80lerin sonunda 90larin basinda cocuk olmak Type: Just for Fun - Too Much Information Description: [SAYENİZDE GÜNCELLENEN YENİ İNFO]
Süper Baba'nın müziğini flütle çalmışsanız
LC Waikiki veya benetton tüm renkleriyle kıyafetlerinizde önemli markalar olduysa...
SHOW TV'nin müziğini hala hatırlıyorsanız dup dıbu dıp dıp dıbı dıp dum...Tabi ki bir de:İyi TV eyç bi bi, eyç bi bi iyi TV
Önce hüplet sonra gümlet' hayat felsefeniz olmuşsa
Bizimkiler dizisi ertesi gun okul oldugunu bi sureligine unutturduysa
Parliament pazar gecesi sinemaları müziğini duyduğunuzda içinizde hala garip duygular uyanıyorsa (yarın okul var hüznü, ailenin seni yatırıyor olmasına duyduğun kızgınlık, o güzel mavinin romantizmi...)
Polis Akademisindeki her sesi çıkaran adama hayranlık duyuyorsanız
Elm sokağında kabus yüzünden hala yatağın altına bakmaktan korkuyorsanız
Chucky yüzünden en sevdiğiniz oyuncağınızı bile göz önünden kaldırmışsanız
Okulda coca-cola kutusunu ezip mac yaptiysaniz (kızlar yan yatırıp üstüne tam ortasına ayagı yerlestirip ustune basıp yururlerdi, topuklu ayakkabı gibi olurdu)
Apartmanin altindaki zil veya taksi diafonuna basmak müthiş heyecanlı bir yaramazlıksa
Tutti frutti çok ayıp ve olağanüstü merak uyandırıcı bir şovsa
Dört tekerlekli ayakkabının üstüne takılan patenlerden sonra roller bladeler size büyüleyici geldiyse
Bakkala gönderilmenin en güzel yanı küçük sarellenin dibini minik plastik kaşığıyla kazımak veya leblebi tozu yiyip konuşmaya çalışmaksa
Aterideki ördek vurmaca oyununda silahın nasıl çalıştığına hala kafa yoruyorsanız
Işıklı spor aykkabılar hava atmanın önemli bir unsuruysa
Bayramda harçlıklarla aldığınız ilk şey kinder süpriz yumurtasıysa(kağıdını tırnakla yırtmadan dümdüz yapmak da sabır ister doğrusu)
Clementine sizde derin izler bırakmışsa
Kasete kayit yapilabilmesi icin alt tarafinda bulunan karelerin bantla kapatilmasi gerektiğini öğrenmenin önemini biliyorsanız
Anne saat kaç, simiiit, birdir bir, çay kahve gazoz, akşam ebesi, dansa davet, çatlak patlak, yakan top gibi kalabalık oynanan sokak oyunlarından sonra anneniz sizi balkondan yemeğe çağırmışsa ________________________________
'bandıra bandıra ye beni' şarkısını hızlı söylemeye çalıştığınız günler varsa
Rönesans sanatçılarını ilk kez Ninja Kaplubağaların ismi olarak tanıdıysanız
Tele On diye bir kanalı hatırlıyorsanız
Haftasonları çizgi film izlemek için errken kalkmanın ne demek olduğunu biliyorsanız
Şirinler geyiğini arkadaşlarınızla mutlaka çevirdiyseniz (Şirine aslında Gargamel tarafından yapıldı...)
Beğenseniz de beğenmeseniz de tüm çizifilmleri art arda izliyorduysanız
Bir Başka Gece çocukluk hayatınızdaki en görkemli şovsa
Pazar geceleri yıkanma günüyse
Seden Gürel'in neden öyle giyindiğini şimdi sorguluyorsanız
Müzik yelpazesi hayatınıza büyülü yabancı müzisyenler kattıysa
Bir sanal bebeğiniz olmuşsa,
Tetris'i süper hızla oynayabiliyorsanız,
MIRC ergenliğinizin önemli bir parçası olmuşsa(a/s/l ne demek biliyorrsanız)
ICQ nun 11 haneli rakamını ezberlemeye çalışmışsanız.
Pili bitmesin diye kasetleri kalemle havada sarmışsanız,
Çizgifilm şarkılarının ingilizce veya japonca olsa da ezberlemişseniz
Kokulu silgiye, deftere, kaleme harçlığınızı yatırdıysanız.
Eti Cin, Eti Puf, ABC, Balık Kraker, Negro, Bonibon, Topitop, Yumiyum...vb çok seviyorsanız ve her zaman yeme kabiliyetiniz varsa
Sulugöz'ü düşününce bile ağzınız sulanıyorsa
Küçük bir kızsanız Sindy ile Barbie'yi karşılaştırıyorduysanız
Tsubasa'yı ve küre biçimindeki sahanın sonundaki dev kaleyi hatırlıyorsanız
'Hey Corç versene borç' deyince cevabı hemen yapıştırabiliyorsanız
Macarena dansını yapabiliyorsanız
TV den çekilmiş çizgifilmli sayısız kere izlediğiniz VHS leriniz varsa
Telefonların jetonla çalıştığını hatırliyorsanız
İstop diye bağırdığımızda renk yakalamaya çalışırken onun aslında stop olduğunu uzun zaman önce çözmüşseniz
Saçları renkli ve uzun patlak gözlü çirkin trolleri bile bir furyada satın almışsanız.
Capri Sun ın reklamı ve melodisini hatırlıyorsanız.
Annenizin mavi ped torbalarını şişirip patlattıysanız.
Power Rangers'ın renklerini hatırlıyorsanız
Mc Donalds a gitmek için ailenize yalvardıysanız
Olacak O kadar, Yasemin'in penceresi, Hadi Anlat Bakalım, Adam Olacak Çocuk, Saklambaç.. gibi programları hatırlıyorsanız.
Katkılarınızla o günleri daha iyi hatırlayacağız. Lütfen bulduğunuz fotolarını, nostalji Youtube videolarını, hatırlamak istediğiniz her şeyi paylaşın.
Değişir rüzgarın yönü Solar ansızın yapraklar; Şaşırır yolunu denizde gemi Boşuna bir liman arar; Gülüşü bir yabancının Çalmıştır senden sevdiğini; İçinde biriken zehir Sadece kendini öldürecektir; Ölümdür yaşanan tek başına Aşk iki kişiliktir.
Bir anı bile kalmamıştır Geceler boyu sevişmelerden; Binlerce yıl uzaklardadır Binlerce kez dokunduğun ten; Yazabileceğin şiirler Çoktan yazılıp bitmiştir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk iki kişiliktir.
Avutamaz olur artık Seni bildiğin şarkılar; Boşanır keder zincirlerinden Sular tersin tersin akar; Bir hançer gibi çeksen de sevgini Onu ancak öldürmeye yarar: Uçarı kuşu sevdanın Alıp başını gitmiştir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk iki kişiliktir.
Yitik bir ezgisin sadece, Tüketilmiş ve düşmüş, gözden. Düşlerinde bir çocuk hıçkırır Gece camlara sürtünürken; Çünkü hiç bir kelebek Tek başına yaşayamaz sevdasını, Severken hiçbir böcek Hiç bir kuş yalnız değildir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk iki kişiliktir.
Temiz kalan tek yerdir devrim bütün bir yıl kirlenen duvarda ama görebilmek icin asıldığı çividen indirilmelidir yapraklari biten takvim
Zorbalara direnmektir devrim bir çocuğun annesinin çantasından aldığı paraları altına gizlediğini söylememiştir dövülen hiçbir hali
İçinde yaşamaktır devrim dikiş kutusunun ve toplu iğneler gibi bir arada olmayı gerektirir karşı koyabilmek icin zulmüne makas denilen patronun
Gece ışıklar arasında koşmaktır devrim ateş böceklerini yakalamak isteyen çocukların peşine takılır gün gelir yanıp sönen mavi ışıkları polis arabalarının
Kağıt bir gemidir devrim bütün gemiler hurdaya çıksa da sonunda taşıdığı özgürlük şiiriyle batmadan yüzer nicedir dünya sularında
Ve yahut değil.... Hayatı satmak değil... Seni anlamak değil, Ve anlatmak hiç değil.
Zoru seçmek var, Seni anlamayı da, anlatmayı da seçmek... Küllenmiş közü değil, böyle koru seçmek var. Deli edip hayatı, cinneti de öldürüp, Cennette ab-ı hayat şerbetini içmek var.
Fakat değil.... Ben hiçi seçtim gözlerinde Bir hiç olmak istedim bu yemyeşil ülkede Kaybolup gitmek vardı şerefiyle hiçliğin.
Ve şimdi yalnız... Hayatı istemedim bilirsin gözlerinde Ben ölmeyi istedim tek sende başka değil, Yitip gitmek istedim, hiç olmak gayretiyle Meçhule karışmaktı hasretim, aşka değil.
