alistim sana birtanem alistim hergun gormeye bir nefes gibi muhtacim sevilmeye sevmeye her sabah uyandigimda seni buldum yanimda yoklugun bir zehir gibi dolasiyor kanimda
alismak sevmekten daha zor geliyor alismak bir yara bagrimda kaniyor sen yoksun kollarim boslugu sariyor alistim birtanem alistim sana
alistim sana birtanem yokluguna dayanamam inan sensiz kaderimle tekbasima savasamam ben seninle varolmusum benim seninle bir sarhosum sen yanimda olmayinca gayesizim bombosum
alismak sevmekten daha zor geliyor alismak bir yara bagrimda kaniyor sen yoksun kollarim boslugu sariyor alistim birtanem alistim sana...
Ne acılar, ne yokluklar Ne de olumsuzluklar Hiç biri yakmadı Senin kadar...... Bu sana son sözlerim; Sönmüş bir aşktan kalan küller. Sana ait ne varsa; Kalbimden soyuyorum Harcanmış yıllarımın vebaliyle birlikte Al işte! ! ! yolluyorum......
Mısralara sinmiş gözyaşlarımı Anlamını yitirmiş umutlarımı Kelimelere yüklediğim acılarımı Payıma düşen ne varsa,senden kalan İade ediyorum Al işte! ! ! yolluyorum......
Biliyorum; Kelimeler güçsüz kalacak Duygularımı anlatmaya Bu yüzden; yanmış tükenmiş bir kalbin Sönmeye yüz tutmuş son aleviyle yazıyorum bu hitabımı
Al işte! ! ! aşk kitabımı Artık bana müsade...... Sayfalar tutuştukça elinde Neler çektiğimi hissedeceksin ! ! ! Yitirilmiş bir aşkın Küllerini göreceksin Biraz şaşkın! Biraz üzgün! Biraz da pişmanlık duyup
Palyaço mu, şarlatan mı, soytarı mı ? nasıl çevireceğini bilemez insan bazen.... halbuki soytarı sözcüğü diğer ikisinden çok daha farklı bir şeyin altını çiziyor:... soytarılar voltaire’in ‘candid’i ya da dostoyevski’nin ‘budala’si gibi aslında erdem ve doğru sözlülüğün timsalidirler... ortalıkta bir sürü entrika, kirlilik, çirkinlik kol gezerken onlar bize görmemiz gereken şeyi gösterir, duymayı istediğimiz doğruları söylerler.... saray soytarıları genelde deli muamelesi görür, ama onlar tarot kartlarındaki ‘fool’ gibi aslında ermişliğin vücuda gelmiş halidirler.
‘kral lear’de bu durum çok açıkça görülür...mesela.... oyun içinde soytarının çok önemli bir rolü vardır.... krala, en küçük kızı cordelia’yi mirasından ve sevgisinden mahrum ederken ne kadar aptalca bir iş yaptığını hatırlatmak ve diğer iki kızının ve şapşal damatlarının bencilliklerini her firsatta yüzlerine vurmak.... (yazarken ne kadar belli oluyor bilmiyorum, ama ben bu soytarı milletini cok severim, özellikle de, ‘kral lear’deki soytarıyı) soytarı bir tür deli muamelesi gördüğü için krala yaltaklanması gerekmez, dilediğini ağzına geldiği gibi söyler.... dürüsttür, sivri dillidir ve kralı en kötu zamanlarında bile yalnız bırakmaz.
soytarının krala yaptığı işin yalnışlığını hatırlatmaktan başka bir fonksiyonu daha vardir ki, o da, seyirciye sürekli doğru olanın ne olduğunu söylemesidir.... soytarı, shakespeare’in oyunlarında, eski yunan tragedyalarinda koronun üstlendiği görevi görur, yani her şey cılgınca bir felakete doğru akarken, o bize sağduyunun ve akılcı davranışın sesini duyurur... kaosa karşı düzenin sesidir soytarı..
soytarı kimi zaman deliliğin arkasına sığınarak inanılmaz akıllıca laflar eder ve taşı gediğine koyar.... mesela, ben soytarının kendi külahını lear’in başına geçirmeye kalkıştığı sahneyi pek severim... kral lear, topraklarını iki büyük kızı arasında bölüştürmeye karar verdiğinde, soytarı, kendi külahını kaptığı gibi lear’in başına geçirmeye kalkar ve ona altın tacını bağışladığı sırada çıplak başında pek az akıl kaldığını söyler.... shakespeare’in dehası burada bir kez daha kendini gösterir; soytarının kişiliğinde öyle bir laf eder ki, deliliğin sembolü olan külahı ve gücün sembolü olan altın tacı kullanarak, aynı anda hem kralın deli olduğunu, hem kendisinin o saraydakı en akıllı insan olduğunu, hem de gücün artık kralın elinde olmadığını anlatmış olur....
iktidarını ve topraklarını kızları arasında bölüştürmeye karar verdiğini açıkladıktan sonra kızlarından kötü muamele gören kral öyle bir noktaya gelir ki, artık gücünü tamamen yitirdiğini acı bir şekilde anlar, kendinden şüphe duyar ve ‘kimim ben ? ’ diye sorar.... işte o noktada, soytarının verdiği yanıt yine çok ilginçtir aslında: ‘lear’s shadow ! der krala...
yine oyunun kritik bir dönemecinde, lear’in kendi kendisiyle hesaplaşmaya, doğruları ucundan kenarından görmeye başladığı bir anda, soytarı büyük bir laf daha eder: “thou shouldst not have been old till thou hadst been wise”. yani soytarıya göre kral, olgunlaşmadan yaşlanmış bir çocuktur aslında.... kızlarının sevgisini sınamak için çocukca bir yönteme başvurmuş ve kendi felaketini kendi elleriyle hazırlamıştır.... bu durumda soytarının ettiği laf oyunun kalbine işaret eder ve olan bitenin özeti gibidir aslında....
ZÜMRÜD-Ü ANKA... kaf dağı'nın ardında güzelliği,heybeti ve gücü ile,aklı, bilgeliği temsil eden zümrüd-ü anka,zalim bir kralın ego savaşında varlığını inkâr etmesiyle kendisinden başka güç tanımayacağını amaçlayarak yakılarak yok edilmeye çalışılan kuş...belki bir masal kuşu,belki gerçek,belki de rivayet...ancak ne olursa olsun bugün hepimiz ona olan hayranlığımızı kendi içimizde de bir zümrüd-ü anka olduğumuzu düşünerek varlığını kabulleniyoruz...
zümrüd-ü anka...Küllerinden doğan kuş...her yandığın da küllerinden yeniden doğmasını bilen ve her son da kendine yeni bir başlangıç yaratan masal kuşu...aslında masal kahramanı,belki diğer kahramanlar gibi yel değirmenleriyle savaşmadı,kötü kalpli cadının elinden prensesi kurtarıp mutlu sona ulaşmadı,kırk haramilerden aşırdıklarını ihtiyaç sahiplerine bölüştürmedi ya da kadınlara inancını yitiren şehriyarı binbir gece masallarla uyutup ülkesinin kadınlarını ölümden kurtaramadı ama...
tek başına bir kuş olarak bile insanoğluna her bitişte yeniden dirilişi öğretti...bugün bile her çöküşte,yine yeniden dirilmeye çalıştığımızda,aklımıza geldiğinde içimizdeki gücü temsil etti...düştüğümüz yerden kalkıp,silkelenip,kendimize geldiğimizde yeniden başlamak için ilham verdi...
