Romantikoss Favorites Adlı Üyenin Nedir Yazıl ...

  • Esmaül Hüsna

    02.08.2025 - 05:18

    yani şu konu bir de;

    2 cennet daha varmış

    ben onları hiç görmesem de olur

    oraya bir yere kılavuzla bu resimleri, sesleri yarabbim

  • Esmaül Hüsna

    02.08.2025 - 05:16

    Nitekim Nebî (sav) bir musibetle karşılaşan mümine bu âyeti okuduktan sonra şu duayı yapmasını öğütlemiştir: “...Allah’ım! ba şıma gelen musibetin/acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.’

    “Resûlullah (sav) bizlere Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi, her konuda isti hare yapmayı öğretir ve şöyle derdi: ‘Biriniz bir işe niyetlendiği zaman önce iki rekât namaz kılsın, sonra şu duayı söylesin: Allah’ım, ilminle Sen’den bu işin ha yırlısını dilerim. Kudretinle bana güç vermeni, Sen’in o büyük fazlından (bana da lütfetmeni) isterim. Çünkü Sen’in her şeye gücün yeter, benim ise gücüm yetmez. Sen (her şeyi) bilirsin, ben ise bilmem. Ve Sen bütün gaybı (bana görünmeyenleri) çok iyi bilirsin. Allah’ım, şu işin dinim, hayatım ve âhiretim (veya dünya ve âhiret işim) hakkında bana hayırlı olduğunu bilmekte isen bunu bana mukadder kıl ve bunu bana kolaylaştır. Sonra müyesser kıldığın bu işte bana bereketler ihsan eyle! Ve şu işin dinim, hayatım ve âhiretim (veya dünya ve âhiret işim) hakkında bana şerli olduğunu bilmekte isen, bu işi benden; beni de o işten uzak tut. Ve hayır her nerede ise, onu benim için takdir et. Sonra da beni bu hayırdan razı kıl.’”

    “Her dinin (kendine özgü) bir ahlâkı vardır; İslâm ahlâkı(nın özü) hayâdır.”8

    Elçisi evine misafir olduğu Sa’d b. Ubâde’ye de, “Yanınızda oruçlular iftar etsin. Yemeğinizi iyi insanlar yesin. Melekler de size dua etsin.” diye dua ederken aynı noktaya işaret etmiştir.

    “Ey insanlar! Selâmı yaygınlaştırın, yemek yedirin ve insanlar uykudayken (gece) namaz kılın ki, esenlik içinde cennete giresiniz.”26

    Ebû Berze el-Eslemî’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır. Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) bile rezil eder.”

    Zan, kötü düşünceye, önyargılı bakış açısına, araştır madan hüküm vermeye yol açar. Bu nedenle bazı rivayetlerde, “Zanna ka pılıp, tereddüde düştüğünüz zaman o işi yapmayın!”6 denilmektedir.

    Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah şöyle buyurur: ‘Kulum bir kötülük yapmayı gönlünden geçirirse onu hemen aleyhine yazmayın! Eğer o kötülüğü yaparsa o zaman onu bir günah olarak yazın. Ama bir iyilik yapmayı gönlünden geçirir de yapamazsa onu bir sevap olarak yazın. Şayet o iyiliği yaparsa bunu on kat yazın.

    “... Bir topluluğa imam olan kimse sadece kendisi için dua edip de onlara dua etmezlik yapmasın. Böyle yap tığı takdirde onlara ihanet etmiş olur.”36 buyurmuştur.

    Resûl-i Ekrem bir gün, “Benden sonra adam kayırma olayları ve hoşlanma yacağınız işler göreceksiniz.” buyurunca sahâbîler, “Yâ Resûlallah, bizden o günlere erişenlere ne tavsiye edersin?” diye sormuş. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Yapmanız gereken görevleri yaparsınız, hakkınız olan şeyin size veril mesini Allah’tan niyaz edersiniz.” demiştir.32

    “Bir kimse iyilik yapmaya niyetlenir de onu yapamazsa Allah o kimse için tam bir iyilik (sevabı) yazar. Eğer niyetlenir de o iyiliği yaparsa on iyilik sevabı yazar ve bu sevabı yedi yüz katına hatta daha fazlasına kadar çıkarır. Eğer kötülük yapmaya niyet eder de sonra yapmazsa Allah onun için tam bir iyilik (sevabı) yazar. Şayet kötü bir işe niyetlenir de onu yaparsa Allah o kimse için sadece bir tek günah yazar.”3

    “Allah’ım! Yaptığım işlerin kötülüğünden de henüz yapmadığım işlerin kö tülüğünden de sana sığınırım!”

    Allah Resûlü’nün, “Allah’ın huzuruna, hiç kimseye haksızlık yapmadan çıkmayı umuyorum.”4 şeklindeki ifadesi onun bu konudaki titizliğini gösterir.

    Ubeydullah b. Cerîr’in, babasından naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Aralarında günahlar işlenip durduğu hâlde bu günahları işleyenlerden daha güçlü ve onları engellemeye muktedir iken bunu yapmayan topluluğun hepsine birden Yüce Allah azap verir.” (HM19466 İbn Hanbel, Iv, 366)

    Ebû Hüreyre’den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav), “Helâk edici yedi şeyden kaçınınız!” buyurdu. Sahâbîler, “Yâ Resûlallah! Bu yedi şey nedir?” diye sordular. Resûlullah (as) da, “Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, hukukun gerektirdiği dışında Allah’ın (zarar vermeyi) yasakladığı bir cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, (düşmanla karşılaşınca) savaştan kaçmak, zinadan uzak duran ve hiçbir şeyden haberi olmayan mümin kadınlara zina iftirasında bulunmak.” cevabını verdi. (B2766 Buhârî, vesâyâ, 23)

    Abdurrahman b. Ebû Bekre’nin naklettiğine göre, babası (Ebû Bekre) (ra) şöyle anlatmaktadır: “Resûlullah (sav) üç kere, ‘Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?’ buyurdu. ‘Evet söyle yâ Resûlallah!’ dedik. Bunun üzerine Resûlullah, ‘Allah’a ortak koşmak ve anne-babaya isyan, eziyet etmektir.’ buyurdu. Sonra arkasına yaslanmış hâldeyken doğruldu ve şöyle dedi: ‘Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır. Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır.’ Bu cümleyi o kadar çok tekrarladı ki ‘Susmayacak.’ dedim.” (B5976 Buhârî, Edeb, 6)

    Bir gün Allah Resûlü’nün evinin önünde bir tartışma olur. Ses leri işiten Allah Resûlü dışarı çıkar ve şöyle der: “Ben ancak bir insanım. Davalılar bana gelirler. Biri meramını diğerinden daha düzgün anlatabilir. (Gerçekte haksız olmasına rağmen) ben onun doğru söylediğini zannederek, kararımı onun lehine veririm. Kime bir Müslüman’ın hakkını geçirecek şekilde hüküm vermişsem bu ancak ateşten bir kor parçasıdır. (Gerisi kendine kalmış) isterse o koru alsın isterse bıraksın.”4

    Dolayısıyla bir haksızlığa uğrayan müminin buna misilleme yapmaya hakkı yoktur.1

    Kısas, “bir şeyin ardından gitmek, iz sürmek, eşitlemek ve misille me yapmak, işlenen fiile ona denk bir fiille mukabele etmek” anlamlarına gelmektedir.

    Tanımda da belirtildiği gibi kısas, haksız yere ve kas ten adam öldürme ve yaralamalarda uygulanır, hata ile işlenen eylemlerde bu ceza uygulanmaz

    “Resûlullah (sav), (yaptığı bir) ibadeti, insanlar (sürekli yaparak) sünnet edinir de onlara farz kılınıverir korkusuyla zaman zaman terk eder, insanlara hafif gelecek şeyleri yapmayı severdi.”51

  • Esmaül Hüsna

    02.08.2025 - 01:08

    öyle yapın
    kitap falan okumayın
    size sorarlarsa anlamadım dersiniz
    bir de "kavuşmasak da hayal olsak" diye bağırın telif hakkınızı

    bakın neye benziyor kaderiniz
    onu olun

    bir kitap da bundan ibaret sonuçta

  • Esmaül Hüsna

    01.08.2025 - 21:40

    öyle yapın

    biz allah'a kavuşacağız demeyin

    SÜRPRİZ
    KOŞARAK GİDELİM
    VAR MI BİZDEN BÜYÜK

    falan diyin
    GİDİN !

    ŞARKILAR DA BU EN NİHAYETİNDE
    Bİ NOKTADA.

  • Esmaül Hüsna

    01.08.2025 - 16:23

    ŞU ŞARKI DA ŞEYTANA RAHATSIZLIK VERMİYORMUŞ

    BAZI İNSANLAR DA

    ONLARI BULUN İNŞALLAH !!!

  • Toplumda Bireysel Takıntılar

    01.08.2025 - 14:26

    Müzik tüm bu saçmalıktan ve hayatımdaki karmaşadan kaçışımdır
    Müzik benim mutlu yerim
    Kitap seni güzelleştirir
    Bazen müzik geri kalan her şeyden beni uzaklaştıran tek şey

  • Dinlesen Daha İyi

    01.08.2025 - 13:46

    Müziksiz hayat bir hatadır
    Çal, Söyle, Yalnızlığını Dinle
    Müzik duyguların sese dönüşümüdür
    Bitmeden şarkılar dans et
    Şehrin ışıklarında bir resim ve resimde bir ışık ol
    Kutla müziği aşk, hayat, mutlulukla

  • Esmaül Hüsna

    01.08.2025 - 12:16

    Benim icin aynı sey degil.
    Euzu diyecegim konuyu abartma, çöz, uzak tut, cezasıni da bana sorma...

    Bunlar gibi şarki da benim için

    SİZE KALSA 24 saat euzu demeli yani

    Bu farki anlayamiyor musunuz

    Beni yine pek ilgilendirmiyor muzik anlayisiniz falan

    Dinde baskı yok
    Zaten yok

    ?

  • Esmaül Hüsna

    01.08.2025 - 11:24

    Ayrıca peygamber efendimiz kolayca Alkah'ın amellerimizden eksiltmediği gibi ibadet edebilelim diye Kuran'da her harfin değerini vurgulamıştır. Hz. Ali'nin de dediği gibi: bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum, lafı oradan gelmektedir.

    Günümüzde tüm dünyaya eğitim anlayışıyla örnek olmuş olan Atatürk bu özgür bakışı bizim geleceğimize kazandırmıştır.

  • Esmaül Hüsna

    01.08.2025 - 10:35

    Mahlukat tarih oncesinden kalma
    Siirler milatran sonra 500lu yillardan
    Okuyorum birazi bize de kalmis

    Ben kendi amaclarimi gene de buluyorum
    Siz insana insan diyemezken bir de uste cikip sadece ibadet ettigim allah'a inancsizliginizi buyuruyorsunuz

    Ben bu salakliga insan demek zorunda degilim ki bana zorla euzu dedirttiniz

    Sizin bu calısmamdan hicbir payiniz yoktur yani okuduça cahiliye hükümleri görünmüştür

    Oysa en güzel isimler Allah'ındır

    Bu açıdan yaklaşınca Peygamber efendimiz kendi döneminde hadislerden nakledildiği kadarıyla müziğin bir kısmına lanet etmiş ve o konu öyle olsa ben lanet için gönderilmiş olurdum demiştir
    Düğünlerde ise çalgıya izin vermiş ve bazı kılıç kalkan oyunları da izlemiştir

  • Esmaül Hüsna

    01.08.2025 - 08:05

    Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında Araplar arasında şiir ve edebiyat son derece geliş
    miş durumda idi. Kur’an, Arapçayı konuşanların, küçük bir parçasının bile benzerini
    meydana getiremeyecekleri bir mucize-kitap olarak Hz. Peygamber (s.a.s)’e verildi.