İşte böyle ben, Sensizliğin şarkısını söylerken İşte böyle bir özleme düştüm Bir gül bahçe içre her yanım diken Kapımı çalsan, derdim; ah, viraneye döndüm. Yok değil bu cinnet girdabına düşerken Bilmeden, sen denen bir yokluğa düştüm.
Şimdi, bir ben var... Mecnunun rüyasındayken seraba düşmüş ben.... Şimdi, bir ben var, Her gün bir daha ölüp yine 'bir daha' diyen Ve sessizce ağlarken hiçin yandığı yerde Yanmak istedim yalnız, bir gülümsesen.
NEYİ ANLATIYORUM BEN BİR OZAN ÇIRAĞI BİLE OLAMAZKEN
ışıdı öfkemde dolandı gün allı-mor neydi az önce o zifiri karanlık ağarmadan ortalık selam civan dost bozkır mı uyanan güne dönmüş çorak toprak seslerle hele yokla kendini bahçesi olurmuş acılar ülkesinin tomurcuksuz, çiçeksiz çocukları oyuncaksız, şekersiz önceleri böyle değildi insan bir alageyik seker ormanda mağrur, atik acılar yürür insanlarla yollarda insan, ilkyaza vuran öfkeye gül sunan doğruya dost, eğriye düşman sevda olmalı karanın karanlığında pusatsız sevda olmalı bir uçtan bir uca ağlamaksız ve haber haber olmalı ölümün sesi toktur çocuklar duymamalı bak civan dost mevzilenmiş acı bilenir toprağın avuçlarında birşeyler demelisin artık neyi anlatır duvaklı güzellikler neyi anlatıyorum ben bir ozan çırağı bile olamazken
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler.
Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, 'bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur' diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... 'Senin için ölürüm' derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam 'Hayır, ben senin için ölürüm' diye yanıt verirdi hep...
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, 'Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak....' Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, 'Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma' Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....
Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde 'satılık' levhası asılı olan. 'Ne dersin, bu evi alalım mı? ' dedi adama. 'Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı...' 'Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim? ' diye yanıt verdi adam.
'Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık....'
Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: 'Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...'
Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, 'Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat' diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...
Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, 'Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım' diye sözünü kesti arkadaşı. 'O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya....' 'Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları' diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....
Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, 'son bir kez kucaklamak isterim seni' diyecek oldu ama kadın, 'defol' dedi nefretle...
İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu.
Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. 'Sen, buraya ne yüzle geliyorsun' diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. 'Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor.' dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: 'Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...'
Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, 'Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem' diyordu... Sırayla okudu; 'Seni çok sevdim', 'Seni sevmekten hiç vazgeçmedim', 'Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim.' 'Fakat benim için ölmeni istemedim' ' şimdi bana söz vermeni istiyorum.' 'Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı? ' son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:
'Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım
Sözcüklerim varmiyor uzaklarına Birer birer düşüyor bütün öpmelerim Ağır yenilgiler alarak
Adresinde yokluğunu kıyamet bilerek Sadece susarak özlüyorum seni Hiç tanımadan, ne garip
Sadece susarak özlüyorum seni Hiç tanımadan, ne garip
Sense uzak, çok uzakta Bir deniz gibisin resimlerde
Dokunsan Dersim olur, göçerim mecburen Duydum çok sonradan, adın önemli değil Acın aynı tadı veriyor
Adresinde yokluğunu kıyamet bilerek Sadece susarak özlüyorum seni Hiç tanımadan, ne garip
işte buna bıçak çekiyorum şimdi adı yok, hiç bir sevgilinin Zaman zaman değil şimdi Yalnız benmiyim bu ahir zamanda Derviş mekanına aşk ile cağıran Bu ahir zamanda
Hayatta neyi kaybedersen onu ararsın..aslında kaybetmek için gelmediğini ve tek çarenin her kaybedileni bulmak olmadığını bilirsin…..her seferinde..uzun bir yaşamı vaad edersin kendine..ve bazı şeylerin..o hani unutulmayacak şeylerin dahi başka şeylerle mukayese edileceğine inandırırsın kendini..ve artık başarmışsındır…kendini kandırmayı..ve hayat bundan sonra böyle geçmeli demeye dilin varmazken..hayat bir seferde söyletir sana…
aklından geçen onca şey bir çırpıda silinir..bir anlık..ama bilemezsin ki..geçmiş sensin..YARINLAR YAKINMIŞ GİBİ GELİR İNSANA..
bir an amacın yanaşır yanına..aslında bu değildir istediğin…lakin bu sefer…kendini insanları şaşırtacak kadar bir şeye adarsın..bunu sen belirlemezsin belki de..hayat …!
geçmişi vaad ettiğin günler gecelerde dahi…sitem etmezsin..hani gözlerin buğulanırda..sen yinede ağlamazsın..çünkü bir seferde ağlamadın mı..? ? seni ağlatan hayat bir gün güldürmeli…lakin sen hep hüzünlüsündür..hala eksiksindir..neden böle oldu diye düşünürken sana bir güvercin kanat çırpar…gök yüzünde..evet hayatta bir çok şeye aldanmış iken..çekinme….hadi…
işte o sensindir aslında..zor ama erken kanat çırpan..küçük iken uçmaya çalışan..uçamayacağını bilebile…seni hapseden ne bir kafes nede insanlar..bu sefer sen misin uçamayan..geç kalan yada erken olan…sen misin…
bazı sözler karanlıkta söylenir, diyorum uykularımın birinde bazı sözler hiçbir zaman, diyorum kendi sesime uyanırken bazı sözler karanlıkta söylenir bazı sözler hiçbir zaman diyorum armaların birinde öyledir, iki yanı ağaçlı yollar, arasından geçip gitmektir şiir ağaçla, yolla, ne tarafa ve hangi zaman
Ölüm kaçmış gözlerime kirpiklerim canımı çekişiyor..
Adresi unutulmuş bir yerde, kirli yüzlü karanlık yürekli adamların ayak izlerine basmamak için sol yanımda yatalak kaldı kalbim.Çaresizliğin ipine böyle eksik,böyle yarım,böyle bir hiç'liğin sehpasında asılırmı insan? Olmayan çocukluğum hangi celladın kan kırmızı türküsünün ezgisinde vuruldu.Ölüm senden gelsin diye yüreğinin sürgününe tüm gücümle giderken, vakitsiz ölümlerin kaybolmuş vijdanında kaldı yüzüm..Ruhum sende elim yüzümde kaldı,yüzümün izi saramadığım yaranda kaldı..Yakıcılığını bilmiyorsun bilme ama hep güneşe dön yüzünü,dön ki her yönden doğsun üstüne,dön ki asırlık yaralarını suskun yakarışlarımın ona ulaşan sevdalı sıcağında sarsın..Teselli sözcüklerinin kan ağladığı yitik bir gölgeyim ardında,unutulması kaçınılmaz olan bir sevda yanığı yüreğinde..
Bedenin toprağım olsun diye inlerken
Kayıp şehirlerin defterinde
Mahçup ölümlere yazıldım.
Hayat sonsuz bir inatla hep yarımları reva görürken
Vadesi erken gelmiş ölümleri
Yatalak bir kalbin gögüs boşluğuna
Ne kolay sunuyor görüyorsun değilmi...
Ama senin mutlu uykulara daldığını bilebilsem
Ne önemi kalır hiç bir yerde yazmayan
Fakat erken ödenen borçların...
Ölüm kaçtı gözlerime; kirpiklerim olmayan yatağımda, olmayan yastığımda, olamayacak hayallerime düşlerime ağlıyor.. Son bir umut,son bir deva,son ama ilk dilenendin ürkek ve hüznümüzün rengi gözlerimde.Beklerken kabus yarınların kefenini yırtmayı, celladım kanlı soluğuyla en kırmızı türküsünü üflüyor tüm mevsimleri alıp sağına,alnımın ve bedenimin sol yanındaki bu en son yaza..Oysa daha ben yazmayı öğrenecektim, herkesin ürktüğü ama bizi biz yapan susarak herşeyi anlatan birbirimizde tamamlanan yalnızlığımızın kalabalıklığını anlatacaktım..Ben ateşi yudumlarken ruhuma nasıl kurşun sıkıldığını anlatacaktım sana.Ben sana ölemediğim için ölümün nasıl gözümden düştüğünü ve mezartaşı suskunluğunu nasıl kabullendiğimi anlatacaktım.. Anlatamadım dünyaya belkide hiç düşmemiş olan gölgemi ve çocukluğu hiç olmamış çocukluğumu..Ben daha senin bilmediğin ve göremediğin seni anlatacaktım sana, yaralarından öpecektim ve sen sensizliğe inat tüm sabahların şakağına silah dayayıp her yönden evrenime doğacaktın..Olmadı...
Hiçbir kanlı celladın ölüm kusan nefesiyle
Öldüremediği çocukluğumu gönderiyorum sana
Yüreğindeki sevda yanığına merhem
Yaralarına sevdalanmış sıcak bir nefes sunsun diye.