zihinlerimizde vücuda getirdiği simgesi ile, zor günlerde akla her geldiğinde, düşünme yetisine sahip tek canlı insana, pes etmenin,vazgeçmenin aksine herşeyin bitti denen yerden başladığını gösterdi...lâkin hayatta öyle anlar ve durumlar vardır ki bazen pes etmek,vazgeçmek tek çıkar yoldur...
devam edebilmek,yeniden gülümseyerek başlamak için önce vazgeçmek gerekir bazen...yeniden başlamak bir tercih ve pes edip durumu kabullenmek de vazgeçiştir...vazgeçmeli bazen...uğruna emek verdiklerimiz için durup baktığımızda,gördüklerimiz içimizi acıtıyorsa,daha fazla devam edip pişmanlık duymamak ve keşkeleri arttırmamak için,herşeyi anladığı anda bırakmalı,vazgeçmesini bilmeli insan...
ve ne kadar kabullenemesekte bazen herşey göründüğü kadar basit olabilir....karşılaştığımız durumları ya da kişileri değerlendirirken nedense bize anlatılanlarla ya da gördüklerimizle yetinmeyip 'hayır bu kadar basit olmamalı'deriz....arkasını arar,diğerlerinin yanılabileceklerini,herşeyin görünenden ibaret olmayacağını göstermek adına didinir dururuz....ama öyle bir an gelir ki yanıldığımızı anladığımızda kendimize ve aslında göründüğü kadar basit olana duyduğumuz şey öfkedir...ve yapılacak olan şey öfkeyi kontrol altına alıp,vazgeçip yine ve yeniden yola devam etmektir....işte zümrüd-ü anka tam da bu noktada küllerinden yeniden doğmuştur...
fakat illa ki yanıp yakılıp küllerimizden doğmaya gerek varmıdır? ... her yangın sonrasında alınacak tedbirler listesi oluşturamamanın bahanesi ne? ...hayat deneme yanılmalarla geçirilecek kadar uzun mudur? ...ve aynı hayat bize sunulanı reddedicek,yanlışa şans üstüne şans verip emeğimizi boşa çıkaracak yeni öğretiler oluşturacak kadar lüks müdür? ....tabiki bizden önceki öğretileri irdelemeden,sorgulamadan kabullenmek yanlış,ama bazı durumlar da görünen açıklığı irdelemek,emek verip değiştirmeye çalışmak ne kadar gerekli? .....malesef yaşam basiti değiştirmeye,yanlışın,çirkinin var olan özünü sınamaya, 'bir umut insanoğlu yanılıyordur belki de derinler de çok başka güzellikler vardır' diye kendimizi avutmaya izin vericek kadar bonkör değil...
O yüzdendir ki bazen görünen köye kılavuz ne hacet deriz...
İşte öylesine basittir herşey bazı anlarda,tam da göründüğü kadardır....zorlamanın,yoklamanın,altında birşeyler aramanın manası yoktur....nasıl görüyorsak öyledir....'emek' kelimesinin bile öylesine harcandığında yazık edileceği kadar içi boştur görünenin.....bunu anlamak bazen zamanla,bazen de tecrübeyle sabittir....fakat bir kez anladığınız da tekrarına müsamma gösterilmiycek kadar aşırı farkındalık hasıl olur....
ve umarım zümrüd-ü anka'nın aklı ve bilgeliği temsil ettiği gerçeği ya da rivayeti bu noktada özümüze yansır ve algıladığımız anda ki aşırı farkındalık hissi,bir ömre yayılacak kadar çıkmaz belleklerimizden denir...
Ancak ne olursa olsun bugün hepimiz ona olan hayranlığımızı KENDİ İÇİMİZ DE BİR ZÜMRÜD-Ü ANKA OLDUĞUMUZU düşünerek varlığını kabulleniyoruz ! ! !
Yazılarak dile getirilenlerin verdiği duygular, noktalama işaretleri olmadan nasıl tam olarak anlaşılamıyorsa, ben de sen olmadan veremiyorum çoşkumu hayata. Cama düşen yağmur tanelerini izliyorum, belki sakat ruhumu bir nebze de olsa sevindirebilirler. Küçük yağmur taneleri birbirine yol bulup, birleşerek aşağı aktıkça, gözyaşlarım da onlara imreniyor bir anda, yol bulup akmak için yüzümden, göz bebeklerimi zorluyorlar. Ama hapsettim, salmadım onları dışarı, çünkü yağmur taneleri gibi sevimli değillerdi. Ortamı sulandırmak ve görüntüyü bulandırmanın gereği yoktu şimdi. Ruhsuz ruhum, sakat ruhum aldırış etmedi ve işte, yağmur tanelerinin büyüsü ancak bu kadar olabildi gözümde. Yağmurdu işte; buharlaşıp, tekrardan yoğunlaşarak yere inen oranın buranın sularıydı! Onları görünce neden ağlayasım geliyordu ki? Muhtemelen bu yağmur halinde inen sular buharlaşırken sıcaktan, gözyaşı yerine, ter döküyor olmalıydım; şimdi yoğunlaştıklarında da yine bir şey mi dökmeliydim? Dökmem işte! Sakat ruhumun geçerli bir nedeni kalmadı ağlamak için. Yağmur taneleri etkisiz ve manasız hale geldikten sonra, beni ağlamaya meğilleyen asılsız bir şeyi alt etmişçesine gurur duydum kendimle.
Sonra yağmura aldırmadan oturmaya devam edebildim penceremin önünde. Sessizlikte, asılı duran saatin tiktakları bana; “Yaşlanıyorsun! Yaşlanıyorsun! ” diyerek dil döküyorlardı. “Seviyor bedenim yaşlanmayı, boşuna kendini yorma saat, bana nispet yaparak zamanını harcama! ” dedim. Ne tesadüf ki, dememle birlikte, pili bitti ukala saatin, sustu haliyle. Yağmur tanelerinden sonra saati de yendim, sakat ruhum kendiyle gurur duydu.
Şimdi saat sesi olmadan ve yağmur tanelerini izlemeden yine penceremin önündeydim. Başarabiliyordum işte, bak gördün mü? Bağlılık, hayranlık ya da ilgi duyduğum her şeyi zihnimle pratik yaparak önemsizleştirebiliyorum, varlık- yokluk denklikleri arasında zihinsel pratiklerle, çok kolay olabiliyor onlarsız da var olduğumu anlamak. Senin yokluğunu alt etmeye çalışırken de aynı böyleydim, işe yaramış olmalı ki; bugün nasıl yağmur tanelerine yenik düşmemeyi başarmışsa gözlerim, nasıl saatin sesini bastırabilmişsem cümlelerimle, yokluluğunu da böyle bastırdım. Ama ruhum bu savaşta sakat kaldı, ve sensiz hayata coşkusunu veremez oldu. Şimdi rehabilitasyon merkezinde, bu camın önündeyim, birazdan doktorum gelecek ve sakat ruhumu, soru-cevap şeklindeki pratiklerle iyileştirmeye çalışacak. Bir gün ben de hayata çoşkumu verebileceğim, hem de sen olmadan! Benim ruhum da koşup oynayacak hayatın bahçelerinde!
