BENİ SORARSAN
İYİYİM
_______________
Annesi dün Zeynep'e:
"Melek Yavrum!" diyordu.
İşitince bu sözü
Kız merak etti, sordu.:
-Melek yavrum ne demek?
Doğrusu anlamadım.
Melek kanatlı olur:
Hani ben ...
BENİ SORARSAN
İYİYİM
_______________
Annesi dün Zeynep'e:
"Melek Yavrum!" diyordu.
İşitince bu sözü
Kız merak etti, sordu.:
-Melek yavrum ne demek?
Doğrusu anlamadım.
Melek kanatlı olur:
Hani ben ...
© Copyright Antoloji.Com 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Antoloji.Com'a aittir. Sitemizde yer alan şiirlerin telif hakları şairlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Şu anda buradasınız:Romantikoss Favorites Nedire Yazılan Yorumlar Sayfası
2 Ağustos 2025 Cumartesi - 05:49:59
Esmaül Hüsna
02.08.2025 - 05:18yani şu konu bir de;
2 cennet daha varmış
ben onları hiç görmesem de olur
oraya bir yere kılavuzla bu resimleri, sesleri yarabbim
Esmaül Hüsna
02.08.2025 - 05:16Nitekim Nebî (sav) bir musibetle karşılaşan mümine bu âyeti okuduktan sonra şu duayı yapmasını öğütlemiştir: “...Allah’ım! ba şıma gelen musibetin/acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.’
“Resûlullah (sav) bizlere Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi, her konuda isti hare yapmayı öğretir ve şöyle derdi: ‘Biriniz bir işe niyetlendiği zaman önce iki rekât namaz kılsın, sonra şu duayı söylesin: Allah’ım, ilminle Sen’den bu işin ha yırlısını dilerim. Kudretinle bana güç vermeni, Sen’in o büyük fazlından (bana da lütfetmeni) isterim. Çünkü Sen’in her şeye gücün yeter, benim ise gücüm yetmez. Sen (her şeyi) bilirsin, ben ise bilmem. Ve Sen bütün gaybı (bana görünmeyenleri) çok iyi bilirsin. Allah’ım, şu işin dinim, hayatım ve âhiretim (veya dünya ve âhiret işim) hakkında bana hayırlı olduğunu bilmekte isen bunu bana mukadder kıl ve bunu bana kolaylaştır. Sonra müyesser kıldığın bu işte bana bereketler ihsan eyle! Ve şu işin dinim, hayatım ve âhiretim (veya dünya ve âhiret işim) hakkında bana şerli olduğunu bilmekte isen, bu işi benden; beni de o işten uzak tut. Ve hayır her nerede ise, onu benim için takdir et. Sonra da beni bu hayırdan razı kıl.’”
“Her dinin (kendine özgü) bir ahlâkı vardır; İslâm ahlâkı(nın özü) hayâdır.”8
Elçisi evine misafir olduğu Sa’d b. Ubâde’ye de, “Yanınızda oruçlular iftar etsin. Yemeğinizi iyi insanlar yesin. Melekler de size dua etsin.” diye dua ederken aynı noktaya işaret etmiştir.
“Ey insanlar! Selâmı yaygınlaştırın, yemek yedirin ve insanlar uykudayken (gece) namaz kılın ki, esenlik içinde cennete giresiniz.”26
Ebû Berze el-Eslemî’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır. Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) bile rezil eder.”
Zan, kötü düşünceye, önyargılı bakış açısına, araştır madan hüküm vermeye yol açar. Bu nedenle bazı rivayetlerde, “Zanna ka pılıp, tereddüde düştüğünüz zaman o işi yapmayın!”6 denilmektedir.
Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah şöyle buyurur: ‘Kulum bir kötülük yapmayı gönlünden geçirirse onu hemen aleyhine yazmayın! Eğer o kötülüğü yaparsa o zaman onu bir günah olarak yazın. Ama bir iyilik yapmayı gönlünden geçirir de yapamazsa onu bir sevap olarak yazın. Şayet o iyiliği yaparsa bunu on kat yazın.
“... Bir topluluğa imam olan kimse sadece kendisi için dua edip de onlara dua etmezlik yapmasın. Böyle yap tığı takdirde onlara ihanet etmiş olur.”36 buyurmuştur.
Resûl-i Ekrem bir gün, “Benden sonra adam kayırma olayları ve hoşlanma yacağınız işler göreceksiniz.” buyurunca sahâbîler, “Yâ Resûlallah, bizden o günlere erişenlere ne tavsiye edersin?” diye sormuş. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Yapmanız gereken görevleri yaparsınız, hakkınız olan şeyin size veril mesini Allah’tan niyaz edersiniz.” demiştir.32
“Bir kimse iyilik yapmaya niyetlenir de onu yapamazsa Allah o kimse için tam bir iyilik (sevabı) yazar. Eğer niyetlenir de o iyiliği yaparsa on iyilik sevabı yazar ve bu sevabı yedi yüz katına hatta daha fazlasına kadar çıkarır. Eğer kötülük yapmaya niyet eder de sonra yapmazsa Allah onun için tam bir iyilik (sevabı) yazar. Şayet kötü bir işe niyetlenir de onu yaparsa Allah o kimse için sadece bir tek günah yazar.”3
“Allah’ım! Yaptığım işlerin kötülüğünden de henüz yapmadığım işlerin kö tülüğünden de sana sığınırım!”
Allah Resûlü’nün, “Allah’ın huzuruna, hiç kimseye haksızlık yapmadan çıkmayı umuyorum.”4 şeklindeki ifadesi onun bu konudaki titizliğini gösterir.
Ubeydullah b. Cerîr’in, babasından naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Aralarında günahlar işlenip durduğu hâlde bu günahları işleyenlerden daha güçlü ve onları engellemeye muktedir iken bunu yapmayan topluluğun hepsine birden Yüce Allah azap verir.” (HM19466 İbn Hanbel, Iv, 366)
Ebû Hüreyre’den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav), “Helâk edici yedi şeyden kaçınınız!” buyurdu. Sahâbîler, “Yâ Resûlallah! Bu yedi şey nedir?” diye sordular. Resûlullah (as) da, “Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, hukukun gerektirdiği dışında Allah’ın (zarar vermeyi) yasakladığı bir cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, (düşmanla karşılaşınca) savaştan kaçmak, zinadan uzak duran ve hiçbir şeyden haberi olmayan mümin kadınlara zina iftirasında bulunmak.” cevabını verdi. (B2766 Buhârî, vesâyâ, 23)
Abdurrahman b. Ebû Bekre’nin naklettiğine göre, babası (Ebû Bekre) (ra) şöyle anlatmaktadır: “Resûlullah (sav) üç kere, ‘Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?’ buyurdu. ‘Evet söyle yâ Resûlallah!’ dedik. Bunun üzerine Resûlullah, ‘Allah’a ortak koşmak ve anne-babaya isyan, eziyet etmektir.’ buyurdu. Sonra arkasına yaslanmış hâldeyken doğruldu ve şöyle dedi: ‘Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır. Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır.’ Bu cümleyi o kadar çok tekrarladı ki ‘Susmayacak.’ dedim.” (B5976 Buhârî, Edeb, 6)
Bir gün Allah Resûlü’nün evinin önünde bir tartışma olur. Ses leri işiten Allah Resûlü dışarı çıkar ve şöyle der: “Ben ancak bir insanım. Davalılar bana gelirler. Biri meramını diğerinden daha düzgün anlatabilir. (Gerçekte haksız olmasına rağmen) ben onun doğru söylediğini zannederek, kararımı onun lehine veririm. Kime bir Müslüman’ın hakkını geçirecek şekilde hüküm vermişsem bu ancak ateşten bir kor parçasıdır. (Gerisi kendine kalmış) isterse o koru alsın isterse bıraksın.”4
Dolayısıyla bir haksızlığa uğrayan müminin buna misilleme yapmaya hakkı yoktur.1
Kısas, “bir şeyin ardından gitmek, iz sürmek, eşitlemek ve misille me yapmak, işlenen fiile ona denk bir fiille mukabele etmek” anlamlarına gelmektedir.
Tanımda da belirtildiği gibi kısas, haksız yere ve kas ten adam öldürme ve yaralamalarda uygulanır, hata ile işlenen eylemlerde bu ceza uygulanmaz
“Resûlullah (sav), (yaptığı bir) ibadeti, insanlar (sürekli yaparak) sünnet edinir de onlara farz kılınıverir korkusuyla zaman zaman terk eder, insanlara hafif gelecek şeyleri yapmayı severdi.”51
Esmaül Hüsna
02.08.2025 - 01:08öyle yapın
kitap falan okumayın
size sorarlarsa anlamadım dersiniz
bir de "kavuşmasak da hayal olsak" diye bağırın telif hakkınızı
bakın neye benziyor kaderiniz
onu olun
bir kitap da bundan ibaret sonuçta
Esmaül Hüsna
01.08.2025 - 21:40öyle yapın
biz allah'a kavuşacağız demeyin
SÜRPRİZ
KOŞARAK GİDELİM
VAR MI BİZDEN BÜYÜK
falan diyin
GİDİN !
ŞARKILAR DA BU EN NİHAYETİNDE
Bİ NOKTADA.
Esmaül Hüsna
01.08.2025 - 16:23ŞU ŞARKI DA ŞEYTANA RAHATSIZLIK VERMİYORMUŞ
BAZI İNSANLAR DA
ONLARI BULUN İNŞALLAH !!!
Toplumda Bireysel Takıntılar
01.08.2025 - 14:26Müzik tüm bu saçmalıktan ve hayatımdaki karmaşadan kaçışımdır
Müzik benim mutlu yerim
Kitap seni güzelleştirir
Bazen müzik geri kalan her şeyden beni uzaklaştıran tek şey
Dinlesen Daha İyi
01.08.2025 - 13:46Müziksiz hayat bir hatadır
Çal, Söyle, Yalnızlığını Dinle
Müzik duyguların sese dönüşümüdür
Bitmeden şarkılar dans et
Şehrin ışıklarında bir resim ve resimde bir ışık ol
Kutla müziği aşk, hayat, mutlulukla
Esmaül Hüsna
01.08.2025 - 12:16Benim icin aynı sey degil.
Euzu diyecegim konuyu abartma, çöz, uzak tut, cezasıni da bana sorma...
Bunlar gibi şarki da benim için
SİZE KALSA 24 saat euzu demeli yani
Bu farki anlayamiyor musunuz
Beni yine pek ilgilendirmiyor muzik anlayisiniz falan
Dinde baskı yok
Zaten yok
?
Esmaül Hüsna
01.08.2025 - 11:24Ayrıca peygamber efendimiz kolayca Alkah'ın amellerimizden eksiltmediği gibi ibadet edebilelim diye Kuran'da her harfin değerini vurgulamıştır. Hz. Ali'nin de dediği gibi: bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum, lafı oradan gelmektedir.
Günümüzde tüm dünyaya eğitim anlayışıyla örnek olmuş olan Atatürk bu özgür bakışı bizim geleceğimize kazandırmıştır.
Esmaül Hüsna
01.08.2025 - 10:35Mahlukat tarih oncesinden kalma
Siirler milatran sonra 500lu yillardan
Okuyorum birazi bize de kalmis
Ben kendi amaclarimi gene de buluyorum
Siz insana insan diyemezken bir de uste cikip sadece ibadet ettigim allah'a inancsizliginizi buyuruyorsunuz
Ben bu salakliga insan demek zorunda degilim ki bana zorla euzu dedirttiniz
Sizin bu calısmamdan hicbir payiniz yoktur yani okuduça cahiliye hükümleri görünmüştür
Oysa en güzel isimler Allah'ındır
Bu açıdan yaklaşınca Peygamber efendimiz kendi döneminde hadislerden nakledildiği kadarıyla müziğin bir kısmına lanet etmiş ve o konu öyle olsa ben lanet için gönderilmiş olurdum demiştir
Düğünlerde ise çalgıya izin vermiş ve bazı kılıç kalkan oyunları da izlemiştir
Esmaül Hüsna
01.08.2025 - 08:05Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında Araplar arasında şiir ve edebiyat son derece geliş
miş durumda idi. Kur’an, Arapçayı konuşanların, küçük bir parçasının bile benzerini
meydana getiremeyecekleri bir mucize-kitap olarak Hz. Peygamber (s.a.s)’e verildi.
Toplumda Bireysel Takıntılar
31.07.2025 - 21:23Bana ne senin cehennem sandığın yerden
Bana ne yaşarken hiçe saydığın nefesle aldığın nefesten
Bana ne cennet diye koynuma aldığımda kitap diye sildiğinden
Bana ne senin insan yerine koymadığın günlerde yanında olmuş insanlardan
Bana ne senin kabus sandığın bir kötülüğü bütün insanlığa dayatmandan
Bana ne senin elindeki avcundakiyle kendi hayatını yok edişinden
Bana ne hiçe saydığın her şeyi ben zannedişinden
Bana ne yarım kalmış her hikayenin zaten yanlış olmasından
Bana attığın adımların yalan yanlış yollarda ilerlemesinden
Bana ne gökte yıldız sandığın ailenin iki resimlik tabut gibi görünmesinden
Bana ne senin aile demeye bin şahit isteyen konuşma tarzından
Bana ne senin aile diye birini bulamayıp benim ailemi de yok zannedişinden
Bana ne senin kapanmayan çenenin cehennem lafını duyunca parasını saydığından
Bana ne senin bir kuruş etmeyen paranın şimdi herkese mal oluşundan
Bana ne borcunu ödemeyen sözünde duramayan duruşundan
Bana ne yalnızlığının çektiği acıya bile bir anlam veremeyişinden
Bana ne şeytana uzattığın elinin zavallı bir kul oluşundan
Bana ne tek cezasız kalmayan yolu hayat tarzı yaptıysan
Sana kitabı anlat dediler pislik yuvalarını değil
Bana ne iki laf eden ağzının ilk beni suçlu buluşundan
Yaşarken bana mı sordun da şimdi ölüne bahis tutuşturuyorsun
Çocukların hepsi de masum... çok masum konuşuyorlar ama olayların masumiyeti karşısında
öyleler. Etraflarında kendilerini seven anne adayları var. Ahunaz’a daha özel bir ilgi
duymuyorlar ama “bizi en çok sen mi seviyorsun” gibi bir şey diyorlar. Ahunaz’ın bebeğinin
öldüğünü bilmiyorlar. Ahunaz’ın Cafe’de çalıştığını bilmiyorlar. Ahunaz’ın arkadaşları
tarafından baskı gördüğünü bilmiyorlar. Masalları biliyorlar. Kendilerini bu masallarla ifade
ediyorlar. Çocukların hepsinin de adı A harfiyle başlıyor. Internetten bakıp bulduğu ilk adı
vermişler gibi dizideki herkes. Çilde Hanım hariç. Okullarını çok seviyorlar ama geleceği
tahmin etmeye gelince zorlanıyorlar... İnsanlar Tanrı’yı hatırlıyor musun dedikleri bir Prense
annesini bulduğu anda bir şarkı söylemesini söyleyenlerin olduğu bir masalda çok da adaletli
gibi görünüyorlar. Ahunaz ile birlikte gördüğümüz karelerde çocukların yiyip içtiklerini ve de
onun dışında sürekli ödev yaptıklarını anlıyoruz. Prens ise verdiği savaşta her an ölüm kalım
mücadelesi içinde ve yürekliliği ülkeyi sarmış durumda. Bu durum karşısında her gün daha
da duygusallaşan Ahunaz çocukların okulunun kapanmasına izin vermeyecek! Çocukların en
güzel bulduğu şey ise resimler ve resim yapmak. Müziğe o kadar ilgi duymuyorlar... biri
hariç!
Bir gün duracak tehditler
Bir gün bitecek soğuk
Bir gün dinecek göz yaşı
Bir gün yine buluşacağız
Bir gün yiyecek olacak
Bir gün giysiler olacak
Bir gün sevimli gelecek
Bir anlık duruşu
O zaman dönüp baktığında
Ağlamak neye yarar dediğinde
İnanmak ne fayda dediğinde
Net bir tablo göründüğünde
Gözünü açıp gördüğün aile
Sesini kısıp sevdiğin aile
Nefesini saygıyla bildiğinde
Heveslerin ilgi bile gördüğünde
Sakın korkma ben öldüğümde
Pırıl pırıl parlayan gökyüzünde
Bir gün alevler olmayacak baktığında
O günmüş gibi yaşamalıysak
O günmüş gibi anlamalıysak
O günmüş gibi düşünmeliysek
Bugün de boşa geçmemiştir
Dünya boşuna dönmemiştir
Cafe’nin adı Sahi B, kimileri sahibi diye okuyor, kimileri sahibe diye... Artuk Bey neden bu
adı verdiğini anlattığında çok duygulanıyoruz. Cafe sahibi olmak gibi bir hayali bile yokken
Artuk Bey biriyle tanışır, kendisi Artuk Bey’in kardeşi olduğunu iddia eder. Her gün sizi takip
ediyorum, sizinle buluşalım, konuşalım, bakın sizin de kardeşiniz yokmuş, babalarımız da
bizden bir şeyler gizlemişler galiba, ortak yanımız çok, sizi on aydır takip ediyorum gibi
korkutucu şeyler söyler. Artuk Bey o kişiden telefon rehberini alır ve karıştırmaya başlar
telefonunu ve görür ki çok ortak tanıdıkları var. O kiş yüklü miktarda parası olduğunu ve de
yapacak hiçbir işi olmadığını söyler. Artuk Bey daha da şüphelenir. O kişi bütün parasını
Artuk Bey’in hesabına aktarıp yurtdışına kaçar ve de bir daha dönmeyeceğini de bildirir.
Artuk Bey parayı polise iade eder, huzursuz olduğunu söyler. Polisler parayı almayınca da bir
dilenciye verir. Dilenci de aslında on gün öncesine kadar işim bile vardı, artık yok der ve
kabul eder. İşi de bir Cafe’deymiş, garson. Ortak, der Artuk Bey’e, seni karşıma Allah
çıkardı... bu parayla bir yer açalım, ben de orada çalışayım. Cafe açıldıktan on gün sonra ise
adam vefat eder. Bunun üzerine Cafe’ye yeni bir tabela yaptırırlar Sahi B! Artuk Bey çok iyi
kalpli ve duygusal bir adam. Başına gelen her şeyi sakin karşılıyor, heyecanı gençlerin bir
zayıflığı olarak görüyor. Sevgi nedir hiç tatmamış denilemez ama özel bir sevgisi yok hiçbir
şeye, her şeyi çok seviyor. O kadar düşünceli bir adam ki Cafe’ye gelen müşteriler orayı kendi
evleri gibi seviyor. Artuk Bey için gençleri mutlu etmek bir görev değil sadece bir onur
meselesi. Herkes oradan mutlu ayrılmazsa onuru kırılıyor. Bir kez birine âşık olmuş fakat
ilişkileri hiç de iyiye gitmemiş. Bayanı tanıdıkça onunla anlaşamayacağını anlamak zorunda
kalmış. Anlaşamadığı tek kişi olduğu için bile o bayanı daha çok seviyormuş. Her şeyi göze
alıp kendisine evlenme teklif etmiş ama bayan kabul etmemiş. Bazen Cafe’ye uğruyormuş
bayan ve de Artuk Bey ona olan ilgisini hiç kaybetmemiş. Sevginin sınırları olmadığını
görüyoruz. Hayatta inandığı hiçbir şey yok. Müziği değil gençleri seviyor. Hayatı değil
yaşamayı seviyor. Yemek falan da yapmıyor ama sürekli yiyor.
Çilde Hanım Akman Bey’in eşi yani Akabey’in annesi. Eşi olmadan da rahat bir nefes almayı
seven biri... eşi gezmeye gitmiyor fazla ama işe gittiğinde yani hediyelik eşya
dükkânındayken Çilde Hanım evde kendisi kahvesini yapıp oturuyor. O da Ahunaz’ı evlerine
davet ediyor. Düğün olana kadar bizde dinlen, bak ben evde hep yalnızım diyor ona. Çilde
Hanım bunun yanı sıra eşi yanındayken ona çok düşkün. Meselâ eşi işten eve geç gelse
aramaz bile ama eşi evdeyse mutlaka kahvesini yapar, yemeğini hazırlar. Çilde Hanım çok
fazla torun meraklısı değil. Onun için çocuklarının mutluluğu ön planda. Geçmişte olan
şeyleri asla kafasına takmıyor, bir çırpıda siliyor ve yeni bir başlangıç için hazır. Bu anlamda
Ahunaz’a da destek olduğu oluyor. Ah o seni terk ettiğinde biz tanışıyor olsaydık alırdım ben
Akabey’in ifadesini, diyor. Çilde Hanım için yollar çok keyifli değil. Tatile çıkmadan önce
kendisine sıkıntılar basıyor. Akabey’in kendisi için uygun işi bulduğuna da babasının
yanında çalışması gerektiğine de inanmıyor. Uzay çağında yaşıyor gibiyim, diyor. Sanki
yeniden doğmuşum gelmişim ve yeni bir düzene geçiyoruz hep beraber. Biz yeterince akıllı
değildik kızım, siz aklınızı kullanın diyor. Akman Bey dahil bütün karakterlerin adı A harfi ile
başlıyor, kendisininki bir tek Ç harfi ile. Çilde Hanım çok bakımlı biri değil ama güler yüzü
var, edep adap biliyor. Çilde Hanım’ı tanımak için onunla konuşmak yetmez. Geçmişte
yaşadığı olaylar ortaya çıksa da Akman Bey’i çok seviyor. Akman Bey’i hiç kıskanmıyor oluşu
da enteresan. Babası Akabey’e söylemesi gereken her şeyi söylediği için kendisi daha sevimli
ve samimi bir rol üstleniyor. Ahunaz’ın annesi ile hiçbir benzerlikleri yok. Tatil yerinde
sürekli kendisine gölgede oturacak bir yer arıyor. Sık sık öksürüyor.
Akman Bey, bizim de bir ayağımız çukurda, der durur. Akman Bey Akabey’in babasıdır.