Kirpiklerim canımı çekişirken
Yastığının diğer yarısına düşmüş
Parmaklarının arasına saçlarımı gönderiyorum usulca..
Ve sustuğum tüm gecelere!
Ve boğazıma yapışan tüm yasaklara!
Ve seni getirmeye gücü yetmeyen tüm şafaklara inat!
Aynalarda devrim yapıyorum Yıkıyorum aynada benliğimi Gözlerin düşüyor masama şimdi Gözlerin masmavi bir deniz gibi Ve gözlerime kar yağıyor masmavi Gözlerim buz gibi bakıyor işte Ne gece karanlık,ne gündüz belli Zaman hep zamansız akıyor işte Birde şu arabesk şarkılar yok mu Vallahi canımı sıkıyor işte.
Hayat ne kadar ucuz,ömür ne kadar kısa Bilmiyorum hangi isim yakışırdı bu derde? Yeniden yanmak mı her yeniden yananla? Acının ve hasretin bileşen denkleminde Hangi gece bitiyor,hangi gündüz başlıyor? Sahi güneş hangi yönden yükseliyor bu sabah.
Rüzgar artık yüzüme değmez oldu Boş yere gelir gün ışığı kapıma Yalanlar,kötülükler,yüze gülmeler Ve bağlanmalar bilinmeden Ve düşüncenin düşünceye çarpması Ve karanlıklar,umutsuzluklar,hayıflanmalar Bütün uzuvlarım bana darılmış Kulağım unutmuş artık sesimi Hepsi ayrı ayrı hayale dalmış Bu düşünce,bu aşk,bu kalp benim mi?
Sarhoş ışıklar arasından Nice denizler geçmiş bir adam Sen çiçekleri nazlı bir dağın şiirisin...
Hangi şiirden taşıp kimin gölerine konuk olduysan oradan baktın hayata ve bende su anda o mühür gözlerine konuk olmaktan mutluluk duyuyorum
benim için AŞK; GÖZLERİNİN BAKTIĞI HER YERDİR! ! ! Gözlerini özlüyorum... şimdi hangi kelime sırtlanır sana olan hasretimi? ? ? neden hepsi susuyor bilmiyorum...
Gel hüzün çiçeğim....... Gül rengi akşamların bitimsiz rengi Sevginin hüzünle buluştuğu çizgi Aşka yakılan ağıt, Gel tut ellerimden artık
Beni unutma........ Katlanıp atılmaya layık Karalanmış bir kağıt ol samda Unutma beni, Rüzgarda ufalanıp savrulmuş Bir kalbim varsa da, Kuruyup ayaklarının dibine düşen Bir yaprak ol samda Beni unutma........
Karanlıkta fark edilecek, Bir parıltım yok ama; Sen bu kurumuş gülü yinede unutma. Işığım yok,güneşim yok ama; Birde sen beni yok sayma.
Yüreğinden kovuldum,sokaklarda uyudum, Yusuf oldum kuyulara atıldım, Ateşlerde soğudum,İbrahim’i buldum; İsmail oldum,ıssız çöllere bırakıldım Unutuldum ama kimseyi unutmadım.
Söyle bir tanem; Hiç soğuk akar mı gözyaşları........ Hiç dile gelir mi yürek acıları....... Bilirmisin........ Yağmurlara kim ağlar?
eskiden kalan buruk sevinçler vardı bazen gülen,bazen ağlayan seviyorum diyenler tüm bahisler kapandı üzgünüm kaybettiniz
her veda kaybetmeye mahkumsa ömrüm kadar mahkumum demektir
tımarhanelik sevgiler yanıbaşımda zaptedilmeye ne kadar da açmışlar aynaların sol tarafı kırık kalbimi güzel yansıtamamışlar
parmakla gösterilen aşklar şimdi hangi yalanların koynunda benliğini kaybetti
yalanlar,masum oyunları oynar günahlar,başımıza rahip kesilir kötülük bile kendini adamdan sayar olmuş iyiliği mahzene itmişler ve üzarine kilidi vurmuşlar
gündönümü tarumar tik tak eden saat,susmaya yelteniyor
yalnızlıkları örtpas edemiyorum sevinçlerim desen hepsi yama hele ümitlerimin hiç halini sorma göçük altında kalan yarınlarımdan umut kesildi
kalbime daldırdığım kalem bile isyan ediyor neden iki kelime güzel söz bulamadın diye .. __________________
İnanıyorsan savunduklarına, arkasında duracaksın..gerek yok cellada cıkarıldığında darağacına, tabureye sen vuracaksın
Kalbinizi dolduran duygular kalbinizde kaldı.' Yaşamak ve sevmek için hep bilinmeyen bir zamanı bekleriz. Önce diploma almalıyızdır. Sonra iş, güç sahibi olmalıyızdır. Sonra ev, araba ve tüm eşyaları almalıyızdır. Sonra çocukları evlendirmek ve günlük hırslara boğulan hayatlarımızı papatyalar gibi koparıp vazoda yaşatmaya çalışırız. Yaprakları solmuş ve suyu pis kokan o vazo, yaşamın gizli saklı hainliklerine yataklık eder. Artık birbirimize dokunmadan, ellemeden yemekle yatak odası arasında geçer gider en değerli zaman, hayatımız.Biz hiç ölmeyecekmiş gibi sonsuzluk duygusu içinde gaflet uykularında kana bulanırız. Kan çiçekleri derleriz düşlerimizde, ölümlü hayatlarla örülü hayatlarımızın ölmüş sevdalarına ağıtlar yakarız düşlerimizde sessizce. Onları hep daha iyi bir zaman ve başka günlere bırakırız, yaşanacak ne varsa.Gizli bahçemizde açan çiçekleri tek tek yolup dökülen saçlarımızın yanına koyarız.Telaşla koşarken eve yetişip yemek yapmak için ya da iş toplantılarının tekdüze vurgusuna ayak uydururken verilecek taksitlerden daha önemli olmaz hiç sevgiyle dokunmak birine. Dokunmak, yaşamın en kutsal büyüsü kızıl akşam üstlerden koşarak gelen ve avucumuza yanar bir top gibi düşen.Dokunmak birine içten ve sevinerek bir çoçuk gibi varolduğuna şükrederek.Dokunmak, insanın insanla zenginleşen biricik yaratık olduğunun en güzel kanıtı.Oysa dokunmadan geçip gideriz en yakınlarımızda salınan yalamln kıyısından, lağım akan kanallarda boğuluruz küçücük hırslarla birgün bize hiç lazım olmayacak. Vakit olmaz yaşamak için. Vakit kalmaz yaşamak için beni unutma çiçeklerinden taçlar yapmaya aşkın başına.Öpüp koklamadan bir tenin yumuşaklığını, incir çekirdeğini doldurmaz kavgalarda tükenir nefesler. Kutsal nefeslerimizi en çirkin sözcüklere harcarız da düşünmeden, sevda sözcüklerine yer kalmaz koskoca mekanlarda.Dünyayı dar ederiz de herkeslere nedense yalnız gecelerde gözyaşlarımız bizi affetmez. Kavgalarda ve ağız dalaşlarında tüketiriz sevgilerimizi de aşklara hiç ümit vaad edilmez çorak topraklarda.Devedikenleri bile kururken bahçelerimizde baharın gelip geçtiğini görmeden kapanır gönül gözü. Gönül gözü kapalı olanın yiyeceği taş duvarlardır ev niyetine ve altın bilezikleridir sarılacak sevdalar yerine. Denizler uzak düşlerin maviliklerine saklanır da bir çocuk gibi, hiç selam etmez bize bilinmeyenin gizli sırlarından.Geniş zamanlar umarız bir gün sevgimizi söylemek için. Hiçbir gün gelmeyecek o günün hatırına harcarız hovardaca bir ömrü.Kanat çırpan aşklar bir kuş misali salınırken etrafımızda ya elimizde sıkıp öldürürüz onları ya da kaçırırız uzak ülkelere geri dönülmeyen. Aşk dokunmak ve sözden üretilen bir misk-u amberdir ki kokusu cihanı tutan. Sözlerden kolyeler takıp ak gerdanlara dokunuşun sarı güllerini dermek yaşamın hecelerini yanyana dizer.Yüreğinin surları yalçın kayalarla desteklenmiş insan nasıl ulaşsın sözcüklere? Bir kelebek misali yorulur kanatcıkları düşer yarı yolda boz toprak üstüne söz.Gecelere düğümlenmiş tutkuların yaşama ipek bir yorgan gibi serildiği günlerin özlemi fırtınalara yataklık eder ancak. Bırak! Ruhun öldüğü anlaışlsın.Bırak! Zaman sana hizmet etsin bıkıp usanmadan. Savaşın acımasız rüzgarına emanet yaşamlar, emanet yaşamlar kadar hain, sevgisiz ilişkilerin saldırısına uğrayan insan, karanlık yandaşlarına çevirirken yüzünü, unutur gider yaşamın kutsallığına türkü yakan dilleri. Kader değildir sevgisiz yaşamak. Ölüler yüzerken etrafımızda nehirden su içmek zor gelebilir insana ama yine de kutsaldır Ganj. Zeytin yaprağının gümüş bakışında açılır kapılar aşka.İçimize ılık zeytinyağı gibi akar sevdalar ve Akdeniz’in ruhu çırpınır beyaz köpükleriyle yüreğimizde.