Sana bir ad bulmalıyım Adını çağırırken sana benden daha çok şey getirecek bir ad Başını bu adla çevirmelisin bana ve baktığında O ses beni anlatmalı, benim bilmediklerimi de anlatmalı Olmadıklarımı da
Sana bir ses buldum Çiçeklerin içinde ararken adının yerine Bir vadiden geçirirken sana dair hatıralarımda Geçmişin astarı olan bir ses ve geleceğin anlamı Sen yaratıldın ve ben kayboldum bu anlamda
Adını çağırırken güneşe döndürmeyi seviyorum Yüzümü... yüzüm yüzünle birleşince bir 'ay' doğuyor Yeryüzü kemiklerine kadar oynuyor sonrasında Senden önceki yıllarımı da sen varmışçasına hatırlıyorum; gezindiğimi Bir çember, bir ova ve bir dağın etrafında
İnanmalısın... Bir adam niçin vardır Niçin ellerini boşaltır yağdığında yağmur Ve ne bekliyordur iki kaşın ortasındaki hülyada Tutar damlaları ona kavuşur gibi Onu bulur hiç olmadığı dünde ve yaşamadığı yarında
Ben hiçbir şey söylemedim Fakat sen anladın Neredesin sensizliğimin ortasında Kalbim neresinde bu hiç fısıldanmamış aşkın Yoksun ama buradasın hep burada
Uyansam akşam olacak geç kalacağım Gözlerimi kapatınca senden doğan güneşe Gözlerinde ışıyan şafağın çiğ zerrelerindeki sonsuz damlaya De ki susadım sen vardın ama ben yalnızdım, o zaman Öpsem öpsem bitmeyecek dudaklarındaki rayiha
Eskilerde bir suyun başında nöbette Henüz var olmamış günler bile gelip geçen günlerden daha mutluluk dolu Senin büyüdüğünü görüyorum düne bakınca Üstelik yanımda olmaktan daha fazlasın Verilmiş bir söz buluyorum her sabah yatağımda
Sana bir ad bulmalıyım Sesten hızlı, çağırmadan söylenen ve ölümsüz bir sıfat Denizden gelen henüz doğmamış dalga sesi anlamında Bütün hayatımı yaşamış ve hayatımdan sonrasını da kavrayan Bu ad hep yankılansın ben sustuğumda
Yarına kalsın bütün sevişmelerimiz Teninde yorulmak denizinde yıkanmak gibidir Her nefesine bir çocuk adı adadığımda Sesim çırçıplak yıkandığımız ırmaktan geçer Kalbindeki adam olur, kurumuş dudaklarındaki vaha
Yoksun ve bunun bir yıldızı olmalı gökte Başımı çevirdiğimde ben görmeden kayan bir yıldız Sabahları penceremde gün ağarmadan parıldasın ya da Senin ışığın getirsin senin yokluğunu işte böyle dayanabilirim ancak Yokluğuna, aramızdaki zamana ve uzaklara
Vakit geçtikçe daha çok sende oluyorum Bekledikçe daha fazla kayboluyorum sen olan gökyüzümde Bulutlar kuş oluyor kuşlar açılmamış bir davet, sabaha Kadar uyumadan sayıklıyorum varmışsın gibi Koklamadan konuştuğum bir demet lavantada
Bana bir masal anlat dediğinde, yaşamanın Anlamını söylerken gözlerindeki korkunun Büyüdüğünü görüyorum sonra Ellerinden tutuyorum ve bu anlamı verdiğin için Binlerce kez teşekkür ediyorum sana
Sen hayatıma gelmeden önce hiçbir bahçede Çiçek yoktu hiçbir şehirde kule Ve bazı şüpheli meyveler ağaçlarda Ağaç gövdelerine dolanmış bedenlerimiz Günahtan arındıran bir dolambaçlı yatakta
Buraya gel demezdi hiçbir yol levhası Buradayım derken bütün şehirler Sorardım nerede başınla birlikte doğan ayla Denizimizi görüyorum içinde kıyılara doğru çoğaldığımız denizi Kuşkularımı yemin yapan gözlerine baktıkça
Hazzın en yüksek yerinden düşmek için söz vermedim Arzularını büyütmek ve saklamak için de vaadim yok Denizin en sıcak suyu olup ayaklarımı ıslatmadıkça Sen adında bir rüzgâr tanımayacağım Ve en heybetli dağ olarak duracağım karşında
Caddelerden geçen mermer ruhu Ve içindeki yumuşak parmak hareketlerini yontan kelebekler Kalbin sertliğinden söz ederken bana Durduramadığım bir fırtınanın içinde Sana son şeklini verdim bir anda
Bu tül içinde duracaksın ve kölen olacak zaman Ki o hiç geçmeyecek ve sen değişmez kalacaksın rüyalarımda...
her şey yapılabilir bir beyaz kağıtla uçak örneğin uçurtma mesela altına konulabilir bir ayağı ötekinden kısa olduğu için sallanan bir masanın veya şiir yazılabilir süresi ötekilerden kısa bir ömür üzerine.
bir beyaz kağıda her şey yazılabilir senin dışında güzelliğine benzetme bulmak zor sen iyisi mi sana benzemeye çalışan her şeyden bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor belki tabiattadır çaresi senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin ve benim bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim anlarım bitkiden filan ama anlatamam toprağın güneşle konuşmasını sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
sen bana ışık ver yeter bende filiz çok köklerim içimde gizlidir gelen giden açan soran bere budak yok bir şiir istersin “içinde benzetmeler olan” kusura bakma sevgilim heybemde sana benzeyecek kadar güzel bir şey yok
uzun bir yoldan gelen tedariksiz katıksız bir yolcuyum yaralı yarasız sevdalardan geçtim koynumda bir beyaz kağıt boşluğu her şeyi anlattım olan olmayan acıtan sancıtan bilsem ki sana varmak içindi bütün mola sancıları bütün stabilize arkadaşlıklar daha hızlı koşardım severadım gelirdim gözlerinin mercan maviliğine
sana bakmak suya bakmaktır sana bakmak bir mucizeyi anlamaktır
sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır aşk sorgusunda şahanem yalnız kelepçeler sanıktır ne yazsam olmuyor çünkü bilenler hatırlar hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar bahçıvanlar değil tüccarlardır sen öyle göz sen öyle toprak ve güneş ortaklığı sen teninde cennet kayganlığı iken sana şiir yazmak ahmaklıktır
bir tek söz kalır dişlerimin arasından ben sana gülüm derim gülün ömrü uzamaya başlar
verdiğim bütün sözler sende kalsın isterim ben sana gülüm derim gül sana benzediği için ölümsüz yazdığım bütün şiirler sana başlayan bir kitap için önsöz
sana bakmak bir beyaz kağıda bakmaktır her şey olmaya hazır sana bakmak suya bakmaktır gördüğün suretten utanmak sana bakmak bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır sana bakmak Allah’a inanmaktır...! ! !