  • Toplumda Bireysel Takıntılar

    31.07.2025 - 21:23

    Bana ne senin cehennem sandığın yerden
    Bana ne yaşarken hiçe saydığın nefesle aldığın nefesten
    Bana ne cennet diye koynuma aldığımda kitap diye sildiğinden
    Bana ne senin insan yerine koymadığın günlerde yanında olmuş insanlardan
    Bana ne senin kabus sandığın bir kötülüğü bütün insanlığa dayatmandan
    Bana ne senin elindeki avcundakiyle kendi hayatını yok edişinden
    Bana ne hiçe saydığın her şeyi ben zannedişinden
    Bana ne yarım kalmış her hikayenin zaten yanlış olmasından
    Bana attığın adımların yalan yanlış yollarda ilerlemesinden
    Bana ne gökte yıldız sandığın ailenin iki resimlik tabut gibi görünmesinden
    Bana ne senin aile demeye bin şahit isteyen konuşma tarzından
    Bana ne senin aile diye birini bulamayıp benim ailemi de yok zannedişinden
    Bana ne senin kapanmayan çenenin cehennem lafını duyunca parasını saydığından
    Bana ne senin bir kuruş etmeyen paranın şimdi herkese mal oluşundan
    Bana ne borcunu ödemeyen sözünde duramayan duruşundan
    Bana ne yalnızlığının çektiği acıya bile bir anlam veremeyişinden
    Bana ne şeytana uzattığın elinin zavallı bir kul oluşundan
    Bana ne tek cezasız kalmayan yolu hayat tarzı yaptıysan
    Sana kitabı anlat dediler pislik yuvalarını değil
    Bana ne iki laf eden ağzının ilk beni suçlu buluşundan
    Yaşarken bana mı sordun da şimdi ölüne bahis tutuşturuyorsun
    Çocukların hepsi de masum... çok masum konuşuyorlar ama olayların masumiyeti karşısında
    öyleler. Etraflarında kendilerini seven anne adayları var. Ahunaz’a daha özel bir ilgi
    duymuyorlar ama “bizi en çok sen mi seviyorsun” gibi bir şey diyorlar. Ahunaz’ın bebeğinin
    öldüğünü bilmiyorlar. Ahunaz’ın Cafe’de çalıştığını bilmiyorlar. Ahunaz’ın arkadaşları
    tarafından baskı gördüğünü bilmiyorlar. Masalları biliyorlar. Kendilerini bu masallarla ifade
    ediyorlar. Çocukların hepsinin de adı A harfiyle başlıyor. Internetten bakıp bulduğu ilk adı
    vermişler gibi dizideki herkes. Çilde Hanım hariç. Okullarını çok seviyorlar ama geleceği
    tahmin etmeye gelince zorlanıyorlar... İnsanlar Tanrı’yı hatırlıyor musun dedikleri bir Prense
    annesini bulduğu anda bir şarkı söylemesini söyleyenlerin olduğu bir masalda çok da adaletli
    gibi görünüyorlar. Ahunaz ile birlikte gördüğümüz karelerde çocukların yiyip içtiklerini ve de
    onun dışında sürekli ödev yaptıklarını anlıyoruz. Prens ise verdiği savaşta her an ölüm kalım
    mücadelesi içinde ve yürekliliği ülkeyi sarmış durumda. Bu durum karşısında her gün daha
    da duygusallaşan Ahunaz çocukların okulunun kapanmasına izin vermeyecek! Çocukların en
    güzel bulduğu şey ise resimler ve resim yapmak. Müziğe o kadar ilgi duymuyorlar... biri
    hariç!
    Bir gün duracak tehditler
    Bir gün bitecek soğuk
    Bir gün dinecek göz yaşı
    Bir gün yine buluşacağız
    Bir gün yiyecek olacak
    Bir gün giysiler olacak
    Bir gün sevimli gelecek
    Bir anlık duruşu
    O zaman dönüp baktığında
    Ağlamak neye yarar dediğinde
    İnanmak ne fayda dediğinde
    Net bir tablo göründüğünde
    Gözünü açıp gördüğün aile
    Sesini kısıp sevdiğin aile
    Nefesini saygıyla bildiğinde
    Heveslerin ilgi bile gördüğünde
    Sakın korkma ben öldüğümde
    Pırıl pırıl parlayan gökyüzünde
    Bir gün alevler olmayacak baktığında
    O günmüş gibi yaşamalıysak
    O günmüş gibi anlamalıysak
    O günmüş gibi düşünmeliysek
    Bugün de boşa geçmemiştir
    Dünya boşuna dönmemiştir
    Cafe’nin adı Sahi B, kimileri sahibi diye okuyor, kimileri sahibe diye... Artuk Bey neden bu
    adı verdiğini anlattığında çok duygulanıyoruz. Cafe sahibi olmak gibi bir hayali bile yokken
    Artuk Bey biriyle tanışır, kendisi Artuk Bey’in kardeşi olduğunu iddia eder. Her gün sizi takip
    ediyorum, sizinle buluşalım, konuşalım, bakın sizin de kardeşiniz yokmuş, babalarımız da
    bizden bir şeyler gizlemişler galiba, ortak yanımız çok, sizi on aydır takip ediyorum gibi
    korkutucu şeyler söyler. Artuk Bey o kişiden telefon rehberini alır ve karıştırmaya başlar
    telefonunu ve görür ki çok ortak tanıdıkları var. O kiş yüklü miktarda parası olduğunu ve de
    yapacak hiçbir işi olmadığını söyler. Artuk Bey daha da şüphelenir. O kişi bütün parasını
    Artuk Bey’in hesabına aktarıp yurtdışına kaçar ve de bir daha dönmeyeceğini de bildirir.
    Artuk Bey parayı polise iade eder, huzursuz olduğunu söyler. Polisler parayı almayınca da bir
    dilenciye verir. Dilenci de aslında on gün öncesine kadar işim bile vardı, artık yok der ve
    kabul eder. İşi de bir Cafe’deymiş, garson. Ortak, der Artuk Bey’e, seni karşıma Allah
    çıkardı... bu parayla bir yer açalım, ben de orada çalışayım. Cafe açıldıktan on gün sonra ise
    adam vefat eder. Bunun üzerine Cafe’ye yeni bir tabela yaptırırlar Sahi B! Artuk Bey çok iyi
    kalpli ve duygusal bir adam. Başına gelen her şeyi sakin karşılıyor, heyecanı gençlerin bir
    zayıflığı olarak görüyor. Sevgi nedir hiç tatmamış denilemez ama özel bir sevgisi yok hiçbir
    şeye, her şeyi çok seviyor. O kadar düşünceli bir adam ki Cafe’ye gelen müşteriler orayı kendi
    evleri gibi seviyor. Artuk Bey için gençleri mutlu etmek bir görev değil sadece bir onur
    meselesi. Herkes oradan mutlu ayrılmazsa onuru kırılıyor. Bir kez birine âşık olmuş fakat
    ilişkileri hiç de iyiye gitmemiş. Bayanı tanıdıkça onunla anlaşamayacağını anlamak zorunda
    kalmış. Anlaşamadığı tek kişi olduğu için bile o bayanı daha çok seviyormuş. Her şeyi göze
    alıp kendisine evlenme teklif etmiş ama bayan kabul etmemiş. Bazen Cafe’ye uğruyormuş
    bayan ve de Artuk Bey ona olan ilgisini hiç kaybetmemiş. Sevginin sınırları olmadığını
    görüyoruz. Hayatta inandığı hiçbir şey yok. Müziği değil gençleri seviyor. Hayatı değil
    yaşamayı seviyor. Yemek falan da yapmıyor ama sürekli yiyor.
    Çilde Hanım Akman Bey’in eşi yani Akabey’in annesi. Eşi olmadan da rahat bir nefes almayı
    seven biri... eşi gezmeye gitmiyor fazla ama işe gittiğinde yani hediyelik eşya
    dükkânındayken Çilde Hanım evde kendisi kahvesini yapıp oturuyor. O da Ahunaz’ı evlerine
    davet ediyor. Düğün olana kadar bizde dinlen, bak ben evde hep yalnızım diyor ona. Çilde
    Hanım bunun yanı sıra eşi yanındayken ona çok düşkün. Meselâ eşi işten eve geç gelse
    aramaz bile ama eşi evdeyse mutlaka kahvesini yapar, yemeğini hazırlar. Çilde Hanım çok
    fazla torun meraklısı değil. Onun için çocuklarının mutluluğu ön planda. Geçmişte olan
    şeyleri asla kafasına takmıyor, bir çırpıda siliyor ve yeni bir başlangıç için hazır. Bu anlamda
    Ahunaz’a da destek olduğu oluyor. Ah o seni terk ettiğinde biz tanışıyor olsaydık alırdım ben
    Akabey’in ifadesini, diyor. Çilde Hanım için yollar çok keyifli değil. Tatile çıkmadan önce
    kendisine sıkıntılar basıyor. Akabey’in kendisi için uygun işi bulduğuna da babasının
    yanında çalışması gerektiğine de inanmıyor. Uzay çağında yaşıyor gibiyim, diyor. Sanki
    yeniden doğmuşum gelmişim ve yeni bir düzene geçiyoruz hep beraber. Biz yeterince akıllı
    değildik kızım, siz aklınızı kullanın diyor. Akman Bey dahil bütün karakterlerin adı A harfi ile
    başlıyor, kendisininki bir tek Ç harfi ile. Çilde Hanım çok bakımlı biri değil ama güler yüzü
    var, edep adap biliyor. Çilde Hanım’ı tanımak için onunla konuşmak yetmez. Geçmişte
    yaşadığı olaylar ortaya çıksa da Akman Bey’i çok seviyor. Akman Bey’i hiç kıskanmıyor oluşu
    da enteresan. Babası Akabey’e söylemesi gereken her şeyi söylediği için kendisi daha sevimli
    ve samimi bir rol üstleniyor. Ahunaz’ın annesi ile hiçbir benzerlikleri yok. Tatil yerinde
    sürekli kendisine gölgede oturacak bir yer arıyor. Sık sık öksürüyor.
    Akman Bey, bizim de bir ayağımız çukurda, der durur. Akman Bey Akabey’in babasıdır.
    Akabey’i o kadar uzun zamandır görmemektedirler ki Ahunaz’ın evlilik işleri de olmasa ne
    yapardık biz, diyecek neredeyse. Kızı da bir de kendisi kırmak istemiyor. Bütün sevgilerini bu
    kıza yöneltmişler. Akman Bey için hediyelik eşya dükkânı basit bir oyuncakçı değil. Kendi
    işlerini kendisi yönetmeyi seven Akman Bey’in eşi çalışmıyor. Daha önce evlenip boşandığını
    ise çok sonra öğreniyoruz. Eski eşi vefat etmiş. Akabey’e sen anneni tanımazsın oğlum, beni
    de bilmezsin... ne eve geliyorsun ne yurda uğruyorsun... yorma bizi de çabuk söyle ne oldu,
    der. Akabey evleneceğim dediğinde ise kafası hiç karışık değildir artık. Bütün bu eve
    uğramamanın bir evlilik öncesi sessizlik olduğunu anlayıvermiştir. Fırtınanın koptuğu anda
    ise Akabey de aynı kendi babası gibi Ahunaz’ı seven ve evine bağlı biriyken olanlar. Kendisi
    hediyelik eşya dükkânından aldıkları hediyelerle insanların mutlu olduğunu bildiği halde bu
    işi maddi olarak yeterli görmüyorlar. Akabey’in Cafe’ye ortak olması gerekecek. Sırf eve az
    uğramak da değil seninkisi oğlum, neden Ahunaz’ı terk etmiştin, dedikten hemen sonra
    Akman Bey kahvesini yudumluyor ve biz tatil planlarımızı yapalım hayatım, bu çocuk adam
    olmaz, diyor. Çok net konuşan fakat bir dakika sonra konuştuğu her şeyi hafife alıp
    unutturacak bir başka ilgisiz konuya kayan bir yapısı var. Eşi ile boyları hemen hemen aynı.
    Görünüşte eşi nasılsa o da öyle görünüyor, ikiz kardeş gibiler eşiyle. Ahunaz ve Akabey’in
    birbirlerini andırdığı gibiler. Çok sevdiği eşi ile konuşurken mutlaka hayatım, canım falan
    diyor. Gazete okumakla günün hemen hemen yarısından çoğunu geçiriyor. Mobilya
    mağazasıyla ortak olduklarında işlerin açılacağından çok aile ortaklığı olmasına seviniyor.
    Artık her işe ben de koştururum, diyor. Siz de belki biraz rahat edersiniz. Hamburgerciye
    gidelim mi diye bitirdiği konuşması da gene tuhaf önerileriyle son buluyor: daha çok tatile
    gidelim!
    Ahunaz’ın arkadaşlarının karakterini tek bir karakterle anlatmak mümkündü, o kadar
    Ahunaz’a benzemez ama birbirlerine benzerlerdi. Hepsi de Cinderella’nın üvey kız
    kardeşlerini andırıyordu. Açelya, Ada, Ahenk, Ajda, Akasya başta olmak üzere pek çok
    arkadaşı var gibi görünen bu kızlar için hayatı eğlencesine yaşama ama çok okumak lazımdı.
    Onların babaları kızlarına “kızım okumazsan aklını işletemezsin” demişlerdi. Aklını
    işletmezsen okuyamazsın demeleri gerekmez miydi? Okumaları yeterliydi onların... ne
    okusalar gülüyorlardı ama bazen de televizyonu açıp “çok şeker” diye tanımladıkları bazı
    insanları dinlerken “bu adamı Cafe’de gördüm, konuştum” derlerdi. Bütün dünya tanıdık