Suskunuz… hem de çığlık çığlığa bir suskunluk Evet ama bu konuşacak bir şey olmadığından değil.. Konuşmaya çalıştığımız şeylerin bizi alıştığımız yalnızlığımızdan Uzaklaştırması aslında korktuğumuz… İkimizde cesaret edemiyoruz... Öylesine aışmışız ki içimizde büyüttüğümüz yalnızlığımıza... Seviyoruz onu... Belki de... Yaşandığında yok olacağı korkusu, bizi tereddüte düşüren Kaybetmekten korkacağımız bize ait bir şey oluşturma kaygısı… Sen... Yapamadığın hamlenin, hayatın boyu inanmak istediğin değerlere sahip gibi gördüğün düzeni yok etme girişiminden başka bir şey olmayacağını düşündün hep… Ben ise yılların verdiği bir alışkanlık çerçevesi içinde var ettiğim varlığa daha fazla acı vermemek için tek yıkım çalışmasından sonra, susmayı tercih ettim… İçimden çığlık atarak susuyorum… Susuyorum… İçimde o kadar güzelsin ki… Sana susuyorum … Demiştim ya yüreğim susmayı öğreniyor.. Aslı yok.. Sevdiğini anladığında içinde duyduğun çığlığın yankısı hiç bitmiyor… O hiç susmayacak… Her gün, her saat bana haykıracak, bağıracak, parçalayacak içimi. Benimse yüzümde o gülümsemem yer edinecek tekrar… Ona her şey yolundaymış gülücüğü atmaya devam edeceğim…
Varlığın, yokluğuna özdeş şimdi… Yazıyorum birkaç dakika ağlamışlığın ve gözyaşının üstüne…
… Sen bulanıklaşsan da, gözüm hep ufuktaki yalnız haberciyi gördü… Buğulanmış cama çarparken yağmur damlaları, ben çizdim bir kâlp içine iki bedeni… Zamanın bilmem hangi köşesindeydik hatırlamıyorum. İşime gelmeyen buluşmalardan kaçmadım sen varsın diye… Çam diplerinde petunyaları kuruturken ellerimizde, sen bana SENİ SEVİYORUM derken bile bakamıyordum gözlerine. Utancımdan … alışık olmadığımdan belki … belki de o öpülesi dudaklarından ayıramam dudaklarımı diye, korkumdan.. Farkına varamadım gerçeklerin.. Gözlerine saklanmış hainliği sezseydim eğer; … eğer, denizlerden çaldığın dalganın, bir mühür gibi yüreğime leke yapacağını çözebilseydim, mayasız öperdim seni.. Özüm’süz …
… Güzel kelimeler istiyordum senden … Ay ışıklarıyla yıkanmış, okuyunca en çirkin anlarımın anlamlaştığı, okuyunca dokunduğun gözlerimin mızmızlaştığı …
… Kulağımın arkasına fısıldanmış güzel kelimeler biriktirmiştim ben sana oysa… terk edip gitmeseydin ansızın; duyacaktın … Ben çırpınırken bir kaşık suyun derinliğinde boğulmamak için, sen görünce beni böyle çaresiz, beni böyle çırılçıplak; tutup çıkarırsın diye uzatmıştım ellerimi..Sen, biraz yukardan ifrit dolu yüreğinle bakıp gülmüştün hâlime.Oysa ben susmanı bekliyordum.. birde ıslak bedenimi sarmanı… bir “NEYİN VAR SENİN” e öyle ihtiyaç duymuştum ki o an; anlatmak istedim, ama sen … yoktun..!
… Yıllar geçti aradan.. ve farkında olmadan… Adımlarım daha büyük, daha hızlı ve daha sağlam… Yokluğunda büyüttüğüm acılarımı her gün tazelemek zoruma gitmeye başladı. Ve hasretinin bitime uğraması gerekti. Eylüldü.. hüzün mevsimiydi.. nasıl unutur... ................
24.01.2014 - 09:14
Doğum Gününüzü Can-ı Gönülden Kutlar sağlık,sıhhat, huzur ve mutluluk dolu nice nice yıllar dilerim.
Sevgi, Saygı ve Muhabbetle
05.01.2008 - 01:12
80lerin sonunda 90larin basinda cocuk olmak
Type: Just for Fun - Too Much Information
Description: [SAYENİZDE GÜNCELLENEN YENİ İNFO]
Süper Baba'nın müziğini flütle çalmışsanız
LC Waikiki veya benetton tüm renkleriyle kıyafetlerinizde önemli markalar olduysa...
SHOW TV'nin müziğini hala hatırlıyorsanız dup dıbu dıp dıp dıbı dıp dum...Tabi ki bir de:İyi TV eyç bi bi, eyç bi bi iyi TV
Önce hüplet sonra gümlet' hayat felsefeniz olmuşsa
Bizimkiler dizisi ertesi gun okul oldugunu bi sureligine unutturduysa
Parliament pazar gecesi sinemaları müziğini duyduğunuzda içinizde hala garip duygular uyanıyorsa (yarın okul var hüznü, ailenin seni yatırıyor olmasına duyduğun kızgınlık, o güzel mavinin romantizmi...)
Polis Akademisindeki her sesi çıkaran adama hayranlık duyuyorsanız
Elm sokağında kabus yüzünden hala yatağın altına bakmaktan korkuyorsanız
Chucky yüzünden en sevdiğiniz oyuncağınızı bile göz önünden kaldırmışsanız
Okulda coca-cola kutusunu ezip mac yaptiysaniz (kızlar yan yatırıp üstüne tam ortasına ayagı yerlestirip ustune basıp yururlerdi, topuklu ayakkabı gibi olurdu)
Apartmanin altindaki zil veya taksi diafonuna basmak müthiş heyecanlı bir yaramazlıksa
Tutti frutti çok ayıp ve olağanüstü merak uyandırıcı bir şovsa
Dört tekerlekli ayakkabının üstüne takılan patenlerden sonra roller bladeler size büyüleyici geldiyse
Bakkala gönderilmenin en güzel yanı küçük sarellenin dibini minik plastik kaşığıyla kazımak veya leblebi tozu yiyip konuşmaya çalışmaksa
Aterideki ördek vurmaca oyununda silahın nasıl çalıştığına hala kafa yoruyorsanız
Işıklı spor aykkabılar hava atmanın önemli bir unsuruysa
Bayramda harçlıklarla aldığınız ilk şey kinder süpriz yumurtasıysa(kağıdını tırnakla yırtmadan dümdüz yapmak da sabır ister doğrusu)
Clementine sizde derin izler bırakmışsa
Kasete kayit yapilabilmesi icin alt tarafinda bulunan karelerin bantla kapatilmasi gerektiğini öğrenmenin önemini biliyorsanız
Commodore 64'de tornavidayla kasetin kafa ayarını yaptıysanız
Anne saat kaç, simiiit, birdir bir, çay kahve gazoz, akşam ebesi, dansa davet, çatlak patlak, yakan top gibi kalabalık oynanan sokak oyunlarından sonra anneniz sizi balkondan yemeğe çağırmışsa
________________________________
'bandıra bandıra ye beni' şarkısını hızlı söylemeye çalıştığınız günler varsa
Rönesans sanatçılarını ilk kez Ninja Kaplubağaların ismi olarak tanıdıysanız
Tele On diye bir kanalı hatırlıyorsanız
Haftasonları çizgi film izlemek için errken kalkmanın ne demek olduğunu biliyorsanız
Şirinler geyiğini arkadaşlarınızla mutlaka çevirdiyseniz (Şirine aslında Gargamel tarafından yapıldı...)
Beğenseniz de beğenmeseniz de tüm çizifilmleri art arda izliyorduysanız
Bir Başka Gece çocukluk hayatınızdaki en görkemli şovsa
Pazar geceleri yıkanma günüyse
Seden Gürel'in neden öyle giyindiğini şimdi sorguluyorsanız
Müzik yelpazesi hayatınıza büyülü yabancı müzisyenler kattıysa
Bir sanal bebeğiniz olmuşsa,
Tetris'i süper hızla oynayabiliyorsanız,
MIRC ergenliğinizin önemli bir parçası olmuşsa(a/s/l ne demek biliyorrsanız)
ICQ nun 11 haneli rakamını ezberlemeye çalışmışsanız.