Akabey’i o kadar uzun zamandır görmemektedirler ki Ahunaz’ın evlilik işleri de olmasa ne
yapardık biz, diyecek neredeyse. Kızı da bir de kendisi kırmak istemiyor. Bütün sevgilerini bu
kıza yöneltmişler. Akman Bey için hediyelik eşya dükkânı basit bir oyuncakçı değil. Kendi
işlerini kendisi yönetmeyi seven Akman Bey’in eşi çalışmıyor. Daha önce evlenip boşandığını
ise çok sonra öğreniyoruz. Eski eşi vefat etmiş. Akabey’e sen anneni tanımazsın oğlum, beni
de bilmezsin... ne eve geliyorsun ne yurda uğruyorsun... yorma bizi de çabuk söyle ne oldu,
der. Akabey evleneceğim dediğinde ise kafası hiç karışık değildir artık. Bütün bu eve
uğramamanın bir evlilik öncesi sessizlik olduğunu anlayıvermiştir. Fırtınanın koptuğu anda
ise Akabey de aynı kendi babası gibi Ahunaz’ı seven ve evine bağlı biriyken olanlar. Kendisi
hediyelik eşya dükkânından aldıkları hediyelerle insanların mutlu olduğunu bildiği halde bu
işi maddi olarak yeterli görmüyorlar. Akabey’in Cafe’ye ortak olması gerekecek. Sırf eve az
uğramak da değil seninkisi oğlum, neden Ahunaz’ı terk etmiştin, dedikten hemen sonra
Akman Bey kahvesini yudumluyor ve biz tatil planlarımızı yapalım hayatım, bu çocuk adam
olmaz, diyor. Çok net konuşan fakat bir dakika sonra konuştuğu her şeyi hafife alıp
unutturacak bir başka ilgisiz konuya kayan bir yapısı var. Eşi ile boyları hemen hemen aynı.
Görünüşte eşi nasılsa o da öyle görünüyor, ikiz kardeş gibiler eşiyle. Ahunaz ve Akabey’in
birbirlerini andırdığı gibiler. Çok sevdiği eşi ile konuşurken mutlaka hayatım, canım falan
diyor. Gazete okumakla günün hemen hemen yarısından çoğunu geçiriyor. Mobilya
mağazasıyla ortak olduklarında işlerin açılacağından çok aile ortaklığı olmasına seviniyor.
Artık her işe ben de koştururum, diyor. Siz de belki biraz rahat edersiniz. Hamburgerciye
gidelim mi diye bitirdiği konuşması da gene tuhaf önerileriyle son buluyor: daha çok tatile
gidelim!
Ahunaz’ın arkadaşlarının karakterini tek bir karakterle anlatmak mümkündü, o kadar
Ahunaz’a benzemez ama birbirlerine benzerlerdi. Hepsi de Cinderella’nın üvey kız
kardeşlerini andırıyordu. Açelya, Ada, Ahenk, Ajda, Akasya başta olmak üzere pek çok
arkadaşı var gibi görünen bu kızlar için hayatı eğlencesine yaşama ama çok okumak lazımdı.
Onların babaları kızlarına “kızım okumazsan aklını işletemezsin” demişlerdi. Aklını
işletmezsen okuyamazsın demeleri gerekmez miydi? Okumaları yeterliydi onların... ne
okusalar gülüyorlardı ama bazen de televizyonu açıp “çok şeker” diye tanımladıkları bazı
insanları dinlerken “bu adamı Cafe’de gördüm, konuştum” derlerdi. Bütün dünya tanıdık
gibiydi onlar için. Ahunaz’ın evi de Cafe gibiydi zaten. Ahunaz’ı asla anlayamadılar ama hep
anlamak istediler. Kızın başına gelen sıkıntıların adını koyan kâbusları olmasa onları hayatın
cilveleri zannederlerdi. Kızın âşık olma sorununu da şımarıklık olarak nitelendirirlerdi.
Ahunaz bütün ilgisini ve konsantrasyonunu yitirmişken onlar en güzel okullarda okudular.
Çalışma hayatları da oldukça iyiydi. Bu dünya denilen yarışta kesinlikle kazanmışlardı.
Üzülmezdi bile onlar ama konuşup dururlardı. Bütün amaçları Ahunaz’ın hayatını
yönetmekti. Kızın başının dertten kurtulmamasını anlayamıyorlardı. Ahunaz için diğer erkek
arkadaşları da kızlardan farklı değildi, kendi derdine düşmüş tiplerdi onlar da. Hapse
düşmemek, askerden dönmek, iş yerinde çok para kazanmak gibi dertleri vardı. Aile
değerleri hemen hemen hiç yoktu ama sürekli olarak toplum hakkında bir şeyler söylerdiler
az okuyoruz, çok yiyoruz, batıl inançlarımız var... Ahunaz senin âşkın batıl! Kızı nasıl
inciteceklerini iyi bulmuşlardı doğrusu. Kız onlarla paylaşmak istemedikçe üstüne gider
“sana birini ayarlayalım” derlerdi. Savaş Ve Barış’ta yaşlı genç kızlar dedikleri kadar vardı
işte bunlar da. Hiçbir şey çözülemeyecek kadar sorun değildi ama her şey eğlenceli olmalıydı.
Gülmekten yerlere yattıkları şeyler ne yazık ki hiç de komik değildi. Üzüldükleri konuların içi
boştu. Bu hayat bir sınav değildi de gene de konuşulması gereken şeyler vardı sanki. Hayatın
içi boşaltılmıştı. Ahunaz onlarla görüşmek istemese de bunu anlamazlar ve de onunla
görüşmeyi bir lütuf gibi verip sonra geri alırlardı. Hiçbirinin de hayatı iyiye gitmedi. Maddi
durumları hepsinin de iyiydi ama onlar kendi ayakları üstünde durmakta gecikmediler.
Ahunaz gibi hayır işleriyle, sokak çocuklarıyla, bakıma muhtaç çocuklarla uğraşmadılar.
Onlar ceplerinden çıkarıp da verdikleri parayı bile Ahunaz’ı üzmek için kullandılar. Ne de
olsa kız derdini söylemeli, diye bir de üste çıkarlardı. Kızın evini yatakhane gibi kullandılar.
Akın Bey sezgileri çok güçlü olan bir adamdır. Adak Hanım’a duyduğu saygı kendisine olan
saygısından kaynaklanıyor. Bireysel duruşu konusunda çok iddialı biri... bu konuda eşiyle
hiçbir derdi olmadığı için mobilya mağazalarında çalışması konusunda da yok. Akın Bey de
hafif kilolu ama dimdik duran biri. Geniş omuzları, uzun bacaklarıyla evin iki hanımından
ayrı kızı ve eşinin minyon yapısından oldukça farklı gibi duruyor. Ahunaz ile konuşma tarzı
hep esprilerle yüklü. Şakalaşmayı çok seviyor, özellikle de kızıyla. O kadar fazla konu açan
biri değil ama bir konu varsa birkaç laf ediyor. Az ve öz konuşan bir aile bu. Ahunaz’ın
hayallerini paylaştığı anlarda babası hep kızın neler istediğini duyuyor. Ahunaz babasına
hayal kırıklıklarını anlatmıyor. Eşofmanları ile çıktıkları zaman kızıyla uzun uzun yürüyüş
yapmıyor, markete kadar gidip geliyor. Dizilere şöyle bir göz attığında bile konuyu çok çabuk
kavrıyor. Kendi dünyasında televizyonu kumandada oynatıyorlar gibi... o kadar da düşkün
değil ama sürekli kanal değiştiriyor. Akın Bey için hayatın basit olmasında yatan en basit
kural kendi evinde de olmalı ve bunun ne samimiyet ne de dürüstlük olduğunu görüyor. O
kural kendisine göre büyüklere saygı duyulması. Internet sayfasına bir şey yazıp bütün gün
sayfayı açmıyor, sonra da açıp kendisine mesaj yazanlara şaşıp kalıyor -neden bana
yazıyorlar? Akın Bey atölyedeki işçilerle aynı dili konuşabilen biri. İş yerindeki konumu
oldukça farklı, onlara ne yapmaları gerektiğini söylediği anda işçiler harikalar yaratıp o
koltuğu ortaya çıkarıyorlar. Akın Bey için kızının evlenmesi çok büyük bir mutluluk ama
bunu fazla belli etmiyor. Kızının kendi evlerine yeniden taşındığı dönemde yani evli olduğu
halde babasının evine döndüğünde çok duygusallaşıyor. Akın Bey’in prensipleri iki lafının
arasında ama evde baskı uygulayan biri olmadığını sanıyor: bu insanlar neden her gün parka
gidiyor! Neden evlerinde değiller? İşte bu kadar basit onun için her şeyi anlatmış olmak,
bunun dışında anlaşılmadığını düşündüğü tek bir an bile yok. Sadece kendisine isyan
edilmemesi gerekiyor. Akın Bey’in eşinin ve kendisinin en sevdiği yanını kimse bilmiyor
değil... anlaşılıyor. Akın Bey’in en nefret ettiği şey ise gevezelik. Gevezelikten nefret ettiğini
kızı ve annesi uzun uzun konuşurken “gene tıkıldınız odaya” demesinden anlıyoruz. Ahunaz
ise kendisini sürekli yanlış anlıyor -acaba odadan kendi dünyamdan çıkmamı ve evden
çıkmamı mı istiyor? Akın Bey kaşlarını bile oynatmaz. Sadece gülümsüyor. Okuduklarını ise
bütün evden gizliyor –siz anlamazsınız!
Adak Hanım kızı Ahunaz’ın aksine gerçekçi biridir. Kendisine sorulan sorulara, söylenenlere
fazla aldırmaz ama gözlemlerine çok güvenir. Ailesinin üzerinden gözlerini bir saniye bile
ayırmaz. Kızının iç dünyasının çok farkında değildir ama dış dünyasını saran tehditleri
gözden kaçırmamaktadır. Hayatını çok sevdiği eşi ile birlikte kurmuş olmaktan dolayı
gururludur. Bir tek kızları var zaten ama ikinci bir çocuğu olmadığı için çok pişman. Adak
Hanım sevgisini göstermek istediği zaman aile üyelerini evlerine misafir çağırmaktadır. Bu
herkesi mutlu etmektedir. Adak Hanım’ın hafif kilolu olmasına şaşmamalı. Sürekli kaçamak
yapıp yemek yemektedir. Mesleği ise babadan kalma mobilyacı dükkanını eşi ile birlikte
işletmek ama eşi sürekli dükkânın dışında atölyedekilerin başında çalışıyor, Adak Hanım ise
mağazada. Mağazaya gelenlere ciddiyetle, her defasında “nasıl yardımcı olabilirim” diyor.
Gün bitip de evine döndüğünde saat dokuz gibi yani yemek yapıyor veya sofrayı hazırlıyor.
Geç saatlere kadar oturuyorlar, işe on bir gibi gidiyor. Adak Hanım hobileri, özel zevkleri
olan biri değil. Kızının nasıl olup da o kadar hobilerine düşkün bir kız olduğunu bir türlü
anlayamıyor. Adak Hanım çoğu konuda eşiyle aynı fikirde değil ama eşi bir karar verip de
herkes adına konuştuysa eğer ona katılmaktan başka bir şey yapmıyor. Adak Hanım için
hayatın zorluklarının başında çocuk büyütmek var. Kendisini o kadar çok kez kızının
gözyaşlarını silerken buluyor ki bu durumdan biraz da bunalmış. Kızı ise annesini çok ama
çok seviyor, sevdiği kadar iyi anlayamıyor. Adak Hanım için evde problem yaşanmayan
şeyler olması yeterli. Problem olduğu zamanlarda ise elinden geleni yapıyor. Problemin ne
sebeple çıktığı da çok önemli değil. Kızını üzen kendi düşünceleriyse de aynı şey, kızını üzen
başkalarının düşünceleriyse de aynı şey. O kadar çok mutsuzluk yaşanmasından yana değil,
daha çok prensipler konuşsun istiyor. Adak Hanım’ın çok sevdiği şeyler arasında eşi, yüzüğü
ve de televizyonda izlediği diziler var. Az uyuyor. Kameralar karşısında yaşanan şeylere ayrı
bir gözle bakmayı biliyor, onları gerçek hayattan ayırt ediyor ama çok enerjik bir yapısı yok,
çabuk yoruluyor. Adak Hanım için sevgiyi konuşmak anlamsız. Sevgi sözcükleri zorla
dökülmemeli insanın ağzından. Bir gün çok hasta olduğunda doktorların laflarına
inanmayan eşi kendisinin hayatını kurtarmak istediğinde bütün aile kenetleniyor. Kızına
hediye ettiği kitapları okuyan kızına sempatiyle bakıyor. Hem güçlü hem zayıf yanları var ve
hem zeki hem de duyarsız görüldüğü yanları var ama prensiplerine diyecek yok. Anne ve
babasının kızıyla olan ilişkilerinde bulduğu sevgiyi ise hiçbir şeye değişmiyor. Boş hayallere
verecek kızı yok. Kızını dizinin dibinden ayırmıyor. En nefret ettiği şey ise gösteriş.
Akabey özetle dizideki Ahunaz’ın hoşlandığı çocuktur. Akabey’in bir karakter özelliği var o da
başarılı olduğu zamanlarda yaşadığı bir şey gibi görünüyor: sevimli! O kadar sempatik bir
tipi var ki kendisine âşık olmamak mümkün değilmiş gibi zaten. Bu sevimli yapısı yüzüne de
yansıyor, yoksa yani tipi o kadar da sevimli değil, ciddi bakışları var, güçlü bir duruşu var,
çok fazla gülmüyor, çok kısa gülümsüyor, tepkileri mimiklerinden ibaret. Akabey bazı
konuları çok fazla hafife alıyor. Müzik bütün hayatını yönettiği halde müziği her an bıraksa
da olacakmış gibi davranıyor. Okuduğu kitapları anlamadığını söylüyor. Kaliteli yerlerden
alışveriş yapmıyor. Sevdiği eşyalar arasında bir oyuncak ayı var, o kadar. Sevdiği pek bir şey
yok... Sevmediği çok şey var. Bazı şeyler yolunda gitmeyecekse eğer o konuyu çözmek yerine
terk etmeyi seçtiği çok oluyor. Konular ana başlıklarla güzel ama detaya inildiğinde bir fark
göremiyor. Onun için savaşı sevmemekle hamburger yememek aynı şey... kötü şeyler olunca
hamburger de yemiyor. Akabey için hayatın en güzel yanı aradığını bulmuş olmak. İnsanlarla
arasına hiçbir sınır koymuyor. Ahunaz duyar ya da üzülür diye korku duyduğu hiçbir şey yok
ama Ahunaz üzüldüğünde gerçekten onun yanında olmayı istiyor, ona destek veriyor. Bütün
hayat Ahunaz’ı da mutlu etse keşke diye düşünüyor. Bunun dışında ilişkileriyle ilgili hiçbir
şey düşünmemiş ama bunun için de bir şey yapmamış. Akabey bir servet ödenen bir araba
almaktansa iki araba almayı tercih eder. Ahunaz’ı düşünmeden pek bir adım atmıyor.
Çalışmayı çok rahat başarılacak bir şey gibi görüyor. Onun için hayat sorunsuz yaşanabilecek
bir şey değil. Akabey’in bir adı daha olsaydı onu da Ahunaz verirdi, o kadar yakınlar ama
yine de bir küsüp bir barışmaları söz konusu oluyor. Küstükleri anda akla ilk gelen şey bir
daha Ahunaz’ı aramayacak oluşu. Bunun dışında bir derdi yok gibi algılandığının da farkında
değil. Akabey ailesini çok fazla konuyla muhatap etmeyi de sevmiyor. Bazı şeyleri bireysel
yaşamaktan memnun. Ahunaz’dan ise hiçbir şeyi saklamıyor! Ahunaz’a soru sorduğunda
cevabı aslında kendisi de bilmiyor. İnsanların kendisi hakkında ne düşündüğünün hiçbir
önemi yok. Her şeyi aynı sakin yapısıyla hallettiği için hayatta asla sinirleri bozulmamış
birini andırıyor. Herkesle aynı kefeye konmakla ilgili bir derdi yok ama bu olduğu anda
kendisini televizyonda ya da Cafe’de müzik yaparken buluyor. O işi bırakıp garson olsa da
sorun değil ama mecburen işini seviyor... borçlarını ödemek zorunda çünkü! Zora gelince
yaptığı şeylerle hayatı dönüyor. Yine de emin olmadan konuşan biri değil. Kendi ayakları
üzerinde duruyor. Boş ya da boşuna konuşan biri değil. Fazla konuşan biri de değil. Kimseye
zorla bir şey yaptıracak biri değil. Özgür biri ama sınırları var, samimi biri ama mesafeleri
var, yapıcı biri ama çok eleştiriliyor, kaliteden anlıyor ama elini bile uzatmıyor. En küçük bir
psikolojik sorunu yok ama sorunsuz tek bir günü bile geçmiyor. Hayatta herkese aynı şansı
defalarca verse de bir ders alması zor görünüyor. Hemen her şey kendisi için “tövbe etmek”
anlamı taşıyor. İnandığı için yaptığı tek şey Ahunaz ile evlenmek, ona da Ahunaz sayesinde
inanıyor. Bu psikolojik olarak Ahunaz’ın çok işine gelse de iki yakaları bir araya gelmiyor.
AHUNAZ: Ahunaz 20’li yaşlarında, liseyi bitirdikten sonra bir dikiş tutturamamış ama
kabiliyetleri olan bir kız. Zayıf narin yapısı kırılgan kişiliğinin de bir göstergesi oluyor bazen.
Renkli gözleri dolu dolu olup da ağladığında yüzündeki ifade küçük bir çocuğu andırıyor
çoğu zaman. Spor giyimli olduğu zamanlar evde daha rahat ediyor, yerlerde oturuyor,
koltukta ters dönüyor, çocuksu hareketleri var ama pijamalarıyla evin içinde dolanmaya
başladıysa bir şeylerin yolunda gitmediğini anlıyoruz. Kendisini yorgun hissetse de hiç vaz
geçmediği bir hobisi var, o da dizi izlemek. Oysa gerçek hayatta kendi ilgi alanı olan müzik
için bir şeyler yapmakla meşgul. Bu gibi durumlardan da anlıyoruz ki hayatta ne yapmak
istediğine dair pek bir fikri yok. Anne ve babası üzülmesin onun için yeterli. Gitar çaldığı
zamanlar da oluyor ama o kadar başarılı değil. Yaptığı her işte henüz yeni olduğu çok belli
oluyor. Bu kızın sevdiği şeyleri sıralamak için öncelikle hoşlandığı çocuğu bulmak lazım
adeta. Ahunaz arkadaşlarıyla gitmekten hoşlanmadığı bir Cafe’ye bile hoşlandığı çocukla
binlerce kez gidebilir. Kızın tek derdi müzisyen olmak değil ama bir müzik grubu kurma fikri
de kendisine ait. Yani o ne yaptığını bilmez hallerinin kendisine aldırdığı kararlarla çoğu
zaman barışık. Bu kararları başkaları kendi adına almayıp da Ahunaz adına alırlarsa eğer
sıkılıyor. Ahunaz’ın sıkılması basit bir şey değil, sıkıldığı zaman ölecek kadar sıkıldığı oluyor,
yüzü bembeyaz oluyor. Bu kızın büyük korkuları var ve de bu korkuların hayatını
yönettiğinin çok da farkında değil. Ahunaz akıllı biri olduğunu sosyal statüsü ile ispat
edemiyor ne yazık ki ama herkes ona sen akıllısın, her işi yaparsın diyebilmekte. Buna
sevinmek şöyle dursun tüm hobilerini bu durumdan bir kaçış olarak görüyor. Ahunaz
çevresindeki insanlara inanmadığı kadar kendisine de inanmıyor. Kendisine tek inandığı
konu sevgisi ve onun da yıpratılmasından dolayı çok büyük sıkıntı çektiğine inanıyor. Bu
kızın hedeflerinin çoğuna ulaşmasında hobilerinin büyük payı olduğunu görüyoruz. Çok
sevdiği şeyler arasında çilekli kek, giysilerini aldığı bir butik ve ailesi var. Ahunaz için hayat
sürüp giderken asla yeterince iyi değil, bazı şeylerin kafasında planladığı gibi olmasına dair
büyük bir düşkünlüğü var. İnançlarını da körü körüne yaşıyor ama pembe rüyalar
görmesinin önüne geçemiyor inançları. Başına gelen ufak tefek aksilikler olarak
adlandırdıkları şeyler ne yazık ki tanık olduğu olaylar ve yara bere almadığı sanılan ruhuna
kendisi de söz geçiremiyor. Sevdiği herkesi hayatından uzaklaştırdığı gibi sevmediği iletişim
şekillerinin bir son bulmasında hiçbir payı yok, onlar kendileri kızı yalnızlığa terk ettiler.
Ahunaz için ilişkisini korumak, hoşlandığı çocuğa arkadaşım diyene kadar üç yıl beklemekse
o öyle oluyor. Bundan yana bir derdi yok, ilişkisini korumanın emek istediğini düşünüyor. Bu
kız hayatının en verimli döneminde işinden oluyor. Başına gelen aksilikler yüzünden kaza
geçirdim diyecek kadar aptal değil ama bir intikam da planlayamıyor. Ona göre insanların
bile bile kendisine zarar vermeleri zaten büyük bir cezayı hak ettiklerinin ispatı. Bundan
daha kötü bir son da düşünemiyor. Ahunaz dedesine ve anneannesine olan sevgisini onlara
yemek yaparak, onlara çiçek alarak değil de onlar için resim yaparak, beste yaparak dile
getiriyor. O konuda aldığı yaralar ise her ilişkisiyle kendisi arasında bir engel oluşturuyor.
Beğenilmeme korkusu olmadığı halde sürekli olarak beğenilmeme sorunu yaşayan bu kız için
hayat büyük bir bulmaca. Duyduğu ilahi ses dışında duyduğu sesleri birbirinden
ayıramayacak kadar sıradan bir hayatı var. Oysa aşkı büyük bir lütuf kabul ettiği sevgi taşan
kalbi sadece kırılmak için değil, bunu da yaşıyor. Mistik şeyler olduğunda asla inanmamazlık
etmiyor ama olanların tamamından da memnun değil. Korkuyor. Kaderine boyun eğmekle
kaderini kendi beyni, aklı, kulağı ve gözleriyle tercih eden kalbine kulak vermek arasındaki
her çelişkiyi öldürebilir! Ölümden değil, yakınlarının ölümünden korkuyor. Hayalleri çok
güçlü değil ama bu nedenle de olsa yeterince anlamlı olduğu için bu dünyanın illüzyonu ile
kıyaslansın istemiyor. İnsanlara “hayır” diyememe, dediğinde de bunu kabul ettirememe
problemi var. Oysa ailesinin “hayır” dediği şeyleri yapmamayı çok istiyor. Bu kızı hayata
bağlayan tek şey hayalleri çok gecikse de gerçek olacak ve bir gün ölen bebeğini hayır
kurumunda bulacak. Bundan daha çok istediği bir şey var o da oradaki bütün çocukları
bağrına basıp onlardan asla ayrılmamak. Kendisini adamış olduğu hayır işleri nedeniyle zar
zor ayakta duran bu kız için sevimli denilebilir, cadı değil, iyiliksever denilebilir, akıllı değil,
dürüst denilebilir, gerçekçi değil, yaşamayı biliyor denilebilir, seviyor değil... En sevdiği lafı
"burada böyle şeyler istemiyorum."