mavi bir aleve dönüştürdüm kalbimi bir anda tutuşturmak istedim beni böyle umarsız bırakıp gittiğin bu zalim şehri yakamadım gözlerin dikildi karşıma bir caddenin tam ortasında inanılmaz güzel bakıyordu gözlerime hafif ıslak en özel en bilinmeyen türleri açmıştı papatyaların hatıralarınla titriyordu içim kuşlar kanatıyordu gönlümü
gri bulutlar geçiyordu göğümden anlamak üzreydim neron’un roma’yı neden yaktığını karanlık bir koridor açıldı önümde anlayamadım yenik düşmüş bir napolyon kadar mutsuzdum aslında intihara kalkışan hitler kadar çaresiz yakmak üzreydim ki bu şehri hatıraların içli bir yağmur gibi boşandı üzerime
kediler geçti birden kavşaklarından şehrin acı acı miyavladılar gözlerime baktılar kızgındılar kırgındılar onlar da tutulmuşlar anladım sana bendeki kadar onlar da terk ettiğin bu şehri çaresiz yakmak istiyorlar yakamıyorlar
saçların dikildi karşıma bir sokak köşesinde her telinde parmaklarımın izleri parlıyordu benzersiz kokunu alıyordu kıvrımlarından rüzgar gözleri doluyordu saçlarına bakan kedilerin her biri bir kenarda darmadağın çömelip kalıyordu yutkunuyordu rengi kaçıyordu pencerelerde perdelerin
nereye yürüdüysem bakışın, duruşun, sesin anladım söndürmeliyim tutuşan yüreğimi kendimi yakmış olurum yakarsam bu şehri çünkü sen her şeyinle bendesin
Seni Seviyorum Bir yudum insan gözbebeklerinde.. Hep böyle güzel bak ne olur Hep böyle içten, hep böyle sevgiyle.. Ruhuma göz kırpmayı unutursan bir yerlerde Saklan nereye olursa bana gözükme Yaz yağmurlarından korunacak Sırca saraylarım olmasın, istemiyorum Islanmalıyım, iliklerime kadar Ve sen su damlayan saçlarıma bakıp Sadece gülümse.. Belime sarıl ve yürü.. Götür götürebildiğin yere..
Günler oldu göremedim o kadar ihmale gelemedim seni bana düşkün bilirdim duygusal krizdeyim şaşıyorum bu ben miyim kaderimi seveyim gel o güzel günleri getir bana dünleri yakarız bugünleri gel çay demledim gel içelim evdekileri sepetledim oltaya gelebilirim ağına düşebilirim idare edebilirim oohhh sensiz çuvallarım ruh gibi dolaşırım yataklara yapışırım gel bu kadar kasma kendini dertlere kiracı etme beni dinle ricamı lütfenimi duygusal krizdeyim şaşıyorum bu ben miyim kaderimi seveyim gel o güzel günleri getir bana dünleri yakarız bugünleri gel yaz gununde kış gibiyim sen iyisen bnde iyiyim oltaya gelebilirim ağına düşebilirim idare edebilirim sensiz çuvallarım uh gibi dolaşırım yataklara yapışırım gel
Selam olsun yüreğine aşkım Yüreğime hoşgeldin Seni buldum yaradana kurban Kalmadı hiç derdim
Bu zamanda hani kara sevda Hadisene yok derdim Seni gördüm yaradana kurban Mecnuna hak verdim
Başıdostum ateşine düştüm Dudağından gül suyu içtim Karasevda ötesine geçtim Kanat açtım yüreğine uçtum Senden önce bin kere suçtum Seni sevdim aşk ile coştum
Dünya bir yana sen bir yana Acımam kıyarım sana göz koyana Sevdam biline sevdam duyula Ferman yazılı aşkım adına...
Seni düşündüm yine bu akşam üstü Gelmedin mor salkımlar sana küstü Umutsuz bekledim sabaha kadar O çok sevdiğin yağmurlar bile küstü
Mor salkımlı o sokakta ellerimi tut Okşa yine saçımı dizinde uyut Ne çok severmişim gidince anladım Serseri gecelerde sana ağladım
Bu akşamda sensizliği anılara sarıp içtim Kaybettikten sonra anlıyor insan Meğerse hiçkimseyi senin kadar sevmemişim Bi dönsen en güzel yerinde biten o rüya
Yeniden yaşanır istesen Yıldızları sermezmiyim ayaklarına Geldiğin yollara toz olmazmıyım Yine şafak söküyor
Uykulerın unuttuğu gözlerim yine tavanda Ne vardı diyorum ah bi dönseydin son anda Şarjörüne hasret sürdüm sazımın Şimdi hüzün işgalinde yüreğim Ve ben hala mor salkımlı o sokakta bıraktığın yerdeyim...
Bu, ulaştığım son haznesinden çıkardıklarım aşkın... Elde son kalan, hani sana son gidecek olan, hani seni son görecek olan, hani son lokma ekmeğim gibi yani.... Bu en son dökülen yaprağı dallarımın.... M ...
26.04.2008 - 00:23
____####_____¦¦¦____#####__ ¦
___########___ ¦ __#######__ ¦
__#######################__ ¦
_#########################__ ¦
_#########################__ ¦ karanlık çökünce, sokağınıza,
_########################__ ¦ köşede ben varım, unutamazsın,
__######################__ ¦ o mutlu günler, hep gelir aklına,
___####################__ ¦ sen beni ömrünce, unutamazsın.! ! ! !
____##################__ ¦
______###############__ ¦ mektupları yırtıp, attın diyelim,
________############__ ¦ resimleri yırtıp, yaktın diyelim,
__________#########__ ¦ bir mazi var olup, nasıl silelim,
____________#######__ ¦ sen beni ömrünce, unutamazsın.! ! ! ! !
______________#####__ ¦
________________####__ ¦ ah edip adını, her anışımda,
__________________###__ ¦ bir aşık misali, hep yanışım da,
____________________##__ ¦ bir hayal olurum, yanıbaşında,
______________________#__ ¦ sen beni ömrünce
unutamazsınnn....! ! ! ! ! !
26.04.2008 - 00:01
alistim sana birtanem
alistim hergun gormeye
bir nefes gibi muhtacim
sevilmeye sevmeye
her sabah uyandigimda
seni buldum yanimda
yoklugun bir zehir gibi
dolasiyor kanimda
alismak sevmekten
daha zor geliyor
alismak bir yara
bagrimda kaniyor
sen yoksun kollarim
boslugu sariyor
alistim birtanem alistim sana
alistim sana birtanem
yokluguna dayanamam
inan sensiz kaderimle
tekbasima savasamam
ben seninle varolmusum
benim seninle bir sarhosum
sen yanimda olmayinca
gayesizim bombosum
alismak sevmekten
daha zor geliyor
alismak bir yara
bagrimda kaniyor
sen yoksun kollarim
boslugu sariyor
alistim birtanem alistim sana...
22.04.2008 - 22:36
Sen
Seni özleyenin
Özleminden habersiz
Özlemle
Özlenmektesin
Sen var ya
Sen
Özlemlerin
İçinde
En çok
Özlenensin...
21.04.2008 - 17:25
Sevgi emek ister...
sevgi yürek ister......
20.04.2008 - 10:12
_____Senden Kalanlar_________
Şunu bilki! ....
Ne acılar, ne yokluklar
Ne de olumsuzluklar
Hiç biri yakmadı
Senin kadar......
Bu sana son sözlerim;
Sönmüş bir aşktan kalan küller.
Sana ait ne varsa;
Kalbimden soyuyorum
Harcanmış yıllarımın vebaliyle birlikte
Al işte! ! ! yolluyorum......
Mısralara sinmiş gözyaşlarımı
Anlamını yitirmiş umutlarımı
Kelimelere yüklediğim acılarımı
Payıma düşen ne varsa,senden kalan
İade ediyorum
Al işte! ! ! yolluyorum......
Biliyorum;
Kelimeler güçsüz kalacak
Duygularımı anlatmaya
Bu yüzden; yanmış tükenmiş bir kalbin
Sönmeye yüz tutmuş son aleviyle yazıyorum bu hitabımı
Al işte! ! ! aşk kitabımı
Artık bana müsade......