Pili bitmesin diye kasetleri kalemle havada sarmışsanız,
Çizgifilm şarkılarının ingilizce veya japonca olsa da ezberlemişseniz
Kokulu silgiye, deftere, kaleme harçlığınızı yatırdıysanız.
Eti Cin, Eti Puf, ABC, Balık Kraker, Negro, Bonibon,
Topitop, Yumiyum...vb çok seviyorsanız ve her zaman yeme kabiliyetiniz varsa
Sulugöz'ü düşününce bile ağzınız sulanıyorsa
Küçük bir kızsanız Sindy ile Barbie'yi karşılaştırıyorduysanız
Tsubasa'yı ve küre biçimindeki sahanın sonundaki dev kaleyi hatırlıyorsanız
'Hey Corç versene borç' deyince cevabı hemen yapıştırabiliyorsanız
Macarena dansını yapabiliyorsanız
TV den çekilmiş çizgifilmli sayısız kere izlediğiniz VHS leriniz varsa
Telefonların jetonla çalıştığını hatırliyorsanız
İstop diye bağırdığımızda renk yakalamaya çalışırken onun aslında stop olduğunu uzun zaman önce çözmüşseniz
Saçları renkli ve uzun patlak gözlü çirkin trolleri bile bir furyada satın almışsanız.
Capri Sun ın reklamı ve melodisini hatırlıyorsanız.
Annenizin mavi ped torbalarını şişirip patlattıysanız.
Power Rangers'ın renklerini hatırlıyorsanız
Mc Donalds a gitmek için ailenize yalvardıysanız
Olacak O kadar, Yasemin'in penceresi, Hadi Anlat Bakalım, Adam Olacak Çocuk, Saklambaç.. gibi programları hatırlıyorsanız.
Lambada'nın müziği kulağınızda çalabiliyorsa
'Nereye çufçufluyoruz'un kimin dediğini biliyorsanız.
Sayısız joystik kırdıysanız ve gün gelince artık joystik satılmadığını fark ettiyseniz
Fame City cennetle eşdeğerse
En sevdiğiniz sayı altıysa
Prince of Persia'da alttaki dikenlere düşünce çıkan dınnzk sesini ve kanları hatırlıyorsanız
Mon Ami 48 lik boyalardaki altın ve gümüş renkleri statü sembolüyse
Gençlik hayaliniz Beverly Hills teki havuzlu arabalarsa.
Uhuyla oynamanın zevkini biliyorsanız
Kolalı jelibonun önce kapağını yediyseniz
annenizin poşetler dolusu taso,misket, sporcu kağıtları,
gazoz kapaklarını attığını öğrenince ağladıysanız
Peçete, kağıt, poşet vb... koleksiyonu yapmışsanız
...
Çocukluğumuza dair nostalji zamanı
Katkılarınızla o günleri daha iyi hatırlayacağız.
Lütfen bulduğunuz fotolarını, nostalji Youtube
videolarını, hatırlamak istediğiniz her şeyi paylaşın.
EVET YAŞLANIYORUZ.
17.12.2007 - 00:28
AŞK İKİ KİŞİLİKTİR
Değişir rüzgarın yönü
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk iki kişiliktir.
Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.
Avutamaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.
Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş, gözden.
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşayamaz sevdasını,
Severken hiçbir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.
ATAOL BEHRAMOĞLU
13.12.2007 - 00:00
Devrim
Temiz kalan tek yerdir devrim
bütün bir yıl
kirlenen duvarda
ama görebilmek icin
asıldığı çividen indirilmelidir
yapraklari biten takvim
Zorbalara direnmektir devrim
bir çocuğun
annesinin çantasından aldığı paraları
altına gizlediğini
söylememiştir dövülen
hiçbir hali
İçinde yaşamaktır devrim
dikiş kutusunun
ve toplu iğneler gibi
bir arada olmayı gerektirir
karşı koyabilmek icin zulmüne
makas denilen patronun
Gece ışıklar arasında koşmaktır devrim
ateş böceklerini
yakalamak isteyen çocukların
peşine takılır gün gelir
yanıp sönen mavi ışıkları
polis arabalarının
Kağıt bir gemidir devrim
bütün gemiler
hurdaya çıksa da sonunda
taşıdığı özgürlük şiiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularında
Kim bilir kaç yunus görmüş
kaç DENİZ GEZMİŞ...
Sunay Akın
30.11.2007 - 01:03
Değil
Ve yahut değil....
Hayatı satmak değil...
Seni anlamak değil,
Ve anlatmak hiç değil.
Zoru seçmek var,
Seni anlamayı da, anlatmayı da seçmek...
Küllenmiş közü değil, böyle koru seçmek var.
Deli edip hayatı, cinneti de öldürüp,
Cennette ab-ı hayat şerbetini içmek var.
Fakat değil....
Ben hiçi seçtim gözlerinde
Bir hiç olmak istedim bu yemyeşil ülkede
Kaybolup gitmek vardı şerefiyle hiçliğin.
Ve şimdi yalnız...
Hayatı istemedim bilirsin gözlerinde
Ben ölmeyi istedim tek sende başka değil,
Yitip gitmek istedim, hiç olmak gayretiyle
Meçhule karışmaktı hasretim, aşka değil.
İşte böyle ben,
Sensizliğin şarkısını söylerken
İşte böyle bir özleme düştüm
Bir gül bahçe içre her yanım diken
Kapımı çalsan, derdim; ah, viraneye döndüm.
Yok değil bu cinnet girdabına düşerken
Bilmeden, sen denen bir yokluğa düştüm.
Şimdi, bir ben var...
Mecnunun rüyasındayken seraba düşmüş ben....
Şimdi, bir ben var,
Her gün bir daha ölüp yine 'bir daha' diyen
Ve sessizce ağlarken hiçin yandığı yerde
Yanmak istedim yalnız, bir gülümsesen.
DİHYE
09.10.2007 - 01:02
NEYİ ANLATIYORUM BEN
BİR OZAN ÇIRAĞI BİLE OLAMAZKEN
ışıdı
öfkemde dolandı gün allı-mor
neydi az önce
o zifiri karanlık
ağarmadan ortalık
selam civan dost
bozkır mı uyanan
güne dönmüş çorak toprak
seslerle hele yokla kendini
bahçesi olurmuş acılar ülkesinin
tomurcuksuz, çiçeksiz
çocukları oyuncaksız, şekersiz
önceleri böyle değildi insan
bir alageyik seker ormanda
mağrur, atik
acılar yürür insanlarla yollarda
insan,
ilkyaza vuran
öfkeye gül sunan
doğruya dost, eğriye düşman
sevda olmalı
karanın karanlığında
pusatsız
sevda olmalı
bir uçtan bir uca ağlamaksız
ve haber haber olmalı
ölümün sesi toktur
çocuklar duymamalı
bak civan dost
mevzilenmiş acı
bilenir toprağın avuçlarında
birşeyler demelisin artık
neyi anlatır duvaklı güzellikler
neyi anlatıyorum ben
bir ozan çırağı bile olamazken
Yılmaz ODABAŞI
05.10.2007 - 22:48
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez....
Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler.
Gençtiler, çok genç...
Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler.
Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden
değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, 'bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur' diyerek
devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... 'Senin için ölürüm' derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam 'Hayır, ben senin için ölürüm' diye yanıt verirdi hep...
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, 'Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak....' Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, 'Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma' Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....
Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az
çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü
kadın, üzerinde 'satılık' levhası asılı olan. 'Ne dersin, bu evi alalım mı? ' dedi adama. 'Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı...' 'Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim? ' diye yanıt verdi adam.
'Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık....'
Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: 'Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...'
Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, 'Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat' diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam,
duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...
Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, 'Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım' diye sözünü kesti arkadaşı. 'O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya....' 'Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları' diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....
Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, 'son bir kez kucaklamak isterim seni' diyecek oldu ama kadın, 'defol' dedi nefretle...
İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu.
Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. 'Sen, buraya ne yüzle geliyorsun' diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. 'Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor.' dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: 'Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...'
Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, 'Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem' diyordu... Sırayla okudu; 'Seni çok sevdim', 'Seni sevmekten hiç vazgeçmedim', 'Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim.' 'Fakat benim için ölmeni istemedim' ' şimdi bana söz vermeni istiyorum.' 'Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı? ' son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:
'Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım
04.10.2007 - 23:22
...:::Susarak Özlüyorum::...