Kız bir ses duyar, bu ilahi bir ses gibidir: sen beni duymayıp da o kadar delirdiğini benden iyi
mi biliyorsun? Anında telefonu çalar ve de bunun aynısını kendisine arkadaşı söyler.
Yalnızlığını doya doya yaşayamamıştır.
Kızı babası evlatlıktan reddedip “bir daha da seni amcanlar dünyaya getirsin” diyecek kadar
ileri gitmiştir.
Kızın annesi de “bu durumda bana lâf düşmez” demek zorunda kalmıştır.
Kızın etrafını küfürbazlar sardığında birden şarkı söylemeye başlar. Hepsi de dağılırlar.
Birisi bu yazdıklarını görür... neden yazıyorsun bu kadar, yazmasan ya! O konu böyle olsa,
sen ayakta durabilir misin ki, yazıyorsun, der.
Birisi de sen bi daha zor ayağa kalkarsın, demektedir.
Kızın durumunu beğenmeyen hoşlandığı çocuk, onu alıp eve götürür. Sabaha kadar
uyumayalım. Bunları konuşalım, der. --------------- SON --------------------
Kızın günleri bomboş geçmekte. Cafe gündüzleri artık kapalı. Kız seyircisini elinde tutamadı.
Boş boş geziyor.
Kızın elindeki tek kozu olan kitaplar var artık. Kitaplarını o kadar çok sevmesine rağmen bir
işe yaratmakta çok zorlanıyor. Bütün kitapların özetini çıkarıp notlar alan bir yapısı var.
Sonra o kâğıtları çöpe atıyor.
Internet’te bir gün içinde kendisini ekleyen herkes kendisini siliyor. O kadar emek verdiği
sayfasını da ziyaret eden olmayınca müzik anlamında hiç şansı kalmıyor. Sadece iki yorum
almış, onlar da küfürlü.
Kız evin içinde pijamalarla geziyor. Sokakta boş boş saatlerce yürüyor. Yemek yapmıyor.
Hazır yemek yiyorlar. Temizliği bırakmış, eve kadın geliyor. Kadın kızın durumunu hiç iyi
görmüyor.
Kız saatlerce yürüdükten sonra bir gün eve gelmiş. Arkadaşlarının telefonları susmak
bilmiyor... gene mesaj gelmiş, kız telefonu kızın suratına kapatıyor. Hiç konuşmadan
kapatıyor artık telefonunu. Evlerini de başka bir sokağa taşıyorlar. Telefon numarasını
değiştiriyor.
Kızı gene buluyorlar. Cafe'de kapalıyken bile oturan kız, tek başına kitap okuyor. Çocukların
yaptığı resimlerle de bir sergi açıyorlar.
Kız hayatını boşa harcadığına inanmaya başlamışken karşısına bir fırsat çıkıyor: gezi
programı yapmak!
Sağlıklı yaşamın ütopik bir şey olduğu düşünülüyor. Sağlık olmasına daha yıllar olan bu kız
nasıl olup da hayatını bu kadar yok saydığını anlayamıyor. Kızın annesi evlerine meyve
getirmiş. Biz yokken de yiyin diyor. Meyve yemeyeli yıllar olmuş.
Kız sonunda evleniyor ama tecavüze uğruyor. Artık sevdiği adamın onca yıldır hoşlandığı kişi
olduğunu bile anlayamıyor.
Dere kenarında bulduğu oyuncak ayıyı ona anlattığında kendisinin deli olduğunu sanıyorlar.
Bu kız daha da beteri, ailesini aşırı çok özlüyor. Bütün eşyalarını toplayıp ailesinin yanına
dönmek üzereyken, artık kocası olan sevdiği adam –dur, diyor, birlikte gidelim. Orada bol
bol meyve yeriz hem.
Ailecek bir meyve bahçesine gidiyorlar ama meyvelerin yere dökülmüş olanlarını yemekteler.
Ben de tam bu soruna değinecektim diyor kız ailesine. Siz neden hiç yürüyüş
yapmıyorsunuz?
Annesine her gün diz ve ayak masajı yapan kız annesinin büyük bir hastalığı atlatmasını
sağlıyor.
Babası çok korkmuş durumda... karımı kurtar dedim sana! Kurtarın karımı, diye çocuklarına
bağırıyor.
Kız okuldaki çocuklara şeker götürüyor bir gün... sonra onlara Cafe’de güzel bir yemek
ısmarlıyor. Çocuklar -üşüdük burada, bizi eve götür, diyorlar.
Kızın aklı çıkıyor çocuklardan biri hasta olacak diye... arkadaşı gene arıyor: sen o çocuklara
makarna yedirirken, biz milyon dolar yatırdık, okulu yeniden yaptırıyoruz. Ne sanıyorsun
kendini!
Sevginin koşulları zorlanıyor, kapıları insanların sınırları zorluyor. İnsanlar kendi
sınırlarının farkında bile değiller adeta... kızın şartları çok zor! Bir gün başına gelenleri
anlattığı kitabıyla bir yayınevine gidiyor. Orada, sizin kitabınız fazla edepli kaçmış, bir
cinayet romanı yazmalıydınız, diyorlar kendisine. Kız da cinayet romanı yazıyor ama tek suç
aleti bıçak, büyük bir bıçak.
Kız annesine kendisini ne kadar sevdiğini her koşulda belli etse de içinde bulundukları
şartlar nedeniyle sevgisizlikle kendini suçlanmış buluyor! Kızın arkadaş çevresi, kızın yeni
ailesi, kızın çalıştığı iş nedeniyle söyledikleri şeyler annesinin şahsi fikirleri gibi yerle bir
ediliyor ve anne kız henüz baş başa kalabilmiş değiller.
Kız babasına olan saygısını kendi planlarını yaparak, onu üzmeyerek korumak istiyor. Ona
olan saygısını da kızın başına gelen tatsız olaylarla, hoşlandığı çocukla değil de tacize
uğradığı yerde başına gelenlerle mukayese ederek kızı eve tıkıyorlar.
Kızın yalnızlık problemi yokmuş gibi davranmak isteyenler kızı her an her yerde daha da
yalnızlaştıracak laflar ediyorlar. Kızın arkadaşları ne yazık ki çok kabaca kıza “senin sevgine
göre hareket edecek değiliz, biz kendi kurallarımıza göre oynarız, sizin gibi güdülmüyoruz...
elimden geleni yapacağım senin tüm şansını yitirmen için. Sen bizim sahip olmadığımız neye
sahipsin ki mutlu olacaksın.” diyorlar.
Kızın çocukları, on beş çocuk da kızı çok seviyor. On beşini de evine alamadığı için kız çok
üzülüyor, her gün oraya gidip çocukları ziyaret ediyor.
Kızın kitap okumak için bir nedene ihtiyacı var ama bu neden aşk değil, sevgi değil, alışveriş
değil, paylaşmak değil... sadece sosyal sorunlarmış gibi! Kız kendisi için bir neden bulmaya
çalıştıkça eziliyor ve mutsuz oluyor. Okuduğu masalla bile, kız bebeği ölü doğduktan sonra
yirmi altı yaşında kendisini hayır kurumundaki çocuklara adıyor, işte onlara okuduğu
masalla bile biri dalga geçiyor.
Kız kendi müziği konusunda bir yol bulmak için daha fazla müzik dinlemek istiyor ama bir
kez bile canlı olarak bir sanatçı dinlememiş. Ailesi buna izin vermiyor. Gidecekleri yerler de
çok pahalı, parası yetmiyor. Hoşlandığı çocuk ise o yerlerden çıkmıyor. Sürekli yeni besteler
yapıyor.
O kadar çok baskı görmüş ki artık neden kitap okuyup yazar olmadığını merak etmeye
başlıyor. Bir gün böyle kara kara düşünürken arkadaşı arıyor: senin yerine o bebeği ben
doğursaydım hem benim hayatım kurtulurdu hem de senin. Keşke ben doğursaydım! Kader
daha güzel yaşanabilirdi, diyerek kızın sinirlerini bozuyor.
Yaşadığı çevreye ait olmadığını düşünen bu kız için kaçacak başka delik yok. Aşk romanlarını
su gibi bitirmeden yazmaya başlamayacağına yeminler ediyor. Ben kim yazmak kim, diye
aklından geçirip duruyor. Öyle de bu yazma fikri peşini bırakmıyor.
Herkes kitap okuyor ama kızın kendisi için iyi bir nedeni olmalı ve bunun da yazmak olduğu
sanılıyor. Kız yirmi yaşından beri çalıştığı Cafe’ye kitap götürüyor. Gelenler okusun diye... bu
da canlı müzik rutinini bozuyor tabii. İnsanlar kitap okurken gündüz vakti canlı müzik
dinlemek istemiyorlar.
Eğitim çok katı kurallara sahip. Kız bir müzik kursuna gidiyor ve orada kendisine
etmedikleri laf bırakmıyorlar -senin kulağın iyi değil, senin sesin iyi değil, senin geleceğin
parlak değil!
Kız zaten müzisyen olduğunu kendisini sınava alan hocalara söyleyemiyor.
Kız için bir gerçek var ki o da daha önce lisede okumuş olduğu şiirler ve şarkılar. Onlar da
çok alkış almış ve ödüller almış ama kendisi için bir başarı değilmiş gibi konuşan
öğretmenleri var. Ödevini yaptığı halde yapmamışsın demişler bir kez, çok üzülmüş.
Kız eğitimin ne kadar katı olduğunu anladığı için avaz avaz şarkı söylemeye başlıyor -ben
anca böyle yani!
Kız resim eğitimi alıyor, o da çok zor -kızın kabiliyeti yokmuş gibi sadece hataları
konuşuluyor. Sen boya nedir bilmiyorsun. Sen ressamları bilmiyorsun. Sen kalemi
tutamıyorsun.
Sanki not verirken eksiler yazılmış da artılar yazılmamış gibi! Gereksiz konuşmalar.
O kadar kötü ki kızın durumu, kızın hoşlandığı çocuk ona müzik dersi vermek zorunda
kalıyor. Oldukça iyi oluyor. Kendilerine iyi de bir hoca buluyorlar. Nota öğrenmeye başlıyor.
Piyano çalabildiğini hiç bilmiyordu!
Okulda dayak yememek için nasıl okuldan kaçtığını anlatıyor kız. Çok üzgün olduğunu
söylüyor.
Çok bilen çok kaybediyor... kızın arkadaşları kendisini artık sadece telefonla arıyorlar.
Buluştuklarını kıza haber vermiyorlar bile ama sonradan söylüyorlar. Kız bunu öğrendiğinde
üzülüyor. Kıza nispet yapmak için sürekli birlikte çektirdikleri fotoğrafları yolluyorlar.
Kız yalnızlıktan ölecek gibi de değil. Artık evli ve çok sevdiği çocukları var! Çocuklarına
müzik öğretmeye başlıyor.
Bu kız için yapılacak bir şey var o da bildiklerini konuşmamak. Bir gün kendisinin
yetkilerinin sınırlı olduğunu ve yönetim işlerinden anlamadığını söyleyecek oluyor Cafe’de,
kıza sen patron değil misin, neden anlamıyorsun bu işlerden, diyorlar.
Kız leylekler hakkında bir şey okuyor ve bu kıza leyleklerle ilgili bir projede çalışma görevi
veriliyor ama bildikleri yüzünden leylekleri araştırması alay konusu oluyor. Ne yapacaksın?
Orada da kuşlarla mı konuşacaksın, diyorlar. Kız leylekleri incelerken kendisinden izler
görüyor.
Aslında bunun tam tersi olmalıydı diyor. Sanatta kendimi görüp leyleklere de kendimi
tanıtabilmeliydim.
Kızın günleri hoş ve de boş geçedursun... kızın etrafında izlediği olayların sonu gelmiyor.
Onca kazaya ve haksızlığa tanık olmuş biri olmasının yanında şimdi de kaybolan oyuncak
ayısının bir dere kenarında karşısına çıkması kendisini ürkütüyor.
İnandıklarımızı gizli de yaşayabilmeliydik. Kızın hayatta inandığı bazı şeyler var... mesela her
gün caminin önünden geçiyor. Mesela her gün yüzünü yıkarken aynaya bakıp gülümsemesi
ve yüz yogası yapması. Mesela kendisiyle olan konuşmaları: ben mesela göklerdeyim şu an,
burayı izliyorum oradan... ben gerçekten de hayatı doyasıya yaşarım... ben sevgiyi
taparcasına bilirim... ben kaliteden anlarım... Kızcağızı çok ukala bulurlar ama aslında bu da
sorun değildir.
Uzun yürüyüşlerinde sahilde ve spor hareketleri yaptığı bir salonda da hocasıyla olan
konuşması çok güzel ama orada spor yapan diğerleri rahatsız oluyor.
Kız az yemek yese de kilo almaya müsait ve de ne yediğini soranlara cevap verdiğinde, salata
dediğinde aldığı tepkiler enteresan –daha az yemelisin, hiç yememelisin! Kız daha az yemek
yerse düşüp bayılacağını söyler.
Dinlediği müzik ile ilgili olarak da sorular sorarlar kıza. Sanki farklı müzik dinlese
eleştirilirmiş gibi olur ve kız da bu durumdan rahatsız olur.
Aşkla ilgili olarak da kıza çok fazla soru gelir... acaba siz aynı Cafe’de olmaktan sıkılmıyor
musunuz, sevgilinizi kaptırmaktan korkmuyor musunuz, gece hayatı sizi ayırmıyor mu,
birlikte nasıl plan yaptınız, şarkıları kim seçti Allah aşkına, sevgilinizi kaptırsanız üzülür
müsünüz falan!
Ayrıca kız ailesiyle ilgili konuları da gizli yaşayamıyor, ailesinden izin alamadığını herkes
biliyor, ailesinin koyduğu sınırlar bir yana kızı tutucu olmakla suçluyorlar, kızın ailesi
temizlik yapmasını söyledi diye kıza temizlikçi muamelesi yapıyorlar.
Kız sanatının değer kazanması için ne yapacağını bilemiyor. Cafe’ye daha çok insan
gelmesiyle birlikte sanatı da daha fazla değer kazanmıyor. Sanat her anlamda ön planda, bu
bir sanat platformu... yaşananların anlam kazandığı kadar sanat değer kazanmıyor.
Kız sanatının değer kazanması için gerçekten çok okuyor, çok düşünüyor ama hep sanatı geri
planda bırakılıyor. Sanat ile yoğrulmuş bir hayat yaşamak için fazla genç olduğu
düşünülüyor.
Oysa kız sanatı değer KAZANDIKÇA KAZANMALIYDI.
Kız her an bir şiir okuyan bir sevgilisi olmamasından değil, okuduğu şiirleri anladığına
inanan bir sevgilisi olmamasından korkuyor.
Sanat değer kazandıkça köye yerleşme planları yapan bu insanlar yeni müzisyenler bulmakta
zorlanıyorlar.
Sanat için çaba harcayan insanlar ise çok farklı bir rekabet içerisindeler... konu sanat bile
değil.
Kız binlerce şarkılık listesinin bir hiç olduğunu düşünen filmcilerden yakınıyor.
Kız yüzlerce ezber yaptığı müzik listesinin beğenilmemesinden yakınıyor.
Kız bu düzenin içerisinde kaybolmamak için ailesini kurduğunda bütün sanat anlayışını
yitirmekten yakınıyor.
Bir gün parkın duvarlarını boyuyorlar!
Para mutluluk getirmiyor. Paranın getirdiği mutluluk ile plan yapılamıyor.
Elindeki para kızın en sevdiği mağazadan alışveriş yapmasına yetiyor ama bu da ne yazık ki
eleştiriliyor. Neden uzaylı gibi giyinip gece kulüplerinde çıkmıyorsun?
Kız paranın getireceği mutlulukları sıraladığında farklı bir ülke görmek istiyor ama Cafe’den
bir yere kıpırdaması mümkün değil.
Kız parasıyla değil mi, biz de burada yeriz ve de içeriz... asıl siz müzik yapmayın diyenleri
anlayamıyor.
Kız parasızlık sorunu yüzünden ailesinin evinde yaşıyor gibi görünüyor ama bir gün ona bir
de çalışma odası veriyorlar. Bu sessiz sakin odada şarkı ezberlemek için oturduğu bir anda
telefonu çalıyor: sana iyi bir haberim var, ezberlemesen de olur! Yarın Cafe kapalı.
Kız hoşlandığı çocuğa bir kez bile hediye almamış. O kadar üzgün ki bu durumdan dolayı, bir
gün ona bir bilgisayar alıyor. Bilgisayarın içine de kendi resimlerini koyuyor. Bu hediyeye
bayılıyor çocuk!
Kız hoşlandığı çocuğa bir çocuk vermek istiyor ama ne yazık ki çok hasta oluyor. Bebek ölü
doğuyor!
Bu arada sokak çocuğunun ailesiyle olan ilişkisinin çok kötü olduğunu, aslında çocuğun o
kaba lafları ederken ailesinden yakındığını ama onlar gibi konuştuğunu anlıyoruz: abla senin
paran da temiz denilemez yani! Anlıyor musun?
Kızın ailesi çok mutlu! Kız modern bir görünüm sergiliyor diye. Kız nihayet evlenecek diye.
Kız okumasa da iyi bir işi oldu diye. Hoşlandığı çocuğun ailesi de kız için sevinmek şöyle
dursun, sürekli eleştiriyorlar. Bu kız hiç Cafe’den çıkmaz mı? Bu nasıl bir ilişki ki siz şimdi
evleniyorsunuz? Neden bizi ziyarete gelmiyor? Bu kız çocuk denilince neden bembeyaz
kesiliyor?
İki aile işlerini birleştirmeye karar veriyorlar. Kızın babasının mobilya dükkanıyla çocuğun
ailesinin hediyelik eşya dükkânı ortaklık kuruyor. Çocuklar işin başına geçmeye hevesli değil.
Cafe sahibi ile kızın arasında çok değerli bir ilişki var bunu iki aile de gözden kaçırıyor.
Kızın arkadaşlarının ailesi çok iyi insanlar ama kızın oturduğu eve taşınmak ve konağı satın
almak istiyorlar.
Bu ülkede kanunlar var... elbette. Her ülkede olduğu gibi, burada da var. Kanunlara göre
yaşamak bu kadar zor olmamalıydı. Bağırmak yasak mesela ama kızın kafasının içinde yine o
ses: kadın kadın, evli sayılırsın artık.
Kız hırsız olmadığını ispatlamak için ne yapacağını bilemiyor. Benim ihtiyacım yok ki o
erzaklara, ben zaten Cafe’ye ortağım, neden erzak çalayım. Bu çok saçma, diyor.
Kızın hoşlandığı çocuk kızla on yıl evvel tanışmış olsaydı hayatı daha mı kolay olurdu,
bilemiyor. Sen ilkokuldayken nasıl bir öğrenciydin? Kıza bu soruyu soruyor ama konuyla bir
ilgisi yok, cevabı tam olarak dinlemiyor.
Kızın hoşlandığı çocuk Cafe’de bir yenilik yapmak istiyor. Cafe’nin kapanmaması için
gerçekten de bir yenilik lazım olduğunu düşünüyor. Kızın davet edildikleri yaşgünü
partisinde şarkı söylemesine izin vermiyor ama Cafe’de hayatın daha kolay olması için
çalışıyor. Bir gün bizim kız orada, gündüz saatleri, işler az, müzik var... kızın hoşlandığı
çocuk kıza: burada mutlu bir gün partisi verelim. Sadece mutlu olduğu için gelsin insanlar.
Kimse çok da mutlu değilmiş meğer!
Kız o gün güzel giyinmiş, elinde bir gitar var... peçeteler, bardaklar hazır. Her yer süslenmiş
gibi. Özel bir gün olduğu belli. Cafe dolup taşıyor ama bir aksilik oluyor -kızın bir lafı
herkeste şüphe yaratıyor: Bugün benim en mutlu günüm.
Kimsenin de en mutlu günü falan değilmiş. O gün yüz ameliyatı olmuş birinin bizim kıza çok
benzediğini görüyoruz. Kimliğini de değiştirmiş... herkese şaka yapıyor -ben aslında şarkı
söyleyeceğim birazdan diye. Neyse ki o da olmuyor.
Kızı söylediği bir şarkı yüzünden aşırı çok alkışlıyorlar ama kızın hoşlandığı çocuk bu
duruma anlam veremiyor.
Her şey yolunda gidiyor, ufak tefek aksaklıklar hariç her şey iyi derken, kız bileklerini kesen
bir kız görüyor ve onu durdurmaya çalışıyor. Umarım intihar etmemiştir. Kızı tanık olarak
götürüyorlar. Hiçbir şey tatlıya bağlanmıyor ama kimse ölmüyor da.
Huzur içinde yaşayan kızın anne ve babası: bize anlatma bunları, yaz sen, diyorlar. Kızın
yazıları çok fazla eleştiri alıyor -fazla gerçekçiymiş!
İnsanlar kardeşçe yaşayabilirler mi? İnsanlar zaten kardeşçe yaşıyorlar... herkes buna uyum
sağlayabilir mi? Bunların cevabını bilmeyen bir kız ama sorgulamak zorunda kalıyor bazen...
Herkes kardeşçe yaşıyorsa, kendisi de bu kadar dürüst bir kızsa, neden psikolojik sorunları
olsun? Neden ses duysun?
Karşı komşusuyla bir gün alışverişe gidiyorlar. O kadar mutlular ki, hiçbir şey düşünmek
zorunda değiller ne de olsa! Kız birden “biz seninle neden daha önce karşılaşmadık yahu”
diyor. Karşı komşusu da kıza -ben biliyordum senin beni seveceğini, anlaşacağımızı ama
senin işlerin yoğundu, diyor.
Kızın hoşlandığı çocuğun işleri o kadar yoğun ki, artık görüşmeleri mucize gibi bir şey olmuş.