    gibiydi onlar için. Ahunaz’ın evi de Cafe gibiydi zaten. Ahunaz’ı asla anlayamadılar ama hep
    anlamak istediler. Kızın başına gelen sıkıntıların adını koyan kâbusları olmasa onları hayatın
    cilveleri zannederlerdi. Kızın âşık olma sorununu da şımarıklık olarak nitelendirirlerdi.
    Ahunaz bütün ilgisini ve konsantrasyonunu yitirmişken onlar en güzel okullarda okudular.
    Çalışma hayatları da oldukça iyiydi. Bu dünya denilen yarışta kesinlikle kazanmışlardı.
    Üzülmezdi bile onlar ama konuşup dururlardı. Bütün amaçları Ahunaz’ın hayatını
    yönetmekti. Kızın başının dertten kurtulmamasını anlayamıyorlardı. Ahunaz için diğer erkek
    arkadaşları da kızlardan farklı değildi, kendi derdine düşmüş tiplerdi onlar da. Hapse
    düşmemek, askerden dönmek, iş yerinde çok para kazanmak gibi dertleri vardı. Aile
    değerleri hemen hemen hiç yoktu ama sürekli olarak toplum hakkında bir şeyler söylerdiler
    az okuyoruz, çok yiyoruz, batıl inançlarımız var... Ahunaz senin âşkın batıl! Kızı nasıl
    inciteceklerini iyi bulmuşlardı doğrusu. Kız onlarla paylaşmak istemedikçe üstüne gider
    “sana birini ayarlayalım” derlerdi. Savaş Ve Barış’ta yaşlı genç kızlar dedikleri kadar vardı
    işte bunlar da. Hiçbir şey çözülemeyecek kadar sorun değildi ama her şey eğlenceli olmalıydı.
    Gülmekten yerlere yattıkları şeyler ne yazık ki hiç de komik değildi. Üzüldükleri konuların içi
    boştu. Bu hayat bir sınav değildi de gene de konuşulması gereken şeyler vardı sanki. Hayatın
    içi boşaltılmıştı. Ahunaz onlarla görüşmek istemese de bunu anlamazlar ve de onunla
    görüşmeyi bir lütuf gibi verip sonra geri alırlardı. Hiçbirinin de hayatı iyiye gitmedi. Maddi
    durumları hepsinin de iyiydi ama onlar kendi ayakları üstünde durmakta gecikmediler.
    Ahunaz gibi hayır işleriyle, sokak çocuklarıyla, bakıma muhtaç çocuklarla uğraşmadılar.
    Onlar ceplerinden çıkarıp da verdikleri parayı bile Ahunaz’ı üzmek için kullandılar. Ne de
    olsa kız derdini söylemeli, diye bir de üste çıkarlardı. Kızın evini yatakhane gibi kullandılar.
    Akın Bey sezgileri çok güçlü olan bir adamdır. Adak Hanım’a duyduğu saygı kendisine olan
    saygısından kaynaklanıyor. Bireysel duruşu konusunda çok iddialı biri... bu konuda eşiyle
    hiçbir derdi olmadığı için mobilya mağazalarında çalışması konusunda da yok. Akın Bey de
    hafif kilolu ama dimdik duran biri. Geniş omuzları, uzun bacaklarıyla evin iki hanımından
    ayrı kızı ve eşinin minyon yapısından oldukça farklı gibi duruyor. Ahunaz ile konuşma tarzı
    hep esprilerle yüklü. Şakalaşmayı çok seviyor, özellikle de kızıyla. O kadar fazla konu açan
    biri değil ama bir konu varsa birkaç laf ediyor. Az ve öz konuşan bir aile bu. Ahunaz’ın
    hayallerini paylaştığı anlarda babası hep kızın neler istediğini duyuyor. Ahunaz babasına
    hayal kırıklıklarını anlatmıyor. Eşofmanları ile çıktıkları zaman kızıyla uzun uzun yürüyüş
    yapmıyor, markete kadar gidip geliyor. Dizilere şöyle bir göz attığında bile konuyu çok çabuk
    kavrıyor. Kendi dünyasında televizyonu kumandada oynatıyorlar gibi... o kadar da düşkün
    değil ama sürekli kanal değiştiriyor. Akın Bey için hayatın basit olmasında yatan en basit
    kural kendi evinde de olmalı ve bunun ne samimiyet ne de dürüstlük olduğunu görüyor. O
    kural kendisine göre büyüklere saygı duyulması. Internet sayfasına bir şey yazıp bütün gün
    sayfayı açmıyor, sonra da açıp kendisine mesaj yazanlara şaşıp kalıyor -neden bana
    yazıyorlar? Akın Bey atölyedeki işçilerle aynı dili konuşabilen biri. İş yerindeki konumu
    oldukça farklı, onlara ne yapmaları gerektiğini söylediği anda işçiler harikalar yaratıp o
    koltuğu ortaya çıkarıyorlar. Akın Bey için kızının evlenmesi çok büyük bir mutluluk ama
    bunu fazla belli etmiyor. Kızının kendi evlerine yeniden taşındığı dönemde yani evli olduğu
    halde babasının evine döndüğünde çok duygusallaşıyor. Akın Bey’in prensipleri iki lafının
    arasında ama evde baskı uygulayan biri olmadığını sanıyor: bu insanlar neden her gün parka
    gidiyor! Neden evlerinde değiller? İşte bu kadar basit onun için her şeyi anlatmış olmak,
    bunun dışında anlaşılmadığını düşündüğü tek bir an bile yok. Sadece kendisine isyan
    edilmemesi gerekiyor. Akın Bey’in eşinin ve kendisinin en sevdiği yanını kimse bilmiyor
    değil... anlaşılıyor. Akın Bey’in en nefret ettiği şey ise gevezelik. Gevezelikten nefret ettiğini
    kızı ve annesi uzun uzun konuşurken “gene tıkıldınız odaya” demesinden anlıyoruz. Ahunaz
    ise kendisini sürekli yanlış anlıyor -acaba odadan kendi dünyamdan çıkmamı ve evden
    çıkmamı mı istiyor? Akın Bey kaşlarını bile oynatmaz. Sadece gülümsüyor. Okuduklarını ise
    bütün evden gizliyor –siz anlamazsınız!
    Adak Hanım kızı Ahunaz’ın aksine gerçekçi biridir. Kendisine sorulan sorulara, söylenenlere
    fazla aldırmaz ama gözlemlerine çok güvenir. Ailesinin üzerinden gözlerini bir saniye bile
    ayırmaz. Kızının iç dünyasının çok farkında değildir ama dış dünyasını saran tehditleri
    gözden kaçırmamaktadır. Hayatını çok sevdiği eşi ile birlikte kurmuş olmaktan dolayı
    gururludur. Bir tek kızları var zaten ama ikinci bir çocuğu olmadığı için çok pişman. Adak
    Hanım sevgisini göstermek istediği zaman aile üyelerini evlerine misafir çağırmaktadır. Bu
    herkesi mutlu etmektedir. Adak Hanım’ın hafif kilolu olmasına şaşmamalı. Sürekli kaçamak
    yapıp yemek yemektedir. Mesleği ise babadan kalma mobilyacı dükkanını eşi ile birlikte
    işletmek ama eşi sürekli dükkânın dışında atölyedekilerin başında çalışıyor, Adak Hanım ise
    mağazada. Mağazaya gelenlere ciddiyetle, her defasında “nasıl yardımcı olabilirim” diyor.
    Gün bitip de evine döndüğünde saat dokuz gibi yani yemek yapıyor veya sofrayı hazırlıyor.
    Geç saatlere kadar oturuyorlar, işe on bir gibi gidiyor. Adak Hanım hobileri, özel zevkleri
    olan biri değil. Kızının nasıl olup da o kadar hobilerine düşkün bir kız olduğunu bir türlü
    anlayamıyor. Adak Hanım çoğu konuda eşiyle aynı fikirde değil ama eşi bir karar verip de
    herkes adına konuştuysa eğer ona katılmaktan başka bir şey yapmıyor. Adak Hanım için
    hayatın zorluklarının başında çocuk büyütmek var. Kendisini o kadar çok kez kızının
    gözyaşlarını silerken buluyor ki bu durumdan biraz da bunalmış. Kızı ise annesini çok ama
    çok seviyor, sevdiği kadar iyi anlayamıyor. Adak Hanım için evde problem yaşanmayan
    şeyler olması yeterli. Problem olduğu zamanlarda ise elinden geleni yapıyor. Problemin ne
    sebeple çıktığı da çok önemli değil. Kızını üzen kendi düşünceleriyse de aynı şey, kızını üzen
    başkalarının düşünceleriyse de aynı şey. O kadar çok mutsuzluk yaşanmasından yana değil,
    daha çok prensipler konuşsun istiyor. Adak Hanım’ın çok sevdiği şeyler arasında eşi, yüzüğü
    ve de televizyonda izlediği diziler var. Az uyuyor. Kameralar karşısında yaşanan şeylere ayrı
    bir gözle bakmayı biliyor, onları gerçek hayattan ayırt ediyor ama çok enerjik bir yapısı yok,
    çabuk yoruluyor. Adak Hanım için sevgiyi konuşmak anlamsız. Sevgi sözcükleri zorla
    dökülmemeli insanın ağzından. Bir gün çok hasta olduğunda doktorların laflarına
    inanmayan eşi kendisinin hayatını kurtarmak istediğinde bütün aile kenetleniyor. Kızına
    hediye ettiği kitapları okuyan kızına sempatiyle bakıyor. Hem güçlü hem zayıf yanları var ve
    hem zeki hem de duyarsız görüldüğü yanları var ama prensiplerine diyecek yok. Anne ve
    babasının kızıyla olan ilişkilerinde bulduğu sevgiyi ise hiçbir şeye değişmiyor. Boş hayallere
    verecek kızı yok. Kızını dizinin dibinden ayırmıyor. En nefret ettiği şey ise gösteriş.
    Akabey özetle dizideki Ahunaz’ın hoşlandığı çocuktur. Akabey’in bir karakter özelliği var o da
    başarılı olduğu zamanlarda yaşadığı bir şey gibi görünüyor: sevimli! O kadar sempatik bir
    tipi var ki kendisine âşık olmamak mümkün değilmiş gibi zaten. Bu sevimli yapısı yüzüne de
    yansıyor, yoksa yani tipi o kadar da sevimli değil, ciddi bakışları var, güçlü bir duruşu var,
    çok fazla gülmüyor, çok kısa gülümsüyor, tepkileri mimiklerinden ibaret. Akabey bazı
    konuları çok fazla hafife alıyor. Müzik bütün hayatını yönettiği halde müziği her an bıraksa
    da olacakmış gibi davranıyor. Okuduğu kitapları anlamadığını söylüyor. Kaliteli yerlerden
    alışveriş yapmıyor. Sevdiği eşyalar arasında bir oyuncak ayı var, o kadar. Sevdiği pek bir şey
    yok... Sevmediği çok şey var. Bazı şeyler yolunda gitmeyecekse eğer o konuyu çözmek yerine
    terk etmeyi seçtiği çok oluyor. Konular ana başlıklarla güzel ama detaya inildiğinde bir fark
    göremiyor. Onun için savaşı sevmemekle hamburger yememek aynı şey... kötü şeyler olunca
    hamburger de yemiyor. Akabey için hayatın en güzel yanı aradığını bulmuş olmak. İnsanlarla
    arasına hiçbir sınır koymuyor. Ahunaz duyar ya da üzülür diye korku duyduğu hiçbir şey yok
    ama Ahunaz üzüldüğünde gerçekten onun yanında olmayı istiyor, ona destek veriyor. Bütün
    hayat Ahunaz’ı da mutlu etse keşke diye düşünüyor. Bunun dışında ilişkileriyle ilgili hiçbir
    şey düşünmemiş ama bunun için de bir şey yapmamış. Akabey bir servet ödenen bir araba
    almaktansa iki araba almayı tercih eder. Ahunaz’ı düşünmeden pek bir adım atmıyor.
    Çalışmayı çok rahat başarılacak bir şey gibi görüyor. Onun için hayat sorunsuz yaşanabilecek
    bir şey değil. Akabey’in bir adı daha olsaydı onu da Ahunaz verirdi, o kadar yakınlar ama
    yine de bir küsüp bir barışmaları söz konusu oluyor. Küstükleri anda akla ilk gelen şey bir
    daha Ahunaz’ı aramayacak oluşu. Bunun dışında bir derdi yok gibi algılandığının da farkında
    değil. Akabey ailesini çok fazla konuyla muhatap etmeyi de sevmiyor. Bazı şeyleri bireysel
    yaşamaktan memnun. Ahunaz’dan ise hiçbir şeyi saklamıyor! Ahunaz’a soru sorduğunda
    cevabı aslında kendisi de bilmiyor. İnsanların kendisi hakkında ne düşündüğünün hiçbir
    önemi yok. Her şeyi aynı sakin yapısıyla hallettiği için hayatta asla sinirleri bozulmamış
    birini andırıyor. Herkesle aynı kefeye konmakla ilgili bir derdi yok ama bu olduğu anda
    kendisini televizyonda ya da Cafe’de müzik yaparken buluyor. O işi bırakıp garson olsa da
    sorun değil ama mecburen işini seviyor... borçlarını ödemek zorunda çünkü! Zora gelince
    yaptığı şeylerle hayatı dönüyor. Yine de emin olmadan konuşan biri değil. Kendi ayakları
    üzerinde duruyor. Boş ya da boşuna konuşan biri değil. Fazla konuşan biri de değil. Kimseye
    zorla bir şey yaptıracak biri değil. Özgür biri ama sınırları var, samimi biri ama mesafeleri