Sözcüklerim varmiyor uzaklarına
Birer birer düşüyor bütün öpmelerim
Ağır yenilgiler alarak
Adresinde yokluğunu kıyamet bilerek
Sadece susarak özlüyorum seni
Hiç tanımadan, ne garip
Sadece susarak özlüyorum seni
Hiç tanımadan, ne garip
Sense uzak, çok uzakta
Bir deniz gibisin resimlerde
Dokunsan Dersim olur, göçerim mecburen
Duydum çok sonradan, adın önemli değil
Acın aynı tadı veriyor
Adresinde yokluğunu kıyamet bilerek
Sadece susarak özlüyorum seni
Hiç tanımadan, ne garip
işte buna bıçak çekiyorum
şimdi adı yok, hiç bir sevgilinin
Zaman zaman değil şimdi
Yalnız benmiyim bu ahir zamanda
Derviş mekanına aşk ile cağıran
Bu ahir zamanda
Ahmet aslan
02.10.2007 - 05:50
Hayatta neyi kaybedersen onu ararsın..aslında kaybetmek için gelmediğini ve tek çarenin her kaybedileni bulmak olmadığını bilirsin…..her seferinde..uzun bir yaşamı vaad edersin kendine..ve bazı şeylerin..o hani unutulmayacak şeylerin dahi başka şeylerle mukayese edileceğine inandırırsın kendini..ve artık başarmışsındır…kendini kandırmayı..ve hayat bundan sonra böyle geçmeli demeye dilin varmazken..hayat bir seferde söyletir sana…
aklından geçen onca şey bir çırpıda silinir..bir anlık..ama bilemezsin ki..geçmiş sensin..YARINLAR YAKINMIŞ GİBİ GELİR İNSANA..
bir an amacın yanaşır yanına..aslında bu değildir istediğin…lakin bu sefer…kendini insanları şaşırtacak kadar bir şeye adarsın..bunu sen belirlemezsin belki de..hayat …!
geçmişi vaad ettiğin günler gecelerde dahi…sitem etmezsin..hani gözlerin buğulanırda..sen yinede ağlamazsın..çünkü bir seferde ağlamadın mı..? ? seni ağlatan hayat bir gün güldürmeli…lakin sen hep hüzünlüsündür..hala eksiksindir..neden böle oldu diye düşünürken sana bir güvercin kanat çırpar…gök yüzünde..evet hayatta bir çok şeye aldanmış iken..çekinme….hadi…
işte o sensindir aslında..zor ama erken kanat çırpan..küçük iken uçmaya çalışan..uçamayacağını bilebile…seni hapseden ne bir kafes nede insanlar..bu sefer sen misin uçamayan..geç kalan yada erken olan…sen misin…
02.10.2007 - 05:42
bazı sözler karanlıkta söylenir, diyorum uykularımın birinde
bazı sözler hiçbir zaman, diyorum kendi sesime uyanırken
bazı sözler karanlıkta söylenir
bazı sözler hiçbir zaman
diyorum armaların birinde
öyledir, iki yanı ağaçlı yollar, arasından
geçip gitmektir şiir
ağaçla, yolla, ne tarafa
ve hangi zaman
imgenin şiddetiyle çoğalır anlam
parçalana parçalana
geçtiğimiz yollardan
onca yaprak düşer
birkaç şiir kalır yalnızca
o derin ağaçlardan
kendi sesimize uyandığımız rüyalarda
Murathan MUNGAN
30.09.2007 - 01:57
Ölüm kaçmış gözlerime kirpiklerim canımı çekişiyor..
Adresi unutulmuş bir yerde, kirli yüzlü karanlık yürekli adamların ayak izlerine basmamak için sol yanımda yatalak kaldı kalbim.Çaresizliğin ipine böyle eksik,böyle yarım,böyle bir hiç'liğin sehpasında asılırmı insan?
Olmayan çocukluğum hangi celladın kan kırmızı türküsünün ezgisinde vuruldu.Ölüm senden gelsin diye yüreğinin sürgününe tüm gücümle giderken, vakitsiz ölümlerin kaybolmuş vijdanında kaldı yüzüm..Ruhum sende elim yüzümde kaldı,yüzümün izi saramadığım yaranda kaldı..Yakıcılığını bilmiyorsun bilme ama hep güneşe dön yüzünü,dön ki her yönden doğsun üstüne,dön ki asırlık yaralarını suskun yakarışlarımın ona ulaşan sevdalı sıcağında sarsın..Teselli sözcüklerinin kan ağladığı yitik bir gölgeyim ardında,unutulması kaçınılmaz olan bir sevda yanığı yüreğinde..
Bedenin toprağım olsun diye inlerken
Kayıp şehirlerin defterinde
Mahçup ölümlere yazıldım.
Hayat sonsuz bir inatla hep yarımları reva görürken
Vadesi erken gelmiş ölümleri
Yatalak bir kalbin gögüs boşluğuna
Ne kolay sunuyor görüyorsun değilmi...
Ama senin mutlu uykulara daldığını bilebilsem
Ne önemi kalır hiç bir yerde yazmayan
Fakat erken ödenen borçların...
Ölüm kaçtı gözlerime; kirpiklerim olmayan yatağımda, olmayan yastığımda, olamayacak hayallerime düşlerime ağlıyor..
Son bir umut,son bir deva,son ama ilk dilenendin ürkek ve hüznümüzün rengi gözlerimde.Beklerken kabus yarınların kefenini yırtmayı, celladım kanlı soluğuyla en kırmızı türküsünü üflüyor tüm mevsimleri alıp sağına,alnımın ve bedenimin sol yanındaki bu en son yaza..Oysa daha ben yazmayı öğrenecektim, herkesin ürktüğü ama bizi biz yapan susarak herşeyi anlatan birbirimizde tamamlanan yalnızlığımızın kalabalıklığını anlatacaktım..Ben ateşi yudumlarken ruhuma nasıl kurşun sıkıldığını anlatacaktım sana.Ben sana ölemediğim için ölümün nasıl gözümden düştüğünü ve mezartaşı suskunluğunu nasıl kabullendiğimi anlatacaktım..
Anlatamadım dünyaya belkide hiç düşmemiş olan gölgemi ve çocukluğu hiç olmamış çocukluğumu..Ben daha senin bilmediğin ve göremediğin seni anlatacaktım sana, yaralarından öpecektim ve sen sensizliğe inat tüm sabahların şakağına silah dayayıp her yönden evrenime doğacaktın..Olmadı...
Hiçbir kanlı celladın ölüm kusan nefesiyle
Öldüremediği çocukluğumu gönderiyorum sana
Yüreğindeki sevda yanığına merhem
Yaralarına sevdalanmış sıcak bir nefes sunsun diye.
Kirpiklerim canımı çekişirken
Yastığının diğer yarısına düşmüş
Parmaklarının arasına saçlarımı gönderiyorum usulca..
Ve sustuğum tüm gecelere!
Ve boğazıma yapışan tüm yasaklara!
Ve seni getirmeye gücü yetmeyen tüm şafaklara inat!
Ölüm kaçan gözlerimi yüreğinde yumuyorum...
30.09.2007 - 01:55
Gecenin Kapıları
Bütün kapılar kapandı, dışardayım
Birden karşıma çıkmayın korkuyorum
Uykusuzum fena halde, sokaktayım
Karanlık bastırdı mı bozuluyorum
Fena bir yerimden koptuğum doğru
Kendimden çok fazla yaşamaktayım
Nereye bağlanacak bu işin sonu
Aslında ben kimim meraktayım
Bütün kapılar kapandı, sokaktayım...
Attila İlhan
30.09.2007 - 01:53
AYNALAR-
Aynalarda devrim yapıyorum
Yıkıyorum aynada benliğimi
Gözlerin düşüyor masama şimdi
Gözlerin masmavi bir deniz gibi
Ve gözlerime kar yağıyor masmavi
Gözlerim buz gibi bakıyor işte
Ne gece karanlık,ne gündüz belli
Zaman hep zamansız akıyor işte
Birde şu arabesk şarkılar yok mu
Vallahi canımı sıkıyor işte.
Hayat ne kadar ucuz,ömür ne kadar kısa
Bilmiyorum hangi isim yakışırdı bu derde?
Yeniden yanmak mı her yeniden yananla?
Acının ve hasretin bileşen denkleminde
Hangi gece bitiyor,hangi gündüz başlıyor?
Sahi güneş hangi yönden yükseliyor bu sabah.
Rüzgar artık yüzüme değmez oldu
Boş yere gelir gün ışığı kapıma
Yalanlar,kötülükler,yüze gülmeler
Ve bağlanmalar bilinmeden
Ve düşüncenin düşünceye çarpması
Ve karanlıklar,umutsuzluklar,hayıflanmalar
Bütün uzuvlarım bana darılmış
Kulağım unutmuş artık sesimi
Hepsi ayrı ayrı hayale dalmış
Bu düşünce,bu aşk,bu kalp benim mi?