Gece çalışan çocuk sabahları uyuyakalıyor, sabahları işe giden kız gece yorgun. Bu durumdan
rahatsızlık duyan Cafe sahibi de –ben sizin için her şeyi yaparım çocuklar. Burayı satarız
gerekirse, bir köye yerleşiriz. Siz de daha mutlu olursunuz, diyor. Bir köy hayali kuruyorlar.
Kızın annesi bizim kıza “sen de az değilmişsin, nasıl tavladın ama çocuğu, vallahi seni sevsin
bana yeter” diyor. Bizim çocuğun ailesi ise kızın işine ve ailesine düşkünlüğünden memnun
değiller. Bize hiç vakit ayırmıyorsun, diyorlar.
Kızın ailesi kızın hoşlandığı çocuğun ailesi ile bir tatil yerinde karşılaşıyor ve birlikte tatil
yapıyorlar. Tatilleri birlikte geçirmek harika bir fikirmiş!
Kardeşçe yaşamak demişken, bizim kız bir kızlar partisi düzenliyor. Gündüz vakti tıklım
tıklım olan Cafe inanılmaz anlar yaşıyor. O sırada çalan şarkı: sağdan gitsen beni görürsün,
soldan gitsen annemi... sen ne acayip bir kafasın, yoksa hep böyle şaka mısın?
Kardeşçe yaşamak anlamında olanlar o kadar şahane ki, kızın hoşlandığı çocuğun
arkadaşları da bu kervana katılıyorlar ve bizim kıza bir hediye alıyorlar -pijama ve terlik.
Kıza -bu pijamaları giydikçe bizi anımsa diyorlar.
Saygı çok hassas bir konu. Kıza olan saygısı nedeniyle hoşlandığı çocuğun kendini
değiştirmeye niyeti var. Artık daha çok kitap okuyacak, daha fazla film izleyecek, daha çok
yürüyüş yapacak ve de daha zekice konuşacak! O kadar akıllıca ki bunlar bizim kız
mutluluktan uçuyor.
Kız kendi ailesinden görmediği saygıyı hoşlandığı çocuğun ailesinden görüyor: gel kızım, kal
bizimle, bizim yaşa, bizimle yemeğe gel, bizde kal. Kızın ailesi bu durumda ne yapacağını
şaşırıyor ama sorun da değil hani... saygı hassas nokta. Kıza saygı duydukları bir konu haline
geliyor bu.
Kız Cafe’de müzisyen olarak görmediği saygıyı garson olarak görüyor. Ne şeker bir garsonsun
sen öyle diyen biri aslında ne demek istediyse, bin kez özür diliyor –ben sizin şarkınızı
beğendim aslında diye. Garson olarak çok kibar olduğunu ve belki de aslında garsonluğa
daha yatkın olduğunu söylüyorlar kıza. Bunun adı da saygı oluyor. Çorbanızı
beğenmediyseniz geri götürebilirim!
Kız okulda aldığı notları bir yana diplomasını buluyor. Okuldaki öğretmenlerinin bir lafını
anımsıyor: kimse seni üzemeyecek bu hayatta. Ama dikkatli ol.
Kız hayatını kazandığı günlerden dolayı çok saygı görüyor. Artık istediği yerde tatile gidebilir
ama vakti yok gerçi, enerjisi de yok fazla.
Kız ayrıca da o kadar küçük çocuğun olduğu bir parka arkadaşıyla gittiklerinde epeyce
sıkılıyor -salıncakları kırmışlar. İnanamıyorum, diyor. Çimlere basmışlar. Onları tamir
ettiriyorlar ve bunu büyükbabalarına anlatıyorlar.
Büyükbabaya olan saygı çok yüksek. O her türlü saygıyı hak ediyor!
Cafe’ye hiç müzisyen gelmediğini fark ediyorlar.
Kız gözünün önünde arabanın birini ezip, hem de geri vitese takıp, süratle ezip kaçtığına
inanamıyor. Yerde yatan bayana yardım etmek istiyor. Hemen onun yanına gidiyor.
Giderken yine polisi arıyor. İfade veriyor. Bayanı alıp hastaneye kaldırıyorlar. Durumu çok
da ağır değil ama psikolojik olarak büyük bir sarsıntı yaşamış.
Kız Cafe’de olanları anlatıyor ve “bizim moralimizi bozma şimdi, şarkı söyle” diyorlar. Kız
söylemek istiyor ama sesi pek iyi çıkmıyor, sonra da ağlıyor. “Aslında, ben bugün kendi
şarkımı size sunacaktım” diyor. Müşterilerden biri “sun bakalım” diyor. O da vaz geçtiğini,
söylüyor. Bugün ona sesim yetmeyecek korkarım. Üzgünüm. Bugün sizi hayal kırıklığına
uğrattım. Buraya sürekli gelen on kişiden birisiniz üstelik de. Gündüz hiç bu kadar dolu
olmazdı burası. Gözlerim yaşardı. Bir şeyleri başardığımızı hissettim ben. Çok teşekkürler.
Bu tarz bir konuşma yapıp konuyu değiştiriyor. Hoşlandığı çocuk da istersen konuşmayı
keselim ve söyle, diyor.
Kız eve gittiğinde de olanları anlatıyor ve ailesi ne yazık ki bu tiplerin çoğaldığını, bu tip
olayların sık görüldüğünü söylüyor.
Kız eski iş yerine gitmek zorunda kalıyor... oradan alması gereken bir para varmış, eski
hesapmış, henüz kapanmamış falan. Kız kendi masasında oturan yeni çalışan kızla uzun
uzun sohbet ediyor. Kendisine orada çalışmanın keyifli olduğunu. O günlerden de mutluluk
duyduğunu. Özellikle müşterilerden biriyle buluşurlarsa ona kendisi için de çilekli kek
götürmelerini... söylüyor. Çilekli keki ben de sevdiğim için, sorun yok ama burada herkes
sevmez ona göre, diye de bir tüyo veriyor. İşi neydi tam anlayamıyoruz ama sevimli bir hali
var, o günleri özlemiş gibi görünüyor. Olan biteni unutmuş. Mutlu!
Kız eski iş yerinde de kazadan bahsediyor ama herkes başına toplanıyor. Öyle mi oldu? Nasıl
oldu? İnsanlar dinliyorlar. Merakla kıza bakıyorlar. Kız: ya işte böyle, sonra da bayanı
hastaneye kaldırdılar. Neyse ki bir şeyi yok. Ben çok kötüyüm! Psikolojik olarak bu konuyu
atlatamıyorum ben. Kaçmasına nasıl göz yumdum. Plakasını alabilirdim. Kadına
bakakaldım. Benim hatam.
Hırsızlar işi ticarete dökmüşler, çaldıkları eşyaları satışa çıkarmışlar. Çalıntı olduğunu
kendileri söylemese anlamayacağız.
Bizim kız “beni nasıl erzakları çalmakla suçlarsınız” diyor gene bir gün. O konuyu
atlatamamış. Cafe’den biri de kendisinin hırsızları bir bakışta tanıdığından söz ediyor. O gün
sizde hırsız tipi vardı.
Kızın hoşlandığı çocuk gazetede gördüğü adamı Cafe’de görüyor. Adam hırsız değil mi ya,
ben daha bu sabah gazeteden okudum. Kız o gün gazete falan okumadığını belirtiyor. Akşam
annemlerle izleyeceğim.
Bu arada kızın eski iş yerinden birinin de yüklü miktarda borç alıp kaçtığı ortaya çıkıyor.
Suçu bizim kızın üstüne attığı bir başka olaydan tanıyoruz adamı, kıza “sen işini doğru
yapsaydın, bugün biz o toplantıda kazanan taraf olurduk” diyor. Kız kendisine çilekli kek
ikram ediyor. Çocuk da yemeyeceğini söylüyor.
Kızın aklı Cafe’deydi zaten canım. Sürekli çilekli kek yerdi, diye kızı arkadaşlarına anlatıyor.
Kız çok sakin bir şekilde mikrofonu eline alıyor ve hoş geldiniz bile demeden şarkısını
söylemeye başlıyor.
Kız eve gittiğinde olanları anlatıyor, bu sefer de annesi kıza “benzetmişsinizdir” diyor.
Bizim kızın arkadaşı olan hoşlandığı çocuk ile kızın akşam telefonda konuşmaları var. Kız bir
an önce telefonu kapatmak istiyor. Annemler bozulur şimdi. Bütün gün aynı iş yerindeyiz
zaten. Neden şimdi konuşuyorsunuz derler! Konu da çocukları olursa müzisyen mi olacak!
Hırsızlar bizi nasıl alkışladı bugün, onu da alkışlarlar. İkisi de çocuğun müzisyen olmasına
gülüyor. Çok şeker olur, evet. Bence de müzik!
Hırsızın bir lafı var o gün: siz ikiniz arkadaş mısınız, kardeş mi? Çok benziyorsunuz da!
Bunu duymaktan sıkılmış olan ikisi de telefonu kapatıyor.
Çok değil, az sonra hırsızlar oradan depoya gidiyorlar ve eşyaları satıyorlar. Cafe’de tek bir
satış yapamadık ama gerçekten de bizim sayemizde eğlendi millet bugün. Tuttum ben bu
Cafe işini. Onlara da satalım. Satalım değil mi? Satalım satalım!
Şehir hayatının aksiliklerinden sıkılmış olan kız yine eski günlerdeki gibi kırlara gitsek, diyor
ama vakitleri yok. Şehrin en sevdiğim yanı, diyor kız, yemekleri. Her çeşit yemek var. Bizim
Cafe gibi.
Kız hayatının en güzel gününü yine aynı şehirde bir sinema salonunda geçirmiş. İlk sinemaya
gidişini anımsıyor. Yıllardır tek bir film bile izlemedim, diyor kız.
Annesi de şehirde alışveriş yapalım kızım, bana ancak senden hayır var. Bak alamadım kaç
yıldır istediğim gibi bir pantolon. Birlikte gidelim bakalım. Bizim köşedeki iki sokak öteye
taşınmış, butik, oraya gidelim.
Şehir gerçekten de bütün güzelliğini sergiliyor. Şehrin harika manzarası karşısında
büyüleniyor bizimkiler. Cafe’ye yürüme mesafesinde muhteşem bir görüntü var.
Balayını hiç konuşmadık, diyor kızın arkadaşı olan hoşlandığı çocuk. Nereye gideceğiz? Kız
bunu konuşmak için erken olduğunu, daha annesinin babasının rızasını bile almadıklarını
söyler. Çocuk bozulur ama kavga etmezler.
Kızın bu durumunu fırsat bilen çocuk kıza daha basit bir soru sorar: acaba on yıl sonra
nerede olacağız? Geceleri işler epey iyi. Gündüz gibi değil.
Kızın cevabı: bence ikimiz de aynı yerde olacağız ama Cafe taşınmış olacak. Daha büyük bir
yerimiz olacak.
Bunun karşılığında o da bence öyle olmayacak. Bence ikimiz de başka bir şehre gidip bu
hayata bir son vereceğiz, der.
Bu hayata bir son vermesi gerekmektedir demek. Oysa mecburlar, çalışmaya mecburlar!
Kızın yeni arkadaşlarından biri Cafe’de bizimkileri göremeyince çıkmış gitmiş. Bir de not
bırakmış: sizi çok özledim, yoksunuz ortalıkta bugün. Umarım ikiniz de iyisinizdir. Ben size
bir iş teklifinde bulunacağım. Mümkünse yaş günümde bizim eve gelip söyler misiniz? Para
sorun değil. P.S. Hem de gündüz.
Hırsızlara döneriz: bizim sayemizde eğlendiler.
İnsanın iç yolculuğu bir aşk hikayesi içeremezmiş gibi dejenere edilmiş gibi görünüyor. Kız
kâğıtlara “aşk şiirleri” yazmış ve bunları Cafe’de şarkı olarak okuyamıyor. Üstelik de
kendisini hırsızlıkla suçladıklarından beri Cafe’deki çalışanlardan da hiç emin değil. Bu
nedenle yazdığı sanılıyor, oysa aşk için yazmış.
Kız sakin bir tip olmasını sevgiye ve sevgisini de hayallerine borçlu zavallı yerine konmuş zor
ayakta duran bir tip değilmiş gibi, kendisini sosyal konularda yazmaya zorlayanlara ne
diyeceğini bilemiyor:
Kızım açlık var, kıtlık var, sefalet var, hastalık var, hak var hukuk var... sen oturmuş bize
İngilizce masal anlatıyorsun.
Beğenmediyseniz gelmeyin diyemiyor kız.
Hayatı çok sıradan olmayan biri olarak konuşuyor hoşlandığı çocukla:
Kaç kız benim kadar şanslı, benim gibi erkenden sevdiğine kavuşuyor!
Bütün o acıları çeken kendisi değilmiş gibi bir de kızı bencillikle suçluyorlar.
Kızın konuşmaya bile hakkı yokmuş... gerçek acılar çekmemiş ki kız! Sadece hayal dünyası
incinmiş, orada da hep bir beyaz atlı prens varmış. Oysa gerçek bu değil! Gerçek kızın
inandıklarından uzaklaşmak istemezken çektiği sancıların aşk sancısı oluşu. Kız asıl dilediği
şeyleri konuşamaz durumda. Mesela “biz de sizin gibi mutlu olmak istiyoruz” diyeceği bir kişi
bile yok.
Kız çok yalnız hissediyor kendisini. Sıradan bir gün. Cafe’yi açmış. Eski iş yerinden
arkadaşları gelip, kızı görünce oradan çıkıyorlar. Bizi satıp giden birinin Cafe’sine gelecek
değiliz herhalde, öyle değil mi, gibisinden. Kızın aşk hikâyesi doğrultusunda bunları yaptığını
düşünen bir kişi bile yok.
Aşk önemsiz bir detay gibi yaşanıyor çoğu zaman. Cafe’ye gelen kızların konuşmaları:
Ay, benimki zaten beş gün gelmese eve ben aramam. Gene de niye eve geliyorsa! Seviyor
galiba beni çok.
Benimki evlendiğimizden beri işleri daha iyiye gitti. Gerçi epeyce evde oturdu aşkından ama
artık çok mutluyuz, çalışıyor.
Benimki on kilo verdi ayol, ben dedim de verdi. O kilolarla ne yapacaktı vallahi ben
olmasam.
Benimki evi üstüme yaptı da bir rahat ettik. Ondan önce kavga ediyordum her gün tabii. Evi
de üstüme yapmazsa ederim kavga, gene olsa gene ederim.
Kız bunları besteliyor... ama Cafe’de çalmaya çok utanıyor bu konuşmaları duyduktan sonra:
Seni görünce anladım
İşim, evim, neşem tamamladım
Kendimi anca tam anladım
Seni sevince yalanladım
Geçmişi
Bugün beni sevdiğin için
Yarın güzel bir gün benim için
İçin için seninle bir gün için
Bir gün olur hepsi bugün de benim için
Kalite paylaşılamıyor. Kız kendisine çok şık bir mağazadan alışveriş yapıyor ve sahne kıyafeti
olarak her gün farklı bir şey giyiyor. Bunun üstüne hoşlandığı çocuk da kendisini yemeğe
davet ediyor. Cafe’de geceleri çalışacakmış artık çocuk, gece de açıklarmış. Evliliklerini
kolaylaştıran şey de bu olmuş zaten. Yoksa borçları bitmezmiş.
Kız kendisine sunulan yüzüğü kabul ediyor. Annenlere söyledin mi, diyor. Evet, diyor çocuk.
Eveeeetttt, sen merak etme onları, ben ayarlıyorum. Kız da nasıl merak etmem, bütün
istediğim bir düğün değil elbette, düğün olmasa da olur. Yeter ki tanışsınlar. Beni istemeye
gelsinler.
Kız hoşlandığı çocuğun “çocuk olunca ne olacak, bebeğe kim bakacak” sorusu karşısında
afallıyor. Hiç o açıdan düşünmemiş gibi de değil, düşünmüş ama çocuğu olacağına pek fazla
inancı yok sanki. Yumurtalıklarında bir problem olabilir ama bundan emin değiliz.
Derken bizim kız çikolatasına kadar tarif ediyor: çikolatamız bizim mahalleden olmasın, şık
bir yerden al –La MOstro Sevi Pastanesini biliyor musun? Oradan alırsınız. Yüzükler için
kesinlikle özel tasarım düşünüyorum, ayrıca evin mobilyaları için çok şık bir mobilyacıdaki
indirimi yakalamamız lazım, anca öyle olur.
Kızın hoşlandığı çocuk da, hepsi için kendi tanıdıklarına gitmek istediğini, kızın tavsiyesine
uymakta zorlanacağını söylüyor.
Kavga etmiyorlar ama kız çok bozuluyor.
Cafe’den erken çıkan kız, gece çalışması için arkadaşına bol şans diliyor. Kız kara kara çocuk
olursa ona bakmak zorunda olduğunu ve gece çalışamayacağını idrak ediyor. Oysa paraya
ihtiyaçları var. Yeni müzisyenler bulmak zorundalar, yoksa müzik hayatları da bitecek.
Hava kararmış ama henüz akşamın erken saatleri. Kız bir camiye giriyor. Orada namaz
kılıyor... biraz da oturup kitap okuyup çıkıyor. Bahçesi çok güzel olan bir cami bu.
Caminin hemen kapısının önünde bir sokak çocuğu ama yaşı on sekiz falan olan biri daha var
yanında, kızın üstüne saldırıp, çantasından parasını alıp kaçıyorlar.
Kız elinden geleni yapmış, duasını etmiş, ters bir yerde de değil caminin önünde ama başına
bu geliyor. Ailesi, ne yapalım kızım, polise haber verdin mi, diyorlar.
Kız polisle görüştüğünü, karakolda ifade verdiğini ve çantası bulunursa kendisine haber
verileceğini söylüyor.
Kızın odasında da tam karşısında duran oyuncak ayı birden gözünün önünden yok oluyor.
Kız “bana mı öyle geldi” diye yakına gidiyor ama yok. Oyuncak ayısı yok. Artık yok! Anlıyor
musun? Kendisini tokatlıyor: yok! Şu anda yok.
Kız birden hoşlandığı çocuğun en yakın arkadaşının telefonuyla kendine geliyor: biz
seninkiyle Cafe’deyiz, gece gelemez misin sen, belki ben de çalacağım burada.
Kız gelemeyeceğini, düğüne yakın ailesini üzmek istemediğini söylüyor ama saldırıya
uğradığını da söylüyor.
Kızın eski bir arkadaşından mesaj gelmiş: biz hastanedeyiz, ben çok hastayım. Seninle de
doğru düzgün vedalaşamadık. Umarım şimdi mutlusundur! Beni hep üzdün.
Kız mesaja cevap vermiyor. Az önce dolu dolu olan gözlerini sinir bürüyor. Son anda bile
bana bunu mu yapacak yani?
Ertesi sabah bir araba gözünün önünde geri vitese takıp bir sokak çocuğunu eziyor. Sonra da
kaçıyor.
Özensiz konuşmalar var. Kızın aklından hiç silinmeyen lafları, arkadaşları...
Sen beş kuruşluk hayatını kahramanlar mı yönetecek sandın?
Sen kendi başına bu gürültüde ilahi bir güç mü duyacaktın?
Sen eline bir kitabı aldın da biz mi okumadık sandın?
O kadar düşünceliymiş de niye terk etmiş seni?
O kadar seviyormuş da neden bir şeyler yapmamış seni bulmuşken?
Neden adını göklere haykırmıyor da küçücük Cafe’ye tıkılıyor?
O kadar akıllı da neden müzisyen?
Herkes kızın hoşlandığı çocuğu zayıf yerinden vurmaya çalışıyor. Genç olmalarına rağmen,
bizim kız ve hoşlandığı çocuk:
Sen neden evlat edinmeyi düşünüyorsun şimdiden? Belki çocuğumuz olur!
Çocuk isteyen birine benzemiyordun seni ilk gördüğümde!
Çocuk istemiyorsan süper zaten... gel takılalım!
Gezelim biraz ne dersin? Yakında her şey daha güzel olacak.
Bu Cafe’yi yuvamız gibi seveceğim, hep seveceğim.
Seninleyken hayattaki her şey daha gerilerde kalıyor...
Bunların gerçek olduğuna inanamayan kızın lafları:
Seni sevmeseydim bu kadar beklemezdim.
Seni sevdiğim için hayat daha kolay geliyor bana, onca dert.
Seni hayallerimde yaşatmak çok güzel ama gerçek olsun isterdim
Seni arayamamak bana çok acı çektirdi.
Seninle görüşmek için beş gündür annemlere yalvarıyorum.
Seni sevmemin tek nedeni sen değilsin... geleceğimiz.
Kızı Cafe işi için çocuğu sevmekle suçlarlar.
Bir gün bizim kız yollarımız keşke daha önce kesişseydi seninle, der hoşlandığı çocuğa. Sen
annemlere evlenelim diye yalvaracağına, ben neden annemlere görüşmek için yalvarayım,
der ona. Kalbi bu duruma alışıktır ama zihni almamaktadır artık. Güzel bir gün olduğunu
söyle sonra da. Güzel bir gün ama sen hiç konuşmuyorsun. Bana evlenme teklifi edeli bir yıl
olacak neredeyse, bir daha hiç konuşmadın.
Bunları bir teşekkür eder belki diye söylemiştir ama hoşlandığı çocuk sadece özür diler.
Oysa çocuk konusunu konuştuk biz seninle, konuşmadık mı? Neden bu kadar üzüyorsun
kendini. İstediğin hayatı yaşıyoruz işte. Cafe’miz var. Paramız var. Çok uzatmayız, evleniriz.
Kız buna çok sevinir... demek sandığı gibi altı yıl yoktur evlenmelerine. Bu durumda
arkadaşları:
Biz zaten seni ihtiras tuzağına düşürmeye çalışıyoruz. Senin ayağını biz kaydıralım da canın
az yansın. Biz olmasak yanarsın!
Kızlar partisi falan olmaz ama... kızlar daveti geri çevirirler. Biz seninle küseli yıllar oldu. O
kadar gecikmiş bir düğüne bizi çağırman gereksiz zaten. Bizim kız:
Düğün değil bu, kutlama sadece. Cafe'de olacaktı. Arkadaşlar gelmese de cafe’de olur bir
şeyler. Sizi görmüşken söyledim sadece. Hoşça kalın o zaman.
Ondan sonra kız da cafe’nin kendilerine kapalı olduğunu. Artık evlerine de gelmemelerini
falan söylemek zorunda kalır. Kızı gene tatile çağırıyorlar. Başka bir çocuk varmış, onu
ayarlayacaklar!