    var, yapıcı biri ama çok eleştiriliyor, kaliteden anlıyor ama elini bile uzatmıyor. En küçük bir
    psikolojik sorunu yok ama sorunsuz tek bir günü bile geçmiyor. Hayatta herkese aynı şansı
    defalarca verse de bir ders alması zor görünüyor. Hemen her şey kendisi için “tövbe etmek”
    anlamı taşıyor. İnandığı için yaptığı tek şey Ahunaz ile evlenmek, ona da Ahunaz sayesinde
    inanıyor. Bu psikolojik olarak Ahunaz’ın çok işine gelse de iki yakaları bir araya gelmiyor.
    AHUNAZ: Ahunaz 20’li yaşlarında, liseyi bitirdikten sonra bir dikiş tutturamamış ama
    kabiliyetleri olan bir kız. Zayıf narin yapısı kırılgan kişiliğinin de bir göstergesi oluyor bazen.
    Renkli gözleri dolu dolu olup da ağladığında yüzündeki ifade küçük bir çocuğu andırıyor
    çoğu zaman. Spor giyimli olduğu zamanlar evde daha rahat ediyor, yerlerde oturuyor,
    koltukta ters dönüyor, çocuksu hareketleri var ama pijamalarıyla evin içinde dolanmaya
    başladıysa bir şeylerin yolunda gitmediğini anlıyoruz. Kendisini yorgun hissetse de hiç vaz
    geçmediği bir hobisi var, o da dizi izlemek. Oysa gerçek hayatta kendi ilgi alanı olan müzik
    için bir şeyler yapmakla meşgul. Bu gibi durumlardan da anlıyoruz ki hayatta ne yapmak
    istediğine dair pek bir fikri yok. Anne ve babası üzülmesin onun için yeterli. Gitar çaldığı
    zamanlar da oluyor ama o kadar başarılı değil. Yaptığı her işte henüz yeni olduğu çok belli
    oluyor. Bu kızın sevdiği şeyleri sıralamak için öncelikle hoşlandığı çocuğu bulmak lazım
    adeta. Ahunaz arkadaşlarıyla gitmekten hoşlanmadığı bir Cafe’ye bile hoşlandığı çocukla
    binlerce kez gidebilir. Kızın tek derdi müzisyen olmak değil ama bir müzik grubu kurma fikri
    de kendisine ait. Yani o ne yaptığını bilmez hallerinin kendisine aldırdığı kararlarla çoğu
    zaman barışık. Bu kararları başkaları kendi adına almayıp da Ahunaz adına alırlarsa eğer
    sıkılıyor. Ahunaz’ın sıkılması basit bir şey değil, sıkıldığı zaman ölecek kadar sıkıldığı oluyor,
    yüzü bembeyaz oluyor. Bu kızın büyük korkuları var ve de bu korkuların hayatını
    yönettiğinin çok da farkında değil. Ahunaz akıllı biri olduğunu sosyal statüsü ile ispat
    edemiyor ne yazık ki ama herkes ona sen akıllısın, her işi yaparsın diyebilmekte. Buna
    sevinmek şöyle dursun tüm hobilerini bu durumdan bir kaçış olarak görüyor. Ahunaz
    çevresindeki insanlara inanmadığı kadar kendisine de inanmıyor. Kendisine tek inandığı
    konu sevgisi ve onun da yıpratılmasından dolayı çok büyük sıkıntı çektiğine inanıyor. Bu
    kızın hedeflerinin çoğuna ulaşmasında hobilerinin büyük payı olduğunu görüyoruz. Çok
    sevdiği şeyler arasında çilekli kek, giysilerini aldığı bir butik ve ailesi var. Ahunaz için hayat
    sürüp giderken asla yeterince iyi değil, bazı şeylerin kafasında planladığı gibi olmasına dair
    büyük bir düşkünlüğü var. İnançlarını da körü körüne yaşıyor ama pembe rüyalar
    görmesinin önüne geçemiyor inançları. Başına gelen ufak tefek aksilikler olarak
    adlandırdıkları şeyler ne yazık ki tanık olduğu olaylar ve yara bere almadığı sanılan ruhuna
    kendisi de söz geçiremiyor. Sevdiği herkesi hayatından uzaklaştırdığı gibi sevmediği iletişim
    şekillerinin bir son bulmasında hiçbir payı yok, onlar kendileri kızı yalnızlığa terk ettiler.
    Ahunaz için ilişkisini korumak, hoşlandığı çocuğa arkadaşım diyene kadar üç yıl beklemekse
    o öyle oluyor. Bundan yana bir derdi yok, ilişkisini korumanın emek istediğini düşünüyor. Bu
    kız hayatının en verimli döneminde işinden oluyor. Başına gelen aksilikler yüzünden kaza
    geçirdim diyecek kadar aptal değil ama bir intikam da planlayamıyor. Ona göre insanların
    bile bile kendisine zarar vermeleri zaten büyük bir cezayı hak ettiklerinin ispatı. Bundan
    daha kötü bir son da düşünemiyor. Ahunaz dedesine ve anneannesine olan sevgisini onlara
    yemek yaparak, onlara çiçek alarak değil de onlar için resim yaparak, beste yaparak dile
    getiriyor. O konuda aldığı yaralar ise her ilişkisiyle kendisi arasında bir engel oluşturuyor.
    Beğenilmeme korkusu olmadığı halde sürekli olarak beğenilmeme sorunu yaşayan bu kız için
    hayat büyük bir bulmaca. Duyduğu ilahi ses dışında duyduğu sesleri birbirinden
    ayıramayacak kadar sıradan bir hayatı var. Oysa aşkı büyük bir lütuf kabul ettiği sevgi taşan
    kalbi sadece kırılmak için değil, bunu da yaşıyor. Mistik şeyler olduğunda asla inanmamazlık
    etmiyor ama olanların tamamından da memnun değil. Korkuyor. Kaderine boyun eğmekle
    kaderini kendi beyni, aklı, kulağı ve gözleriyle tercih eden kalbine kulak vermek arasındaki
    her çelişkiyi öldürebilir! Ölümden değil, yakınlarının ölümünden korkuyor. Hayalleri çok
    güçlü değil ama bu nedenle de olsa yeterince anlamlı olduğu için bu dünyanın illüzyonu ile
    kıyaslansın istemiyor. İnsanlara “hayır” diyememe, dediğinde de bunu kabul ettirememe
    problemi var. Oysa ailesinin “hayır” dediği şeyleri yapmamayı çok istiyor. Bu kızı hayata
    bağlayan tek şey hayalleri çok gecikse de gerçek olacak ve bir gün ölen bebeğini hayır
    kurumunda bulacak. Bundan daha çok istediği bir şey var o da oradaki bütün çocukları
    bağrına basıp onlardan asla ayrılmamak. Kendisini adamış olduğu hayır işleri nedeniyle zar
    zor ayakta duran bu kız için sevimli denilebilir, cadı değil, iyiliksever denilebilir, akıllı değil,
    dürüst denilebilir, gerçekçi değil, yaşamayı biliyor denilebilir, seviyor değil... En sevdiği lafı
    "burada böyle şeyler istemiyorum."
    Kız bir ses duyar, bu ilahi bir ses gibidir: sen beni duymayıp da o kadar delirdiğini benden iyi
    mi biliyorsun? Anında telefonu çalar ve de bunun aynısını kendisine arkadaşı söyler.
    Yalnızlığını doya doya yaşayamamıştır.
    Kızı babası evlatlıktan reddedip “bir daha da seni amcanlar dünyaya getirsin” diyecek kadar
    ileri gitmiştir.
    Kızın annesi de “bu durumda bana lâf düşmez” demek zorunda kalmıştır.
    Kızın etrafını küfürbazlar sardığında birden şarkı söylemeye başlar. Hepsi de dağılırlar.
    Birisi bu yazdıklarını görür... neden yazıyorsun bu kadar, yazmasan ya! O konu böyle olsa,
    sen ayakta durabilir misin ki, yazıyorsun, der.
    Birisi de sen bi daha zor ayağa kalkarsın, demektedir.
    Kızın durumunu beğenmeyen hoşlandığı çocuk, onu alıp eve götürür. Sabaha kadar
    uyumayalım. Bunları konuşalım, der. --------------- SON --------------------
    Kızın günleri bomboş geçmekte. Cafe gündüzleri artık kapalı. Kız seyircisini elinde tutamadı.
    Boş boş geziyor.
    Kızın elindeki tek kozu olan kitaplar var artık. Kitaplarını o kadar çok sevmesine rağmen bir
    işe yaratmakta çok zorlanıyor. Bütün kitapların özetini çıkarıp notlar alan bir yapısı var.
    Sonra o kâğıtları çöpe atıyor.
    Internet’te bir gün içinde kendisini ekleyen herkes kendisini siliyor. O kadar emek verdiği
    sayfasını da ziyaret eden olmayınca müzik anlamında hiç şansı kalmıyor. Sadece iki yorum
    almış, onlar da küfürlü.
    Kız evin içinde pijamalarla geziyor. Sokakta boş boş saatlerce yürüyor. Yemek yapmıyor.
    Hazır yemek yiyorlar. Temizliği bırakmış, eve kadın geliyor. Kadın kızın durumunu hiç iyi
    görmüyor.
    Kız saatlerce yürüdükten sonra bir gün eve gelmiş. Arkadaşlarının telefonları susmak
    bilmiyor... gene mesaj gelmiş, kız telefonu kızın suratına kapatıyor. Hiç konuşmadan
    kapatıyor artık telefonunu. Evlerini de başka bir sokağa taşıyorlar. Telefon numarasını
    değiştiriyor.
    Kızı gene buluyorlar. Cafe'de kapalıyken bile oturan kız, tek başına kitap okuyor. Çocukların
    yaptığı resimlerle de bir sergi açıyorlar.
    Kız hayatını boşa harcadığına inanmaya başlamışken karşısına bir fırsat çıkıyor: gezi
    programı yapmak!
    Sağlıklı yaşamın ütopik bir şey olduğu düşünülüyor. Sağlık olmasına daha yıllar olan bu kız
    nasıl olup da hayatını bu kadar yok saydığını anlayamıyor. Kızın annesi evlerine meyve
    getirmiş. Biz yokken de yiyin diyor. Meyve yemeyeli yıllar olmuş.
    Kız sonunda evleniyor ama tecavüze uğruyor. Artık sevdiği adamın onca yıldır hoşlandığı kişi
    olduğunu bile anlayamıyor.
    Dere kenarında bulduğu oyuncak ayıyı ona anlattığında kendisinin deli olduğunu sanıyorlar.
    Bu kız daha da beteri, ailesini aşırı çok özlüyor. Bütün eşyalarını toplayıp ailesinin yanına
    dönmek üzereyken, artık kocası olan sevdiği adam –dur, diyor, birlikte gidelim. Orada bol
    bol meyve yeriz hem.
    Ailecek bir meyve bahçesine gidiyorlar ama meyvelerin yere dökülmüş olanlarını yemekteler.
    Ben de tam bu soruna değinecektim diyor kız ailesine. Siz neden hiç yürüyüş
    yapmıyorsunuz?
    Annesine her gün diz ve ayak masajı yapan kız annesinin büyük bir hastalığı atlatmasını
    sağlıyor.
    Babası çok korkmuş durumda... karımı kurtar dedim sana! Kurtarın karımı, diye çocuklarına
    bağırıyor.
    Kız okuldaki çocuklara şeker götürüyor bir gün... sonra onlara Cafe’de güzel bir yemek
    ısmarlıyor. Çocuklar -üşüdük burada, bizi eve götür, diyorlar.
    Kızın aklı çıkıyor çocuklardan biri hasta olacak diye... arkadaşı gene arıyor: sen o çocuklara
    makarna yedirirken, biz milyon dolar yatırdık, okulu yeniden yaptırıyoruz. Ne sanıyorsun
    kendini!
    Sevginin koşulları zorlanıyor, kapıları insanların sınırları zorluyor. İnsanlar kendi
    sınırlarının farkında bile değiller adeta... kızın şartları çok zor! Bir gün başına gelenleri
    anlattığı kitabıyla bir yayınevine gidiyor. Orada, sizin kitabınız fazla edepli kaçmış, bir
    cinayet romanı yazmalıydınız, diyorlar kendisine. Kız da cinayet romanı yazıyor ama tek suç
    aleti bıçak, büyük bir bıçak.
    Kız annesine kendisini ne kadar sevdiğini her koşulda belli etse de içinde bulundukları
    şartlar nedeniyle sevgisizlikle kendini suçlanmış buluyor! Kızın arkadaş çevresi, kızın yeni
    ailesi, kızın çalıştığı iş nedeniyle söyledikleri şeyler annesinin şahsi fikirleri gibi yerle bir
    ediliyor ve anne kız henüz baş başa kalabilmiş değiller.
    Kız babasına olan saygısını kendi planlarını yaparak, onu üzmeyerek korumak istiyor. Ona
    olan saygısını da kızın başına gelen tatsız olaylarla, hoşlandığı çocukla değil de tacize
    uğradığı yerde başına gelenlerle mukayese ederek kızı eve tıkıyorlar.
    Kızın yalnızlık problemi yokmuş gibi davranmak isteyenler kızı her an her yerde daha da
    yalnızlaştıracak laflar ediyorlar. Kızın arkadaşları ne yazık ki çok kabaca kıza “senin sevgine
    göre hareket edecek değiliz, biz kendi kurallarımıza göre oynarız, sizin gibi güdülmüyoruz...
