kızı, ağa kızı/ağa yanaşması gibi klişe ve imkansızın çarpıcılığından beslenen rastlantısal bir aşk değildir Halil ve Sabiha’nınki. İçlerinde biriken ne kadar özlem varsa, ne kadar yaşanmamışlık varsa, hepsini birlikte cana getiren bir basübadelmevt (yeniden diriliş) heyecanıdır onların başına gelen. Bu görünen yüzüyle, Halil ve Sabiha arasında imkansızın çarpıcılığı dediğimiz sentetiklik yoktur ve izleyici bir an önce vuslatın gerçekleşeceği anı bekleyedurur şevkle. Fakat bu bekleyiş tekinsizdir. Sabiha ve Halil’in mütereddit tavırları, birazdan başlayacak tayfunun ayak sesleridir adeta. İmkan ve imkansızlık arasında geliş gidişler başlar peşisıra. Fakat hiçbir zaman ikisi de kesinlik arz etmez. İşte bu gelgitlerdir Vesikalı Yarim’i klişelerden uzak tutup bu kadar güçlü yapan. Leyla ile Mecnun’u Romeo ve Juliet ile sentezler sanki Akad. İmkan dahilinde öyle kuvvetli bir rastlaşma meydana getirir ki; imkansızın getirdiği olumsuzluk dahi geçmiş zaman arzusuna tevdi edilir: - Her birimiz yolumuza gitsek? - Yolumuz? - Öyle. - Birleşti diye biliyorum. - Birleşecek gibi değil. Benim yolum başka. Seni tanıdıktan sonra anladım. Seninle beraber olduktan sonra. Sevgi de yetmiyormuş, çok eskiden rastlaşacaktık. Bu diyalog, filmin özeti gibidir. Bir Turgut Uyar dizesini çarpar hatrımıza: ‘Zamansız gelme, elim kolum dağınıksa sarılamam’ Yeşilçam melodramlarının plastik sululuğuna alışan bizler için, Vesikalı Yarim baştan ayağa samimiyet abidesidir. Filmi, Türk Sineması’nın sultanlık tahtına oturtan da budur. Karakterler bizler gibidir. Konuşmaları, tepkileri, yaşayışları, çevreleri, sokakları, evleri, kıyafetleri. Bu samimiyet, oyunculara da kariyerlerinin en iyi performansını sergileme imkanı vermiştir.vesikali-yarim-1968.jpg Ki Safa Önal, senaryoyu Türkan Şoray’a götürdüğünde, daha ortalara dahi gelmemişken, hikayenin samimiyetine olan inancını gözyaşlarıyla sergilemiştir Sinema’nın Sultanı. Lütfi Akad, İzzet Günay’a Türkan Şoray hakkında bilgi verirken ‘Türkan Hanım’ın gözlerinde ışıltı görürsen, durma oyna. Anla ki, o zaman rolü içselleştirmiştir’ der. Bir diğer inceliği de yıllar sonra İzzet Günay’dan duyarız. Manav tezgahında çalışan Halil, meyveleri kese kağıdına koymadan önce önlüğüne siler. İzzet Günay rolüyle o denli bütünleşmiştir ki; Sabiha’nın evine götürdüğü konserveleri Sabiha’ya takdim ederken, gayriihtiyari olarak manav tezgahındaki meyve silme hareketini yapar ve Lütfi Akad bu samimi sahneyi kesmez. Çünkü bir oyuncunun insiyaki(içgüdüsel) hareketler sergilemesi, kendini rolden çıkarıp ‘o’ olmasının işaretidir. Sinema tarihinde benzer durumlara nadiren de olsa rastlarız. Hikaye ve oyuncular kadar, mekanlar da samimidir Vesikalı Yarim’de. Antonioni filmlerinde gördüğümüz kasvet ve bir başınalık, Vesikalı Yarim’in her metrekaresine bulaşmıştır. Tarlabaşı’nın tekinsiz sokakları, cumbalı ahşap evler. Hepsi filmde rol alıyorcasına canlı ve dinamikler. - Merhaba Halil - Merhaba Sabiha - İyi misin? - Sultan gibiyim, daha iyi olamam. Ya sen? - Gördüğün gibi. Hep böyle olmak istemiştim. Kısmet seninleymiş, bugüneymiş. Manav Halil, arkadaşları gittikten sonra gazinoda iki tek daha atmak ister ve tam o esnada güzeller güzeli Sabiha’yı görür. Türkan Şoray sarışındır konsomatris Sabiha rolünde. Esmerlik taşralılığın sembolüdür çünkü o devirdeki algıda.vesikali-yarim-1968.jpg Ve sahneye çıkanlar mutlaka sarışın olmalıdır. Ne hayrettir ki; esmerliğiyle dillere destan olan Türkan Şoray, bu bilinirlikten mülhem sarışınlığın kendisine garip kaçacağı algısına rağmen, en güzel haline bürünmüştür Vesikalı Yarim’de. Ahu gözler, işveli tavırlar ve