Bu kadarı da fazla ama... bir özür dileyeceğiniz yerde oturmuş gene aynı şeylere
gülüyorsunuz ağlayacağınız yerde.
Kız annesine ve babasına bir konuda danışır. Anne, evimiz size çok olmasın diyorum, ne
dersin.
Anne: Erkekler kaynanasına yakın oturmaz!
Hastalıklar çok zor yaşanıyor, hastalık konusundan bahsetmek ise hafife alınıyor. Kız bir gün
grip olmuş, hoşlandığı çocuk:
Sen o gün hırkanı giymemiştin ondan olmuştur. O gün aslında bahçede de yağmurda
yürüdük biraz belki ondan oldu. Ben sana bulaştırmışımdır, gerçi bende nezle yoktu, yine de!
Kızın yeni arkadaşları hikayeler anlatıyor:
Bir gün bu böyle hastaydı yine, nasıl ama hasta gel diyorum ayağa kalkacak hali yok. Ben
gelemem dedi, sen gel falan da demedi yani. Ben de sürpriz yaptım gittim bir de kıza dolma
yaptırdım. O halde ayağa kalkarsan iyileşirsin, güçlenirsin dedim. Gülmekten ölüyordum.
Bir gün sen hastayken nasıl miden bulanıyordu hani biz de seni oradan alıp hiç içmediğin
çorbayı iç diye işkembeciciye götürmüştük. Ay işte işkembeci, her neyse!
Sen gene böyle hastaydın, bak bunu bilmez o yanındaki çocuk, müzisyene de nezle grip
yakışıyor be! Sesin puslu çıkar akıllım.
Sen gerçekten sadece nezle olsan bir kere ben bilirim. Bu başka bir şey bence. Derhal doktora
git ve anlat. Buralarda hepimizi hasta edeceksin. Hem cehalet çok iyi bir şey değil. Ben
internetten araştırdım, senin gibi hasta yok. Artık ıhlamur dokunuyor mesela nezle olanlara.
Senin haberin yok.
Kız arkadaşlarının bu laflarına aldırış etmez ama bir laflarıyla da sonunda yıkılır, bayılır:
Sen doktora gitmesen de halinden belli! Ruh hastasısın sen. Sanatçılar oluyormuş. Yoksa biz
de bulurduk bir düdük.
Çocuklar olunca insanların yaşam tarzı mecburen değişir sanılıyor. Huylu huyundan vaz
geçer mi? Olan bizim kıza oluyor. Kimse onunla uğraşmaktan vaz geçmemiş ama herkes
edepli takılıyor. Kızın bütün arkadaşları evlenmiş. Kız onların düğününe de zorla gidiyor ve
bir daha görüşemeyeceklerini söylüyorlar kıza: senin hayat tarzın artık bizi aşar.
Tam o sırada fakir ama iyi kalpli bir aile görüyoruz. Bebeklerini çocuk esirgeme kurumuna
bırakmışlar ve de kadıncağız ağlamamaya çalışıyor. Çocuk okula gidecekmiş nasılsa, bari iyi
bir okulda okusun diyorlar.
Kız ne de olsa Cafe’ye ortak oldum ben, diyor. İşlerim yoğun evet, görüşmeyelim.
Görüşmeme dileğiyle sona eren düğünlerden sonra, kız iyice yalnızlaşıyor. Cafe’ye bile
gelmeyen arkadaşları artık kendisini üzmeyecekler ve kendi hayatına bakacak diye bir
yandan da mutlu.
Bir gün kız küçük bir çocuğun kendisine verdiği akılları anımsıyor. Sokak çocuğu: abla sen
bu sokaktan yürüme. Abla müzisyene para verme. Derken tam o sırada kapının önüne bir
çocuk geliyor. Bu o çocuk! Abla bana para versene, paran var mı? Ekmek alacağım. Kız
çocuğun ekmek alacak parası olmadığına inanamıyor. Cafe’den ona yiyecek bir şeyler
ayarlıyor. Çocuk, para versen daha iyiydi diyor. Sigara alacağım! Biz içiyoruz abla. Bütün
kardeşlerim içiyor. Sen sakın başlama!
Kız parka gidiyor ve hoşlandığı çocukla buluşuyor. Eh, diyor... artık seni seviyor olmakta
haksız da sayılmam. Söyle bakalım. Planların nedir? Kızın hoşlandığı çocuk parktaki
çocuklarla oyun oynuyor ve onlara masal okuyor. Gayet güzel bir hayatları varmış gibi...
mutlular. Bu çocuklardan biri bizimkilere: siz kardeş misiniz? Çok benziyorsunuz da!
Kız eve gidiyor... evde komşusunun oğlu var. Annemler kavga ettiler, artık boşanmaları lazım
bence. Madem sevmiyorlar ayrılsınlar. Beni annem büyütsün. Babama da giderim arada.
Kızın arkadaşları bir gün kızın evindeler. Kıza anne babalarının sevgisizliğini anlatıyorlar:
keşke ölseler! Belki ömrümüz uzar. Bizim ömrümüzden çalıyorlar artık.
Kız neden hep aynı tip sorunlu arkadaşları hayatına çektiğine anlam veremiyor.
Ailelerde baskı yönetimi çok ön planda gibi görünüyor. Kız hoşlandığı çocukla birlikte vakit
geçirsin veya geçirmesin çok önemli değil, kıza sürekli ne yapması gerektiğini söylüyorlar.
Üstüne düzgün bir şey giy. Az yemek ye. Kahve yap bize. Kız bunları memnuniyetle
karşılıyor. Onların isteklerini başının üstünde tutuyor.
Kızın hoşlandığı çocuk ise daha kendi ailesine konudan bahsetmemiş bile. Ne evlilik var
ortada ne de bir plan onlara göre. Sadece bir Cafe var, o da başka şehirde yaşadıkları için
ziyaret edemeyecekleri bir Cafe.
Bir gün Cafe sahibi bizim kıza neden o kadar yorgun olduğunu, yoksa ortaklıkla ilgili
endişeleri mi var diye meraklandığını söylüyor. Bizim kız “benim endişelerim yok ya sizin”
diyor. Geceleri kapalı oldukları için bazı maddi sorunları olduğunu, madem üç kişiyiz
geceleri de açabileceklerini söylüyor ama bizim kız ailesinden bunun için izin alamıyor.
Evlenseler işi olacak, işi olsa evlenecekler çelişkisinden bir türlü kurtulamıyor. Hayatı
düzgün yaşama şansı hiç yok! İyi ya, müzisyensin sen, diyor yakınları. Sen sadece şarkı
söylemek için yaratılmışsın.
Bir gün adamın biri çeke çeke kızını Cafe’den alıyor! Vay, senin ne işin var Cafe’lerde. Kızın
elinden bir şey gelmiyor. Lütfen burada olay çıkarmayın beyefendi diye araya giriyor. Adam
oğlunu arıyor tam o sırada “beni bizim kahvede bekle oğlum, ben şimdi kızı eve sokacağım,
sokakta buldum onu.”
Babası tarafından baskı gören kız “burada işe girebilir miyim, diyor ve babasına bir daha eve
dönmeyeceğini söylüyor. Böylelikle bir işi oluyor bir anda.
Kız eve gidiyor. Kedisi yatağının üstündeymiş diye hayvana demediğini bırakmıyor annesi
kızın, ne işi varmış yatakta. Kız “anne ben izin verdim” diyor. Anne: yok ya, sen izin de mi
verebiliyorsun artık kendine. Burası babanın evi kızım. Bizim kurallarımız geçerli!
Kız duyduğu bir sesle irkilir: uyan kadın uyan, artık evli sayılırsın! Bu korkunç sesin nereden
geldiğini anlayamıyor. Kızım lütfen şu televizyonu kıs, diyor annesi. Oysa televizyon kapalı.
Kızın evinin önünde bir bando var. Her gün kapının önünden müzikle geçiyorlar kız da bunu
hoşlandığı çocuğun ayarladığını düşünüyor. O bandoyu sen mi yolladın? Yoo!
Kız sadece müzik düşündüğü bir gün hoşlandığı çocuğun kendisine yazdığı şarkıyı
anımsamaya çalışıyor. O şarkıyı da Cafe’de çalsak ne olur diye. O gün kendisini hırsızlıkla
suçluyorlar ve şarkı karambole gidiyor: sen Cafe’den erzak mı yürüttün? Erzaklar bitmiş!
Şarkının sözleriyle birebir alakalı olduğu için kız bu sorunu yaşadığına iki kez pişman oluyor.
Şarkı anlamını ve özelliğini yitiriyor.
Kendisinin sosyal konular hakkında şarkı yazmasını, özel evlilik teklifi şarkılarını Cafe’de
söylememesini öğütlüyorlar. Yeterince insanlara hitap etmiyormuş yazdıkları. En iyisi sadece
piyasadaki şarkıları söyle sen, diyorlar kıza.
Kız gerçekten de o sesi tekrar duyduğunda Cafe’de: uyan kadın uyan, artık evli sayılırsın!
Senin şu müziğin için çalıştık bu hafta diyor bazı gelenler... Cafe’de seni dinlemek için hafta
sonunu iple çektim ve nihayet buradayız biz de. Fakat bunu söyleyenler kıza daha fazla şarkı
bilip bilmediğini soruyorlar. Kız da aslında eklemek istiyorum biraz, var sevdiğim şeyler
diyor.
Artık sabahtan akşama kadar söylesen yeridir. Burası senin de mekânın. Biz seni buranın bir
parçası olarak görüyoruz, diyor gelenler.
Hoşlandığı çocuk kendisini evine davet ediyor. Kız gitmeyince kavga ediyorlar!
Cafe'de kavga: gidemezsin bir daha evine kızım. Sen benimsin artık. Benim evimde
yaşayacaksın.
Genç bir çift ayrılmayı başaramıyor.
Kız Cafe’de geç saatlere kadar çalışmak için izin istese de evin düzeninin eski iş yerindeki gibi
işlediğini fark ediyor. Eski iş yerinden bir arkadaşı arayıp başka bir Cafe’de buluşalım, diyor.
Bir yer var, benim evim gibidir. Herkes tanır beni orada.
O gün deprem oluyor. Kız kendisini sokakta buluyor. Pijamalarla fırladığı gibi sokaktan eve
adımını atamıyor. Korkuyor. Ya gene olursa, bir daha olursa? Kızın ailesi de tatile gitmiş.
Kızın hoşlandığı çocuk ortalarda yok. İş yerinden biri gelmiş: ben seni korurum, kollarım,
bakarım! Kız “polisi arayacağım ben, onlar bana yardımcı olur” diye düşünüyor.
O sırada polis yoldan geçen birine “size yardımcı olabilir miyim, burada ne işiniz var?”
Kız, memur bey, bu arkadaş da tam gitmek üzereydi. Siz yardımcı olur musunuz? Bizim
apartmanın korumaları iş başında değil galiba, sizi bulabildim.
Apartmanın korumaları o sırada bakkala gitmişler, meyve suyu alıyorlar.
Kız da meyve suyunu içiyor. Sokaktan eve gidemediğini ve hoşlandığı çocuğu o an rahatsız
etmek istemediği gibi şeyleri düşünüyor. Mecburen rahatsız edeceğim galiba onu, diyor.
Arıyor. Bizim çocuk uyuyor ve telefonu açmıyor. Bir daha beni bu saatte arama, yazılı olan
whatzup hesabına bir mesaj atıyor kız. Deprem oldu. Duydun mu? Çok korkuyorum!
Kız cafe açılınca sabah erkenden Cafe’ye gidiyor. Hoşlandığı çocuk da orada: annenler tatilde
mi? Sen neden yalnızdın? Niye korktun? Vs. Vs. Konuşuyorlar.
Kız: bir daha o eve giremem ben.
Sokaktan boza satan bir çocuk geçiyor: abla boza al, açılırsın, cafe’de de iyi gider hani.
Boza alan kız: çocuktan al haberi!
Kaybolan değerler var. Ailenin üzerine kurulu olduğu değerlerle oynanmış, dönmüşler aileyi
baştan sorguluyorlar. Kız çok yorgundur. Keşke der, anneannemler de bizimle otursalar! Ne
iyi olurdu. Bütün bunlar yaşanmazdı. Sakin bir hayatımız olurdu. Bütün arkadaşları kızın
anneannesini ziyarete giderler.
Kızın ilk günlerdeki neşesini kaybettiği ilişkisi bir şekilde sürmektedir ama kimse bu gizli
kapalı yürüyen şeyin ilişki olduğuna inanmaz. Kızın gözünü açmak isterler: tam sana göre
biri var ama dikkat et kaçırma çocuğu! Kız hiç tanımadığı birini nereye kaçıracağını
anlayamaz. O kadar yorgundur ki yorgunluktan konuşamaz bile. Keşke der, öyle bir sistem
olsa ki, sevgiliyiz biz diye hocaya gitsek, biz evlenene kadar bize dua okusa. Kızın bütün
arkadaşları kız için dua etmeye başlarlar.
Kızın hoşlandığı çocuk kendisini süper-star sanan bu kızla nasıl baş edeceğini bilemez. Sen
evde otur, ben her şeyi hallederim demesi için artık çok geçtir. İlişkileri bir Cafe’de şarkı
söylerken başlamıştır ne de olsa. Kız keşke der, işimizi konuştuğumuz kadar evimizi de
konuşsak. Kızın bütün arkadaşları işten çok evini düşünmesini isterler ve kıza iş bulurlar, ev
bulurlar.
Sokakta yürürlerken bir küçük çocuk görürler, çocuğun elinde bir okul çantası var ama içi
boş, içinde bir tane defter var sadece. Çocuk her şeyini okulda bırakmış ve de okulu bırakmış.
Çocuğun bu durumuna çok üzülür kız ve keşke yapabileceğim bir şey olsa der.
Kızın iş yeri gezisi vardır. Kız katılmak istemez ama eğitim de olacaktır. Oradan aldığı bir
ödülü haber vermek için hoşlandığı çocuğu arar. Çocuk kızı tebrik etmez. Üstelik de geziye
gittiği için kendisine çok kızmıştır. Dönüşte ise bir sürprizi olacaktır kıza. Kız ne olduğunu
çok merak ettiği için dönüşte çocukla buluşur. Çocuk bir şarkı yazmış! Gitarla! Kız keşke der,
hep sen böyle bana şarkı söylesen. Kızın bütün arkadaşları şarkı söylemeye başlarlar.
Eve geç kaldığı için kıyametler kopar ama bir şekilde sıvışır bizim kız. Keşke şu izin konusu
sorun olmasa der, kız. Evet, der hoşlandığı çocuk. Kıza evlenme teklif eder! Kız kabul eder.
Sebep olarak çocuk “senin işten ayrılmanı istiyorum” der. Kız da keşke beni sevdiğin için
olsaydı, der.
Hayat yeni yeni anlam kazanmaya başlamıştır. Hayatın belli standartları olduğunu düşünen
kız artık sanata kendini vermeye karar vermiş! Hayatın anlamını sorgulayan yapısı ön plana
çıkıyor. Hiç konuşulmamış olması gereken şeyler konuşulmuş, konuşulmuş olması gereken
şeyler ise konuşulmamış fark etmezmiş gibi yaşayan bazı insanlar var. Kız olup bitenlerin
içinde kaybolmadığına dua ediyor... önünde uzun bir hayat var. Herkes bunun yeterli
olduğunu söylüyor.
Bir ağaca bakıp onunla konuşmak nasıl sıradan bir şey değilse, düşünmek de asla sıradan bir
olay değil. İnsanlar düşünceleriyle var veya yoklar. Cafe sahibi tekrar yanında çalışmaya
başlayan bu genç çifti mutlulukla karşılıyor. Eski müzik grupları yok ama bir gitar ve bayan
vokal çok şekerler. Herkes onları çok şeker, çok şirin, çok tatlı buluyor.
Kız bu durumu iyi değerlendirmek istiyor ama müzikleri hüzünlü slow şarkılar, bunun
nesinin şeker olduğunu anlayamıyor.
Kızın annesiyle babası da onları izlemeye gelmiş. Artık işler ciddiye biniyor ve gururlular. Kız
sonuna kadar direnmiş, her türlü savaşı tek başına kazanmış gibi...
Kız bir gün “bu saatten sonra biz ancak küçük bir evde yaşarız ve de bu Cafe’den başka yere
gidemeyiz. Cafe’ye ortak mı olsak” diyor.
Cafe'ye ortak oluyorlar. Bu evlenmelerine daha beş altı yıl var anlamına geliyor. Kızın
arkadaşları bu durumu ilgiyle karşılıyor. Harika bir haber bu diyorlar.
Kız hayatı sorgulamaya başlıyor. Çok istediği Cafe işiyle müzik işi gene evliliklerinin önünde
bir engel.
Bu durumda sevmiyorsundur, diyorlar kıza. Hayatı sevgi için bir savaşa dönüştürmüş olan
kendisiymiş gibi oluyor. Bu devirde bu rahatlık! Sen biraz fazla güvenmişsin bu çocuğa!
Cafe sahibi olmak bir yana, işlerden başını kaldıramayan kız gerçekten de işten ayrılmak
zorunda kalıyor. Hep ikinci işi gibi hissettiği şirketteki işinden ayrıldığı için kendisini
suçlayanlar sıraya giriyor.
Kızın hoşlandığı çocuk bir gün kendisi için kavgaya tutuşuyor ve polis geliyor. Hepsini alıp
götürüyor. Kız sevgi nedir diyebildiği sayılı günlerini korku içinde yaşıyor.
Bir gün Cafe’ye gelen bir grup adam hapis anılarını anlatmaya başlıyor. Susmak bilmiyorlar.
Arabayla giderlerken aldıkları cezalar nedeniyle hapse düşen kızın arkadaşları hapse para
getirmesi için kızı arıyorlar. Kızın o kadar parası yok diye kıza sinirleniyorlar.
Kız internette “sevgi sevginin tohumudur” dediği bir yazı yüzünden hapse düşüyor. Kızın
yazısının altında bir haber varmış, o haber için yazdığı sanılmış. Bu yanlış anlaşma
düzeltiliyor.
Kızın madde bağımlısı arkadaşları da hapse giriyorlar. Ticarete başlamışlar!
Bütün bunlar aynı hafta olmuyor tabii. Her hafta farklı bir olay oluyor ama kızın arkadaşları
“şaka gibi ya, o da hapse düşmüş” demekten ileriye gitmiyor.
Hapisten çıkanlar “kimi arayacaktık, en aklı başında arkadaşımız sensin... bizim kızlar ojesi
bozulur diye bile gelmezler oraya” diyorlar.
Kız herkesin para cezasını ödüyor ama kendisine de geri ödüyorlar doğrusu. Müzikten
kazandığı para işte bunlara yarıyor.
Çocuk olunca düzelir denilen olaylar sıraya giriyor!
Kızın hoşlandığı çocuk kıza bir kez çiçek almıştır o da ikisi de sahnedeyken. Kız o anısını çok
da sevmemektedir. Kız o kadar anlamlı bulmuştur ki o anısını artık bir daha çiçek almasa da
olur gibi gelmektedir ona.
Kız çok gezdiği için kırları avcunun içi gibi biliyor. Oradaki çiçeklerin nasıl olup da bütün
kırları sardığını anlamak istiyor... gelincikler hep ilgisini çekmiş.
Kızın annesi doğaya hayran. Evde kaynayan bitki çayı dışında çok ilgisi yok ama hayran. Bu
bitki çayı yüzünden olanları aklı almıyor... kız dişleri için okaliptüs, gözleri için siyah çay,
tansiyonu için kırk kilit otu, saçları için sarımsak kullanıyor artık.
Baba bu tip konuları da batıl buluyor. Bütün bunlara inanmıyor. Kızın bu inancına da
karışmıyorlar ama...
Kızın arkadaşları evlerine sırf o güzel çaydan içmek için geliyorlar. Evlerinde yetiştirsinler
diye de bitkiler almışlar.
Bir gün hep beraber meyve yemekteler ve telefon çalıyor, kızın hoşlandığı çocuk... su da
içmek lazım diyor. Kız ne alaka diyor su ve meyve bir arada, pastanın üstüne falan anca
içiyorum ben. Bozuşup kapatıyorlar telefonu.
Kız çiçekleri sularken kendisi de daha fazla su içmeye başlıyor. Her yere elinde suyla gidiyor
artık. Tam bir su düşkünü.
Sen bana çiçek almayı unuttun, diyor kız. Hoşlandığı çocuk da unutmadım, sadece doğru
zamanı bekliyorum, diyor.
Kızın arkadaşları: ne zamanmış doğru zaman, baharı mı bekliyormuş...
Kızın annesi: çiçekçi açalım mı kızım?
Kızın babası: çiçekleri sevmek için satın almak gerekmez!
Konu genel anlamda açılmış, biri sana çiçek almasa ne yaparsın? Bir de kız bana çiçek almadı
dese neler olurmuş kim bilir.
Sevgi unutulmuş. Anlayış unutulmuş. Kadın olmanın şartları unutulmuş. Herkes bir
arayışta... aşk, adı da aşk.
Kız bir gün işe gitmeyi unutuyor, o günü günlerden Cumartesi sanmış.
Kızın hoşlandığı çocuk bir gün olsun kızın gönlünü almayı unutmuş. Nasılsa kızın gönlü
ondaymış.
Doğa sevgisi bile unutulmuş. Kayak tatiline gidecekler, kızın kayak bilmediği unutulmuş.
Bütün arkadaşları gidiyor diye davet etmişler kızı.
Hayatın anlamı unutulmuş. Görevler unutulmuş. Saygı unutulmuş. Herkes şakalaşıyor.
Selamlaşmak unutulmuş. Herkes sevişiyor: biz şey yaptık, anlarsın ya!
Gülmek unutulmuş. Ağlamak unutulmuş. Herkes duygularını anlatıyor.
Bizim kız bir kedi alıyor. Kedi ona doğayı çağrıştırıyormuş!
Müze geziyorlar ama niye? Ödevleri varmış gibi. Sırf cahil yerine konmamak için.
Kız: ben diyor, yemekten sonra eline sağlık derim. Klavyenin başına bir otururum gitar gibi
çalmadan sesi çıkmaz. Yazmam lazım anlamak için. Klavye yoksa ben yokum.
Hoşlandığı çocuk: bence de tarih tekerrürden ibaret!
Ne alaka anlayamıyor kız. Sergiden bunları anlamış. Kedileri boyayan bir ressamı tanımak
için çok zorlandıklarını anlıyorlar. Kavga ediyorlar. Sen şu çiçek konusuna mı takıldın, diyor
kız. Çocuk da hayır diyor. Neden kedi aldın? Neden sürekli kendini anlatıyorsun?