Sayfalar tutuştukça elinde
Neler çektiğimi hissedeceksin ! ! !
Yitirilmiş bir aşkın
Küllerini göreceksin
Biraz şaşkın!
Biraz üzgün!
Biraz da pişmanlık duyup
Ürpereceksin! ..............
18.04.2008 - 12:00
Palyaço mu, şarlatan mı, soytarı mı ? nasıl çevireceğini bilemez insan bazen.... halbuki soytarı sözcüğü diğer ikisinden çok daha farklı bir şeyin altını çiziyor:... soytarılar voltaire’in ‘candid’i ya da dostoyevski’nin ‘budala’si gibi aslında erdem ve doğru sözlülüğün timsalidirler... ortalıkta bir sürü entrika, kirlilik, çirkinlik kol gezerken onlar bize görmemiz gereken şeyi gösterir, duymayı istediğimiz doğruları söylerler.... saray soytarıları genelde deli muamelesi görür, ama onlar tarot kartlarındaki ‘fool’ gibi aslında ermişliğin vücuda gelmiş halidirler.
‘kral lear’de bu durum çok açıkça görülür...mesela.... oyun içinde soytarının çok önemli bir rolü vardır.... krala, en küçük kızı cordelia’yi mirasından ve sevgisinden mahrum ederken ne kadar aptalca bir iş yaptığını hatırlatmak ve diğer iki kızının ve şapşal damatlarının bencilliklerini her firsatta yüzlerine vurmak.... (yazarken ne kadar belli oluyor bilmiyorum, ama ben bu soytarı milletini cok severim, özellikle de, ‘kral lear’deki soytarıyı) soytarı bir tür deli muamelesi gördüğü için krala yaltaklanması gerekmez, dilediğini ağzına geldiği gibi söyler.... dürüsttür, sivri dillidir ve kralı en kötu zamanlarında bile yalnız bırakmaz.
soytarının krala yaptığı işin yalnışlığını hatırlatmaktan başka bir fonksiyonu daha vardir ki, o da, seyirciye sürekli doğru olanın ne olduğunu söylemesidir.... soytarı, shakespeare’in oyunlarında, eski yunan tragedyalarinda koronun üstlendiği görevi görur, yani her şey cılgınca bir felakete doğru akarken, o bize sağduyunun ve akılcı davranışın sesini duyurur... kaosa karşı düzenin sesidir soytarı..
soytarı kimi zaman deliliğin arkasına sığınarak inanılmaz akıllıca laflar eder ve taşı gediğine koyar.... mesela, ben soytarının kendi külahını lear’in başına geçirmeye kalkıştığı sahneyi pek severim... kral lear, topraklarını iki büyük kızı arasında bölüştürmeye karar verdiğinde, soytarı, kendi külahını kaptığı gibi lear’in başına geçirmeye kalkar ve ona altın tacını bağışladığı sırada çıplak başında pek az akıl kaldığını söyler.... shakespeare’in dehası burada bir kez daha kendini gösterir; soytarının kişiliğinde öyle bir laf eder ki, deliliğin sembolü olan külahı ve gücün sembolü olan altın tacı kullanarak, aynı anda hem kralın deli olduğunu, hem kendisinin o saraydakı en akıllı insan olduğunu, hem de gücün artık kralın elinde olmadığını anlatmış olur....
iktidarını ve topraklarını kızları arasında bölüştürmeye karar verdiğini açıkladıktan sonra kızlarından kötü muamele gören kral öyle bir noktaya gelir ki, artık gücünü tamamen yitirdiğini acı bir şekilde anlar, kendinden şüphe duyar ve ‘kimim ben ? ’ diye sorar.... işte o noktada, soytarının verdiği yanıt yine çok ilginçtir aslında: ‘lear’s shadow ! der krala...
yine oyunun kritik bir dönemecinde, lear’in kendi kendisiyle hesaplaşmaya, doğruları ucundan kenarından görmeye başladığı bir anda, soytarı büyük bir laf daha eder: “thou shouldst not have been old till thou hadst been wise”. yani soytarıya göre kral, olgunlaşmadan yaşlanmış bir çocuktur aslında.... kızlarının sevgisini sınamak için çocukca bir yönteme başvurmuş ve kendi felaketini kendi elleriyle hazırlamıştır.... bu durumda soytarının ettiği laf oyunun kalbine işaret eder ve olan bitenin özeti gibidir aslında....
18.04.2008 - 11:15
ZÜMRÜD-Ü ANKA... kaf dağı'nın ardında güzelliği,heybeti ve gücü ile,aklı, bilgeliği temsil eden zümrüd-ü anka,zalim bir kralın ego savaşında varlığını inkâr etmesiyle kendisinden başka güç tanımayacağını amaçlayarak yakılarak yok edilmeye çalışılan kuş...belki bir masal kuşu,belki gerçek,belki de rivayet...ancak ne olursa olsun bugün hepimiz ona olan hayranlığımızı kendi içimizde de bir zümrüd-ü anka olduğumuzu düşünerek varlığını kabulleniyoruz...
zümrüd-ü anka...Küllerinden doğan kuş...her yandığın da küllerinden yeniden doğmasını bilen ve her son da kendine yeni bir başlangıç yaratan masal kuşu...aslında masal kahramanı,belki diğer kahramanlar gibi yel değirmenleriyle savaşmadı,kötü kalpli cadının elinden prensesi kurtarıp mutlu sona ulaşmadı,kırk haramilerden aşırdıklarını ihtiyaç sahiplerine bölüştürmedi ya da kadınlara inancını yitiren şehriyarı binbir gece masallarla uyutup ülkesinin kadınlarını ölümden kurtaramadı ama...
tek başına bir kuş olarak bile insanoğluna her bitişte yeniden dirilişi öğretti...bugün bile her çöküşte,yine yeniden dirilmeye çalıştığımızda,aklımıza geldiğinde içimizdeki gücü temsil etti...düştüğümüz yerden kalkıp,silkelenip,kendimize geldiğimizde yeniden başlamak için ilham verdi...
zihinlerimizde vücuda getirdiği simgesi ile, zor günlerde akla her geldiğinde, düşünme yetisine sahip tek canlı insana, pes etmenin,vazgeçmenin aksine herşeyin bitti denen yerden başladığını gösterdi...lâkin hayatta öyle anlar ve durumlar vardır ki bazen pes etmek,vazgeçmek tek çıkar yoldur...
devam edebilmek,yeniden gülümseyerek başlamak için önce vazgeçmek gerekir bazen...yeniden başlamak bir tercih ve pes edip durumu kabullenmek de vazgeçiştir...vazgeçmeli bazen...uğruna emek verdiklerimiz için durup baktığımızda,gördüklerimiz içimizi acıtıyorsa,daha fazla devam edip pişmanlık duymamak ve keşkeleri arttırmamak için,herşeyi anladığı anda bırakmalı,vazgeçmesini bilmeli insan...
ve ne kadar kabullenemesekte bazen herşey göründüğü kadar basit olabilir....karşılaştığımız durumları ya da kişileri değerlendirirken nedense bize anlatılanlarla ya da gördüklerimizle yetinmeyip 'hayır bu kadar basit olmamalı'deriz....arkasını arar,diğerlerinin yanılabileceklerini,herşeyin görünenden ibaret olmayacağını göstermek adına didinir dururuz....ama öyle bir an gelir ki yanıldığımızı anladığımızda kendimize ve aslında göründüğü kadar basit olana duyduğumuz şey öfkedir...ve yapılacak olan şey öfkeyi kontrol altına alıp,vazgeçip yine ve yeniden yola devam etmektir....işte zümrüd-ü anka tam da bu noktada küllerinden yeniden doğmuştur...
