TERKEDENLER
Hacali zili çal!
Bu sert emir karşısında;
Hacı Ali; koşa koşa okulun merdivenlerinden çıkar, tahta saplı, sarı dökümden, iri tokmaklı, kocaman; okulun zilini eline alır, hafif ileri doğru kaykılarak merdivenlerin başında zili çalmaya başlardı.
KURBANLIK
İlkbahar mevsiminin ılık meltemleri, yeşil çayırlar üzerinde sessizce salınıyordu.
Sarı gelincikler; ılık meltemin narin salıntısı karşısında hafifçe boyunlarını büküyorlar, ince ve zarif bedenlerinde farklı şekiller oluşturuyorlardı.
Tabiatın bu karşı konulmaz tavrına ebegümeçleri, madımaklar, ince uzun çayır otları “bizde buradayız” diyerek, karşılık veriyorlar henüz toprağın altından uzatmış oldukları kafalarıyla, ılık güneşi selamlıyorlardı.
Henüz yeşermeye başlayan çayırın kenarından, köyün deresi; önüne katmış olduğu kar sularını çılgınca sürüklüyor, ağaç kovuklarının içinden köklerin altından geçiyor, henüz oymuş olduğu toprak oyuklarında anaforlar oluşturuyordu.
KANAAT
Hepimizin, her kese tavsiye ettiği fakat hiçbir zaman kendisinde tatbik etmediği bir terimdir.
Bazen de tembellikle, uyuşuklukla, pısırıklıkla karıştırdığımız ölçülerimizdendir.
Kanaat; terim olarak verilene şükretmek, rıza göstermek; verilmeyene ise ısrarcı olmamak, üzülmemek şeklinde ifade edebiliriz.
Allah Resulü ise bu konuda şöyle diyor “Ölümü çok zikredin. Zenginlik anında ölümü hatırlarsanız, bu (zenginliğin vereceği azgınlık ve şımarıklığı) yıkar. Fakirlik anında hatırlarsanız, bu, (halinizden şikâyeti önler) elinizdekine kanaat etmenize sebep olur.” Hadis (İbn-i Ebi’d-Dünya)
BİR MACERA
Bu maceranın başında mıyız sonunda mıyız anlamdım doğrusu. Sahi, macera demişken adını demedik. Gönül macerası desem; hadi canım sende(!) Diyeceksiniz. Yaşını başını almış bir adamsın, gönül macerası da nerden çıktı diyeceksiniz. Peki, biz buna yol macerası desek nasıl olur? Ha bak(!) Sakın buna da olmaz demeyin. Birçoklarımızın askerlik macerası gibi yol maceraları da meşhurdur. Dilden dile anlatılır gider.
Bizimki o kadar meşhur olmamakla birlikte, sonuçta bir yol macerası diyebiliriz. Efendim, macera şöyle başlamaktadır: Bir dostumuzu ziyaret için memleketimizin uzak bir vilayetine uzun zamandan beri seyahat düşünüyorduk. Vakta ki bir müddet tehire bıraktıktan sonra, bir yaz günün bunaltıcı bir sıcağında seyahate karar verdik.
Yalnız bu seyahati hem iş yerimden hem de eşimden gizlemek zorundaydım. Sebebini sormayın. Sakın yanlışta anlamayın.
Önce eşime A vilayetin de bir resmi işim olduğunu ve bir bürokrat arkadaşımı ziyarete gideceğimi, iş yerine de B vilayetinde bazı sağlık gerekçelerimi gösterip bir günlük idari izin istedim. Sonuçta hem eşimden hem işimden izni kopara bilmiştim. Sıra C vilayetine gitmek için bir vasıta ayarlamam gerekiyordu. Zira C vilayeti bulunduğum yere göre o kadar ters bir yol güzergâhındaydı ki doğrudan bir vasıta yoktu. Tabiri caiz ise; kulağımı biraz başımın arkasından tutmam gerekecekti(!) Nihayet öyle yapmaya da karar verdim.
GİRLEVİK ŞELALESİ AKIŞI
Erzincan ilimizin 30 km Güneydoğusuna düşen Çağlayan kasabasındadır. Aslına bakarsanız, Çağlayan kasabasına girdiğiniz vakit, Girlevik Şelalesi 2 km yazan levhayı görürseniz aldanmayın. Hal bu ise şelale tepede, karşınızdadır.