Hiç savaş olmasa diyeceğin yerde neden tarihi ele alıyorsun.
Sen hiç kedi bakmadığın halde neden kedi aldın? Batılılar gibi neden kedi aldın?
Kız: batılı mı?
Çocuk: Bu bir batılı role uyum sağlama yolu mu sadece senin için?
Kız: Hayır. Modernleşmenin öncüsü. Tövbe tövbe. O da doğanın bir parçası.
Herkes aynı kefeye konuyor... kız okumayı seviyor ve okumakla ilgisi olmayan kişiler
tarafından eleştiriliyor. Kız ehliyet alıyor ama kaza yapanlar tarafından korkutuluyor. Kız
batıla inanmıyor ama bir büyücü kadının lafıyla iş yerinden biri “gel seninle evlat edinelim”
diyor. Kız ben daha yirmi yaşındayım, yasak hem, demek zorunda kalıyor.
Kızın kendine has bir dini inancı var. Bunu kızın kendi dilekleriyle yarıştırıyorlar. Kızın
hoşlandığı bir çocuk var, bunu hata yapma potansiyelleri ile kızıştırıyorlar.
Bütün bunlar herkesin yapabileceği hatalar değil ama ne yazık ki bu hataları yapan herkes
sadece yanlış evlilik yapan masum tipler değiller. Onları da o tipler tehdit eder gibi
görünüyor. Kendi düşen ağlamaz ama herkes kızın sevdiği çocuğun koynunda ağlıyor.
Bizim kız tembel olmadığı için bir işte çalışıyor ya, artık onun da başına bütün bunlar
gelebilir sanılıyor.
Bizim kızın kulağı kendi inançlarında ya, onu da karşısına geçip söyledikleri kendini bilmez
şeylerle mukayese ediyorlar.
Herkes birden aynı kefeye konulunca da bütün bunların sorumlusu müzik herhalde, diye
geçiştiriliyor. Bu kadar saçma olmaması gerekir ama ne yazık ki iyi örnekler çabuk
geçiştiriliyor o camiada.
Kız Cafe’de gündüz şarkı söylemek istiyor ama işi yok... işsiz güçsüz kalmasından iyidir
dedikleri konular arasında bonfile ve pirzola var.
Kız bütün sanatçılara bu karabasan gibi göründü bence, diyecek oluyor ve tek sırdaşı olan
müzik bile kendisine ağır gelmeye başlıyor.
Kıza diyorlar ki, sen de müzik okumadın, bu durumda bizim şirkette de okumadan
çalışabilirsin, bu senin senaryona uyuyor.
Kız aç değil açıkta değilim ben dese, pirzolalar üstüne yığılacak gibi hissediyor artık. Bazı
sorunları hallolduğunda içinde sadece kendisinin olduğu büyük bir dünyada yalnız
kalacakmış gibi.
Okumamış insanlar var iş yerinde gerçekten de. Kız kendi bilgisi dahilinde bir iş yapıyor ama
herkes öyle değil. İlkokul mezunları milyon dolarlık hesaplar yapıyor.
Kızın hoşlandığı çocuk da öyle bir iş bulsa iyiymiş gibi çocuğun üstüne yürüyor herkes. O
müzik işi yaramadı size de tabii. Yoksa siz gerçek mutluluğu hak ediyorsunuzdur kesin!
Kızın babası okumuş ve okumadan da yapabileceği çıraklıkla öğrenilen bir işe girmek istemiş -o bölüm ülkede yokmuş, istese de okuyamazmış. Onu da kınıyorlar.
Kızın annesi okumuş ve mesleğini yapıyor ama onu da kariyerini sevmemekle suçluyorlar.
Mecburen okula gitmiş. Kocasını orada tanımış. Kızını bile okutamamış şimdi. Aklı
nerelerdeymiş!
Arkadaşları iyi okullardan mezun ama kızın okuduğu kitaplarla ilgileri yok. Kız ahlak temelli
bir eğitim alıyor. Toplumsal düzende ahlak değerleri üzerine bir kariyeri var. Onu kimse
takmıyor bile!
Kızın şoförü oluyor, babasının iş yerinden biri, o da abla, diyor, ben de ehliyetsiz sürüyorum
sanıyorlar. Takma kafana şu iş yerini fazla. Kız şoföre derdini açıyor: çok yoğun işler. Hepsini
bana yıkmaya çalışıyorlar.
İş yerindeki çocuk da kıza: her teklifimi reddedersen senin işlerin iyi gitmez, demiş
bulunuyor. Bizimkisi biraz da prestij işi.
Her yer pis. İş yerinde temizlik yapan kadın isyan ediyor. Kafamıza çamur mu yağıyor...
hepinizin arabası var. Nereden buldunuz bu kadar çamuru?
Kızın arkadaşları elini sürmez temizlik işlerine, öyle tipler. Onlara göre temizliği pis insanlar
yapar! Pislik görünce midesi bulanmayanlar. Onlar da bize bir temizlikçi bul, diyorlar kıza.
Kızın bulduğu temizlikçiyi beğenmiyorlar. Çok yavaşmış!
Bizim kız evde öyle bir temizlik yapıyor ki, bütün duvarları siliyor. Halıları bile kaldırıyor.
Kıza temizlik hastası olacaksın deseler gene iyi! Ona boyundan büyük işlere kalkışmışsın
diyorlar... beceriksiz.
Bu durumda kız ama bir korkusu var: sokakta kalmak. Anahtarını evde unutma fobisi var
kızın. Evde unuttuğu bir gün temizlikçi kapıyı açıyor. Kız da sen evde olmasaydın eğer ben ne
yapardım, diyor. Kadın tünel kazardınız, diyor.
Bundan çok etkilenen kız sokaktaki çocukların tünel kazma oyunu oynaması karşısında
hıçkırarak ağlamaya başlıyor. Adeta komaya giriyor.
Evini tertemiz tutan hoşlandığı çocuk eviyle gurur duymaya başlıyor. Mükemmel benim
evim. Hem temiz hem bakımlı! Kapıyı sevdiği bizim kız değil diğer arkadaşı çalıyor. Misafir
bekliyorsundur şimdi sen! Yoksa beni beklemiyor muydun?
Çocuk uzun uzun sevdiği kızdan bahsediyor. Bizim kızla o sırada telefonla konuşuyorlar, ikisi
de temizlik yapmış. Misafir kız: gelip de temizleseymiş burayı. Onu da biz mi yapacağız?
Kız ertesi gün iş yerine gidiyor, gene aynı muhabbet: her yer pis, diyor patron. Buranın hiç
tozu alınmıyor mu?
Kızı o pis tuvaletli barlara çağırıp kusan arkadaşları nasıl da değişmişler.
Bir gün arkadaşı ve annesiyle otururken kıza “senin çocuğun olsa sana benzer, ha!” derler.
Senin gibi müzisyen olur anlamında! Kız artık hayır kurumlarından başını
kaldıramamaktadır, sürekli evlatlık edinilecek çocukları ziyaret etmektedir, biraz da ondan!
Kızın daha eline erkek eli değmemiş, çocuk denilince evlilik, evlilik denilince bitmek
bilmeyen kabuslarla başı ağrıyor. Birileri de “okursun, okutursun geçer bunlar” diyor. Dua
anlamında! Kız bir kez başını bağladı diye kıyametler kopan evden çıkıp kızı okutmaya
götürürler. Büyünün etkisinden profesyonelce kurtulmalıdır.
Kız falcıya gitmeme yeminini bozmaz ama kendi başı da falcıdan farklı işlemeyen bir zihinle
baş etmekte zorlanmaktadır. Hayatında daha iyi şeyler olmamaktadır. Bir gün hoşlandığı
çocuk kıza bir oyuncak ayı hediye eder ve buna sarılıp uyu, der. Kız zaten bir oyuncak ayısı
olduğunu, yeni bir ayıya ihtiyacı olmadığını söyler. Çocuk buna çok bozulur.
Arkadaşları kızı arayıp “sen o gün yediğimiz salatayı beğenmedin” diye kızı suçlarlar. Biz
sana ısmarlarız kızım, derler. Sen yeter ki bonfile iste.
Babası kızının durumunu iyi görmemektedir. Annesiyle her geçen gün biraz daha yakınlaşan
kız, gerçekten de derdini açamama sorunu yaşamaktadır. Bir gün ona şöyle der:
Anne. Neden bütün çiçekler kırımız değil biliyor musun? Çünkü insanlar da öyle.
Annesi kızı fazla felsefik olmakla yorumlar. Felsefik sözler, felsefik yorumlar, felsefik
konuşmalar... Kız sevdiği çocukla da felsefik konuşmaktadır. Felsefik olmayan her şey kaba
görünür kıza.
Kızı tek bir kişiye âşık olduğu için çekemeyen kızlar kendisini aşağılarlar. Sen de yani
abarttın, derler. Bizim gibi değilsin sen. Sen her zaman farklıydın.
Kız kendisine benzeyen çocuğunun nasıl olup da kendisinden bu kadar farklı arkadaşlarının
felsefesinin yakınlarında doğacağını anlayamaz bir türlü. Arkadaşlarından biri bir gün kıza
“sıkılırsan çocuktan, ben de hoşlanıyorum ona göre” der.
Büyük kavgalar çıkar. Kız bir gün eline gelen her şeyi, tabakları ve bardakları fırlatmaya
başlar. Kırılan her şeyin arasında tek ayakta duran iki oyuncak ayısıdır. Annesi gelmeden
önce evi toplar. Arkadaşlarına bunu anlattığında amaaaann, derler, fazla ciddiye almışsın. İyi
ki bir sevgilin var. Sen şimdi bizimle tatile de gelmezsin.
Kız sevgilisinin arabasıyla yine pikniğe gitmektedir. Yol boyunca gözünü yoldan ayırmayan
adama müziği kısmasını söyler. Müzik fazla açıkmış. Araba on kez kadar araba solluyor ve
onunda da hakaret işitiyor. Arabayı park ediyor, park yerini beğenmiyorlar. Arabadan iniyor,
kapıyı kilitlemeyi unutmuş. Araba ile bir türlü yıldızı barışmıyor çocuğun. Ben bu araba için
yaratılmamışım!
Kız daha basit bir şekilde sokakta yürüyebilmek istiyor. Arabanın içinden laf atıp kaçan
tiplerden bıkmış durumda. Kızın hayatta kaç kez tacize uğradığını düşünmek bile istemeyen
çocuk kızın hayatından uzaklaşıyor yine. Sen önüne bakmıyorsun da ondan, diye kızı
suçluyor.
Bir gün kız arkadaşlarıyla yemeğe çıkmış yine, dönüşte polis durduruyor. Alkol kontrolünde
bir şey çıkmıyor ama ertesi gün gaza basma rekoru kıran bu insanlar kapının önünden
gitmiyorlar.
Piknik sepetinin içinde yumurta var. Yumurtaları yolda tokuşturup yiyorlar. Yumurtadan
sonra bir de kahve içiyorlar.
Bu insanlar yola bakıyorlar ama bu iyi bir araba sürmek için yeterli olmuyor. Arabanın içinde
seyahat yasağı varmış gibi veya rüzgâr tersten esmiş de yollarını kaybetmişler gibi... sıkıcı
yolculuklar oluyor. Arabanın dışındaki her şey sıkıcı!
Arabayla bir yere gitmek o kadar önemli ki çoğu insan için, yanında kimin olduğu umurunda
değil.
Kız ehliyet almaya karar veriyor.
Bazı nezaket kuralları aşılmış ne yazık ki. Gazete okurken konuşulanların haddi hesabı yok.
İş yerinde müşteri yok diye arkasından ettikleri laflar inanılmaz. Bizim kızın annesiyle
babasını suçlayan arkadaşları var: senin annen beni çok üzdü!
Nezaketen susma becerisine sahip olmayan bazı kişiler nezaketsiz konuşmaya da daha
yakınlar.
Kız yine hayır kurumuna gidiyor. Oradaki insanlar da çok kaba ve haklı olduklarını
sanıyorlar:
Bu çocukları buraya terk edenleri vurmak lazım, vurmak!
Kız:
Belki okurlar.
Kızın hem iş yerindeki hem de evdeki bilgisayarı bozuk. Bir mesaj gelmiş kızın sevdiği
çocuktan, ekran donmuş: SELAM!
Kız annesinin “git marketten bir şeyler al” demesi üzerine irkilir. Cebinde beş kuruş parası
yoktur. Ay sonunu zor getirdiğini fark eder. Annesi de “daha iki gün önce sana para verdim, o
bitti mi” dediğinde artık sinirleri bozulmuştur bile. Parası olmaması nedeniyle değilse de
bütün ay ne için çalıştığını anlayamaması kendisini zayıf hissetmesine yol açar. Annesi “kim
sana git robot al dedi kızım, hangi çağda yaşıyoruz” diye daha da üstüne gider. Kız robotu
satmak zorunda kalır. Artık kendisine sevdiği çocuktan haber getiren hiçbir şeyi yoktur.
Kızın çok az bir parayla evden çıktığını bilmeyen arkadaşları bir gün, çok şık bir Cafe’ye
gidiyoruz, orada yiyelim içelim istiyoruz, derler. Kız reddetmek ister “ben sizi sonra ararım”
falan der ama ısrar ederler. Cafe’de herkes bonfile yerken kendisi basit bir salata söyler.
Salatasını bitirince de sıkıntıdan patlar. Masaya gelenlere elini bile uzatamaz. Sürekli tatil
planı yapmaktadır arkadaşları. Sürekli eğlence planları yapmaktadırlar. Hepsi iş yerine
yüksek bir maaşla girmişken bizimkisi sıkıntı çekmektedir. Onlara katılamayacağını
söylemekten bıkmıştır artık.
Kızın hoşlandığı çocuk arar bir gün. Bir plan yapalım dediğinde tamamen para üzerine
kuruludur söyledikleri. Kızın bütün arkadaşları koltuk takımı ve yeni bir ev hayalleri
kurarken, bizimkiler nerede çalışacaklarına bile karar verememiş durumdadırlar. Bu
durumu çok sıkıcı bulur ve ağlamaya başlar. Kızın elindeki tek para kavramı iş yeridir ve
çocuk oradan da ayrılmasını istemektedir.
Kız sokakta bir çalgıcıya para verir ama başı bir türlü dertten kurtulmaz. Çalgıcıya para
verdiğini gören biri “sen Cafe sahibi misin abla, neden para ödedin ona... ya bu sokakta ne
işin var, yan sokaktan yürüsene” diye kıza akıl vermeye başlar. Çocuğun cebinde de bıçak
vardır ama bıçağı meyve soymak için kullanır.
Kızın babasının maddi durumu iyidir ama yeni evleri ve yeni arabaları için para ayırması
gerekmektedir. Arabanın taksitleri bittiği anda bir yenisini almıştır. Kızın arabaya ihtiyacı
olup olmadığını sorar. Araban olursa daha iyi bir iş bulabilirsin, der. Kız araba istemez.
Sevdiği çocuk ise arabasıyla kızı aldığı gün kaza yaparlar. Hiçbir şey yolunda gitmemektedir.
Kız bir falcıya gider. Orada kendisine “kırmızı bir arabanız var, ona dikkat et” derler. Kırmızı
değil ama der kız, bu ara arabayla ilgili şeyler oluyor. Beyaz. Nesine dikkat edeceğim? Ben
söylüyorum sadece, der kadın. Sen dikkat et. Kaza olmasın. Kız da daha yeni kaza
geçirdiklerini söyler ancak Cafe’den çıkar ve yayayken yine araba çarpar kendisine. Kırmızı!
Kırlarda gezmek istiyorum der, kız. Piknik yerlerine gitmek istiyorum. Basit şeyler yapmak
istiyorum. Çalıştığımız Cafe’ye uğramak istiyorum. Kıza resmen büyü yapmışlar, tabii
falcının dediğine bakılırsa öyle. Hiçbir şeyden hayır göremesin diye... kız cin çarpmış gibidir
hakikaten de.
Bazen bayılacak gibi olur. Bazen de ağlar. Bunlar dışında bir sorunu yoktur ama bu aşırı
halsizliği de normal değildir.
Kıza kimin büyü yaptığını bir türlü anlayamıyoruz. Yakın arkadaşlarından biri olabilir. Kızın
ağzını bıçak açmıyor. Kendi sessizliğine gömüşmüş ve sürekli bir uyku hali var. Uyuyor.
Sonunda iş yerinden birinin büyü yaptığı ortaya çıkar. Büyü kağıtlarını iş yerinin
çekmecesinde unutmuş. Onları bulurlar. Kızın mutluluğuna göz dikmiş biri yapmış bunları.
Nedenini asla anlayamazlar.
Kız aklına mukayyet olamamaktadır. Gördüğü kabuslara bir anlam veremez. Sürekli olarak
saldırıya uğruyor ve ölüyor. Bazen de ölümden dönüyor. İlişkisine geri dönmesi kendisine
mutluluk getirmemiştir.
Bütün bunlardan kurtulmanın bir yolunu bulur: yürüyüş yapmak! Psikoloğu kendisine
yürüyüş yapmanın iyi geleceğini söylemiştir.
Yollarının kesiştiğine inanamadığı sevdiği çocuk kıza olan saygısını belli edeceğine ona
kendisinin bir kız arkadaşı daha olduğundan bahseder. O da senin gibi cici bir kız, der. Artık
kızın kafası iyice karışmıştır.
Kızın listesinde “evlenirsek düzelir” diyebileceği şeyler kalmamıştır. Kazalar, büyüler,
saldırılar... rekabet ve fakirlik! Oysa herkes kendisine yakışır bir evlilik yapmasını
istemektedir. Annesi “onlar evlenince geçer” der. Sana bir şey olmasın yeter. Yeter ki evlen.
Kimi seviyorsan onunla evlen hatta. Sevdiğin biriyle evlen. Ama artık çok geçtir. Evlenince
neyin düzeleceğini bir türlü anlayamaz.
Biz de babanla evlenmeden önce kavga edip dururduk bak düzeldi, der kadıncağız. Kız “anne
üst kat komşumuz gibi olmak istemiyorum, kendimi camdan atmak istemiyorum, der.
Evlenmeyeceğim. Daha çok erken.
Kızın arkadaşları evlilik planları yapan tiplere dönüşmüşlerdir artık. Onlar on gün içinde
toparlanmışlar, evlenmişler gibilerdir. Adamlar internetten başını kaldırmıyor, adamlar
gezmek tozmak peşinde, adamların işleri aşırı yoğun... bunlar değişecek sanmışlar ama
değişmemiş.
Kız: değişmeyen şeyler varmış demek ki diye kendisini avutuyor. Kendimi çok cahil
hissediyorum. Bir daha o falcıya gitmeyeceğim. Duymak istemediğim şeyler anlatıyor. Oysa
çevresinde duymak istediği ve duyduğu hiçbir şey kalmamıştır zaten.
Hoşlandığı çocuk da aslında değişebileceğine inanmaktadır. Ben evlensem evden dışarı
adımımı atmam, falan der.
Bir gün pikniğe giderler. Kız on kilometreyi tek başına yürür. Evlensek ben de tek başıma
yürümem, der.
Bu saçma tartışmalar bir son bulmaz. Kız Cafe’deki gündüz müzisyenliği işinin özlemini
çekmektedir. Çocuk hiç oralı olmaz. O günlere dönemeyiz şimdi, der. Neden kıza büyü
yapılması karşısında isyan etmemektedir?
Müzisyen sıfatıyla birlikte sevdiği adamı da kaybeden kız bir de annesinin arkadaşlarıyla
uğraşmaktadır. Aman neydi kızın o hali, zaten müzisyenden koca mı olur, kız da Cafe’de bir
tuhaf görünüyordu valla, okumamış, cahil, bir kahveci kızı gibiydi, sesi de cılız, ne o öyle mıy
mıy bir şeyler okudu ama ne... rezalet çıkmadı iyi, öyle yerlerde rezilliğin bini bir para. Kızın
annesi “ne rezilliği ayol Cafe’de”, der ama kimseyi ikna edemez. O kadar beğenilmediğini
öğrenen kız çok üzülür. Basit bir şarkı insanları nasıl bu kadar çirkin gösterebilir, diye
düşünür.
Kız Cafe sahibinden aldığı paraya da kimseyi ikna edemez. Ne o öyle, robot almış güya, der
herkes, kaç kuruşluk robot ayol o, ne alaka yani hem, diyen insanların lafları bitmek bilmez.
Bizim kız sessiz. Oralarda kimseye para falan vermezler kolay kolay. Bizim kız gene sessiz.
Parasını isteyeni suçluyorlarmış, işten atıyorlarmış, biz de dinliyoruz saf saf şarkıları ne içli
ne içli diye. Bizim kız gene sessiz.
Hayat uzunmuş, olurmuş gene. Kız işinden, eşinden olmuş da neymiş, olurmuş gene olacağı
varsa. Önce bir iş bulup çalışsın da sonra halini vaktini düzeltsin... müzik nedir ki, iş değil ki!
Bin yılda bir, birinin yüzüne şans gülerse olur, gülmezse olmaz!
O iş ünlü olmadan olmaz. Ünlülerden çevren olması lazım. Ayrıca da müzisyenler ünlü
olmasa ne kazanıyor ki, hiç! Bir çekip gidiyorlarmış konsere, aylarca yıllarca yoklar. O
kadınlar hep evlerde yalnız. Çok zor ve korkunç bir hayatmış. Çekilmezmiş. Bir nevi askerlik!
O elbiselere para mı yetişir... milyonlarca dolar. Bir tek kendisi giyiyor düşünsene. O kadar
ütopik bir şey. Hiç bulaşmasın o işlere bak başı da belaya girer. Bırakmazlar peşini sonra.
Bırakmak istiyorlarmış, bıraktırmıyorlarmış. Ara vermek yok. O kadar zor işlere ne lüzum
var bu yaşta!
Kız sessiz.
Hem sesinin çok fazla güzel olması lazım. Yoksa bir kalemde silerlermiş. Dünyayı sevmek
değil avcunun içi gibi bilmek lazım. Kaçın kurası onlar. Nota okuyor mu? Müzik eğitimi var
mı? Neden o işlere kalkıştı.
Kız liseyi bitirip de şirkette çalışıyorken iyi de müzik konusu hiç de cool değil gibi oldukça
daralıyor, daralıyor müzik dinliyor. DJ olmaya karar veriyor.