DIHYE
29.09.2007 - 13:25
güzel şiirler yazmışsın........... çok güzel
27.09.2007 - 01:08
BANA BİR DÜNYA GÖSTER EY SEVGİLİ İÇİNDE SEN OLSUN
BANA BİR DÜNYA GÖSTER UMUT IŞIGINI SENİN GÖZLERİNDE YAŞAYAYIM TIPKI ŞİMDİ YAŞADIGIM GİBİ
DERYA DA YANLIZ KALMIŞ BİR KAYIK DUYGULARIM
KOSKOCA BİR LİMAN YÜREGİN
VE SEN YANAŞMA DİYORSUN
NE YAZIK DALGALAR BENİ HER SEFERİNDE SANA SAVURUYOR
HER SEFERİNDE BENİ YÜREGİNE MİSAFİR EDİYORSUN
DAVETİYESİ VİZESİ OLMAYAN GÜMRÜK SORMAYAN
SORUŞTURMA AÇIYORSUN AMA
AŞKIMI YARGILAMAYA CESARET EDEMİYORSUN
DUYGULARIM SUÇSUZ VE MAHSUN BİR O KADAR DA GÜZEL
KALBİMDE SEN VARSIN BENİ GÖRDÜKÇE YANLIZLIGINI SEVGİYİ AŞKI GÖRÜYORSUN
ARADA BASIYORSUN FERYADI NEDEN BEEEEEN
SEN EVET YÜREGİMİN SEVDİGİ EN NADİDE DUYGU SEN
SEVDİGİM YAŞADIKLARIMI EGER DÜNYA GÖZÜ İLE OKUMAK İSTERSEN
GÖZLERİME BAK ORDA SEN VARSIN
ORDA KALBİMİN ANAHTARI VAR VE AÇACAK TEK GÜÇ SENSİN
SENİN GÖZLERİN
BAŞKASINA HARAM MİSALİ YÜREGİM
HER BAKTIGIM DA SEN VARSIN SEN
SENİ ÇOK SEVİYORUM BEBEGİM
YİNE YANAŞTIM LİMANINA VAKİTSİZ
DİLİNDE BİR GİT GELME VAR Kİ SANKİ DİYORSUN Kİ
HOŞ GELDİN
26.09.2007 - 22:32
Sarhoş ışıklar arasından
Nice denizler geçmiş bir adam
Sen çiçekleri nazlı bir dağın şiirisin...
Hangi şiirden taşıp
kimin gölerine konuk olduysan
oradan baktın hayata
ve bende su anda
o mühür gözlerine konuk olmaktan
mutluluk duyuyorum
benim için AŞK;
GÖZLERİNİN BAKTIĞI HER YERDİR! ! !
Gözlerini özlüyorum...
şimdi hangi kelime sırtlanır
sana olan hasretimi? ? ?
neden hepsi susuyor bilmiyorum...
O yüzden
BENDE SADECE SUSARAK ÖZLÜYORUM SENİ...
24.09.2007 - 04:31
BİLİRMİSİN-
Gel hüzün çiçeğim.......
Gül rengi akşamların bitimsiz rengi
Sevginin hüzünle buluştuğu çizgi
Aşka yakılan ağıt,
Gel tut ellerimden artık
Beni unutma........
Katlanıp atılmaya layık
Karalanmış bir kağıt ol samda
Unutma beni,
Rüzgarda ufalanıp savrulmuş
Bir kalbim varsa da,
Kuruyup ayaklarının dibine düşen
Bir yaprak ol samda
Beni unutma........
Karanlıkta fark edilecek,
Bir parıltım yok ama;
Sen bu kurumuş gülü yinede unutma.
Işığım yok,güneşim yok ama;
Birde sen beni yok sayma.
Yüreğinden kovuldum,sokaklarda uyudum,
Yusuf oldum kuyulara atıldım,
Ateşlerde soğudum,İbrahim’i buldum;
İsmail oldum,ıssız çöllere bırakıldım
Unutuldum ama kimseyi unutmadım.
Söyle bir tanem;
Hiç soğuk akar mı gözyaşları........
Hiç dile gelir mi yürek acıları.......
Bilirmisin........
Yağmurlara kim ağlar?
DIHYE
23.09.2007 - 19:44
AYRILIKLAR UYANDIRMALI KÖR YÜREĞİMİ
CEHENNEM YANGINLARINDAN
ÖLMEDEN ÇIKTIYSA BEDENİM; ARTIK
BENİM OLMALIYIM, BENİM
YETER YÜREĞİMİ BİR ÇİFT GÖZÜN
ATEŞİNE REHİN VERDİĞİM,
ATEŞ ARTIĞI DEĞİLDİR KARŞILIĞIMIZ
PUSATINI DAĞ SESİNDEN ALAN
FİRARINI MERMİSİNE EMANET EDEN
BİR NAMLUDUR BU EŞKIYA SEVDA Kİ;
ZULASINDA ASILI DURUR KEFENLEDİĞİ ÖLÜMÜ
ELLERİNİN ÇELİĞİNE SU VERİLMİŞTİR
TA ADEM'DEN BERİ
BİLİR VE İNTİHAR CURETİYLE YOKLAR YÜREĞİNİN TETİĞİNİ
GÜNEŞİN KIZILCA KIYAMETİNE ÇATAR
KURUYAN UMUT DALLARINI
YANACAKSA CEHENNEMDEN BETER YANMALI
KİM ANLAR Kİ; EŞKIYANIN SAĞLAMLIĞINI
ÖZLEMİNİN ÇİSEYLE YIKANMIŞ ŞAFAK DEĞERİNİ KİM?
HANİ ELLERİNE KUŞLAR İNERDİ
KARDAN ÜŞÜYEN KUŞLAR
BAHÇEN KUŞ SEVİNÇLERİYLE İNLERDİ
AY ŞAHRUD
EŞKIYA YÜREĞİME ÇIĞ DÜŞTÜ
ÜŞÜYORUM HA....
AÇ ELLERİNİ
GELDİM MUTSUZLUĞUMLA
YÜREK SUSUZLUĞUMLA
KOYNUNA AL DEMİYOM
EŞİKTE KOYMA BENİ
KOYNUNDA YATIR DEMEM
YETER BAĞIŞLA BENİ
AÇ ELLERİN GİREYİM,
SANA ÖMRÜM VEREYİM
KURUYAN DUDAKLARINA
NEFESİMİ SÜREYİM
KURUYAN DUDAKLARIMA
NEFESİNİ SÜREYİM
DAĞLARA KÜS OLUR MU
BAHARA YAS OLUR MU
İKİ CAN BİR BEDENKEN
AYRI YATMAK OLUR MU
İKİ YÜREK BİR CANKEN
AYRI DÜŞMEK OLURMU
BİLİYORUM SUÇLUYUM
KENTİN KİRLİ SUYUYUM
SEVMESİNİ BİLMİYORSAM
GEÇMİŞİN SONUCUYUM
AÇ KAPIYI GİREYİM
SANA ÖMRÜM VEREYİM
KURUYAN DUDAKLARINA
NEFESİMİ SÜREYİM
KURUYAN DUDAKLARIMA
NEFESİNİ SÜREYİM
alıntı:misra
Emrah ALTINOK
22.09.2007 - 16:27
SEN VE BEN.
Sen sevda iken
Ben sensiz beden
Sen dalında gül
Ben'se sürünen.
Sen gökte güneş
Ben suda gölge
Sen sonsuza eş
Ben hiçe belge.
Sen hayatın özü
Ben onda zerre
Sen esma yüzü
Sen bana çare.
Sen hak sevgisi
Ben maşuk iken
Sen gül nefesi
Ben kanlı diken.
Sen tek seçilmiş
Ben sevda kiri
Sen bana yetiş
Ben af esiri.
DİHYE
19.09.2007 - 01:01
eskiden kalan buruk sevinçler vardı
bazen gülen,bazen ağlayan
seviyorum diyenler tüm bahisler kapandı
üzgünüm kaybettiniz
her veda kaybetmeye mahkumsa
ömrüm kadar mahkumum demektir
tımarhanelik sevgiler yanıbaşımda
zaptedilmeye ne kadar da açmışlar
aynaların sol tarafı kırık
kalbimi güzel yansıtamamışlar
parmakla gösterilen aşklar
şimdi hangi yalanların koynunda benliğini kaybetti
yalanlar,masum oyunları oynar
günahlar,başımıza rahip kesilir
kötülük bile kendini adamdan sayar olmuş
iyiliği mahzene itmişler ve üzarine kilidi vurmuşlar
gündönümü tarumar
tik tak eden saat,susmaya yelteniyor
yalnızlıkları örtpas edemiyorum
sevinçlerim desen hepsi yama
hele ümitlerimin hiç halini sorma
göçük altında kalan yarınlarımdan umut kesildi
kalbime daldırdığım kalem bile isyan ediyor
neden iki kelime güzel söz bulamadın diye
..
