H2o Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antoloji.com

  • üyenin kendini tanıtmak için yazdığı not

    26.01.2006 - 09:57

    Yeni tanıştık belki de
    Ama kimbilir belki de hep vardın
    Eşlik ediyordun sessiz ve sinsice belki de
    Şimdi şimdi anlıyorum
    Kurnazca ayırdın beni belki de
    Liğme liğme savurdun sevdiklerimi belki de
    Yanlızlığım yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin
    Yanlızlığım kanımsın canımsın sen benim çaresizliğimsin
    Yalnızlığım bugünüm yarınım sen benim hüzünlerimsin
    Yalnızlığım tek bilebildiğim sen benim vazgeçilmezimsin
    Senin olmamı istedin ama belki de bir aşık gibi
    İnatla bunca zaman kendine sakladın belki de
    Bir tohum gibi serpildin filizlendin ben oldun belki de
    Yatağımı bile paylaşabilmek için benimle

  • intihar

    26.01.2006 - 09:50

    İş sebebiyle gidiyorum demiştim evden çıkarken. Evet hayatımın en önemli işiydi... ve artık bitmesi gerekiyordu.

    Üç gün önce telefon açıp da “seni çok özledim, sana geliyorum” dediğinde nasıl da heyecanlanmıştı. Birkaç saat sonra başına geleceklerden habersiz “hemen gel, bekliyorum” demişti. Otobüsün kapısından adım attığımda hava soğuktu. Dışarıda lapa lapa kar yağıyor, göz yaşlarım içime akıyordu. Havadan değil ama, buz gibiydi ellerim. Ve hayatımda ilk defa terliyorlardı. Heyecandan gözümü bile kırpmadım. Yol geçmek bilmiyordu, ben saniyeleri sayıyordum. Otobüs otogara yaklaşıp da uzaktan onu gördüğümde bir an yapamayacağımı düşündüm. Dışarıdaki havadan bile soğuktu içim ama yetmeyecek gibi gelmişti. Yüzümde donuk bir gülümsemeyle basamakları inerken ürperdim bir an. Yılışık sarılışına aldırmadan “hadi gidelim” dedim. Güldü... yola çıktık. Yüzüne bakmamaya çalışırken; havadan, sudan geçmişten bahsettiklerine cevap veriyordum. Daha önce bitmek bilmeyen yollar göz açıp kapayana kadar bitmişti işte. Anahtarı deliğine sokarken bir an dönüp gitmek geldi içimden. Sonra olanları düşündüm. Yapamazdım. Bu benim en önemli işimdi ve tamamlamadan dönemezdim. İçeri ilk o girdi. Ve ayakkabılarını bile çıkarmadan sarıldı vahşice. Yüzümde yine aynı o donuk gülümseme, ittirdim hafifçe. Sen “içeriye git, soyun... gözlerini kapat ve beni bekle” dedim... tek kelime bile etmeden dönüp talimatlarımı yerine getirmeye koyuldu. Yavaşça ayakkabılarımı çıkardım. Şuursuzca çantamın bir köşesine attığım bıçağı elime aldım ve hızla yanına gittim. Ne olduğunu anlayamadı. Daha dışarıdaki soğuktan donmuş vücudu ısınamadan bıçağımın soğuk metalini tam göğsünün arasına sapladım. Dehşetle gözlerini açıp acıyla haykırırken yüzünde gördüğüm karmaşık duygulardan biri şaşkınlık, biri özürdü. Son nefesini bile verirken biliyordu özür dilemesi gerektiğini. Ama o üremeye programlanmış hayvansı erkek içgüdülerinin önüne geçemeyen her erkek gibi dileyememişti özrünü işte. Arkamı dönmüş, odadan çıkarken son hırıltılarını işittim. Geberiyordu köpek... hak ediyordu. İlk iş olarak ellerime, yüzüme sıçramış kanı temizlemek üzere banyoya yöneldim. Aynada kendimi gördüğümde ben bile korkmuştum. O iğrenç gülümsemenin üzerine sıçramış birkaç damla kan... ağzıma, burnuma hatta gözlerime kadar bulaşmıştı. Uzun uzun soğuk suyun avuçlarıma doluşunu seyrettim. Ne kadar sürdü bilmiyorum... belki birkaç dakika, belki birkaç asır. Sonra aniden kendime geldim. Yapmam gereken daha çok iş vardı... ve ben daha çok başındaydım. Buzdan bile soğuk suyla yüzümü yıkadım birkaç defa. Ve mutfakta buldum kendimi. Sanki az önce elleri yüzü kan içindeki o soğuk kanlı katil ben değilmişim gibi... açtım buz dolabını, içecek bir şeyler aradım. Dışarısı buz gibiydi. Ama şimdi içim yanıyordu. Şansıma bir şişe soda buldum. Yaptıklarımı değil ama yol boyunca yediklerimi sindirmeme yardımcı olacaktı. Soğuk sodanın kekremsi tadını damağımda hissederken, içerideki geçmişimin ölü bedeni daha soğumamışken açtım telefonumu. Şans eseri cüzdanımda kalmış kartı aldım elime. Usulca numarayı çevirdim....