    elimden geleni yapacağım senin tüm şansını yitirmen için. Sen bizim sahip olmadığımız neye
    sahipsin ki mutlu olacaksın.” diyorlar.
    Kızın çocukları, on beş çocuk da kızı çok seviyor. On beşini de evine alamadığı için kız çok
    üzülüyor, her gün oraya gidip çocukları ziyaret ediyor.
    Kızın kitap okumak için bir nedene ihtiyacı var ama bu neden aşk değil, sevgi değil, alışveriş
    değil, paylaşmak değil... sadece sosyal sorunlarmış gibi! Kız kendisi için bir neden bulmaya
    çalıştıkça eziliyor ve mutsuz oluyor. Okuduğu masalla bile, kız bebeği ölü doğduktan sonra
    yirmi altı yaşında kendisini hayır kurumundaki çocuklara adıyor, işte onlara okuduğu
    masalla bile biri dalga geçiyor.
    Kız kendi müziği konusunda bir yol bulmak için daha fazla müzik dinlemek istiyor ama bir
    kez bile canlı olarak bir sanatçı dinlememiş. Ailesi buna izin vermiyor. Gidecekleri yerler de
    çok pahalı, parası yetmiyor. Hoşlandığı çocuk ise o yerlerden çıkmıyor. Sürekli yeni besteler
    yapıyor.
    O kadar çok baskı görmüş ki artık neden kitap okuyup yazar olmadığını merak etmeye
    başlıyor. Bir gün böyle kara kara düşünürken arkadaşı arıyor: senin yerine o bebeği ben
    doğursaydım hem benim hayatım kurtulurdu hem de senin. Keşke ben doğursaydım! Kader
    daha güzel yaşanabilirdi, diyerek kızın sinirlerini bozuyor.
    Yaşadığı çevreye ait olmadığını düşünen bu kız için kaçacak başka delik yok. Aşk romanlarını
    su gibi bitirmeden yazmaya başlamayacağına yeminler ediyor. Ben kim yazmak kim, diye
    aklından geçirip duruyor. Öyle de bu yazma fikri peşini bırakmıyor.
    Herkes kitap okuyor ama kızın kendisi için iyi bir nedeni olmalı ve bunun da yazmak olduğu
    sanılıyor. Kız yirmi yaşından beri çalıştığı Cafe’ye kitap götürüyor. Gelenler okusun diye... bu
    da canlı müzik rutinini bozuyor tabii. İnsanlar kitap okurken gündüz vakti canlı müzik
    dinlemek istemiyorlar.
    Eğitim çok katı kurallara sahip. Kız bir müzik kursuna gidiyor ve orada kendisine
    etmedikleri laf bırakmıyorlar -senin kulağın iyi değil, senin sesin iyi değil, senin geleceğin
    parlak değil!
    Kız zaten müzisyen olduğunu kendisini sınava alan hocalara söyleyemiyor.
    Kız için bir gerçek var ki o da daha önce lisede okumuş olduğu şiirler ve şarkılar. Onlar da
    çok alkış almış ve ödüller almış ama kendisi için bir başarı değilmiş gibi konuşan
    öğretmenleri var. Ödevini yaptığı halde yapmamışsın demişler bir kez, çok üzülmüş.
    Kız eğitimin ne kadar katı olduğunu anladığı için avaz avaz şarkı söylemeye başlıyor -ben
    anca böyle yani!
    Kız resim eğitimi alıyor, o da çok zor -kızın kabiliyeti yokmuş gibi sadece hataları
    konuşuluyor. Sen boya nedir bilmiyorsun. Sen ressamları bilmiyorsun. Sen kalemi
    tutamıyorsun.
    Sanki not verirken eksiler yazılmış da artılar yazılmamış gibi! Gereksiz konuşmalar.
    O kadar kötü ki kızın durumu, kızın hoşlandığı çocuk ona müzik dersi vermek zorunda
    kalıyor. Oldukça iyi oluyor. Kendilerine iyi de bir hoca buluyorlar. Nota öğrenmeye başlıyor.
    Piyano çalabildiğini hiç bilmiyordu!
    Okulda dayak yememek için nasıl okuldan kaçtığını anlatıyor kız. Çok üzgün olduğunu
    söylüyor.
    Çok bilen çok kaybediyor... kızın arkadaşları kendisini artık sadece telefonla arıyorlar.
    Buluştuklarını kıza haber vermiyorlar bile ama sonradan söylüyorlar. Kız bunu öğrendiğinde
    üzülüyor. Kıza nispet yapmak için sürekli birlikte çektirdikleri fotoğrafları yolluyorlar.
    Kız yalnızlıktan ölecek gibi de değil. Artık evli ve çok sevdiği çocukları var! Çocuklarına
    müzik öğretmeye başlıyor.
    Bu kız için yapılacak bir şey var o da bildiklerini konuşmamak. Bir gün kendisinin
    yetkilerinin sınırlı olduğunu ve yönetim işlerinden anlamadığını söyleyecek oluyor Cafe’de,
    kıza sen patron değil misin, neden anlamıyorsun bu işlerden, diyorlar.
    Kız leylekler hakkında bir şey okuyor ve bu kıza leyleklerle ilgili bir projede çalışma görevi
    veriliyor ama bildikleri yüzünden leylekleri araştırması alay konusu oluyor. Ne yapacaksın?
    Orada da kuşlarla mı konuşacaksın, diyorlar. Kız leylekleri incelerken kendisinden izler
    görüyor.
    Aslında bunun tam tersi olmalıydı diyor. Sanatta kendimi görüp leyleklere de kendimi
    tanıtabilmeliydim.
    Kızın günleri hoş ve de boş geçedursun... kızın etrafında izlediği olayların sonu gelmiyor.
    Onca kazaya ve haksızlığa tanık olmuş biri olmasının yanında şimdi de kaybolan oyuncak
    ayısının bir dere kenarında karşısına çıkması kendisini ürkütüyor.
    İnandıklarımızı gizli de yaşayabilmeliydik. Kızın hayatta inandığı bazı şeyler var... mesela her
    gün caminin önünden geçiyor. Mesela her gün yüzünü yıkarken aynaya bakıp gülümsemesi
    ve yüz yogası yapması. Mesela kendisiyle olan konuşmaları: ben mesela göklerdeyim şu an,
    burayı izliyorum oradan... ben gerçekten de hayatı doyasıya yaşarım... ben sevgiyi
    taparcasına bilirim... ben kaliteden anlarım... Kızcağızı çok ukala bulurlar ama aslında bu da
    sorun değildir.
    Uzun yürüyüşlerinde sahilde ve spor hareketleri yaptığı bir salonda da hocasıyla olan
    konuşması çok güzel ama orada spor yapan diğerleri rahatsız oluyor.
    Kız az yemek yese de kilo almaya müsait ve de ne yediğini soranlara cevap verdiğinde, salata
    dediğinde aldığı tepkiler enteresan –daha az yemelisin, hiç yememelisin! Kız daha az yemek
    yerse düşüp bayılacağını söyler.
    Dinlediği müzik ile ilgili olarak da sorular sorarlar kıza. Sanki farklı müzik dinlese
    eleştirilirmiş gibi olur ve kız da bu durumdan rahatsız olur.
    Aşkla ilgili olarak da kıza çok fazla soru gelir... acaba siz aynı Cafe’de olmaktan sıkılmıyor
    musunuz, sevgilinizi kaptırmaktan korkmuyor musunuz, gece hayatı sizi ayırmıyor mu,
    birlikte nasıl plan yaptınız, şarkıları kim seçti Allah aşkına, sevgilinizi kaptırsanız üzülür
    müsünüz falan!
    Ayrıca kız ailesiyle ilgili konuları da gizli yaşayamıyor, ailesinden izin alamadığını herkes
    biliyor, ailesinin koyduğu sınırlar bir yana kızı tutucu olmakla suçluyorlar, kızın ailesi
    temizlik yapmasını söyledi diye kıza temizlikçi muamelesi yapıyorlar.
    Kız sanatının değer kazanması için ne yapacağını bilemiyor. Cafe’ye daha çok insan
    gelmesiyle birlikte sanatı da daha fazla değer kazanmıyor. Sanat her anlamda ön planda, bu
    bir sanat platformu... yaşananların anlam kazandığı kadar sanat değer kazanmıyor.
    Kız sanatının değer kazanması için gerçekten çok okuyor, çok düşünüyor ama hep sanatı geri
    planda bırakılıyor. Sanat ile yoğrulmuş bir hayat yaşamak için fazla genç olduğu
    düşünülüyor.
    Oysa kız sanatı değer KAZANDIKÇA KAZANMALIYDI.
    Kız her an bir şiir okuyan bir sevgilisi olmamasından değil, okuduğu şiirleri anladığına
    inanan bir sevgilisi olmamasından korkuyor.
    Sanat değer kazandıkça köye yerleşme planları yapan bu insanlar yeni müzisyenler bulmakta
    zorlanıyorlar.
    Sanat için çaba harcayan insanlar ise çok farklı bir rekabet içerisindeler... konu sanat bile
    değil.
    Kız binlerce şarkılık listesinin bir hiç olduğunu düşünen filmcilerden yakınıyor.
    Kız yüzlerce ezber yaptığı müzik listesinin beğenilmemesinden yakınıyor.
    Kız bu düzenin içerisinde kaybolmamak için ailesini kurduğunda bütün sanat anlayışını
    yitirmekten yakınıyor.
    Bir gün parkın duvarlarını boyuyorlar!
    Para mutluluk getirmiyor. Paranın getirdiği mutluluk ile plan yapılamıyor.
    Elindeki para kızın en sevdiği mağazadan alışveriş yapmasına yetiyor ama bu da ne yazık ki
    eleştiriliyor. Neden uzaylı gibi giyinip gece kulüplerinde çıkmıyorsun?
    Kız paranın getireceği mutlulukları sıraladığında farklı bir ülke görmek istiyor ama Cafe’den
    bir yere kıpırdaması mümkün değil.
    Kız parasıyla değil mi, biz de burada yeriz ve de içeriz... asıl siz müzik yapmayın diyenleri
    anlayamıyor.
    Kız parasızlık sorunu yüzünden ailesinin evinde yaşıyor gibi görünüyor ama bir gün ona bir
    de çalışma odası veriyorlar. Bu sessiz sakin odada şarkı ezberlemek için oturduğu bir anda
    telefonu çalıyor: sana iyi bir haberim var, ezberlemesen de olur! Yarın Cafe kapalı.
    Kız hoşlandığı çocuğa bir kez bile hediye almamış. O kadar üzgün ki bu durumdan dolayı, bir
    gün ona bir bilgisayar alıyor. Bilgisayarın içine de kendi resimlerini koyuyor. Bu hediyeye
    bayılıyor çocuk!
    Kız hoşlandığı çocuğa bir çocuk vermek istiyor ama ne yazık ki çok hasta oluyor. Bebek ölü
    doğuyor!
    Bu arada sokak çocuğunun ailesiyle olan ilişkisinin çok kötü olduğunu, aslında çocuğun o
    kaba lafları ederken ailesinden yakındığını ama onlar gibi konuştuğunu anlıyoruz: abla senin
    paran da temiz denilemez yani! Anlıyor musun?
    Kızın ailesi çok mutlu! Kız modern bir görünüm sergiliyor diye. Kız nihayet evlenecek diye.
    Kız okumasa da iyi bir işi oldu diye. Hoşlandığı çocuğun ailesi de kız için sevinmek şöyle
    dursun, sürekli eleştiriyorlar. Bu kız hiç Cafe’den çıkmaz mı? Bu nasıl bir ilişki ki siz şimdi
    evleniyorsunuz? Neden bizi ziyarete gelmiyor? Bu kız çocuk denilince neden bembeyaz
    kesiliyor?
    İki aile işlerini birleştirmeye karar veriyorlar. Kızın babasının mobilya dükkanıyla çocuğun
    ailesinin hediyelik eşya dükkânı ortaklık kuruyor. Çocuklar işin başına geçmeye hevesli değil.
    Cafe sahibi ile kızın arasında çok değerli bir ilişki var bunu iki aile de gözden kaçırıyor.
    Kızın arkadaşlarının ailesi çok iyi insanlar ama kızın oturduğu eve taşınmak ve konağı satın
    almak istiyorlar.
    Bu ülkede kanunlar var... elbette. Her ülkede olduğu gibi, burada da var. Kanunlara göre
    yaşamak bu kadar zor olmamalıydı. Bağırmak yasak mesela ama kızın kafasının içinde yine o
    ses: kadın kadın, evli sayılırsın artık.
    Kız hırsız olmadığını ispatlamak için ne yapacağını bilemiyor. Benim ihtiyacım yok ki o
    erzaklara, ben zaten Cafe’ye ortağım, neden erzak çalayım. Bu çok saçma, diyor.
    Kızın hoşlandığı çocuk kızla on yıl evvel tanışmış olsaydı hayatı daha mı kolay olurdu,
    bilemiyor. Sen ilkokuldayken nasıl bir öğrenciydin? Kıza bu soruyu soruyor ama konuyla bir
    ilgisi yok, cevabı tam olarak dinlemiyor.
    Kızın hoşlandığı çocuk Cafe’de bir yenilik yapmak istiyor. Cafe’nin kapanmaması için
    gerçekten de bir yenilik lazım olduğunu düşünüyor. Kızın davet edildikleri yaşgünü
    partisinde şarkı söylemesine izin vermiyor ama Cafe’de hayatın daha kolay olması için
    çalışıyor. Bir gün bizim kız orada, gündüz saatleri, işler az, müzik var... kızın hoşlandığı