Kız evinde oturuyor bir gün ve birden bir tıkırtı duyuyor. Yan balkona güpegündüz hırsız
giriyor! Hırsızlar gittikten hemen sonra sabaha karşı müziği açan tipler aşırı gürültü
yaptıklarını bir türlü kabul etmezlerken, kız kısık sesle müzik dinlediği halde şikâyet alıyor.
Kulaklığımı bile çıkarmadım demeye kalmadan bir arkadaşı damlıyor: o müzik listesinden
bende var, daha güzel hem, senin listeyi kapat, içimizi bayma şimdi, şunları aç!
O kadar kötü bir gün geçiriyor ki kız, sıkıntıdan bayılmak üzere ama neyse ki her çeşit müzik
sever. Yok! Konu müzik değilmiş. Kırk yıllık arkadaşı sandığı adam kendisine evlenme teklif
ediyor. Kız reddettiği anda ağlamaya başlayan bu kişiden kurtulması çok zor oluyor.
Komşulara “isterseniz polis çağırın, ben müziği açmadım” demek zorunda kalıyor.
Kapıyı deliler gibi vuran annesi, neden çıkmıyorsun hiç odandan. Sürekli müzik dinliyorsun,
ne işe yararsın sen. Herkes aptal da bir sen mi akıllısın yani. O kadar uyardı insanlar bizi,
olmayacağı var ki bunlar konuşuluyor hakkında, diye kızı odasından çıkarmaya çalışıyor.
Kız sokakta bir bankta otururken, kendisini evine kadar takip eden biri uzaktan laf atıp
kaçıyor “çirkin kadın, benim olsan keşke”.
Kızın çok sıkıntılı bir dönem geçirdiğini anlayan babası kendisine bir kitap almış “yoga
eğitmenleri el kitabı”. Kız yoga öğrenmeye başlıyor ama kitaptan. Evinde yaptığı bu
hareketler sonucunda dünyaca ünlü bir dansçı olacağı sanılıyor. Kız kendini sahnelerde
hayal etmeye başlıyor. Dansın güzelliğinden çok ritmin ulaşılmazlığından çok kitabı var
aklında artık. Kızın doğuştan yetenekli olduğu düşünülüyor ve kitaptan öğrendiğine kimse
inanmıyor. Babası da “sen onlara aldırma kızım” diyor.
Kızcağız evin içinde ev kıyafeti giydiği için bile suçlanıyor. Kendisinde star tipi yokmuş.
Onlar evde bile çok şık giyinirlermiş. Ondan iş teklifleri alırlarmış. Derken kızın telefonu
çalıyor ve fazla mesai talebi geliyor şirketten. Maaşı da aynı. Hiçbir şey değişmiyor. Telefonu
susmak bilmiyor. Sürekli evini arıyorlar.
Arkadaşları madde kullanması için kızı davet ediyorlar. Madde kullanmasalar ilham
gelmezmiş onlara. Müzisyenler ancak öyle ayakta dururlarmış. Kızın evini sürekli arayan ve
davet eden biri var, sonunda kapıya dayanıyor. İşe gitme bugün diye kızı ikna etmeye
çalışıyor. Senin işin zevksiz. Senin işin tatsız. Kız zar zor sağladığı motivasyonunu da
kaybediyor.
Her gittikleri yerde kendisini yalnız bırakan arkadaşları kızı defalarca barda unutup
gitmelerine rağmen, evinde rahat vermiyorlar.
Bir gün hırsız kızın evine de giriyor ama tam o sırada polis orada!
Kimse kendi kişiliğine uygun yaşamıyor. Herkes birbirinin hayatına müdahale etmeyi
psikologluk sanıyor. Kızın karakteri aslında mütevazi bir insan olma yolunda elinden geleni
yapan biri ama çok fazla şeyi sineye çekiyor. Karakteri aslında çalışkan ama sevmediği bir
işte çalışıyor. Sevdiği çocuk bir gün kendisini iş yerinde bulacak sanıyor. Bu şekilde kendisini
avutuyor. Eve gelecek değil ya, iş yerime gelir bana sürpriz yapar!
Kızın annesi çok olgun, ileri görüşlü biri ama kızın suni sosyal sorunlarıyla özdeşleşmiş gibi.
Kızın sevdiği çocuk bir yana, babası katı bir adam ama kızına laf geçiremiyor. Kızın sevdiği
çocuk gerçekten de altın gibi kalbi olan babasını andırmıyor diye çocukla kanlı bıçaklılar.
Babasına benzesin istiyor kız. Babasını çok seviyor.
Kızın arkadaşları aşırı ciddi işlerle uğraşan müzikle ilgisiz tipler ama barlardan çıkmıyorlar.
Kızın müzik zevki konusunda bir fikir sahibi bile değiller.
Müziğe yatkın olmayan Cafe sahibi çok iyi bir adam ve bir gün kendisinin de müzisyen
olduğunu öğreniyoruz. Bunu hep saklamış. Oysa istese Cafe’sinde her gün kendi çalar
söylermiş.
Kız sevdiği çocuğun hayalinde bir süper yıldız olarak yer almak istemiyor. Çocuğun kendisine
çektirdiği eziyeti kendisi de çektirmek istemiyor. Sadakatini göstermekle DJ olmak arasında
büyük çelişkiler yaşıyor. Bir gün bir parti düzenliyorlar, kız çalmak istiyor ama kendisine
kimse nasıl çalacağını göstermiyor. Makineler kıza fazla karışık görünüyor. Bir müzik
kursuna gidiyor ama hiçbir şey anlamıyor. O kadar karışık ki makineler, kız kimya dersinde
bile daha az zorlanmıştım diyor. Oysa tek istediği çalmak!
Kızın mutlu olduğu anları sadece kendisinin bildiği sanılıyor. Sanki bu sorunlar sadece kıza
ait. Başka herkes dertsiz tasasız yaşıyor güller gibi, kızın başı dertten bir türlü kurtulmuyor.
Mutluluğun tanımını yaptığında kız: anlamak ve anlaşılmaktır diyor ama bu tanımın çok
uzağında yaşıyor.
Kız gerçekten de üzgündür. Basit sınırlar koyar kendisine. Bunlardan biri domates yememek,
diğeri ise içki içmemek. Bunlardan birini sürekli olarak çiğnerler. Kız içki içmeyecek bir tip
değilmiş gibi algılanmaktadır. Bir gün olsun gittiği Cafe’de içki içmeyecek midir ne de olsa!
Bu durumu sürekli olarak suiistimal edilir. Her nereye çağırsalar içecek bir kız gibi
algılanmaktadır.
Babasının evde olması konusunda koyduğu katı sınırlar kolaylıkla basite
indirgenebilmektedir. Mesela annesi “bugün gecikecek” dediğinde, tabii bu durum iş yeri
nedeniyleyse, kolaylıkla izin alınır. Oysa kız kendi bir yere gitmek için alim olmalıdır adeta.
Kitaplardan başını kaldıramaz.
Arkadaşları da kızın sınırlarını çiğnerler. Mesela kızın özel eşyalarını karıştırırlar. Mesela
kızın kitaplarını kötü yorumlarlar. Mesela kızın yalnız kalma isteğini kibir olarak görürler.
Mesela kendi verdikleri, zorla okuttukları kitapları kız geri verirken bile azar işitir. Kızın
prensipleri olmasını çekemezler. Kız “kitabını geri getirdim” dediği anda, “sana kitap
verende kabahat, ben sana kitabını geri vermedim bunu mu demek istiyorsun yani” diye
kavga çıkarırlar. Her fırsatta kavga çıkarıp kızın huzurunu kaçırırlar.
Film yapımcıları kızın özel hayatını filme çekmek istemektedir ve kızın buna rızası yoktur.
Gazeteciler kızın fotoğraflarını çekerken kızı bir yandan da tehdit eden bir adam vardır artık:
seninle ikimizin fotoğraflarını internete koyacağım, diyen biri.
Kız giyimi nedeniyle alay konusu olur. Kilolu olduğu gerekçesiyle eleştirilir.
Kız basit konularda prensiplerinin çiğnenmesinden mutsuzdur. Sana başka Cafe’de iş
bulalım dediklerinde mesela, tartışma çıkar ve müzik grubu bir kez daha dağılır.
Hoşlandığı çocuk da artık ortalıklarda yoktur. Bir gün onları televizyonda görür. Bir sokak
röportajı yapmışlardır... çocuğa aşk hakkındaki düşüncelerini sormuşlar, o da “aşk gerekli
değil, zaten her yerde var” demiş. Kız arkadaşı varmış, müzikle ilgisi yokmuş, çok edepli,
terbiyeli bir kızmış! Evlenmişler!
Kız evlenip bir çocuğu olsun istediği arkadaşının kendisini kolaylıkla terk edişine inanamaz.
Acaba doğru insan o değil mi, diye şüphelenmeye başlar kendisinden. Ama başka birini asla
beğenmeyeceğinden de emindir. Onu aramaya korkar.
Kıskançlık sıradan bir şey gibi yaşanmaktaymış. Kız internetten hoşlandığı çocuğu
araştırmaya bile korkmaktadır artık. Evlilik haberi doğru mudur, yoksa televizyoncuların bir
şakası mı bilemez. Ruhu daralmıştır adeta. Kız sevdiğini kıskandıkça kızı kıskananlar listesi
kabarmaktadır.
Annesi de babasını kıskanmaya başlar bu arada. Sen bana hiç çiçek almadın. Sen beni hiç şık
bir yere götürmedin... kız kendi derdine düştükçe insanlar dertlerini anlatmaya çekinmezler.
Sürekli olarak dertlerini anlatan kadınlar vardır evlerinde. Kıza laf düşmez!
Kıskançlıkla ilgili çelişkileri iş yerinde bir mevkii sürtüşmesi olarak da sürmektedir. Kızı taciz
eden adam elini kolunu sallaya sallaya kızın odasının yakınlarına taşınmak istediğini
söylemektedir. Bu durumu da işleri bahane edip kullanmaktadır. Onu kıskanan biri de kızı
suçlamaktadır bu konuyla ilgili. Gitme bu odadan diyen kız ve bizim kız arasında tartışma
çıkar. Bizim kız; bence herkes yerinde otursun, dese de adam yanındaki kızdan kurtulmak
için bizim kızı bahane etmektedir.
Arkadaşlarının bitmek bilmeyen dertlerini dinlerken anlattıkları çirkin hikayeler karşısında
kızın sınırları bir kez daha çiğnenmiştir. Onların kabaca sevişmeyi anlatmalarından
tiksintiyle karışık bir kıskançlık hissi doğmaktadır.
Kız kıskançlığını içine atmak zorundadır da herkes kıskançlık yaratabilir artık. Ne de olsa
sevdiği adam ortalarda yoktur.
Bir gün interneti açıp bakar ve haberlerin yalan olduğunu görür. İçi biraz rahat eder. Yine de
telefon açmak konusunda tereddüttedir. Sonra kendisine “ara, sen ara, belki senin araman
gerekiyordur” diyen arkadaşının lafıyla gaza gelip arar. Çocuk telefonu açmaz.
Kıskançlık o kadar kötü yaşanmaması gereken normal bir his olmaktan çıkmıştır artık. Kız
kendi giysilerine bile baktığında kıskançlık hisseder -şunu Cafe’de giymiştim, bunu parkta,
diye ayırmaya başlar giysilerini.
Güzel olmayı, güzel bulunmayı özlemiştir. Daha önce de bunu kendisine söyleyen kimse
olmamıştır ama kendisini güzel hissederdi hoşlandığı çocuğun yanındayken. Artık çirkin
hissetmektedir.
Bilim denilince insana hayran olan, insanı taparcasına seven annesi sanat denilince
susmaktadır. Bilim o kadar önemlidir ki evlerinde, kızın bir icatta bulunması gerekecek
gibidir. Teknolojik gelişmeler mesela aşırı önemlidir. Onlar olmadan insanlık ilerleyemez
zannedilir.
Kız evlerine bir robot alır. Cafe’de çalıştığı parası buna yetmiştir. Bütün parasını bir robota
verdiğine inanamazlar ama alır. Buna evdekiler de sevinecektir hem. Robot geleceği okuduğu
için kız çok mutludur. Robot kıza o kadar iç rahatlatıcı şeyler söyler ki kızın ruhu okşanır.
Sen saygıdeğer bir müzisyensin. Seni bekleyen çok bar sahipleri var. Sen daha önce çalıştığın
Cafe’ye gidip orada eski sevdiğine kavuşmak istiyorsun. Sen çalıştığın iş yerinden daha
iyilerine layıksın. O nedenle terk etmiş seni bu çocuk. Mutluluğu sana vermek istemiş ama
anlatamamış. Eğer anlatsaymış, senin hayatını tehlikeye atmış olabilirmiş. Geleceği
görememiş sende ama dilemiş. İnan bana dilemiş.
Kız robotla her gün konuşur. Artık kimseye ihtiyacı yoktur. Sevdiği adamı bile o kadar çok
özlememektedir. Yeter ki robot konuşsun der. Bu bana yeter. Robot annesine ve babasına
asla açılmaz. Onlara “sizi bilemiyorum, siz beni duymuyorsunuz, ben de sizi” der ve kendini
kapatır.
Kız robotu iş yerine götürür. Oradakiler kıza hayretle bakarlar ve robot yüzünden epey bir
kabul görür bu kız. O kadar iyidir ki robot, işlerine yardımcı olmaktadır hem. İşlerini düzene
koyar ama kendisi de yorgunluktan ölmektedir. Bu arada robot kıza vitamin almasını bile
önerir.
Kız para karşılığı robotun kendi falına bakmasını isteyen bir arkadaşını kıramaz ve robota
sorar... robot da o arkadaşını anlatır. Kız arkadaşına der ki “aynı şeyleri sana ben de
söylemiştim”, robot “evet, der, ben onları biliyorum sadece. Yalnız çok uzağı göremiyorum.
Kız bir gün evde başı kapalı gezmektedir, ailesi kıza “sen kapandın mı” diye sorar ve baskı
yaparlar. Çıkar şu örtüyü... sana yakışmıyor diye. Kız çıkaracağım, sadece şimdilik başımda
der.
Ailesi bu durumu abartmıştır. Sen tarikatlara mı katılacaksın yoksa bizden habersiz diye
kızın üstüne giderler. Kız da sadece bir kez başımı kapattım, bunu abartmaya hakkınız yok,
diyerek kendisini savunur. Tabii, der anne, böyle başlıyor bunlar, sonra bir daha normale
dönmüyorlar asla.
Kız gerçekten de çok kültürlü sandığı biriyle tanışır. Bu kültürlü insan kıza birdenbire “açık
giyinme, fazla gezme, içkiye elini sürersen yanarsın” gibi akıllar vermeye başlar. Kız
hastalanır! Yataktan kalkamamaktadır ve kendisine içki yasaklanır.
O kadar zordur ki artık kız için hayatı, kendi evinde bir yabancı gibidir. Kıza “gördün mü bak,
ben sana o Cafe’lere gitme demedim de kendimi yaktım” diye annesi söylenmeye başlar.
Arkadaşları cinlere inanan tuhaf tipler gibi davranmaya başlamışlardır. Kızın her hareketi ve
her lafı eleştirilmektedir. İnsan denmez, insanlar denir, kavga denmez, barış denir, yalnızlık
denilmez, sevgi denilir diye kızın sorunlarının üstünü örtüp kendi dertlerini
anlatmaktadırlar. Kız çok bunalmıştır ve bir rahat etmek için gittiği tatil de burnundan
gelmiştir. Dövme yaptıramaz bir yana bir resim sergisine bile gidemeyecek haldedir. İnsanlar
resim yerine insanları koymuş, laf atmaktadır ve sınırları defalarca çiğnenmiş bir resim gibi
kös kös eski hayatına geri dönmeye çalışır kız.
Kız yazar olarak da baskı görür: bu anlattıklarımı asla yazma, diye kıza baskı yaparlar
çalıştığı yerde.
Kızcağız dizinin bittiğine inanamaz. O en sevdiği dizi artık bitmiştir ama tekrarları
vermektedirler. Evde daha fazla temizlik yapmak dışında iş yerinde de daha fazla mesai
harcamaktadır artık kız. Âşık olduğu biri olmasının karşılığı olarak arkadaşları tarafından
terk edildiği için yalnızdır hep. Bir gün iş çıkışı tek başına gittiği bir parkta eski
arkadaşlarından birini görür. Arkadaşı kızı bir kafeye götürür ve orada yaşı büyük bir bey
vardır. Kendisini çocuklarına adamış bu adama hayran olur kızcağız ama adam ona
hikayesini anlattığında çok üzülür.
Adam aile baskısı nedeniyle çok sevdiği eşinden ayrılmıştır. Kız müzik grubundan beğendiği
biri olduğu için kendisini suçlu hisseder. Bütün kariyerini ona göre planlayacağı
zannedilmektedir artık. Ne de olsa sevenler birbirine benzer. Seyirciler bir gün kendisine
“sizin burada ne işiniz var, sizin bu saatte uyuyor olmanız gerekmez mi” demesiyle kız yıkılır.
Ancak bu adam Cafe’de çalışabileceklerini söylediğinde biraz daha iyi hisseder. Kızın ailesi
eve erken gel artık, bıktık senin işlerinden demişlerdir. O da hafta sonları gündüzleri müzik
yaptıkları Cafe’den söz eder. Ailesi buna da onay vermez. Bir gün hoşlandığı kişiye “bizim
seninle aramızda özel bir çekim var” der kız. Bütün müzik grubu kıza “biz grubumuzda böyle
şeyler istemiyoruz” der.
Kız daha önce işleri nedeniyle kabul olmadığı yaratıcı çalışmalar yapan şirkete bu kez kabul
olmuştur. Yazdıkları dizide genç bir adamı sevdiği eşinden ayırıp tutuklayacaklardır. Kız
bunu yazmak istemez, konunun daha basit olmasında ısrar eder. Kızı “sen bu sanatçıyı zorla
baştan mı çıkaracaksın, adam dizilerde öpüşmek istemiyor işte” diye azarlarlar. İlle de
sevgilisinden ayrılıp hapse düşmelidir adam. Bir gün müzik grubuyla parkta otururken bir
görevlinin onları parktan kovmasıyla işler daha da karışır. Kız artık bütün ümidini
yitirmiştir.
Kızın bir sevdiği olmasına aldırmayan yakınları “biz seni kendi bulduğumuz, bizden birine
layık görüyoruz” diyerek sevdiğinden ayırmaya çalışırlar. Kızın anne babası gibi bir rol
üstlenmiş olan bu kişilerin kışkırtmaları karşısında kızın anne ve babası da “kızım,
arkadaşlarını dinle ve şu çocuktan ayrıl” der. Kız da “zaten aramızda bir şey yok ki, neden
ayrılayım” der. “Daha kötü ya, derler, bak aranızda bir şey yokmuş”.
Kız bir ara işinden ayrılıp Cafe’de çalışmayı düşünür ama bunun fazla dikkat çekeceğinden
çekindiği için vaz geçer. Artık hayatını bir baskı altında sürdürmektedir. Keşke kimseye âşık
olduğumu söylemeseydim, der ama bu kez de kendisini sevmediği biriyle bir araya getirmeye
çalışan arkadaşlarının karşısında zayıf düşecektir.
Çok sevdiği montunu giyer ve evden çıkar bir gün. Montunu parkta unutmuştur. Kızın
arkadaşı eve kadar gelip montunu getirir. Bu durumdan aşırı çekinen kız çocuğa bir çay bile
ikram edemez.
Sonunda arkadaşları kızı soğutmak için bir yalan uydururlar –senin sevdiğin çocuğun bir
başka sevdiği var, onu parkta gördük. Bu yalanın sonu hiç de iyiye gitmez. Kız bu
söylenenlere inanmasa da sinirlenir. Beğendiği çocuk arkadaşları nedeniyle kıza olan
saygısını yitirmiştir.
İş yerinde kızın peşini bırakmayan bir diğer çalışan vardı, o hastalanır. Ölümcül bir
hastalığa yakalanan bu kişi daha önce kızın hayatında sevgili rolü almaya çalışmıştı. Kız daha
bu üzüntüyü atlatamadan arkadaşlarından bir çiftin trafik kazası geçirdiğini ve içkili araba
kullanırlarken öldüklerini duyar. Yıkılmıştır artık. Çok sevgi dolu olmasa da yoğun bir
arkadaşlık yaşadığı bazı insanların ölüp gidebilecekleri duygusunu ilk kez tatmaktadır.
Bir gün kız evinde otururken üst kat komşuları kavga etmeye başlarlar ve komşusu da
camdan aşağıya atlar. Kız bu olay yüzünden kendini sürekli suçlar. Komşuların ailesine
haber verirler olmaz, ev sahibine haber verirler olmaz... müzik sesi de sonuna kadar açıktır
ama olmaz. Polis gelir müziği susturur olmaz. Kavga patlak verir sabaha karşı.
Parkta birbirlerini inciten bir çift görür bir gün kız. Çocuk kıza tokat atıp durmaktadır. Kız
parktan ayrılıp giderken bu çift de ayağa kalkar ve kızın yürüdüğü yönde yürümeye başlarlar.
Kız çocuğun gene yanındakine tokat attığını görür. Sonunda kız cebinden bıçak çıkarıp
çocuğa saplar. Kız gördükleri karşısında şok olmuştur.
Yaşlı bir çift var bir de... yıllarca birbirlerinin kahrını çekmişler, kavga edip durmuşlar...
onlardan biri de hastalığa yakalanır ve ölür. Kadın bir başına yalnız kalır. Adam kadına
mirasından pay bırakmamıştır. Kadın fakirlikten ölmek üzeredir.
Kız iki tane kedi alır onlardan biri de ölür. Kavga ederlerken kedi diğerini boğazlar.
Ölüm her yerde kol gezmektedir. Kız artık hoşlandığı çocukla parkta oturmaktan bile
huzursuzken, nasıl olur da bir başka sevgili bulacağı zannedilir. Bu ilişkiler ölümle
bitmektedir.
Gazeteyi açtığında bu kadar çok ölüm haberi olmasına inanamaz kız. Yan sayfada da kızın
Cafe’de resmi vardır, şarkı söylerken. Bütün bunlar bir gazete haberi midir sadece?
