Vazgeçemediklerimiz
İnsan önce küçük şeylerden vazgeçmeyi öğrenir:
bir bardak çaydan,
ama önce dudakta bıraktığı o sıcak izi fark ederek.
Buharının yüzüne çarpan sabah serinliğini,
çay kaşığının bardağa çarpışının çıkardığı minik melodiyi,
her yudumda bir anı gibi içine işleyen tadı
yavaş yavaş eksiltir içinden.
Çay, yalnızlığın en ucuz sohbet arkadaşıdır;
ve terk edildiğinde, masa birden boş bir sahneye döner.
Her sabah sigarasından da vazgeçer insan,
ama önce parmaklarının arasındaki közün titremesini,
dudakta bıraktığı hafif acı tadı,
boğazdan geçerken bıraktığı o çizgi gibi hafif sancıyı fark eder.
O ilk nefesin kalbi nasıl hızlandırdığını,
dumanın havada süzülüşünü,
parmak uçlarındaki sıcaklığı izler.
Sigara, yalnızlığın sessiz arkadaşıdır;
ve bir gün bırakıldığında,
hava sanki biraz daha ağır, biraz daha boş gelir insana.
Kahve de vardır elbette;
erken saatlerin alışkanlığı, uykusuz gecelerin yoldaşı.
Kaşıkla karıştırıldığında çıkan tını,
bardaktaki kahverengi sıvının ışığıyla dans eden sabah güneşi,
keskin aromasıyla uyanan zihni ve kalbi birbirine bağlayan köprüdür.
Kahveyi bıraktığında bir ritüel kaybolur;
zihnin biraz daha yavaş, biraz daha sessiz kalır.
Düşler ve hayaller de vardır;
sabah uyanınca ilk aklına gelen düşünceler,
geceye tutunmuş umutlar ve kırık hayaller.
Bazen onları bırakmak gerekir;
ama her defasında gözlerin, kalbin, biraz daha sessizleşir.
Alışkanlıklarının gölgesinden de kopar insan,
ama önce her sabah aynı masaya oturmanın,
her gün aynı saatte yürümeye başlamanın,
ellerinle tuttuğun kalem, defter, kitapların ritmini
ve bütün bu küçük hareketlerin
gizli bir güvence olduğunu fark eder.
Onlar olmadan bir günün
nasıl boş ve savruk hissettirdiğini yaşar.
Yürüyüşler vardır, aynı sokak, aynı kaldırımlar.
Adımların taşlara çarpışı, rüzgarın saçında yarattığı oyun,
dilin ucunda mırıldanan şarkılar…
Bir gün bıraktığında,
şehir birden yabancı ve sessiz gelir.
Bir gün gelir,
masanın üstünde yarım kalmış bir çay bardağı görürsün;
dudak izini bırakmış ama sesini unutmuş.
O an fark edersin ki,
vazgeçmek dediğin şey
aslında boş bırakılmış bir sandalye kadar sessizdir.
Ve işte, bu küçük terk edişler
vazgeçmenin provasına dönüşür.
Evet, insan vazgeçebilir;
kimi zaman alışkanlıklarından,
kimi zaman dost sandığı yüzlerden,
kimi zaman da kendini kandıran yarınlardan.
Ama bütün bunların ortak yanı şudur:
Onlar sadece sahip olduklarındır.
Elinin tuttuğu,
gözünün gördüğü,
adının çağırdığı şeylerdir.
Ve insan elini gevşettiğinde
avucundan kayıp gidebilirler.
Peki ya ait oldukların?
İşte orada iş değişir.
Çünkü insanın ait oldukları
bir çayın sıcaklığından,
bir sigaranın dumanından,
bir kahvenin keskin aromasından,
bir düşün titrek hatırasından,
bir kentin taşlarından daha derin bir yerdedir.
Bir insanın gözlerine aittir mesela;
orada gördüğü bir ışık
tüm sokak lambalarını karartabilir.
Bir sesin tınısına aittir;
başka bütün şarkılar sustuğunda bile
o ses içinden yankılanmaya devam eder.
Bir kokunun izine aittir;
yıllar geçse de, bir sabah ansızın burnuna çarpan bir rüzgâr,
seni alır, çocukluğunun bahçesine götürür.
Sahip oldukların, cüzdanında taşıdıklarındır.
Ama ait oldukların, kalbinin avlularında sakladıklarındır.
İnsan, bir sevgiliden vazgeçebilir mesela,
ama sevdaya ait olduğu için kalbinden sökemez.
Bir evden taşınabilir,
ama duvarlarında yankılanan kahkahasını yanında taşır.
Bir masadan kalkabilir,
ama masanın üstünde bıraktığı anısını cebine koyar.
Bir şehirden gidebilir,
ama kaldırım taşlarına düşen gölgesini geri alamaz.
Anlıyor musun?
Vazgeçmek kolaydır;
unutmak zordur.
Unutmak kolaydır;
ait olmaktan kopmak imkânsızdır.
Ben sana aitim.
Bir gövdenin tenine ait olduğu gibi,
bir nehrin yatağına ait olduğu gibi,
bir ağacın toprağına ait olduğu gibi.
Ve bu yüzden vazgeçemiyorum.
Çünkü sen elimde tuttuğum bir şey değilsin;
sen benim elim oldun.
Sen sesimin kökü,
gözlerimin suyu,
gecelerimin karanlığı ve
sabahlarımın aydınlığısın.
Biliyor musun?
İnsan sahip olduklarından vazgeçtiğinde,
bazen özgürleşir.
Ama ait olduklarından vazgeçmeye kalkarsa,
bir yanını kesip atmış gibi eksilir.
Çayı bıraktım,
sigarayı bıraktım,
kahvemi azalttım,
hatta düşlerimi bile bıraktığım günler oldu.
Ama senden vazgeçemedim.
Çünkü sen sahip olduklarımın ötesindeydin.
Çünkü sen ait olduğumdun.
Ve işte bütün şiirin sonu buraya varıyor:
İnsan sahip olduğundan vazgeçebilirmiş;
vazgeçemediği ait olduğuymuş.
Şimdi anladın mı neden vazgeçemiyoruz?…
Hüseyin Erdinç
Kayıt Tarihi : 26.9.2025 05:53:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!