    çocuk kıza: burada mutlu bir gün partisi verelim. Sadece mutlu olduğu için gelsin insanlar.
    Kimse çok da mutlu değilmiş meğer!
    Kız o gün güzel giyinmiş, elinde bir gitar var... peçeteler, bardaklar hazır. Her yer süslenmiş
    gibi. Özel bir gün olduğu belli. Cafe dolup taşıyor ama bir aksilik oluyor -kızın bir lafı
    herkeste şüphe yaratıyor: Bugün benim en mutlu günüm.
    Kimsenin de en mutlu günü falan değilmiş. O gün yüz ameliyatı olmuş birinin bizim kıza çok
    benzediğini görüyoruz. Kimliğini de değiştirmiş... herkese şaka yapıyor -ben aslında şarkı
    söyleyeceğim birazdan diye. Neyse ki o da olmuyor.
    Kızı söylediği bir şarkı yüzünden aşırı çok alkışlıyorlar ama kızın hoşlandığı çocuk bu
    duruma anlam veremiyor.
    Her şey yolunda gidiyor, ufak tefek aksaklıklar hariç her şey iyi derken, kız bileklerini kesen
    bir kız görüyor ve onu durdurmaya çalışıyor. Umarım intihar etmemiştir. Kızı tanık olarak
    götürüyorlar. Hiçbir şey tatlıya bağlanmıyor ama kimse ölmüyor da.
    Huzur içinde yaşayan kızın anne ve babası: bize anlatma bunları, yaz sen, diyorlar. Kızın
    yazıları çok fazla eleştiri alıyor -fazla gerçekçiymiş!
    İnsanlar kardeşçe yaşayabilirler mi? İnsanlar zaten kardeşçe yaşıyorlar... herkes buna uyum
    sağlayabilir mi? Bunların cevabını bilmeyen bir kız ama sorgulamak zorunda kalıyor bazen...
    Herkes kardeşçe yaşıyorsa, kendisi de bu kadar dürüst bir kızsa, neden psikolojik sorunları
    olsun? Neden ses duysun?
    Karşı komşusuyla bir gün alışverişe gidiyorlar. O kadar mutlular ki, hiçbir şey düşünmek
    zorunda değiller ne de olsa! Kız birden “biz seninle neden daha önce karşılaşmadık yahu”
    diyor. Karşı komşusu da kıza -ben biliyordum senin beni seveceğini, anlaşacağımızı ama
    senin işlerin yoğundu, diyor.
    Kızın hoşlandığı çocuğun işleri o kadar yoğun ki, artık görüşmeleri mucize gibi bir şey olmuş.
    Gece çalışan çocuk sabahları uyuyakalıyor, sabahları işe giden kız gece yorgun. Bu durumdan
    rahatsızlık duyan Cafe sahibi de –ben sizin için her şeyi yaparım çocuklar. Burayı satarız
    gerekirse, bir köye yerleşiriz. Siz de daha mutlu olursunuz, diyor. Bir köy hayali kuruyorlar.
    Kızın annesi bizim kıza “sen de az değilmişsin, nasıl tavladın ama çocuğu, vallahi seni sevsin
    bana yeter” diyor. Bizim çocuğun ailesi ise kızın işine ve ailesine düşkünlüğünden memnun
    değiller. Bize hiç vakit ayırmıyorsun, diyorlar.
    Kızın ailesi kızın hoşlandığı çocuğun ailesi ile bir tatil yerinde karşılaşıyor ve birlikte tatil
    yapıyorlar. Tatilleri birlikte geçirmek harika bir fikirmiş!
    Kardeşçe yaşamak demişken, bizim kız bir kızlar partisi düzenliyor. Gündüz vakti tıklım
    tıklım olan Cafe inanılmaz anlar yaşıyor. O sırada çalan şarkı: sağdan gitsen beni görürsün,
    soldan gitsen annemi... sen ne acayip bir kafasın, yoksa hep böyle şaka mısın?
    Kardeşçe yaşamak anlamında olanlar o kadar şahane ki, kızın hoşlandığı çocuğun
    arkadaşları da bu kervana katılıyorlar ve bizim kıza bir hediye alıyorlar -pijama ve terlik.
    Kıza -bu pijamaları giydikçe bizi anımsa diyorlar.
    Saygı çok hassas bir konu. Kıza olan saygısı nedeniyle hoşlandığı çocuğun kendini
    değiştirmeye niyeti var. Artık daha çok kitap okuyacak, daha fazla film izleyecek, daha çok
    yürüyüş yapacak ve de daha zekice konuşacak! O kadar akıllıca ki bunlar bizim kız
    mutluluktan uçuyor.
    Kız kendi ailesinden görmediği saygıyı hoşlandığı çocuğun ailesinden görüyor: gel kızım, kal
    bizimle, bizim yaşa, bizimle yemeğe gel, bizde kal. Kızın ailesi bu durumda ne yapacağını
    şaşırıyor ama sorun da değil hani... saygı hassas nokta. Kıza saygı duydukları bir konu haline
    geliyor bu.
    Kız Cafe’de müzisyen olarak görmediği saygıyı garson olarak görüyor. Ne şeker bir garsonsun
    sen öyle diyen biri aslında ne demek istediyse, bin kez özür diliyor –ben sizin şarkınızı
    beğendim aslında diye. Garson olarak çok kibar olduğunu ve belki de aslında garsonluğa
    daha yatkın olduğunu söylüyorlar kıza. Bunun adı da saygı oluyor. Çorbanızı
    beğenmediyseniz geri götürebilirim!
    Kız okulda aldığı notları bir yana diplomasını buluyor. Okuldaki öğretmenlerinin bir lafını
    anımsıyor: kimse seni üzemeyecek bu hayatta. Ama dikkatli ol.
    Kız hayatını kazandığı günlerden dolayı çok saygı görüyor. Artık istediği yerde tatile gidebilir
    ama vakti yok gerçi, enerjisi de yok fazla.
    Kız ayrıca da o kadar küçük çocuğun olduğu bir parka arkadaşıyla gittiklerinde epeyce
    sıkılıyor -salıncakları kırmışlar. İnanamıyorum, diyor. Çimlere basmışlar. Onları tamir
    ettiriyorlar ve bunu büyükbabalarına anlatıyorlar.
    Büyükbabaya olan saygı çok yüksek. O her türlü saygıyı hak ediyor!
    Cafe’ye hiç müzisyen gelmediğini fark ediyorlar.
    Kız gözünün önünde arabanın birini ezip, hem de geri vitese takıp, süratle ezip kaçtığına
    inanamıyor. Yerde yatan bayana yardım etmek istiyor. Hemen onun yanına gidiyor.
    Giderken yine polisi arıyor. İfade veriyor. Bayanı alıp hastaneye kaldırıyorlar. Durumu çok
    da ağır değil ama psikolojik olarak büyük bir sarsıntı yaşamış.
    Kız Cafe’de olanları anlatıyor ve “bizim moralimizi bozma şimdi, şarkı söyle” diyorlar. Kız
    söylemek istiyor ama sesi pek iyi çıkmıyor, sonra da ağlıyor. “Aslında, ben bugün kendi
    şarkımı size sunacaktım” diyor. Müşterilerden biri “sun bakalım” diyor. O da vaz geçtiğini,
    söylüyor. Bugün ona sesim yetmeyecek korkarım. Üzgünüm. Bugün sizi hayal kırıklığına
    uğrattım. Buraya sürekli gelen on kişiden birisiniz üstelik de. Gündüz hiç bu kadar dolu
    olmazdı burası. Gözlerim yaşardı. Bir şeyleri başardığımızı hissettim ben. Çok teşekkürler.
    Bu tarz bir konuşma yapıp konuyu değiştiriyor. Hoşlandığı çocuk da istersen konuşmayı
    keselim ve söyle, diyor.
    Kız eve gittiğinde de olanları anlatıyor ve ailesi ne yazık ki bu tiplerin çoğaldığını, bu tip
    olayların sık görüldüğünü söylüyor.
    Kız eski iş yerine gitmek zorunda kalıyor... oradan alması gereken bir para varmış, eski
    hesapmış, henüz kapanmamış falan. Kız kendi masasında oturan yeni çalışan kızla uzun
    uzun sohbet ediyor. Kendisine orada çalışmanın keyifli olduğunu. O günlerden de mutluluk
    duyduğunu. Özellikle müşterilerden biriyle buluşurlarsa ona kendisi için de çilekli kek
    götürmelerini... söylüyor. Çilekli keki ben de sevdiğim için, sorun yok ama burada herkes
    sevmez ona göre, diye de bir tüyo veriyor. İşi neydi tam anlayamıyoruz ama sevimli bir hali
    var, o günleri özlemiş gibi görünüyor. Olan biteni unutmuş. Mutlu!
    Kız eski iş yerinde de kazadan bahsediyor ama herkes başına toplanıyor. Öyle mi oldu? Nasıl
    oldu? İnsanlar dinliyorlar. Merakla kıza bakıyorlar. Kız: ya işte böyle, sonra da bayanı
    hastaneye kaldırdılar. Neyse ki bir şeyi yok. Ben çok kötüyüm! Psikolojik olarak bu konuyu
    atlatamıyorum ben. Kaçmasına nasıl göz yumdum. Plakasını alabilirdim. Kadına
    bakakaldım. Benim hatam.
    Hırsızlar işi ticarete dökmüşler, çaldıkları eşyaları satışa çıkarmışlar. Çalıntı olduğunu
    kendileri söylemese anlamayacağız.
    Bizim kız “beni nasıl erzakları çalmakla suçlarsınız” diyor gene bir gün. O konuyu
    atlatamamış. Cafe’den biri de kendisinin hırsızları bir bakışta tanıdığından söz ediyor. O gün
    sizde hırsız tipi vardı.
    Kızın hoşlandığı çocuk gazetede gördüğü adamı Cafe’de görüyor. Adam hırsız değil mi ya,
    ben daha bu sabah gazeteden okudum. Kız o gün gazete falan okumadığını belirtiyor. Akşam
    annemlerle izleyeceğim.
    Bu arada kızın eski iş yerinden birinin de yüklü miktarda borç alıp kaçtığı ortaya çıkıyor.
    Suçu bizim kızın üstüne attığı bir başka olaydan tanıyoruz adamı, kıza “sen işini doğru
    yapsaydın, bugün biz o toplantıda kazanan taraf olurduk” diyor. Kız kendisine çilekli kek
    ikram ediyor. Çocuk da yemeyeceğini söylüyor.
    Kızın aklı Cafe’deydi zaten canım. Sürekli çilekli kek yerdi, diye kızı arkadaşlarına anlatıyor.
    Kız çok sakin bir şekilde mikrofonu eline alıyor ve hoş geldiniz bile demeden şarkısını
    söylemeye başlıyor.
    Kız eve gittiğinde olanları anlatıyor, bu sefer de annesi kıza “benzetmişsinizdir” diyor.
    Bizim kızın arkadaşı olan hoşlandığı çocuk ile kızın akşam telefonda konuşmaları var. Kız bir
    an önce telefonu kapatmak istiyor. Annemler bozulur şimdi. Bütün gün aynı iş yerindeyiz
    zaten. Neden şimdi konuşuyorsunuz derler! Konu da çocukları olursa müzisyen mi olacak!
    Hırsızlar bizi nasıl alkışladı bugün, onu da alkışlarlar. İkisi de çocuğun müzisyen olmasına
    gülüyor. Çok şeker olur, evet. Bence de müzik!
    Hırsızın bir lafı var o gün: siz ikiniz arkadaş mısınız, kardeş mi? Çok benziyorsunuz da!
    Bunu duymaktan sıkılmış olan ikisi de telefonu kapatıyor.
    Çok değil, az sonra hırsızlar oradan depoya gidiyorlar ve eşyaları satıyorlar. Cafe’de tek bir
    satış yapamadık ama gerçekten de bizim sayemizde eğlendi millet bugün. Tuttum ben bu
    Cafe işini. Onlara da satalım. Satalım değil mi? Satalım satalım!
    Şehir hayatının aksiliklerinden sıkılmış olan kız yine eski günlerdeki gibi kırlara gitsek, diyor
    ama vakitleri yok. Şehrin en sevdiğim yanı, diyor kız, yemekleri. Her çeşit yemek var. Bizim
    Cafe gibi.
    Kız hayatının en güzel gününü yine aynı şehirde bir sinema salonunda geçirmiş. İlk sinemaya
    gidişini anımsıyor. Yıllardır tek bir film bile izlemedim, diyor kız.
    Annesi de şehirde alışveriş yapalım kızım, bana ancak senden hayır var. Bak alamadım kaç
    yıldır istediğim gibi bir pantolon. Birlikte gidelim bakalım. Bizim köşedeki iki sokak öteye
    taşınmış, butik, oraya gidelim.
    Şehir gerçekten de bütün güzelliğini sergiliyor. Şehrin harika manzarası karşısında
    büyüleniyor bizimkiler. Cafe’ye yürüme mesafesinde muhteşem bir görüntü var.
    Balayını hiç konuşmadık, diyor kızın arkadaşı olan hoşlandığı çocuk. Nereye gideceğiz? Kız
    bunu konuşmak için erken olduğunu, daha annesinin babasının rızasını bile almadıklarını
    söyler. Çocuk bozulur ama kavga etmezler.
    Kızın bu durumunu fırsat bilen çocuk kıza daha basit bir soru sorar: acaba on yıl sonra
    nerede olacağız? Geceleri işler epey iyi. Gündüz gibi değil.
    Kızın cevabı: bence ikimiz de aynı yerde olacağız ama Cafe taşınmış olacak. Daha büyük bir
    yerimiz olacak.
    Bunun karşılığında o da bence öyle olmayacak. Bence ikimiz de başka bir şehre gidip bu
    hayata bir son vereceğiz, der.
    Bu hayata bir son vermesi gerekmektedir demek. Oysa mecburlar, çalışmaya mecburlar!