fakat illa ki yanıp yakılıp küllerimizden doğmaya gerek varmıdır? ... her yangın sonrasında alınacak tedbirler listesi oluşturamamanın bahanesi ne? ...hayat deneme yanılmalarla geçirilecek kadar uzun mudur? ...ve aynı hayat bize sunulanı reddedicek,yanlışa şans üstüne şans verip emeğimizi boşa çıkaracak yeni öğretiler oluşturacak kadar lüks müdür? ....tabiki bizden önceki öğretileri irdelemeden,sorgulamadan kabullenmek yanlış,ama bazı durumlar da görünen açıklığı irdelemek,emek verip değiştirmeye çalışmak ne kadar gerekli? .....malesef yaşam basiti değiştirmeye,yanlışın,çirkinin var olan özünü sınamaya, 'bir umut insanoğlu yanılıyordur belki de derinler de çok başka güzellikler vardır' diye kendimizi avutmaya izin vericek kadar bonkör değil...
O yüzdendir ki bazen görünen köye kılavuz ne hacet deriz...
İşte öylesine basittir herşey bazı anlarda,tam da göründüğü kadardır....zorlamanın,yoklamanın,altında birşeyler aramanın manası yoktur....nasıl görüyorsak öyledir....'emek' kelimesinin bile öylesine harcandığında yazık edileceği kadar içi boştur görünenin.....bunu anlamak bazen zamanla,bazen de tecrübeyle sabittir....fakat bir kez anladığınız da tekrarına müsamma gösterilmiycek kadar aşırı farkındalık hasıl olur....
ve umarım zümrüd-ü anka'nın aklı ve bilgeliği temsil ettiği gerçeği ya da rivayeti bu noktada özümüze yansır ve algıladığımız anda ki aşırı farkındalık hissi,bir ömre yayılacak kadar çıkmaz belleklerimizden denir...
Ancak ne olursa olsun bugün hepimiz ona olan hayranlığımızı KENDİ İÇİMİZ DE BİR ZÜMRÜD-Ü ANKA OLDUĞUMUZU düşünerek varlığını kabulleniyoruz ! ! !
16.04.2008 - 15:06
Bu sefer hangisi hangi bahane
hadi en iyisi artık git burdan
Biri durdursun seni
Hiç halim yok benim
Yada en iyisi artık git Burdan
geçiyor ömrüm sayanım varmı
Şu garip yerden beni Kurtaran varmı..?
Geciyor ömrüm sayanım varmı
insan insana Allahım böyle kıyarmı
Bir zamanlar yanıp tutuşmadıkmı
Havalanıp kalpten kalbe uçuşmadıkmı
Biri hatırlatsın sana bunları
Yada en iyisi artık git burdan
geçiyor ömrüm sayanım varmı
Şu garip yerden beni kurtaran varmı
geciyor ömrüm sayanım varmı
insan insana Allahım böle kıyarmı ? ?
06.04.2008 - 01:24
İnanki ağlamadım
Hüzünlüyüm sadece
Gözlerimdeki nemler çığ gibi
Yağar böyle her gece
Güz gülleri gibiyim
Hiç bahar yaşamadım
Ya sevmeyi bilmedim yıllarca
Ya sevince geç kaldım...
Şimdi delicesine
Sevmek istesem bile
Sonbahar sisi çökmüş üstüme
Sevincim buruk yine
Güz gülleri gibiyim
Hiç bahar yaşamadım
Ya sevmeyi bilmedim yıllarca
Ya sevince geç kaldım
02.04.2008 - 15:26
Yazılarak dile getirilenlerin verdiği duygular, noktalama işaretleri olmadan nasıl tam olarak anlaşılamıyorsa, ben de sen olmadan veremiyorum çoşkumu hayata. Cama düşen yağmur tanelerini izliyorum, belki sakat ruhumu bir nebze de olsa sevindirebilirler. Küçük yağmur taneleri birbirine yol bulup, birleşerek aşağı aktıkça, gözyaşlarım da onlara imreniyor bir anda, yol bulup akmak için yüzümden, göz bebeklerimi zorluyorlar. Ama hapsettim, salmadım onları dışarı, çünkü yağmur taneleri gibi sevimli değillerdi. Ortamı sulandırmak ve görüntüyü bulandırmanın gereği yoktu şimdi. Ruhsuz ruhum, sakat ruhum aldırış etmedi ve işte, yağmur tanelerinin büyüsü ancak bu kadar olabildi gözümde. Yağmurdu işte; buharlaşıp, tekrardan yoğunlaşarak yere inen oranın buranın sularıydı! Onları görünce neden ağlayasım geliyordu ki? Muhtemelen bu yağmur halinde inen sular buharlaşırken sıcaktan, gözyaşı yerine, ter döküyor olmalıydım; şimdi yoğunlaştıklarında da yine bir şey mi dökmeliydim? Dökmem işte! Sakat ruhumun geçerli bir nedeni kalmadı ağlamak için. Yağmur taneleri etkisiz ve manasız hale geldikten sonra, beni ağlamaya meğilleyen asılsız bir şeyi alt etmişçesine gurur duydum kendimle.
Sonra yağmura aldırmadan oturmaya devam edebildim penceremin önünde. Sessizlikte, asılı duran saatin tiktakları bana; “Yaşlanıyorsun! Yaşlanıyorsun! ” diyerek dil döküyorlardı. “Seviyor bedenim yaşlanmayı, boşuna kendini yorma saat, bana nispet yaparak zamanını harcama! ” dedim. Ne tesadüf ki, dememle birlikte, pili bitti ukala saatin, sustu haliyle. Yağmur tanelerinden sonra saati de yendim, sakat ruhum kendiyle gurur duydu.
Şimdi saat sesi olmadan ve yağmur tanelerini izlemeden yine penceremin önündeydim. Başarabiliyordum işte, bak gördün mü? Bağlılık, hayranlık ya da ilgi duyduğum her şeyi zihnimle pratik yaparak önemsizleştirebiliyorum, varlık- yokluk denklikleri arasında zihinsel pratiklerle, çok kolay olabiliyor onlarsız da var olduğumu anlamak. Senin yokluğunu alt etmeye çalışırken de aynı böyleydim, işe yaramış olmalı ki; bugün nasıl yağmur tanelerine yenik düşmemeyi başarmışsa gözlerim, nasıl saatin sesini bastırabilmişsem cümlelerimle, yokluluğunu da böyle bastırdım. Ama ruhum bu savaşta sakat kaldı, ve sensiz hayata coşkusunu veremez oldu. Şimdi rehabilitasyon merkezinde, bu camın önündeyim, birazdan doktorum gelecek ve sakat ruhumu, soru-cevap şeklindeki pratiklerle iyileştirmeye çalışacak. Bir gün ben de hayata çoşkumu verebileceğim, hem de sen olmadan! Benim ruhum da koşup oynayacak hayatın bahçelerinde!
