Ve bir şehrin ayazındayız

Hikmet Büyükoğlu
25

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Ve bir şehrin ayazındayız

Ankara’nın serin taş sokaklarına yaslanmış bir kadındı o. Adı belki kimse için önemli değildi ama her gece şehrin yalnızlığı onun adını sessizce fısıldardı: Ela.
Ela’nın hikâyesi bir şiirin kıvrımlarında başlardı, tıpkı Ahmet Telli’nin “suya yazılmış bir yazı” gibi silinir gibi olan bir çocukluğun hüznünde. Babasını küçük yaşta toprağa verdiğinde öğrendi kaderin elinin ne kadar soğuk olduğunu. Annesi ise bir yas kadını gibi ömrünü acılara dikip bir sabır heykeli oldu. Ve Ela, bir daha kimsenin gözlerinin içine korkusuzca bakamadı.

Ankara’nın rüzgârı gibi inatçı bir kadındı.
“Acıyı bal eyledik,” derdi kendi kendine. Belki Aşık Veysel’in türkülerinden kalma bir öğretiydi bu. Çünkü hayatta başka ne yapabilirdi ki insan? Acılarını cebine koyup yürürdü, her sabah Ulus’un, Kızılay’ın kalabalığında kaybolurken.

Ela bir gün, kalabalıkta en çok kendini ararken, bir dükkânın önünden geçerken durdu. Camdaki yansımasına baktı: Göz altları yorgundu, ama gülüşü hâlâ güzeldi. O gülüş ki, bir zamanlar sevdiği bir adamın “Sana gülmek yakışıyor, ne olur hep öyle kal” dediği günlerden yadigâr. Ama adam çoktan gitmişti. Kim bilir hangi şehrin hangi meyhanesinde kendini kaybediyordu şimdi?

Ve Ela, küçük bir dükkân açtı. Adını “Kırık Ayna” koydu. Çünkü kendi yüreğini de, geçmişini de bir türlü tamir edememişti. Biraz hediyelik eşya, biraz kitap, biraz kendi yaptığı takılar… Ama en çok yalnızlık satardı o dükkân. İçeri giren müşteriler bile çoğu zaman kendi sessizliklerini satın alır gibi olurdu.

Geceleri… geceleri sigarasıyla baş başa kalırdı. Dumanına yüklerdi içindeki sustuklarını. Alkol ise dost muydu, düşman mı; onu bile bilmezdi artık. Bir kadeh rakı, bir bardak şarap; hepsi aynı kapıya çıkardı: Unutmak. Belki biraz da kendini affetmek…

Bir şairin kaleminde büyürdü Ela. Belki Cemal Süreya’nın bir dizesinde can bulurdu:
“Her ölüm erken ölümdür / bazı gülüşler de öyle.”
O gülüş ki, Ela’nın gülüşüydü… Yalnızlığın alnına sürülen bir kına gibi.

Ela geceleri Ankara’nın yağmurunda yürürdü. Islanırdı ama üşümezdi. Çünkü içindeki boşluk, her türlü soğuğu silip süpürürdü. Kaldırımlarda adımlarını sayan bir sarhoş gibi değil, ruhunu toplamaya çalışan bir kadın gibi yürürdü. Bir tek şiir iyi gelirdi ona. Kitaplarının arasına sıkıştırdığı defterde, her gece birkaç satır yazardı. Bazen Edip Cansever gibi konuşurdu kendisiyle:
“Ben sana mecburum bilemezsin.”
Mecburdu… Ankara’ya, yalnızlığa, o küçücük dükkâna, gecenin ıssızlığına…

Ela’nın hikâyesi herkesin hikâyesiydi biraz. Bir tren istasyonunda el sallayıp gidenin ardından kalan, bir kahvede unutulmuş fincanın dibindeki telve, bir şarkının ortasında sessizce gözyaşı dökenin hikâyesi… Ve Ankara’nın taş duvarlarına sinen bir kadın kokusu.

Gülüşünde bir şiir kalmış,
bir Cemal Süreya bakışı gibi yarım,
bir Ahmet Telli sesi gibi kırık.
Ankara’nın geceyi içen kaldırımlarında
ayak sesin unutur adını,
yalnızlığın yankısı olur
her köşe başında bir ah, bir of.

Ellerin ceplerinde değil Ela,
ellerin eski bir defterin sayfalarında,
her satırda biraz daha titreyen.
Bir sigara daha yak,
bir kadeh daha koy önüne;
dumanla karışsın unuttukların,
şarapla erisin hatıraların tuzu.

Küçük bir dükkânın vitrininde
gözlerin asılı kalır bir kırık aynada;
baktıkça kendini çoğaltır yalnızlığın,
baktıkça silinir çocukluğun sureti.
Bir gün biri gelir,
bir şiir alır senden,
belki de bir gülüşünü…

Ve o gülüş,
bir ömrün en güzel yangını olur.

Hikmet Büyükoğlu
Kayıt Tarihi : 4.7.2025 01:26:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Ela gözlü arkadaşıma ithafen

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!