    Kızın yeni arkadaşlarından biri Cafe’de bizimkileri göremeyince çıkmış gitmiş. Bir de not
    bırakmış: sizi çok özledim, yoksunuz ortalıkta bugün. Umarım ikiniz de iyisinizdir. Ben size
    bir iş teklifinde bulunacağım. Mümkünse yaş günümde bizim eve gelip söyler misiniz? Para
    sorun değil. P.S. Hem de gündüz.
    Hırsızlara döneriz: bizim sayemizde eğlendiler.
    İnsanın iç yolculuğu bir aşk hikayesi içeremezmiş gibi dejenere edilmiş gibi görünüyor. Kız
    kâğıtlara “aşk şiirleri” yazmış ve bunları Cafe’de şarkı olarak okuyamıyor. Üstelik de
    kendisini hırsızlıkla suçladıklarından beri Cafe’deki çalışanlardan da hiç emin değil. Bu
    nedenle yazdığı sanılıyor, oysa aşk için yazmış.
    Kız sakin bir tip olmasını sevgiye ve sevgisini de hayallerine borçlu zavallı yerine konmuş zor
    ayakta duran bir tip değilmiş gibi, kendisini sosyal konularda yazmaya zorlayanlara ne
    diyeceğini bilemiyor:
    Kızım açlık var, kıtlık var, sefalet var, hastalık var, hak var hukuk var... sen oturmuş bize
    İngilizce masal anlatıyorsun.
    Beğenmediyseniz gelmeyin diyemiyor kız.
    Hayatı çok sıradan olmayan biri olarak konuşuyor hoşlandığı çocukla:
    Kaç kız benim kadar şanslı, benim gibi erkenden sevdiğine kavuşuyor!
    Bütün o acıları çeken kendisi değilmiş gibi bir de kızı bencillikle suçluyorlar.
    Kızın konuşmaya bile hakkı yokmuş... gerçek acılar çekmemiş ki kız! Sadece hayal dünyası
    incinmiş, orada da hep bir beyaz atlı prens varmış. Oysa gerçek bu değil! Gerçek kızın
    inandıklarından uzaklaşmak istemezken çektiği sancıların aşk sancısı oluşu. Kız asıl dilediği
    şeyleri konuşamaz durumda. Mesela “biz de sizin gibi mutlu olmak istiyoruz” diyeceği bir kişi
    bile yok.
    Kız çok yalnız hissediyor kendisini. Sıradan bir gün. Cafe’yi açmış. Eski iş yerinden
    arkadaşları gelip, kızı görünce oradan çıkıyorlar. Bizi satıp giden birinin Cafe’sine gelecek
    değiliz herhalde, öyle değil mi, gibisinden. Kızın aşk hikâyesi doğrultusunda bunları yaptığını
    düşünen bir kişi bile yok.
    Aşk önemsiz bir detay gibi yaşanıyor çoğu zaman. Cafe’ye gelen kızların konuşmaları:
    Ay, benimki zaten beş gün gelmese eve ben aramam. Gene de niye eve geliyorsa! Seviyor
    galiba beni çok.
    Benimki evlendiğimizden beri işleri daha iyiye gitti. Gerçi epeyce evde oturdu aşkından ama
    artık çok mutluyuz, çalışıyor.
    Benimki on kilo verdi ayol, ben dedim de verdi. O kilolarla ne yapacaktı vallahi ben
    olmasam.
    Benimki evi üstüme yaptı da bir rahat ettik. Ondan önce kavga ediyordum her gün tabii. Evi
    de üstüme yapmazsa ederim kavga, gene olsa gene ederim.
    Kız bunları besteliyor... ama Cafe’de çalmaya çok utanıyor bu konuşmaları duyduktan sonra:
    Seni görünce anladım
    İşim, evim, neşem tamamladım
    Kendimi anca tam anladım
    Seni sevince yalanladım
    Geçmişi
    Bugün beni sevdiğin için
    Yarın güzel bir gün benim için
    İçin için seninle bir gün için
    Bir gün olur hepsi bugün de benim için
    Kalite paylaşılamıyor. Kız kendisine çok şık bir mağazadan alışveriş yapıyor ve sahne kıyafeti
    olarak her gün farklı bir şey giyiyor. Bunun üstüne hoşlandığı çocuk da kendisini yemeğe
    davet ediyor. Cafe’de geceleri çalışacakmış artık çocuk, gece de açıklarmış. Evliliklerini
    kolaylaştıran şey de bu olmuş zaten. Yoksa borçları bitmezmiş.
    Kız kendisine sunulan yüzüğü kabul ediyor. Annenlere söyledin mi, diyor. Evet, diyor çocuk.
    Eveeeetttt, sen merak etme onları, ben ayarlıyorum. Kız da nasıl merak etmem, bütün
    istediğim bir düğün değil elbette, düğün olmasa da olur. Yeter ki tanışsınlar. Beni istemeye
    gelsinler.
    Kız hoşlandığı çocuğun “çocuk olunca ne olacak, bebeğe kim bakacak” sorusu karşısında
    afallıyor. Hiç o açıdan düşünmemiş gibi de değil, düşünmüş ama çocuğu olacağına pek fazla
    inancı yok sanki. Yumurtalıklarında bir problem olabilir ama bundan emin değiliz.
    Derken bizim kız çikolatasına kadar tarif ediyor: çikolatamız bizim mahalleden olmasın, şık
    bir yerden al –La MOstro Sevi Pastanesini biliyor musun? Oradan alırsınız. Yüzükler için
    kesinlikle özel tasarım düşünüyorum, ayrıca evin mobilyaları için çok şık bir mobilyacıdaki
    indirimi yakalamamız lazım, anca öyle olur.
    Kızın hoşlandığı çocuk da, hepsi için kendi tanıdıklarına gitmek istediğini, kızın tavsiyesine
    uymakta zorlanacağını söylüyor.
    Kavga etmiyorlar ama kız çok bozuluyor.
    Cafe’den erken çıkan kız, gece çalışması için arkadaşına bol şans diliyor. Kız kara kara çocuk
    olursa ona bakmak zorunda olduğunu ve gece çalışamayacağını idrak ediyor. Oysa paraya
    ihtiyaçları var. Yeni müzisyenler bulmak zorundalar, yoksa müzik hayatları da bitecek.
    Hava kararmış ama henüz akşamın erken saatleri. Kız bir camiye giriyor. Orada namaz
    kılıyor... biraz da oturup kitap okuyup çıkıyor. Bahçesi çok güzel olan bir cami bu.
    Caminin hemen kapısının önünde bir sokak çocuğu ama yaşı on sekiz falan olan biri daha var
    yanında, kızın üstüne saldırıp, çantasından parasını alıp kaçıyorlar.
    Kız elinden geleni yapmış, duasını etmiş, ters bir yerde de değil caminin önünde ama başına
    bu geliyor. Ailesi, ne yapalım kızım, polise haber verdin mi, diyorlar.
    Kız polisle görüştüğünü, karakolda ifade verdiğini ve çantası bulunursa kendisine haber
    verileceğini söylüyor.
    Kızın odasında da tam karşısında duran oyuncak ayı birden gözünün önünden yok oluyor.
    Kız “bana mı öyle geldi” diye yakına gidiyor ama yok. Oyuncak ayısı yok. Artık yok! Anlıyor
    musun? Kendisini tokatlıyor: yok! Şu anda yok.
    Kız birden hoşlandığı çocuğun en yakın arkadaşının telefonuyla kendine geliyor: biz
    seninkiyle Cafe’deyiz, gece gelemez misin sen, belki ben de çalacağım burada.
    Kız gelemeyeceğini, düğüne yakın ailesini üzmek istemediğini söylüyor ama saldırıya
    uğradığını da söylüyor.
    Kızın eski bir arkadaşından mesaj gelmiş: biz hastanedeyiz, ben çok hastayım. Seninle de
    doğru düzgün vedalaşamadık. Umarım şimdi mutlusundur! Beni hep üzdün.
    Kız mesaja cevap vermiyor. Az önce dolu dolu olan gözlerini sinir bürüyor. Son anda bile
    bana bunu mu yapacak yani?
    Ertesi sabah bir araba gözünün önünde geri vitese takıp bir sokak çocuğunu eziyor. Sonra da
    kaçıyor.
    Özensiz konuşmalar var. Kızın aklından hiç silinmeyen lafları, arkadaşları...
    Sen beş kuruşluk hayatını kahramanlar mı yönetecek sandın?
    Sen kendi başına bu gürültüde ilahi bir güç mü duyacaktın?
    Sen eline bir kitabı aldın da biz mi okumadık sandın?
    O kadar düşünceliymiş de niye terk etmiş seni?
    O kadar seviyormuş da neden bir şeyler yapmamış seni bulmuşken?
    Neden adını göklere haykırmıyor da küçücük Cafe’ye tıkılıyor?
    O kadar akıllı da neden müzisyen?
    Herkes kızın hoşlandığı çocuğu zayıf yerinden vurmaya çalışıyor. Genç olmalarına rağmen,
    bizim kız ve hoşlandığı çocuk:
    Sen neden evlat edinmeyi düşünüyorsun şimdiden? Belki çocuğumuz olur!
    Çocuk isteyen birine benzemiyordun seni ilk gördüğümde!
    Çocuk istemiyorsan süper zaten... gel takılalım!
    Gezelim biraz ne dersin? Yakında her şey daha güzel olacak.
    Bu Cafe’yi yuvamız gibi seveceğim, hep seveceğim.
    Seninleyken hayattaki her şey daha gerilerde kalıyor...
    Bunların gerçek olduğuna inanamayan kızın lafları:
    Seni sevmeseydim bu kadar beklemezdim.
    Seni sevdiğim için hayat daha kolay geliyor bana, onca dert.
    Seni hayallerimde yaşatmak çok güzel ama gerçek olsun isterdim
    Seni arayamamak bana çok acı çektirdi.
    Seninle görüşmek için beş gündür annemlere yalvarıyorum.
    Seni sevmemin tek nedeni sen değilsin... geleceğimiz.
    Kızı Cafe işi için çocuğu sevmekle suçlarlar.
    Bir gün bizim kız yollarımız keşke daha önce kesişseydi seninle, der hoşlandığı çocuğa. Sen
    annemlere evlenelim diye yalvaracağına, ben neden annemlere görüşmek için yalvarayım,
    der ona. Kalbi bu duruma alışıktır ama zihni almamaktadır artık. Güzel bir gün olduğunu
    söyle sonra da. Güzel bir gün ama sen hiç konuşmuyorsun. Bana evlenme teklifi edeli bir yıl
    olacak neredeyse, bir daha hiç konuşmadın.
    Bunları bir teşekkür eder belki diye söylemiştir ama hoşlandığı çocuk sadece özür diler.
    Oysa çocuk konusunu konuştuk biz seninle, konuşmadık mı? Neden bu kadar üzüyorsun
    kendini. İstediğin hayatı yaşıyoruz işte. Cafe’miz var. Paramız var. Çok uzatmayız, evleniriz.
    Kız buna çok sevinir... demek sandığı gibi altı yıl yoktur evlenmelerine. Bu durumda
    arkadaşları:
    Biz zaten seni ihtiras tuzağına düşürmeye çalışıyoruz. Senin ayağını biz kaydıralım da canın
    az yansın. Biz olmasak yanarsın!
    Kızlar partisi falan olmaz ama... kızlar daveti geri çevirirler. Biz seninle küseli yıllar oldu. O
    kadar gecikmiş bir düğüne bizi çağırman gereksiz zaten. Bizim kız:
    Düğün değil bu, kutlama sadece. Cafe'de olacaktı. Arkadaşlar gelmese de cafe’de olur bir
    şeyler. Sizi görmüşken söyledim sadece. Hoşça kalın o zaman.
    Ondan sonra kız da cafe’nin kendilerine kapalı olduğunu. Artık evlerine de gelmemelerini
    falan söylemek zorunda kalır. Kızı gene tatile çağırıyorlar. Başka bir çocuk varmış, onu
    ayarlayacaklar!
    Bu kadarı da fazla ama... bir özür dileyeceğiniz yerde oturmuş gene aynı şeylere
    gülüyorsunuz ağlayacağınız yerde.
    Kız annesine ve babasına bir konuda danışır. Anne, evimiz size çok olmasın diyorum, ne
    dersin.
    Anne: Erkekler kaynanasına yakın oturmaz!
    Hastalıklar çok zor yaşanıyor, hastalık konusundan bahsetmek ise hafife alınıyor. Kız bir gün
    grip olmuş, hoşlandığı çocuk:
    Sen o gün hırkanı giymemiştin ondan olmuştur. O gün aslında bahçede de yağmurda
    yürüdük biraz belki ondan oldu. Ben sana bulaştırmışımdır, gerçi bende nezle yoktu, yine de!
    Kızın yeni arkadaşları hikayeler anlatıyor:
    Bir gün bu böyle hastaydı yine, nasıl ama hasta gel diyorum ayağa kalkacak hali yok. Ben
    gelemem dedi, sen gel falan da demedi yani. Ben de sürpriz yaptım gittim bir de kıza dolma
    yaptırdım. O halde ayağa kalkarsan iyileşirsin, güçlenirsin dedim. Gülmekten ölüyordum.
    Bir gün sen hastayken nasıl miden bulanıyordu hani biz de seni oradan alıp hiç içmediğin
    çorbayı iç diye işkembeciciye götürmüştük. Ay işte işkembeci, her neyse!
    Sen gene böyle hastaydın, bak bunu bilmez o yanındaki çocuk, müzisyene de nezle grip
    yakışıyor be! Sesin puslu çıkar akıllım.
    Sen gerçekten sadece nezle olsan bir kere ben bilirim. Bu başka bir şey bence. Derhal doktora
    git ve anlat. Buralarda hepimizi hasta edeceksin. Hem cehalet çok iyi bir şey değil. Ben