    Karşımda bana iyice yabancılaşmış ses cevap verdi. “alo? ”... “benim” dedim. Hatırlayamadı.. ama uzun sürmedi hatırlaması. “seni özledim, sana geliyorum” dedim... önce mırın kırın etti. “sadece bir defa, n’olur beni kırma..” dedim. O da her erkek gibi içgüdülerine yenik düştü. “gel” dedi. Ben bulunduğum zamandan başka bir zamana gitmek üzere yola çıktığımda hala kar yağıyordu. Ve ben hala gülümsüyordum. Kafamı soğuk otobüs camına dayamış, daha da zevkli olacağını düşündüğüm işimi yapmak için yolun bitmesini bekliyordum. Küçük bir kasabanın dar yolundan geçerken olmayacak bir şey oldu. Öyle dalmış giderken tanıdık iki gözün bana baktığını fark ettim. Şaşkınlık vardı yüzünde. Yine geçmişimden, farklı bir zamandan... ama asla suçlayamayacağım, asla kıyamayacağım... kafamı çevirdim görmemişçesine... şimdi yol daha zor geliyordu. O zamana kadar içime akan göz yaşlarım artık yağmur gibi süzülüyordu gözlerimden. İlk defa ellerim titremeye başlamıştı. Yüzüm de alev alev yanıyordu. Uyumaya çalıştım. Daha yolum vardı ve geçmek bilmeyecekti.
    Gözümü açtığımda otogara gelmiştik. Otobüsün park edişini bile beklemeden kalkıp üstümü giydim. Otobüsten indiğimde soğuk şehrin ayazı yüzümü yaladı. Yüzümde kuruyan göz yaşlarım zaten cildimi germişti, bu soğukla iyice kuruyacak, çatlayacak diye düşündüm... hava iyiden iyiye kararmıştı. Telefonumu açtım. Haber vermediğim için merak eden birkaç kişi aramıştı. Aldırmadan numarayı çevirdim. “geldim” dedim. “nerede buluşalım? ”... “ben seni alırım” dedi. Karanlık ve soğuk havada otogarım dışında belki on tane sigara içtim. Bir ara sigara paketinin üzerindeki yazıya gözüm takıldı. “sigara öldürür” yazıyordu. Güldüm... ben çoktan ölmüştüm. Geldiğinde hala gülümsüyordum. Arabanın içi sıcaktı. Benim yüzüm yanıyordu... ama içim soğuktu. “nereye gidelim” diye sorduğunda ben geçmişi düşünüyordum. Yine yüzümde o pis gülümsemeyle. “sakin bir yere” dedim. Fazla zaman almadı sakin bir yer bulmamız. Arabayı kenara çekti ve motoru bile kapatmadan üzerime abandı... bense sarılır gibi yapıp çoktandır elimde sakladığım kanlı bıçağı sırtına sapladım. Tıpkı sevişirken çıkardığı iğrenç homurdanmalara benzer bir sesle üzerime yığıldı. İttim üzerimden. Bu sefer yüzüme kan bulaşmamıştı. Ama saçımı düzeltmek için dikiz aynasına baktığımda yine o ürkünç ifadeyle karşılaştım. Gayet sakin saçımı düzelttim. Zaten her yeri kan olmuş sürücü koltuğunun kenarına bıçağımı sildim... ve arkama bakmadan indim... Saat daha erkendi ve diğer işlerimi tamamlamak üzere geri dönebilecek otobüsü bulabilirdim. Otogara gittim.