02.04.2008 - 15:18
Sana bir ad bulmalıyım
Adını çağırırken sana benden daha çok şey getirecek bir ad
Başını bu adla çevirmelisin bana ve baktığında
O ses beni anlatmalı, benim bilmediklerimi de anlatmalı
Olmadıklarımı da
Sana bir ses buldum
Çiçeklerin içinde ararken adının yerine
Bir vadiden geçirirken sana dair hatıralarımda
Geçmişin astarı olan bir ses ve geleceğin anlamı
Sen yaratıldın ve ben kayboldum bu anlamda
Adını çağırırken güneşe döndürmeyi seviyorum
Yüzümü... yüzüm yüzünle birleşince bir 'ay' doğuyor
Yeryüzü kemiklerine kadar oynuyor sonrasında
Senden önceki yıllarımı da sen varmışçasına hatırlıyorum; gezindiğimi
Bir çember, bir ova ve bir dağın etrafında
İnanmalısın... Bir adam niçin vardır
Niçin ellerini boşaltır yağdığında yağmur
Ve ne bekliyordur iki kaşın ortasındaki hülyada
Tutar damlaları ona kavuşur gibi
Onu bulur hiç olmadığı dünde ve yaşamadığı yarında
Ben hiçbir şey söylemedim
Fakat sen anladın
Neredesin sensizliğimin ortasında
Kalbim neresinde bu hiç fısıldanmamış aşkın
Yoksun ama buradasın hep burada
Uyansam akşam olacak geç kalacağım
Gözlerimi kapatınca senden doğan güneşe
Gözlerinde ışıyan şafağın çiğ zerrelerindeki sonsuz damlaya
De ki susadım sen vardın ama ben yalnızdım, o zaman
Öpsem öpsem bitmeyecek dudaklarındaki rayiha
Eskilerde bir suyun başında nöbette
Henüz var olmamış günler bile gelip geçen günlerden daha mutluluk dolu
Senin büyüdüğünü görüyorum düne bakınca
Üstelik yanımda olmaktan daha fazlasın
Verilmiş bir söz buluyorum her sabah yatağımda
Sana bir ad bulmalıyım
Sesten hızlı, çağırmadan söylenen ve ölümsüz bir sıfat
Denizden gelen henüz doğmamış dalga sesi anlamında
Bütün hayatımı yaşamış ve hayatımdan sonrasını da kavrayan
Bu ad hep yankılansın ben sustuğumda
Yarına kalsın bütün sevişmelerimiz
Teninde yorulmak denizinde yıkanmak gibidir
Her nefesine bir çocuk adı adadığımda
Sesim çırçıplak yıkandığımız ırmaktan geçer
Kalbindeki adam olur, kurumuş dudaklarındaki vaha
Yoksun ve bunun bir yıldızı olmalı gökte
Başımı çevirdiğimde ben görmeden kayan bir yıldız
Sabahları penceremde gün ağarmadan parıldasın ya da
Senin ışığın getirsin senin yokluğunu işte böyle dayanabilirim ancak
Yokluğuna, aramızdaki zamana ve uzaklara
Vakit geçtikçe daha çok sende oluyorum
Bekledikçe daha fazla kayboluyorum sen olan gökyüzümde
Bulutlar kuş oluyor kuşlar açılmamış bir davet, sabaha
Kadar uyumadan sayıklıyorum varmışsın gibi
Koklamadan konuştuğum bir demet lavantada
Bana bir masal anlat dediğinde, yaşamanın
Anlamını söylerken gözlerindeki korkunun
Büyüdüğünü görüyorum sonra
Ellerinden tutuyorum ve bu anlamı verdiğin için
Binlerce kez teşekkür ediyorum sana
Sen hayatıma gelmeden önce hiçbir bahçede
Çiçek yoktu hiçbir şehirde kule
Ve bazı şüpheli meyveler ağaçlarda
Ağaç gövdelerine dolanmış bedenlerimiz
Günahtan arındıran bir dolambaçlı yatakta
Buraya gel demezdi hiçbir yol levhası
Buradayım derken bütün şehirler
Sorardım nerede başınla birlikte doğan ayla
Denizimizi görüyorum içinde kıyılara doğru çoğaldığımız denizi
Kuşkularımı yemin yapan gözlerine baktıkça
Hazzın en yüksek yerinden düşmek için söz vermedim
Arzularını büyütmek ve saklamak için de vaadim yok
Denizin en sıcak suyu olup ayaklarımı ıslatmadıkça
Sen adında bir rüzgâr tanımayacağım
Ve en heybetli dağ olarak duracağım karşında
Caddelerden geçen mermer ruhu
Ve içindeki yumuşak parmak hareketlerini yontan kelebekler
Kalbin sertliğinden söz ederken bana
Durduramadığım bir fırtınanın içinde
Sana son şeklini verdim bir anda
Bu tül içinde duracaksın ve kölen olacak zaman
Ki o hiç geçmeyecek ve sen değişmez kalacaksın rüyalarımda...
09.03.2008 - 15:56
SANA BAKMAK
her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.
bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
“içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok
uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine
sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır
sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır
bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar
verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz
sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
Allah’a inanmaktır...! ! !
YILMAZ ERDOĞAN
14.01.2008 - 19:48
SENSİZ KALAN BU ŞEHRİ
sensiz kalan bu şehri yakmayı çok istedim
mavi bir aleve dönüştürdüm kalbimi bir anda
tutuşturmak istedim beni böyle umarsız
bırakıp gittiğin bu zalim şehri
yakamadım gözlerin dikildi karşıma bir caddenin tam ortasında
inanılmaz güzel bakıyordu gözlerime hafif ıslak
en özel en bilinmeyen türleri açmıştı papatyaların
hatıralarınla titriyordu içim kuşlar kanatıyordu gönlümü
gri bulutlar geçiyordu göğümden
anlamak üzreydim neron’un roma’yı neden yaktığını
karanlık bir koridor açıldı önümde anlayamadım
yenik düşmüş bir napolyon kadar mutsuzdum aslında
intihara kalkışan hitler kadar çaresiz
yakmak üzreydim ki bu şehri hatıraların
içli bir yağmur gibi boşandı üzerime
kediler geçti birden kavşaklarından şehrin
acı acı miyavladılar gözlerime baktılar kızgındılar kırgındılar
onlar da tutulmuşlar anladım sana bendeki kadar
onlar da terk ettiğin bu şehri çaresiz
yakmak istiyorlar yakamıyorlar
saçların dikildi karşıma bir sokak köşesinde
her telinde parmaklarımın izleri parlıyordu
benzersiz kokunu alıyordu kıvrımlarından rüzgar
gözleri doluyordu saçlarına bakan kedilerin
her biri bir kenarda darmadağın
çömelip kalıyordu yutkunuyordu
rengi kaçıyordu pencerelerde perdelerin
nereye yürüdüysem bakışın, duruşun, sesin
anladım söndürmeliyim tutuşan yüreğimi
kendimi yakmış olurum yakarsam bu şehri
çünkü sen her şeyinle bendesin
(Nurullah Genç)
08.01.2008 - 15:31
Seni kalbimden kovdum
bir daha giremezsin
beddua ettim sana
geriye dönemezsin
Mutluluk hakkın deil
sevilip gülemezsin
pişman olsan boşuna
geriye dönemezsin
kimseyi sevemezsin
Aşk vermiştim ne yaptın
aldın yere firlattın
ikimizi sen yaktın
maziyi silemezsin
mutluluk hakkın deil
sevilip gülemezsin
pişman olsan boşuna
geriye dönemezsin
kimseyi sevemezsin ! ! !