Yol boyu tarlaların, bağların, bahçelerin içerisinde kâh bir dereden geçer kâh bir bükten fırlanır kâh bir köyün içinden geçersiniz. Her defasında ayrı bir manzara karşısında adeta göz zafiyetine uğrarsınız. Kavak ağaçlarının yol boyu gölgesinde ilerlemek adeta bir orman içerisinde olmak hissi veriyor insana.
Her şey; e-mail adresime gelen bir mesajla başladı.,,,,,., arkadaşınız, …… Sitede üyeliğe davet ediyor. Gelen davet, çok tanıdığım ve yakın bir arkadaşımdan geliyordu.
Davete icabet gerekir dedik, birde davet; bildik-tanıdık biri olunca, artık icabet kaçınılmaz oluyordu.
İcabet etmemiz için bu siteye üye olmamız gerekiyordu. Ve oldum.
Aradan uzun bir zaman geçti. Ne site beni ne ben siteyi tanıyabildim. Daha doğrusu pek zamanımda olmuyordu.
BİZİM YUNUS
Yeni Caminin, Cumhuriyet Caddesindeki kapısının sağ yanında, tahta arabasının üzerine özenle dizdiği kitaplarının başında hiç ses çıkarmadan gün boyu ayakta dikilip, sürekli elinde kitabını okuyarak gelenle geçenle hiç ilgilenmez, arada bir kitaplarının fiyatını soranlara gayet ciddiyetle ve kısık bir sesle “ Hediyesi 5 lira” der yine başını kitabına çevirirdi.
Tezgâhında; Battalgazi hikâyeleri, Hayber Kalesi, Büyük İslam İlmihalleri, Mevlidi Şerif, küçük Elifbalar… düzenli bir şekilde dizilmiş olup elinden hiç kitabını bırakmayan bu adam; siyah sakallı, orta kıyım uzun boylu, siyah boza yakın sürekli yakaları kalkık paltosuyla, siyah kaşlarını arada bir kaldırır gayet ciddi bir şekilde etrafı süzer yine kitabına bakardı.
Omuzlarına kadar uzamış siyah gür saçları arkaya taralı, ayağındaki asker potinleriyle nedense bana eski savaşçıları hatırlatırdı.
Yüzünde ki sert ve ciddi ifade gözlerindeki ağırbaşlılıkla bütünleşir, Siyah gözlerinde hem poyrazın alaborasını hem meltemin ılıklığını yaşardınız.
FERYAD
25.04.2007
Şu sıralarda komşu ülkemizde birçok insanlık dışı dramlar yaşanmakta, eski yöneticilerin yerini başka yöneticiler işgal etmekte, o yöneticilerden bir kısmı ise çok kısa zaman önce Türkiye cumhuriyetinin vermiş olduğu diplomatik pasaportla seyahat edebiliyorlardı. Hatta o zamanlar dostlarımız, kardeşlerimiz, dindaşlarımız… Abi dediler mi bir daha demiyorlardı. Şimdiler de abisine kafa tutar oldular.



-
Vasfi Okur
-
Zafer Şükrü Gürsoy
Tüm YorumlarZafer Hocam kıymetli yorumlarınıza canı gönülden teşekkür ediyorum. Elbette ki yaşanmışlıklar kalemlerimize de tesir ediyor. Doğrudur, bir çoğu yaşanmış gerçek hikayelerdir.
Hislerinizde yanılmamışsınız, tespitlerinizde doğrusunuz. Kitap çalışmasını da düşünüyorum. Kısmet, hayırlısı diyelim.
Vasfi Bey. çalışmalarınızı okudum. Yaşanmışlıkları çok güzel aktarmışsınız. sanırım hepsi gerçek diye düşünüyorum değilse de öyle hissettim. bence bunları bir kitap haline getirmelisiniz. ben de şiirlerimi uzun bir yol adında kitaplaştırdım. geçen hafta kitapyurdu'nda çıktı. herkese ulaşmalı yazmaya ...