    Otobüsten indiğimde değişen hiçbir şey olmadığını fark ettim. Sadece içimde müthiş bir hafifleme duygusu. Hava aynıydı, ben aynıydım... sabah olmuştu... ve eski bir melodi mırıldanarak yürümeye başladım. Daha vakit erkendi, kahvaltı ettim. Onu bulmam zor olmamıştı. Elimle koymuş gibi. Zili çaldığımda yataktan yeni çıkmıştı. Şaşkın bir ifadeyle “hayırdır” dedi. Hayırdı elbette. Hayatımın en hayırlı işini yapıyordum kendimce, dünyayı adi birkaç pislikten kurtarıyordum. “hayır hayır” diyip içeriye daldım. Önümden adımlarını atarken ne olduğunu anlayamadı. Tam sırtının ortasında bıçağımın soğuk metalini hissedince acıyla haykırdı. İlk defa midem bulanmıştı... o yere yığılmış, kalkmaya çalışırken gittim, kustum. Döndüğümde hala yerde çırpınıyordu. Bu sefer daha kuvvetli bir daha sapladım bıçağımı. Bir daha, bir daha... ve bir daha.... kıpırtı kalmayana kadar. Gidip kan içinde kalmış ellerimi yıkadım. Birazdan birileri gelebilirdi. Hızla çıktım evden. Yine yollar beni bekliyordu. Bir işim daha kalmıştı. Ama onu daha vahşice gerçekleştirmeyi planlıyordum. Kan yok, şaşkınlık yok... sadece acı olacaktı. Yazacağım soğuk satırlar onu zaten öldürecekti.

    Kendimi küçük mutfağa kapattığımda o katil satırları çoktan yazmıştım. Ocağın tüm gözlerini açmış, geride bırakacaklarımı düşünmeden öylece oturuyordum. İşim biterken satırlarımı okumaya devam ediyordum. Eminim beni bulduklarında yüzümde ilk defa huzuru bulacaklar. Hayatta hep karşıma çıkan sahte kişiliklerin iğrenç oyunlarına kurban giden saf duygularımın intikamını almış olmanın huzuruydu bu. Yanlış yerler, yanlış ilişkiler.. daha da önemlisi yanlış dostluklar. Beni kendi tapındıkları ucube tanrılarına kurban etmişlerdi. Artık buna izin vermeyecektim. Oluk oluk kanla boyanmış saflığımı artık benimle götürüyordum. İçerisi iyice havasızlaşmış. Son bir gayretle yazdım... “seni seviyorum”... kime olduğunu bilmeden. Göz kapaklarım iyice ağırlaşı........................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................tı.

  • Hüzün Yılı

    15.01.2006 - 16:09

    2005...

  • Geri dön

    15.01.2006 - 16:04

    Allah'ın kimseyi söylemeye mecbur bırakmaması gereken iki kelime...

  • gamze özçelik

    28.09.2005 - 09:05

    başına gelen olaydan sonra çok üzüldüm. herkesin başına gelebilecek bir olay bu. erkek milletinin hepsi aynı sonuçta... o da o zamanlar sevgilim deyip güvenmişti o adi adama....

  • rüya

    09.08.2005 - 20:45

    rüya bütün çektiğimiz
    rüya kahrım rüya zindan
    nasıl da yılları buldu
    bir mısra boyu maceram

    bilmezler nasıl aradık birbirimizi
    bilmezler nasıl sevdik
    iki yitik hasret
    iki parça can....