05.01.2008 - 13:22
Yenildim vazgeçtim beni sevmenden
Kalp kırık, yoruldum gitmelerinden
Sevmedin belki beni çok yürekten
Bil yeter ben üzüldüm sen giderken...
Ah ölürmüydün beni biraz daha sevsen
Mevsimsiz solmadım sararmadım mı ben tutmadın ellerimden
Ben düşerken
Kaçmadın mı gitmedin mi sen...
Ah olmadım mı yanında sen çok yalnızken
Sarmadım mı seni kimseler sarmazken
İstedin vermedim mi her şeyimi
En derinden sevmedim mi ben...
Gitsen de silsen de beni kalbinden
Yer etsen kendine yeni aşklarda
Tek gerçek dönmem ki verdiğim sözden
Tek aşksın hep duracak baş ucumda... ! ! !
03.01.2008 - 10:40
Seni Seviyorum
Bir yudum insan gözbebeklerinde..
Hep böyle güzel bak ne olur
Hep böyle içten, hep böyle sevgiyle..
Ruhuma göz kırpmayı unutursan bir yerlerde
Saklan nereye olursa bana gözükme
Yaz yağmurlarından korunacak
Sırca saraylarım olmasın, istemiyorum
Islanmalıyım, iliklerime kadar
Ve sen su damlayan saçlarıma bakıp
Sadece gülümse..
Belime sarıl ve yürü..
Götür götürebildiğin yere..
30.12.2007 - 14:47
Günler oldu göremedim
o kadar ihmale gelemedim
seni bana düşkün bilirdim
duygusal krizdeyim
şaşıyorum bu ben miyim
kaderimi seveyim gel
o güzel günleri getir bana
dünleri yakarız bugünleri gel
çay demledim gel içelim
evdekileri sepetledim
oltaya gelebilirim
ağına düşebilirim
idare edebilirim
oohhh sensiz çuvallarım
ruh gibi dolaşırım
yataklara yapışırım gel
bu kadar kasma kendini
dertlere kiracı etme beni
dinle ricamı lütfenimi
duygusal krizdeyim
şaşıyorum bu ben miyim
kaderimi seveyim gel
o güzel günleri getir bana
dünleri yakarız bugünleri gel
yaz gununde kış gibiyim
sen iyisen bnde iyiyim
oltaya gelebilirim
ağına düşebilirim
idare edebilirim
sensiz çuvallarım
uh gibi dolaşırım yataklara yapışırım gel
30.12.2007 - 13:10
Sana olan aşkım hep akan bir su
Sadece benim gibi misin söyle
Aklımda senden başka
Hiçbir şey yok bu günlerde
Sadece senin aşkın avutur beni
Unutturur bana bütün dertlerimi
Şefkatli kollarınla sar beni bu gece
İstediğim aslında çok değil
Sadece senin olmak istedim bu dünyada
Sadece sana ait olmak
Aşk denen duyguyu yeniden keşfettim
Sadece senin olmak istedim
Sadece senin olmak istedim
Sadece senin aşkın avutur beni
Unutturur bana bütün dertlerimi
Şefkatli kollarınla sar beni bu gece
İstediğim aslında çok değil
Aklında olmak yetmez bana bu gece
Yanı başında olmak isterim
Rüyalarında olmak yetmez bana bu gece
Yatağında olmak isterim...!
30.12.2007 - 11:19
Özledim bak kokun geçmez sarılsam yeniden
Tadın kaldı dudağımda dokunduğum tenden...
30.12.2007 - 11:15
BANANE GELECEKSE DÜNYANIN SONU
BİTECEKSE BİTSİN ARTIK HAYAT YOLU
KORKUM YOK İÇİM RAHAT HUZURLA DOLU
AŞKI YAŞADIM SENLE BİR ÖMÜR BOYU
YÜZÜMDEKI ÇİGİLERİN BİLE ADI SEN
ALDIĞIM HER NEFESİN SEBEBİ SEN
DÜNYAYA BİRDAHA GELSEM SEVGİLİM
ARAR BULURUM YİNE SENİ SEVERİM
CENNETİ DEYİŞMEM SAÇININ TELİNE
ÖMRÜMÜN YETİĞİ KADAR SENİ SEVERİM
BANA NE GELECEKSE DÜNYANIN SONU
BİTECEKSE BİTSİN ARTIK HAYAT YOLU
KORKUM YOK İÇİM RAHAT HUZURLA DOLU
AŞKI YAŞADIM SENLE BİR ÖMÜR BOYU
YÜZÜMDEKİ ÇİZGİLERİN BİLE ADI SEN
ALDIĞIM HER NEFESİN SEBEBİ SEN
DÜNYAYA BİRDAHA GELSEM SEVGİLİM
ARAR BULURUM YİNE SENİ SEVERİM
CENNETİ DEYİŞMEM SAÇININ TELİNE
ÖMRÜMÜN YETİĞİ KADAR SENİ SEVERİM
30.12.2007 - 11:00
Selam olsun yüreğine aşkım
Yüreğime hoşgeldin
Seni buldum yaradana kurban
Kalmadı hiç derdim
Bu zamanda hani kara sevda
Hadisene yok derdim
Seni gördüm yaradana kurban
Mecnuna hak verdim
Başıdostum ateşine düştüm
Dudağından gül suyu içtim
Karasevda ötesine geçtim
Kanat açtım yüreğine uçtum
Senden önce bin kere suçtum
Seni sevdim aşk ile coştum
Dünya bir yana sen bir yana
Acımam kıyarım sana göz koyana
Sevdam biline sevdam duyula
Ferman yazılı aşkım adına...
30.12.2007 - 10:20
Saçlarına yıldızlardan taçlarda yapsam
Bu dünyayı yakıp kül edip yolunada sersem sana değer
Çünkü bu dünyadaki herşey sana değer
Yar geceler akşamdan sabaha
İçimde korkuların var çocukluktan kalma
Sözüm var sana
Cayarım sanma
Duymasanda yemin ettim aşkıma
Sana değer dünyayı yaksam uğruna
Sana değer ömrümü kül etsem yollarında
Bize keder olmasın solmasın bu dünya
Sana değer bir tanem sana değer
30.12.2007 - 10:05
Şarjörüne hasret sürdüm sazımın !
Şimdi hüzün işgalinde yüreğim !
30.12.2007 - 10:04
Seni düşündüm yine bu akşam üstü
Gelmedin mor salkımlar sana küstü
Umutsuz bekledim sabaha kadar
O çok sevdiğin yağmurlar bile küstü
Mor salkımlı o sokakta ellerimi tut
Okşa yine saçımı dizinde uyut
Ne çok severmişim gidince anladım
Serseri gecelerde sana ağladım
Bu akşamda sensizliği anılara sarıp içtim
Kaybettikten sonra anlıyor insan
Meğerse hiçkimseyi senin kadar sevmemişim
Bi dönsen en güzel yerinde biten o rüya
Yeniden yaşanır istesen
Yıldızları sermezmiyim ayaklarına
Geldiğin yollara toz olmazmıyım
Yine şafak söküyor
Uykulerın unuttuğu gözlerim yine tavanda
Ne vardı diyorum ah bi dönseydin son anda
Şarjörüne hasret sürdüm sazımın
Şimdi hüzün işgalinde yüreğim
Ve ben hala mor salkımlı o sokakta bıraktığın yerdeyim...
Toplam 120 mesaj bulundu