femme fatale/vamp karışımı bir sigara içme edası. Halil, Sabiha’nın tüm bu eğreti duran kabuğuna rağmen, onun içinde herkesten sakladığı güzel/erdemli cilveyi görür ve daha o ilk anda karar verir, onunla geri dönüşü olmayan bir yola çıkacağına. Aşık olmuştur Halil ve başı dumanlıdır. Bu ilk tanışma sahnesinde çok sağlam bir inceliğe imza atar yine Akad: Sabiha, Halil’in masasına oturur. Tam o esnada, arkadan enstrümental olarak Kul Nesimi’nin ‘Haydar Haydar’ nidasını duyarız. Halil’in tüm dünyayı karşısına alacağını ve bir hafif meşrep ile gönül macerasına girmesini ayıplayacak kişilere ‘o yar benim, kime ne’ diye haykıracağını o anda anlarız. Evine gidemez vesait şartlarından ötürü Halil ve Sabiha’da kalır. Sabiha da, Halil’in güvenilir ve güçlü yapısına vurgundur. Çünkü ömrü boyunca çapkınlarla, hodbinlerle, aşka bigâne kalmış avare tayfasıyla vakit geçirmiştir Sabiha. Halil gibi alicenap bir taştan, en iyi heykeli o yontardı elbet. ‘Çok kıymetli bir şey bulursun da; sonra bulduğuna bile bin pişman olursun. Nereye koyacağını bilemezsin. Bir matahmış gibi.’ Sabiha’nın konsomatris arkadaşı Müjgan (Ayfer Feray) , böyle söyler Sabiha’ya Halil için. Böyle insanlar vardır hayatta. Yolda elmas bulsa, nereye koyacağını/ne yapacağını şaşırır. Onun hayretinden ve haşmetinden öyle büyülenir ki; o büyünün kaybolma ihtimalinden ötürü dehşet bir korkuya kapılır. Çünkü basit insanlardır bunlar ve hayatı basit algılarlar her zaman. O basitliğin içine zerre miskal bir görkem girmeye dursun; bütün hayatları altüst olur ve irkilirler.vesikali-yarim-1968.jpg Oysa onlar ister ki; her gün hayatın gerektirdiği basit işleri yapayım, kimseye çarpmayayım ve suya sabuna dokunmadan hafifçe kayıp gideyim şu büyük ırmaktan. İşte, Sabiha’nın bu korkusunu dile getirir Müjgan. Ve Halil’in evli olma ihtimalinden dem vurup araştırmasını söyler. Her basit insan gibi Sabiha da; herkesin yapacağını yapmaz ve ‘ya evli olduğunu söylerse?’ diye korkuya kapılır. Elmasa yabancıdır çünkü O; basittir, gariptir, kömürden başka maden, paradan başka karşılık bilmemiştir. Korkar ama korktuğu şey; eline geçen değil, eline geçenin kayıp gitmesidir. Nihayetinde manava gider ve Halil’in babasıyla (Selahattin İçsel) karşılaşır. Mevcut durumu bilen baba, o güzel devirlere has bir erdemde bulunur. Sabiha’yı ayıplamaz ve sadece ‘Halil nasıl?’ diye sorar. Haberdarlığın kalenderâne beyanıdır bu. Bu güçlü sahne; kimsenin kimseyi yargılamadığı, nezaketin hiçbir zaman kaybedilmediği, hakikatin hakikat adayını incitmeden arz-ı endam ettirildiği güzel zamanları hatırlatır bizlere. Sabiha yargılanmaz. Ama o da yargılamaz. Halil ile girdiği diyalogda, Halil’e kuşkularını söylemez ama mustarip olduğunu hissettirir. Nihayetinde Halil’i hane-i saadetinde eşi ve çocuklarıyla birlikte görüp Halil’den uzaklara gider, içinden hiç uğurlamadan. ‘Çünkü herkesin bir gideni vardır İçinden bir türlü uğurlayamadığı’ Turgut Uyar Zahirde yaşayamadığı aşka, bâtınında sadık kalır Sabiha. Tek bir söz söylemeden; manav tezgahına, evine, eşinin ve çocuklarının yanına uğurlar Halil’i, fonda Şükran Ay’ın muhteşem yorumuyla Kalbimi Kıra Kıra çalarken. Türk Sineması’nın en iyi yönetmeni tarafından çekilen, Türk Sineması’nın en iyi filmidir Vesikalı Yarim. Aşkın, sadakatin, samimiyetin, taşranın anlatısıdır. Şimdilerde sigortalı bir işe, kallavi bir kariyere, dayalı döşeli bir eve endekslenen aşk ve evlilik algısına, Manav Halil’in ağzından çaktığı tokat bile rahmet okutur merhum Lütfi Akad’a. (https://www.cinerium.com/forum/turk-film-incelemeleri/vesikali-yarim-1968)

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!