  • mezar taşı yazıları

    09.08.2005 - 20:39

    ağlayarak geldim bu dünyaya
    ağlayarak gidiyorum
    ey beni ağlatan kahpe yürek
    seni burada bekliyorum

  • öğrendim ki

    09.08.2005 - 20:37

    öğrendim ki hayat denen bu kısacık yola yalnız girdik yine yalnız çıkacağız...

  • eller

    09.08.2005 - 20:32

    öyle güzel ellerin vardı ki... kendi ellerimden utandığım... küçük tırnaklar.. uzun ince parmaklar... yumuşak....
    yıllarca hayatta kendine bir yer edinmek için çalışıp durmaktan kurumuş çatlamış ellerim... tıpkı babamınkine benzeyen kaba, erkeksi ellerim var benim... elele geldiğimizde ellerinin sıcaklığını hiçbir zaman hissedemediğim.
    sen o yumuşacık ellerinle papatyaları sererken buluştuğumuz ilk gece... düş gibiydi herşey. hiç uyanmamayım dediğim....
    oysa...
    oysa sen hiç hoşlanmadın sana dokunmamdan.. yorgun sevişmelerin ardından gelen küçük dokunuşlardan...
    'çek ellerini...' dedin..
    düşünemedim...
    düşünemedim senin o yumuşacık ellerinin aslında nasır tutmuş bir kalbi sakladığını... benim ellerim kabaydı.. nasırlıydı.. ama kalbim pamuktandı.. buluttandı... senin için... yumuşacıktı.. senin o hiç bir zaman dokunamadığım nasır tutmuş kalbin tıpkı bir hallacın pamukları savurduğu gibi savudu yüreğimi... paramparça etti.... içimdeki aşk maviliğinini süsleyen beyaz buluttan kocaman kalbimi ağlattı... sonbaharın o bitmek tükenmek bilmeyen yağmurları yağdı gözlerimden..
    günlerce..
    gecelerce...
    ellerin kalbimi parçaladı...
    ellerin bir düştü benim için...
    ellerin düştü....
    kalbim düştü...
    ellerin...
    düştü...

  • Kekre

    05.08.2005 - 17:41

    sensizliğin kekremsi tadını atamıyorum dudaklarımdan...

  • sende kalmış

    05.08.2005 - 17:40

    kalbim sende kalmış...
    alıcıdan ücreti aps ile gönderir misin?

  • cehennem

    02.08.2005 - 12:56

    Hayatımın belki de en dik yokuşunu iniyordum..Yanaklarımdan hazan yağmurları gibi süzülen göz yaşlarım cayır cayır yanan kalbimi soğutmaya yetmiyordu. Mevsim dışarıda yazdı... içimde sonbahar... Ne yağdırdığım yağmurlar yetiyordu ne kopan fırtınalar.. içimdeki cehennemi söndürmeye.
    Dikti.. dimdik bir yokuş. Yürümüyor adeta yuvarlanıyordum. Taa cehennemin dibine. Oysa ki cennetteydim. Kollarında huri gibi hissediyordum kendimi. Dudaklarından tadıyordum balın en tatlısını. Şimdi ise cehenneme biletim kesilmiş.. hıçkırıklarla yürüyordum. Sensizlik cehennemin ta dibi. Umursamadan terk ettin. İttin beni...

  • aşık olmak

    02.08.2005 - 09:25

    ayvayı yemek...

  • manga

    02.08.2005 - 09:24

    gazi mühendislik mezunu olduklarını duyduğum bir grup...
    çok takdir ettim çocukları. bir gazili olarak gurur duydum..