Kız kitap okumak için bütün aşk romanlarını araştırır. Sipariş verir. Eve kitap siparişleri
geldiğinde çok mutlu olur. Kızın elindeki tek mutluluk kitaplarıdır artık. Kapı çalar ve yatıya
arkadaşı gelir. Arkadaşı iki yıllığına onların yanında kalıp kalamayacağını sorar! Kız şok
geçirir. Kızın elindeki aşk romanları olmasaydı kız gerçekle yalanı, doğruyla yanlışı ayırt
etmekte zorlanacağı şeyler yaşayacaktı belki de. O romanlara bakar ve arkadaşının da eline
birkaç tanesini verir. Gel kal tabii, der. Sen de okursun.
Kız elinde kitapla yürümeyi öğrenmeye çalışmaktadır. Bu şekilde daha çok kitap okuyacaktır.
Öğle aralarında da iş yerinde kitap okur. Metroda da kitap okur. Bunu yapan çok az kişi
vardır ne yazık ki. Kitapların biri biter, diğerine başlar ama aşk konusunda aradığı tadı bulup
da kitap bittiğinde çok üzülmektedir. Hoşlandığı çocuk ise farklı romanlar okumaktadır.
Polisiye falan...
Kızın annesi “ben bütün klasikleri çoktan okudum” der. Artık benim dizilerim var. Klasikleri
okuyunca okuma hayatı bitmiş gibi davranmaktadır.
Kızın gözleri bozulur ve bir göz ameliyatı geçirir. Bu olay kızı çok üzmüştür. Artık eskisi
kadar rahat kitap okuyamamaktadır.
Babası gibi pek çok arkadaşı da kitap falan okumamaktadır ya da okuduklarını “saçma” diye
sınıflandırmaktadırlar. Kız ise her birini ciddiye alıp kendisini kitap gibi ifade eden bir
yapıya sahiptir. Arkadaşlarının arasında kendisini yalnız hisseder.
Yalnız kaldıkça kitap oku, olur mu kızım diye kendisine öğüt veren Cafe sahibinin laflarını
asla unutmayacaktır.
Kız psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle okumaya ara verir. Artık sesler duymaktadır.
Duyduğu sesler kıza asla rahat vermezler. Çok yorucu bir hayatı olmuştur kızın.
Kütüphaneye gitmeye karar verir. Orada herkes kitap okumaktadır. Küçük çocuklar
kütüphane fikrine bayılırlar. Onları da kütüphaneye götürür kız.
Kitapları okumakla, gazetede haber okumak arasındaki farkı bilmeyen bir grup insana
derdini anlatamadığı dizi yazma işinden de çok sıkılmıştır artık.
Kız başını televizyondan kaldırır ve birikmiş gazeteleri, yıkanmamış bulaşıkları,
telefonundaki cevapsız aramaları ve bilgisayarının şarjının bittiğini gördü. Genç bir kız,
yirmili yaşlarında ve hayatı seviyor. Bütün bunlar umurunda olmadı. Henüz o gün içinde
başına gelecekleri bilmiyor ve dizinin 556. Bölümünü izlemiş olmanın mutluluğuyla kollarını
havaya kaldırıp esneme hareketleri yapıyor, biraz da huzurdan. O gün huzurunu kaçıran ilk
şey babasının doktor randevusu oluyor. Babasıyla gitmesi gerekiyor. İkincisi sürekli arayıp
kızın dizi izlemesiyle bile dalga geçen arkadaşı. Üçüncüsü kızın hisleriyle dalga geçen ve kızı
hayal dünyasında yaşamakla suçlayan annesi. Dördüncüsü kızın yapılacaklar listesinde yazılı
olan hiçbir şeyi yapamamış olması. Üstelik de bütün bunlar yetmezmiş gibi kız beklenmedik
bir şekilde boğulma tehlikesi geçiriyor ve kızın yanında ilkyardım bilen kimse olmaması
noktasında herkes kendisini suçlu hissediyor.
Kız gördüğü rüyadan uyanıyor ve annesinin kendisine “git evlenecek doğru düzgün birini
bul” dediğini anımsıyor son olarak rüyasından. İzlediği diziden başını bile kaldırmayan bu
kadın kızın izlediği diziyi izlemiyor. Baba ise “ben sen izliyorsun diye bakıyorum diziye” diye
konuyu geçiştiriyor. Kızın dizideki çocuğa benzediğini düşünen babası “bak kızım o da
tırnaklarını yemekte senin gibi” diyor. Kız kendisini rahatsız etmekten başka bir şeye
yaramayan arkadaşı dışında erkek tanımadığı için çok utanıyor. Ona “senin başka erkek
arkadaşların var mı, beni tanıştırabileceğin” diye soruyor. Arkadaşı da “yok, neden sordun”
deyince, kız ezile büküle “ben de çok damdan düşer gibi söyledim ama aslında bir müzik
grubu kurmak istiyorum” demiş bulunuyor. Aynı hafta içerisinde başka bir yerde çalışmaya
başlıyor ve buna sebep olan herkesten nefret ediyor çünkü işleri hiç de sandığı kadar kolay
değil. İş yerinde biri var o gerçekten filmlerden fırlamış gibi kıza âşık olduğunu iddia ediyor.
Kız sıkıntıdan ölecek gibi oluyor.
Kız eline kâğıdı ve kalemi alıp yazmaya başladığında kağıtlar ona yetmiyor. Bilgisayarda
yazmaya devam ediyor. Yazar olduğumu hiç bilmiyordum, diye düşünüyor. Arkadaşı müzik
grubunu bir araya getirmiş ama kızın ilgisi yok. Babasını hastaneye götürdüğüne pişman
oluyor çünkü adam doktoru dinlemiyor. Annesi ile tartışmak istemiyor ama ne yazık ki çok
kalbi kırılıp ağlıyor. Hiçbir şey istediği gibi gitmiyor.
Tekrar diziyi açıp izlediğinde başına gelenlerin çok dizi izlediği için başına geldiğini
anlayamıyor. Bunu bize anlatan şey, herkesin diziyi izlerken birbirine göndermelerde
bulunması. Bir de yapılacaklar listesi yerine yapılmamışlar listesiyle baş başa kalmasının
olumsuz tarafları. Daha az dizi izlemesi gerekiyor olduğunu anladığımız karelerden birinde
kızın “şimdi her şeyi bırakıp televizyonu açmak istiyorum” dediğini görüyoruz. Kız dizi
izlemeyi kaçış olarak gördüğü için kendisi de kaçak hayatı yaşıyor. Yine de hayatını düzene
koyması konusunda kendisine o kadar sinyal veren konu olmaktan çıkmıyor dizilere olan
düşkünlüğü. Çevresinde kendisi kadar çok dizi izleyen yegâne kişiler annesi ve babası.
Arkadaşı bile yok kızın. Anne çok da haksız sayılmaz.
Yazdıklarını izlediği diziyle karşılaştırıyor ve dizideki mutsuz kadınların yerine çok mutlu bir
kadın koyup onu evlendirdiğini görüyoruz. Elinden başka bir şey gelmiyor.
Kız yazdıklarını bir kişiye bile okutamaz. Herkesin işi gücü var. Babası haftanın her günü
çalışıyor. Anne hem çalışıyor hem de ev işlerini yapıyor. Kız aklı bir karış havada gibi
görünüyor ama aslında elinden geleni yapsa da sadece hiçbir şey yapmamış olmakla
suçlandığı bir kariyeri var. Çevresinde kendisini anlayan insanlar olmadığı için dizinin
devamını kendisi getirecekmiş gibi bir sorumlulukla bir şirkete başvuruyor. Yaratıcı
çalışmalar yapan bu iş yeri “sizin ikinci işiniz olamayacak kadar yoğunuz” diyor. Kız eve
dönüp ağlamaya başlıyor. İş yerindekilerin zerre kadar ilgisini çekmeyen bu konuyu
açtığında deli yerine konuyor.
İnsanlar çalışmak dışında bir şey yapmıyorlar ama iş dışında da sürekli iş konuşuyorlar. Kız
neden kendisinin de iş konuşamadığını anlayamıyor. Müzik grubu da kurulmuş ama
herkesin işi gücü var. Tek ümidi olan bu insanlardan da bir hayır gelmiyor. İş ciddiye
binerken kaçıp gidiyor hepsi de. Kızın yegâne arkadaşı ise kızla dalga geçiyor. Biraz fazla
ciddiye almışsın izlediklerini diyorlar. Yoğun çalışma saatleri herkes için hiçbir şey ifade
etmiyor. O gün için sekiz yerine gece üçte eve dönmek basit bir konu onlar için. Önce yemek
yeriz oradan toplantıya devam ederiz. Bu gece uyumayız, dedikleri gibi oluyor.
Kız maaşıyla eve börek ve baklava alıyor ama ağzının tadı da yok. Dizi işinde ise peşin para
yok. Bu çıkmazdan kurtulamıyor bir türlü. Yazar olmadığına inandırmak istiyorlar kızı. Boş
vakitlerinde biraz daha işine ağırlık ver, diyorlar. İş yerinde tacize uğradığını kimseye
anlatamıyor. Bir süre sonra soluğu psikologda alan kız bütün maaşını psikoloğa veriyor. İş
yerinde aç kalıyor.
Bir süre her şeye ara verse de izlediği diziye ara vermiyor. 557. Bölümde yine ağlıyor. Madem
çalışıyorum bir evim olsun diyor, yok. Madem çalışıyorum bir dizi film projem olsun diyor,
yok. Madem çalışıyorum bir hobim olsun diyor, yok. Madem çalışıyorum arkadaşlarım olsun
diyor, yok. Madem çalışıyorum saygı göreyim diyor, yok.
Trafiğe takıldığında yorgunluktan ölecek gibi eve dönüyor ve iş hakkında konuşmak
istememesi dikkat çeken bir ayrım. Diğer herkes sürekli işlerini anlatıyor. İş anlatma
numarasıyla dedikodu yapanlar, birbirini çekemeyenler de ortaya çıkıyor. Kızın canı sıkkın.
Çalışmana bile izin vermeyen bir kocan olsa daha mı iyiydi diyorlar. Kız kendisini zaten öyle
hissediyor. Ciddiye alınmama sorununu iş yerinde atlatamayacağını anlıyor.
Kız çocukluk günlerini anımsıyor. Kendisini sanat haricinde bir şeye yönlendirmeye çalışan
ailesinin ve katı öğretmenlerinin karşısında çok mutsuz. Kızın o halini tatminsiz ve şımarık
olmakla nitelendiriyorlar. Kız aklını üşütmemek için bir siteye üye oluyor. Orada yazılanlar
sonucunda hapis yatacak kadar değilse de okuduklarının hayatına etkisini tartmakta
zorlandığı anlar oluyor. Kız “iyi değilim” yazdığında kendisini ifade edecek insanlar
bulacağını sanıyor ama herkes “sen kötüsün” diye kızı suçluyor. İnternetten birkaç müzik
grubu daha buluyor ama onlar da kendisi için uygun değiller.
İnternette tanıştığı biri var ve ondan annesine bahsediyor. Anne hemen kızı “git buluş
onunla” diye fişekliyor. Yazışmışın zaten, buluşmazsan ayıp olur... Kız buluşur buluşmaz
kendisine evlenme teklifi eden bu romantik deliye inanamıyor. İnternette yazıştıklarından
biri de kızın akrabasıymış, kız bunu ilk önce anlayamıyor... akrabasının o kadar kaba ve
haddini aşan biri oluşunu internette anlamış oluyor. Kız buluşmak istemedikçe bu insanlar
kızı rahat bırakmıyorlar. İş polise gitmeye kadar varıyor. Bir gün sadece delilerin uğradığı
sayfasına binlerce kişi geliyor. Bu duruma kız kendisi de çok şaşırıyor.
En yakın arkadaşları kendisini eklemezken orada bulunan binlerce kişi ne yazık ki kıza
düşmanlık besledikleri için oradalar. Kızın dizi yazmak istemesi hakkında yazdıklarını
saygısızlık olarak nitelendirip, ailesine hakaret eden biri olmakla kızı suçluyorlar. Anana
babana da mı saygın yok be kadın, diyorlar kıza... sen dizi yazmadıysan aç ve açıkta mı
kaldın. Ne terbiyesiz şeysin sen...
Kızın yazdığı bir yazı bütün interneti sallamış. Herkes onun yazdığı bir yazıyı birbirine
yollayıp kızla dalga geçiyor.
Kız başını internetten kaldıramadığını ve bunun çok fazla vaktini çaldığını anlıyor. Internet
üzerinden para kazanan biri de kendisini bir programa çağırıyor. Kız kabul ediyor ama
ettiğine bin kez pişman oluyor.
Kendisini son gördüğünde devlet büyükleri bile sanatla uğraşmamasını söylüyor kıza.
Kız birine âşık olur ve bir anda bütün arkadaşları kıza katil muamelesi yapar. Kızın
müzisyen olmadığından dem vururlar. Yazar olmadığı konusunda kendisini dışladıkları
gibi... bara gitmezse, okulunu ziyaret etmek istemezse, geçmiş günlerin hatırına
buluştuklarında bile kendisini kendi kişiliğinden dışlayacak laflar ederler. Hiç durmaksızın
kendisini anlatan bir kıza kahkahalarla gülmek dışında bir şey bilmezler bu insanlar.
Kızın okuduğu kitapları hafife alırlar. Kıza az okuyorsun derler. Kızı dizi izlediği için
kendisini yazar sandığını söylerler. Kızın sesinin çirkin olduğunu söylerler. Kızın bir ilişkiyi
bile elinde tutamadığını söylerler. Kızın yalnız kalmaya o kadar düşkün biri olarak asla mutlu
olamayacağını söylerler. Kızı bildiği her şeyden dışlarlar.
Sarhoş olmuş şekilde sabahın köründe kızı arayarak, kızın işim var demesine aldırmayarak,
kızı kendi ev yaşamında rahatsız ederek dışlarlar.
Kızı tek bir aşk peşinde koşan biri olduğu için de dışlarlar.
Herkes arkadaşlarıyla yemek yerken kız artık yalnızdır. Tek bir arkadaşı bile olmadığı gibi,
kız gerçekten de terk edilmiş bir gemiyi andırmaktadır.
Kızı giysileri nedeniyle, kızı gördüğü hayaller nedeniyle, kızı gitmek istediği diğer bar
nedeniyle, kızı sevdiği bir resim nedeniyle falan suçlarken aslında bir yandan da
dışlamaktaydılar. Kız bütün bunların özlemini çekmemektedir ama ne yazık ki yalnız biri
olmak için çok fazla mutsuzdur artık.
Tek bir planı bile arkadaşlarıyla yapamamıştır.
Oyun oynadıklarında mesela, kızla kaybettiği için dalga geçerler ve bu oyunu bir yıl için
planlarlar ama kızın istekleri yokmuş gibi davranırlar.
İnsanlar soğuk, mesafeli ve acımasızdır bir yandan da. Kızın elinde olmadan söylediği bir lafı
evirip çevirip kızın aleyhine kullanırlar. O kişilerin hepsi de dedikoducudur. Birbirlerini
çekiştirirler.
Çok dizi izliyoruz
Herkesin çalışma saatleri ağır
Sosyal medyada tükeniyoruz
Arkadaşlar birbirini dışlamakla meşgul
Sevgililere kimse rahat vermiyor
Yanlış ilişkiler ölümle bitiyor
Az kitap okuyoruz
İnsanlar birbirlerinin sınırlarını çiğniyor
Kıskançlık çok sıradan bir his halini almış
Bilime saygı duyulduğu kadar insana saygı duyulmuyor
Yobazların dünyasında insanların hayatları çürüyor
Müziğe, sanatçıya dair önyargılar aşırı yüksek
İnsana evinde bile rahat yok
Kimse kendi kişiliğine uygun yaşamıyor
Parasızlık büyük bir problem olarak karşımıza çıkıyor
Büyü gibi batıl inançlarla uğraşanlarla uğraşmak zor
İnsanlar nasılsa düzelir diye evlenip bir türlü mutlu olamıyorlar
Basit şeyler yüzünden büyük kavgaların sonu gelmiyor
Araba ile bir yere gitmek için yola bakmak yeterli olmuyor
Herkes bazı nezaket kurallarını aşmış durumda
İş topluma mal olunca herkes aynı kefeye konuyor
Okumamış insanlarla aynı iş yerinde çalışıyor
Temizlik yapmak yetmiyor her yer pis
Doğa sevgisini tatmak için ne yapmak lazım bilinmiyor
Unutkanlıklarımız ile yaşamak çok güç
Tarihten ders almak yerine tarihi ezbere yaşamak anlamsız
Kaybolan değerlerimizin üstünde göbek atıyorlar
Hayatın anlamını sorgulamanın suç olduğu sanılıyor
Sevdiklerimiz hapis yatmayı şaka sanıyor
Çocuklar büyükleri yönetecek kadar bilge sanılıyor
Ailelerde baskı yönetimi gereksiz bir rol sahibi
Sesin yolculuğu şeytana paçayı kaptırmış
Basit sorunlar büyük felaketlere yol açabiliyor
İnsanlar konuşurken çok özensizler
Teşekkür etmeyi de özür dilemeyi de bilmiyoruz
Hastalıklar alay konusu haline gelmiş hikayelere dönüşüyor
İnsanın iç yolculuğuna bir aşk hikayesi sığamazmış gibi dejenere edilmiş yaşamlar var
Kaliteden anlayan kişiler kaliteyi paylaşmayı bilemiyor
Sokak çocukları tarafından saldırıya uğramak basit bir tehdit sanılıyor
Bir gün bir araba geri vitese takıp birini ezip kaçıyor
Hırsızlar işi ticarete dökmüşler de haberimiz yokmuş
Şehir hayatını sevmek için aklına iyi bir örnek getirmek zor
Kanunlara göre yaşamak o kadar zor olmamalıydı
İnsanlar kardeşçe yaşayabilmeliydi
Saygı en hassas sınır çizgisi olmalıydı
İnançlarımız gizli de yaşanabilmeliydi
Sanat değer kazandıkça aydınlık doğmalıydı
Aileler birbirlerinin mutlulukları için sevinebilmeliydiler
Paranın getirebileceği kadar basit mutluluklara elimizdeki güç kuvvet yetmeliydi
Okumak için herkesin iyi bir nedeni olmalıydı
Dinlesen Daha İyi
31.07.2025 - 16:26Toplumda Bireysel Takıntılar
31.07.2025 - 11:11Nichole Kidman'ın da sayfasında incilden sözler vardı da:))
Esmaül Hüsna
31.07.2025 - 10:04Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa
içlerinden birtakımı, Allah’ın kelamını dinler, iyice anla
dıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.24
El Ahir
Esmaül Hüsna
31.07.2025 - 03:32Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya geti
ren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldüre
cek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na döndürüle
ceksiniz.
El Müzil
O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra
göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her
şeyi hakkıyla bilendir.
El Muhsi
Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yara
tacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan
dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek
daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da,
“Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.
El Vahid
Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra
onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz,
haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.
El Latif
Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin
bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur.
Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan
sensin” dediler.
El Bais
Allah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini
söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah,
“Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine
açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim
demedim mi?” dedi.
Er Reşid
Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İb
lis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis
(bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden ol
muştu.
Ed Darr
Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada
dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın,
yoksa zalimlerden olursunuz.”
El Adl
Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları için
de bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de,
“Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli
bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.
Es Selam
Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelime
ler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun
üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok ka
bul edendir, çok bağışlayandır.
Et Tevvab
“İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir
yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona uyarsa, onlar
için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir”
dedik.8
El Latif
...
Esmaül Hüsna
31.07.2025 - 03:14Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bo
zan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akraba
lık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzün
de bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğra
yanların ta kendileridir.
El Kayyum
...
Esmaül Hüsna
31.07.2025 - 03:10Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı
gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.
El Aliyy
Onlar gaybe2 inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, ken
dilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda
harcarlar.
El Mümit
Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de
inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.
El Vali
İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğruyol üzeredir
ler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.
Er Reşid
Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan
da, onlar için birdir, inanmazlar.3
Et Tevvab
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Göz
leri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap
vardır.
El Hasib
Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yolu
na ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine de
ğil.
El Mümin
...
...
...
Esmaül Hüsna
31.07.2025 - 01:15Evet
Yani Allah'ın adını anmak daha hayırlıdır...
anlamış oldum.
Esmaül Hüsna
31.07.2025 - 00:43ben 15 temmuz'da marketler kapanmasa dedim
sigaraya başladım
şimdi bıraktım bugün
artık bu bildiğim hayalin küçük de olsa bir parçasıyım
yani
HARE HARE KRİŞNA DEMİYORUM DA
RAB KRİŞNA DİYORUM GİBİ
sadece markete giden biri olarak da bu
okuyoruz sigarayı bırakma kitabı
o kitap da bu konuda
bazen içmen hayırlıdır
aslında bırakman diyor
BİZ BİR ALLAH'TAN KORKMAYI BİLİYORUZ YANİ
Esmaül Hüsna
31.07.2025 - 00:27Ebû Saîd el-Hudrî anlatıyor:
“Bir kadın Resûlullah’a (sav) gelerek, ‘Yâ Resûlallah! Senin sohbetinden
hep erkekler faydalanıyor. Bize bir gününü ayırsan da o gün sana
gelsek, bize Allah’ın sana öğrettiğinden öğretsen.’ dedi. Hz. Peygamber,
‘O hâlde şu şu günlerde toplanın.’ buyurdu. Bunun üzerine kadınlar
toplandılar. Resûlullah (sav) onların yanına gelerek Allah’ın kendisine
öğrettiklerinden onlara bir şeyler öğretti...”
Esmaül Hüsna
31.07.2025 - 00:14O ZAMAN ŞİİRİ SİLMEYİN BOŞUNA
ŞİİR SİLMENİN ANLAMI DA "BUDUR"
BEN ŞİİRİMDE "ADALET" YAZDIM
BİZ DE BUYUZ
SİZ DE BUSUNUZ
NOKTA.
Esmaül Hüsna
31.07.2025 - 00:13O ZAMAN DEDİM
BİZİ KÜÇÜCÜK CÜMLELERİN İÇİNE SIKIŞTIRMA ALLAH'IM
ben görevimi yaptım kitap açısından
- neden o küçücük cümle "dağa indirseydik ne kitabı" değil de "insanlar tanışsın, çalışsın, kardeş gibi yaşasın..."
o zaman da o cümle "satırların yerlerini değiştirirler olmadı
öyle olsaydı ben çalışırım yerine okurum, okurum yerine yazarım derdim, diyebilir halde olduğumuzdan emin olurdum
???
Dinlesen Daha İyi
31.07.2025 - 00:06tebrik ederizz:)
Toplam 1728 mesaj bulundu