__________________
İnanıyorsan savunduklarına, arkasında duracaksın..gerek yok cellada cıkarıldığında darağacına, tabureye sen vuracaksın
19.09.2007 - 00:59
Kalbinizi dolduran duygular kalbinizde kaldı.' Yaşamak ve sevmek için hep bilinmeyen bir zamanı bekleriz. Önce diploma almalıyızdır. Sonra iş, güç sahibi olmalıyızdır. Sonra ev, araba ve tüm eşyaları almalıyızdır. Sonra çocukları evlendirmek ve günlük hırslara boğulan hayatlarımızı papatyalar gibi koparıp vazoda yaşatmaya çalışırız. Yaprakları solmuş ve suyu pis kokan o vazo, yaşamın gizli saklı hainliklerine yataklık eder. Artık birbirimize dokunmadan, ellemeden yemekle yatak odası arasında geçer gider en değerli zaman, hayatımız.Biz hiç ölmeyecekmiş gibi sonsuzluk duygusu içinde gaflet uykularında kana bulanırız. Kan çiçekleri derleriz düşlerimizde, ölümlü hayatlarla örülü hayatlarımızın ölmüş sevdalarına ağıtlar yakarız düşlerimizde sessizce. Onları hep daha iyi bir zaman ve başka günlere bırakırız, yaşanacak ne varsa.Gizli bahçemizde açan çiçekleri tek tek yolup dökülen saçlarımızın yanına koyarız.Telaşla koşarken eve yetişip yemek yapmak için ya da iş toplantılarının tekdüze vurgusuna ayak uydururken verilecek taksitlerden daha önemli olmaz hiç sevgiyle dokunmak birine. Dokunmak, yaşamın en kutsal büyüsü kızıl akşam üstlerden koşarak gelen ve avucumuza yanar bir top gibi düşen.Dokunmak birine içten ve sevinerek bir çoçuk gibi varolduğuna şükrederek.Dokunmak, insanın insanla zenginleşen biricik yaratık olduğunun en güzel kanıtı.Oysa dokunmadan geçip gideriz en yakınlarımızda salınan yalamln kıyısından, lağım akan kanallarda boğuluruz küçücük hırslarla birgün bize hiç lazım olmayacak. Vakit olmaz yaşamak için. Vakit kalmaz yaşamak için beni unutma çiçeklerinden taçlar yapmaya aşkın başına.Öpüp koklamadan bir tenin yumuşaklığını, incir çekirdeğini doldurmaz kavgalarda tükenir nefesler. Kutsal nefeslerimizi en çirkin sözcüklere harcarız da düşünmeden, sevda sözcüklerine yer kalmaz koskoca mekanlarda.Dünyayı dar ederiz de herkeslere nedense yalnız gecelerde gözyaşlarımız bizi affetmez. Kavgalarda ve ağız dalaşlarında tüketiriz sevgilerimizi de aşklara hiç ümit vaad edilmez çorak topraklarda.Devedikenleri bile kururken bahçelerimizde baharın gelip geçtiğini görmeden kapanır gönül gözü. Gönül gözü kapalı olanın yiyeceği taş duvarlardır ev niyetine ve altın bilezikleridir sarılacak sevdalar yerine. Denizler uzak düşlerin maviliklerine saklanır da bir çocuk gibi, hiç selam etmez bize bilinmeyenin gizli sırlarından.Geniş zamanlar umarız bir gün sevgimizi söylemek için. Hiçbir gün gelmeyecek o günün hatırına harcarız hovardaca bir ömrü.Kanat çırpan aşklar bir kuş misali salınırken etrafımızda ya elimizde sıkıp öldürürüz onları ya da kaçırırız uzak ülkelere geri dönülmeyen. Aşk dokunmak ve sözden üretilen bir misk-u amberdir ki kokusu cihanı tutan. Sözlerden kolyeler takıp ak gerdanlara dokunuşun sarı güllerini dermek yaşamın hecelerini yanyana dizer.Yüreğinin surları yalçın kayalarla desteklenmiş insan nasıl ulaşsın sözcüklere? Bir kelebek misali yorulur kanatcıkları düşer yarı yolda boz toprak üstüne söz.Gecelere düğümlenmiş tutkuların yaşama ipek bir yorgan gibi serildiği günlerin özlemi fırtınalara yataklık eder ancak. Bırak! Ruhun öldüğü anlaışlsın.Bırak! Zaman sana hizmet etsin bıkıp usanmadan. Savaşın acımasız rüzgarına emanet yaşamlar, emanet yaşamlar kadar hain, sevgisiz ilişkilerin saldırısına uğrayan insan, karanlık yandaşlarına çevirirken yüzünü, unutur gider yaşamın kutsallığına türkü yakan dilleri. Kader değildir sevgisiz yaşamak. Ölüler yüzerken etrafımızda nehirden su içmek zor gelebilir insana ama yine de kutsaldır Ganj. Zeytin yaprağının gümüş bakışında açılır kapılar aşka.İçimize ılık zeytinyağı gibi akar sevdalar ve Akdeniz’in ruhu çırpınır beyaz köpükleriyle yüreğimizde.
19.09.2007 - 00:58
MONA ROZA
Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller
Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları
Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten
Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller
Sezai Karakoç
14.09.2007 - 00:29
Suskunuz… hem de çığlık çığlığa bir suskunluk
Evet ama bu konuşacak bir şey olmadığından değil..
Konuşmaya çalıştığımız şeylerin bizi alıştığımız yalnızlığımızdan
Uzaklaştırması aslında korktuğumuz…
İkimizde cesaret edemiyoruz...
Öylesine aışmışız ki içimizde büyüttüğümüz yalnızlığımıza...
Seviyoruz onu...
Belki de...
Yaşandığında yok olacağı korkusu, bizi tereddüte düşüren
Kaybetmekten korkacağımız bize ait bir şey oluşturma kaygısı…
Sen...
Yapamadığın hamlenin, hayatın boyu inanmak istediğin değerlere sahip
gibi gördüğün düzeni yok etme girişiminden başka bir şey olmayacağını
düşündün hep…
Ben ise yılların verdiği bir alışkanlık çerçevesi içinde var ettiğim varlığa
daha fazla acı vermemek için tek yıkım çalışmasından sonra, susmayı
tercih ettim…
İçimden çığlık atarak susuyorum…
Susuyorum…
İçimde o kadar güzelsin ki…
Sana susuyorum …
Demiştim ya yüreğim susmayı öğreniyor..
Aslı yok..
Sevdiğini anladığında içinde duyduğun çığlığın yankısı hiç
bitmiyor… O hiç susmayacak…
Her gün, her saat bana haykıracak, bağıracak, parçalayacak içimi.
Benimse yüzümde o gülümsemem yer edinecek tekrar…
Ona her şey yolundaymış gülücüğü atmaya devam edeceğim…
'Sadece bundan sonra kimse benim...
13.09.2007 - 23:32
Sevgiliye Açılmamış Mektup...
Varlığın, yokluğuna özdeş şimdi…
Yazıyorum birkaç dakika ağlamışlığın ve gözyaşının üstüne…
…
Sen bulanıklaşsan da, gözüm hep ufuktaki yalnız haberciyi gördü… Buğulanmış cama çarparken yağmur damlaları, ben çizdim bir kâlp içine iki bedeni…
Zamanın bilmem hangi köşesindeydik hatırlamıyorum. İşime gelmeyen buluşmalardan kaçmadım sen varsın diye… Çam diplerinde petunyaları kuruturken ellerimizde, sen bana SENİ SEVİYORUM derken bile bakamıyordum gözlerine. Utancımdan … alışık olmadığımdan belki … belki de o öpülesi dudaklarından ayıramam dudaklarımı diye, korkumdan.. Farkına varamadım gerçeklerin.. Gözlerine saklanmış hainliği sezseydim eğer; … eğer, denizlerden çaldığın dalganın, bir mühür gibi yüreğime leke yapacağını çözebilseydim, mayasız öperdim seni.. Özüm’süz …
…
Güzel kelimeler istiyordum senden … Ay ışıklarıyla yıkanmış, okuyunca en çirkin anlarımın anlamlaştığı, okuyunca dokunduğun gözlerimin mızmızlaştığı …
…
Kulağımın arkasına fısıldanmış güzel kelimeler biriktirmiştim ben sana oysa… terk edip gitmeseydin ansızın; duyacaktın … Ben çırpınırken bir kaşık suyun derinliğinde boğulmamak için, sen görünce beni böyle çaresiz, beni böyle çırılçıplak; tutup çıkarırsın diye uzatmıştım ellerimi..Sen, biraz yukardan ifrit dolu yüreğinle bakıp gülmüştün hâlime.Oysa ben susmanı bekliyordum.. birde ıslak bedenimi sarmanı… bir “NEYİN VAR SENİN” e öyle ihtiyaç duymuştum ki o an; anlatmak istedim, ama sen … yoktun..!
…
Yıllar geçti aradan.. ve farkında olmadan…
Adımlarım daha büyük, daha hızlı ve daha sağlam…
Yokluğunda büyüttüğüm acılarımı her gün tazelemek zoruma gitmeye başladı. Ve hasretinin bitime uğraması gerekti. Eylüldü.. hüzün mevsimiydi.. nasıl unutur...
................
Toplam 29 mesaj bulundu