  • katolik kilisesi

    01.08.2005 - 11:18

    koca koca bulutların gökyüzünü kararttığı kasvetli bir sonbahar günüydü.. üşüyordum.. yürüyordum...bilmediğim bu yabancı sokaklarda yalnız.. kendimi arıyordum..
    rüzgarın uğultusu yıllar önce ölmüş ve sıkıntıdan patlamış ruhların çığlıkları gibi.. beynimde yankılanıyordu. iki yanı ağaçlarla kaplı uzun ve dar bir yolda yapraklar yerde dansediyorlardı... bense kafamı eğmiş 'belki' diye diye ağır adımlar atıyordum... kimdim ben.. neydim.. ne yapıyordum..? ne işm vardı buralarda.. neredeydim? beni yalnızlığımla başbaşa bırakan, ruhumu ortadan kaldıran katilim neredeydi?
    kafamda binlerce sru işareti.. binlerce ok... hepsi de aynı şeyi soruyor... aynı yönü gösteriyor.. inatla direnmekten başka birşey gelmiyor elimden.. direniyorum kendime.. direniyorum ruhsuz bedenime...
    kafamın üstünden bir kuş çığlık çığlığa geçerken duydum çan sesini.. sanki halimle dalga geçer gibiydi kuş... sanki... güler gibiydi.. irkildim çan sesiyle...yapraklarını gözyaşlarım gibi tek tek dökmüş.. sanki ruhum gibi kurumuş ağaçların ortasında olanca heybetiyle duruyordu orada... yüzlerce yıl öncesinden kalma... rönesans devri mimarisini gururla taşıyan bir katolik kilisesiydi sanırım.. o bile bir ruh taşıyor gibirdi.. ben kurumuştum... çan sesleriyle birşeyler anlatmaya çalışıyordu.. ben susuyordum....
    hızla kiliseye doğru yöneldim.. içimde, içinde birşey bulacağım ümidiyle.. onun o kocaman ahşap kapısından geçince farkettim.. uzun zaman olmuştu ben kapılarımı kapayalı.. çanlarımı susturalı... ne gelen vrdı ne giden.. garip bir zamgoç gibi kalmıştım içimde.. gidenin ardından çan kulesinden bakakalan.. bir el dahi sallanmamıştı.. bir ruh bırakılmamıştı.. ve içimin ayazı şu taş duvarlı koca binadan bile beterdi... donuyordum... dondukça kaçıyordum işte...
    çok şey hatırlattı bu kilise bana işte... içimi...
    içeride kulağa çok hoş gelen büyülü bir melodi vardı.. benim içimde suskun çığlıklarım.. nasıl da pes etmiştim.... nasıl da.. kendimden vazgeçmiştim....
    kocaman bir binaydı.. yüksek tavanlar... geniş duvarlar... tıpkı bir zamanlar kalbimin olduğu gibi.. dünyayı içine sığdırabileceğim bir kalbim vardı.. canlı neşeli... ama yıkılmıştı işte....
    o heybetten büyülenmiş... gözlerim dolmuş.. hızla çan kulesine yöneldim... sesleri öyle artmıştı ki.. kulaklarım patlayacak sandım... o kadar da yüksekti.. çıktım.. çıktım... hala çan sesleri kulaklarımda...
    son bir teşekkürle bu katolik kilisesine...
    kendimi boşluğa bıraktım...
    benimle dalga geçen kuşa inat....

  • taksit

    30.07.2005 - 13:42

    benim gibi peşin alacak parası bulunmayan garibanların altına girdiği büyük bir yük..

  • onuncu köy

    30.07.2005 - 13:40

    doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış...
    ben sana onuncu köyden sesleniyorum...
    seni seviyorum...

  • belki varsın,belki yoksun

    30.07.2005 - 13:36

    umrumda değil...

  • en rezil durum

    30.07.2005 - 13:32

    halka açık bir alanda çaktırmadan burnumdaki şu tatağı alayım yaw.. diye girişimlerde bulunurken aslında birinin senin ne yaptığının farkında olduğunu farketmek...

  • ğ

    30.07.2005 - 13:30

    Ğariban bi harf.. :)

  • pazar

    30.07.2005 - 13:28

    insana pazartesiyi hatırlatan hüzünlü ve kısa bir gün...

  • üç şey

    30.07.2005 - 13:24

    ben
    sen
    o

  • olsun

    30.07.2005 - 13:21

    olsun.. yinde de seviyorum....

  • kağıt gemi

    30.07.2005 - 13:19

    senin aşkın kağıttan bir gemiymiş.. ufacık bir rüzgara dayanamadı...
    battı....
    şimdi gel de can simidi ol bari...

Toplam 117 mesaj bulundu