    internetten araştırdım, senin gibi hasta yok. Artık ıhlamur dokunuyor mesela nezle olanlara.
    Senin haberin yok.
    Kız arkadaşlarının bu laflarına aldırış etmez ama bir laflarıyla da sonunda yıkılır, bayılır:
    Sen doktora gitmesen de halinden belli! Ruh hastasısın sen. Sanatçılar oluyormuş. Yoksa biz
    de bulurduk bir düdük.
    Çocuklar olunca insanların yaşam tarzı mecburen değişir sanılıyor. Huylu huyundan vaz
    geçer mi? Olan bizim kıza oluyor. Kimse onunla uğraşmaktan vaz geçmemiş ama herkes
    edepli takılıyor. Kızın bütün arkadaşları evlenmiş. Kız onların düğününe de zorla gidiyor ve
    bir daha görüşemeyeceklerini söylüyorlar kıza: senin hayat tarzın artık bizi aşar.
    Tam o sırada fakir ama iyi kalpli bir aile görüyoruz. Bebeklerini çocuk esirgeme kurumuna
    bırakmışlar ve de kadıncağız ağlamamaya çalışıyor. Çocuk okula gidecekmiş nasılsa, bari iyi
    bir okulda okusun diyorlar.
    Kız ne de olsa Cafe’ye ortak oldum ben, diyor. İşlerim yoğun evet, görüşmeyelim.
    Görüşmeme dileğiyle sona eren düğünlerden sonra, kız iyice yalnızlaşıyor. Cafe’ye bile
    gelmeyen arkadaşları artık kendisini üzmeyecekler ve kendi hayatına bakacak diye bir
    yandan da mutlu.
    Bir gün kız küçük bir çocuğun kendisine verdiği akılları anımsıyor. Sokak çocuğu: abla sen
    bu sokaktan yürüme. Abla müzisyene para verme. Derken tam o sırada kapının önüne bir
    çocuk geliyor. Bu o çocuk! Abla bana para versene, paran var mı? Ekmek alacağım. Kız
    çocuğun ekmek alacak parası olmadığına inanamıyor. Cafe’den ona yiyecek bir şeyler
    ayarlıyor. Çocuk, para versen daha iyiydi diyor. Sigara alacağım! Biz içiyoruz abla. Bütün
    kardeşlerim içiyor. Sen sakın başlama!
    Kız parka gidiyor ve hoşlandığı çocukla buluşuyor. Eh, diyor... artık seni seviyor olmakta
    haksız da sayılmam. Söyle bakalım. Planların nedir? Kızın hoşlandığı çocuk parktaki
    çocuklarla oyun oynuyor ve onlara masal okuyor. Gayet güzel bir hayatları varmış gibi...
    mutlular. Bu çocuklardan biri bizimkilere: siz kardeş misiniz? Çok benziyorsunuz da!
    Kız eve gidiyor... evde komşusunun oğlu var. Annemler kavga ettiler, artık boşanmaları lazım
    bence. Madem sevmiyorlar ayrılsınlar. Beni annem büyütsün. Babama da giderim arada.
    Kızın arkadaşları bir gün kızın evindeler. Kıza anne babalarının sevgisizliğini anlatıyorlar:
    keşke ölseler! Belki ömrümüz uzar. Bizim ömrümüzden çalıyorlar artık.
    Kız neden hep aynı tip sorunlu arkadaşları hayatına çektiğine anlam veremiyor.
    Ailelerde baskı yönetimi çok ön planda gibi görünüyor. Kız hoşlandığı çocukla birlikte vakit
    geçirsin veya geçirmesin çok önemli değil, kıza sürekli ne yapması gerektiğini söylüyorlar.
    Üstüne düzgün bir şey giy. Az yemek ye. Kahve yap bize. Kız bunları memnuniyetle
    karşılıyor. Onların isteklerini başının üstünde tutuyor.
    Kızın hoşlandığı çocuk ise daha kendi ailesine konudan bahsetmemiş bile. Ne evlilik var
    ortada ne de bir plan onlara göre. Sadece bir Cafe var, o da başka şehirde yaşadıkları için
    ziyaret edemeyecekleri bir Cafe.
    Bir gün Cafe sahibi bizim kıza neden o kadar yorgun olduğunu, yoksa ortaklıkla ilgili
    endişeleri mi var diye meraklandığını söylüyor. Bizim kız “benim endişelerim yok ya sizin”
    diyor. Geceleri kapalı oldukları için bazı maddi sorunları olduğunu, madem üç kişiyiz
    geceleri de açabileceklerini söylüyor ama bizim kız ailesinden bunun için izin alamıyor.
    Evlenseler işi olacak, işi olsa evlenecekler çelişkisinden bir türlü kurtulamıyor. Hayatı
    düzgün yaşama şansı hiç yok! İyi ya, müzisyensin sen, diyor yakınları. Sen sadece şarkı
    söylemek için yaratılmışsın.
    Bir gün adamın biri çeke çeke kızını Cafe’den alıyor! Vay, senin ne işin var Cafe’lerde. Kızın
    elinden bir şey gelmiyor. Lütfen burada olay çıkarmayın beyefendi diye araya giriyor. Adam
    oğlunu arıyor tam o sırada “beni bizim kahvede bekle oğlum, ben şimdi kızı eve sokacağım,
    sokakta buldum onu.”
    Babası tarafından baskı gören kız “burada işe girebilir miyim, diyor ve babasına bir daha eve
    dönmeyeceğini söylüyor. Böylelikle bir işi oluyor bir anda.
    Kız eve gidiyor. Kedisi yatağının üstündeymiş diye hayvana demediğini bırakmıyor annesi
    kızın, ne işi varmış yatakta. Kız “anne ben izin verdim” diyor. Anne: yok ya, sen izin de mi
    verebiliyorsun artık kendine. Burası babanın evi kızım. Bizim kurallarımız geçerli!
    Kız duyduğu bir sesle irkilir: uyan kadın uyan, artık evli sayılırsın! Bu korkunç sesin nereden
    geldiğini anlayamıyor. Kızım lütfen şu televizyonu kıs, diyor annesi. Oysa televizyon kapalı.
    Kızın evinin önünde bir bando var. Her gün kapının önünden müzikle geçiyorlar kız da bunu
    hoşlandığı çocuğun ayarladığını düşünüyor. O bandoyu sen mi yolladın? Yoo!
    Kız sadece müzik düşündüğü bir gün hoşlandığı çocuğun kendisine yazdığı şarkıyı
    anımsamaya çalışıyor. O şarkıyı da Cafe’de çalsak ne olur diye. O gün kendisini hırsızlıkla
    suçluyorlar ve şarkı karambole gidiyor: sen Cafe’den erzak mı yürüttün? Erzaklar bitmiş!
    Şarkının sözleriyle birebir alakalı olduğu için kız bu sorunu yaşadığına iki kez pişman oluyor.
    Şarkı anlamını ve özelliğini yitiriyor.
    Kendisinin sosyal konular hakkında şarkı yazmasını, özel evlilik teklifi şarkılarını Cafe’de
    söylememesini öğütlüyorlar. Yeterince insanlara hitap etmiyormuş yazdıkları. En iyisi sadece
    piyasadaki şarkıları söyle sen, diyorlar kıza.
    Kız gerçekten de o sesi tekrar duyduğunda Cafe’de: uyan kadın uyan, artık evli sayılırsın!
    Senin şu müziğin için çalıştık bu hafta diyor bazı gelenler... Cafe’de seni dinlemek için hafta
    sonunu iple çektim ve nihayet buradayız biz de. Fakat bunu söyleyenler kıza daha fazla şarkı
    bilip bilmediğini soruyorlar. Kız da aslında eklemek istiyorum biraz, var sevdiğim şeyler
    diyor.
    Artık sabahtan akşama kadar söylesen yeridir. Burası senin de mekânın. Biz seni buranın bir
    parçası olarak görüyoruz, diyor gelenler.
    Hoşlandığı çocuk kendisini evine davet ediyor. Kız gitmeyince kavga ediyorlar!
    Cafe'de kavga: gidemezsin bir daha evine kızım. Sen benimsin artık. Benim evimde
    yaşayacaksın.
    Genç bir çift ayrılmayı başaramıyor.
    Kız Cafe’de geç saatlere kadar çalışmak için izin istese de evin düzeninin eski iş yerindeki gibi
    işlediğini fark ediyor. Eski iş yerinden bir arkadaşı arayıp başka bir Cafe’de buluşalım, diyor.
    Bir yer var, benim evim gibidir. Herkes tanır beni orada.
    O gün deprem oluyor. Kız kendisini sokakta buluyor. Pijamalarla fırladığı gibi sokaktan eve
    adımını atamıyor. Korkuyor. Ya gene olursa, bir daha olursa? Kızın ailesi de tatile gitmiş.
    Kızın hoşlandığı çocuk ortalarda yok. İş yerinden biri gelmiş: ben seni korurum, kollarım,
    bakarım! Kız “polisi arayacağım ben, onlar bana yardımcı olur” diye düşünüyor.
    O sırada polis yoldan geçen birine “size yardımcı olabilir miyim, burada ne işiniz var?”
    Kız, memur bey, bu arkadaş da tam gitmek üzereydi. Siz yardımcı olur musunuz? Bizim
    apartmanın korumaları iş başında değil galiba, sizi bulabildim.
    Apartmanın korumaları o sırada bakkala gitmişler, meyve suyu alıyorlar.
    Kız da meyve suyunu içiyor. Sokaktan eve gidemediğini ve hoşlandığı çocuğu o an rahatsız
    etmek istemediği gibi şeyleri düşünüyor. Mecburen rahatsız edeceğim galiba onu, diyor.
    Arıyor. Bizim çocuk uyuyor ve telefonu açmıyor. Bir daha beni bu saatte arama, yazılı olan
    whatzup hesabına bir mesaj atıyor kız. Deprem oldu. Duydun mu? Çok korkuyorum!
    Kız cafe açılınca sabah erkenden Cafe’ye gidiyor. Hoşlandığı çocuk da orada: annenler tatilde
    mi? Sen neden yalnızdın? Niye korktun? Vs. Vs. Konuşuyorlar.
    Kız: bir daha o eve giremem ben.
    Sokaktan boza satan bir çocuk geçiyor: abla boza al, açılırsın, cafe’de de iyi gider hani.
    Boza alan kız: çocuktan al haberi!
    Kaybolan değerler var. Ailenin üzerine kurulu olduğu değerlerle oynanmış, dönmüşler aileyi
    baştan sorguluyorlar. Kız çok yorgundur. Keşke der, anneannemler de bizimle otursalar! Ne
    iyi olurdu. Bütün bunlar yaşanmazdı. Sakin bir hayatımız olurdu. Bütün arkadaşları kızın
    anneannesini ziyarete giderler.
    Kızın ilk günlerdeki neşesini kaybettiği ilişkisi bir şekilde sürmektedir ama kimse bu gizli
    kapalı yürüyen şeyin ilişki olduğuna inanmaz. Kızın gözünü açmak isterler: tam sana göre
    biri var ama dikkat et kaçırma çocuğu! Kız hiç tanımadığı birini nereye kaçıracağını
    anlayamaz. O kadar yorgundur ki yorgunluktan konuşamaz bile. Keşke der, öyle bir sistem
    olsa ki, sevgiliyiz biz diye hocaya gitsek, biz evlenene kadar bize dua okusa. Kızın bütün
    arkadaşları kız için dua etmeye başlarlar.
    Kızın hoşlandığı çocuk kendisini süper-star sanan bu kızla nasıl baş edeceğini bilemez. Sen
    evde otur, ben her şeyi hallederim demesi için artık çok geçtir. İlişkileri bir Cafe’de şarkı
    söylerken başlamıştır ne de olsa. Kız keşke der, işimizi konuştuğumuz kadar evimizi de
    konuşsak. Kızın bütün arkadaşları işten çok evini düşünmesini isterler ve kıza iş bulurlar, ev
    bulurlar.
    Sokakta yürürlerken bir küçük çocuk görürler, çocuğun elinde bir okul çantası var ama içi
    boş, içinde bir tane defter var sadece. Çocuk her şeyini okulda bırakmış ve de okulu bırakmış.
    Çocuğun bu durumuna çok üzülür kız ve keşke yapabileceğim bir şey olsa der.
    Kızın iş yeri gezisi vardır. Kız katılmak istemez ama eğitim de olacaktır. Oradan aldığı bir
    ödülü haber vermek için hoşlandığı çocuğu arar. Çocuk kızı tebrik etmez. Üstelik de geziye
    gittiği için kendisine çok kızmıştır. Dönüşte ise bir sürprizi olacaktır kıza. Kız ne olduğunu
    çok merak ettiği için dönüşte çocukla buluşur. Çocuk bir şarkı yazmış! Gitarla! Kız keşke der,
    hep sen böyle bana şarkı söylesen. Kızın bütün arkadaşları şarkı söylemeye başlarlar.
    Eve geç kaldığı için kıyametler kopar ama bir şekilde sıvışır bizim kız. Keşke şu izin konusu
    sorun olmasa der, kız. Evet, der hoşlandığı çocuk. Kıza evlenme teklif eder! Kız kabul eder.
    Sebep olarak çocuk “senin işten ayrılmanı istiyorum” der. Kız da keşke beni sevdiğin için
    olsaydı, der.
    Hayat yeni yeni anlam kazanmaya başlamıştır. Hayatın belli standartları olduğunu düşünen
    kız artık sanata kendini vermeye karar vermiş! Hayatın anlamını sorgulayan yapısı ön plana
    çıkıyor. Hiç konuşulmamış olması gereken şeyler konuşulmuş, konuşulmuş olması gereken
    şeyler ise konuşulmamış fark etmezmiş gibi yaşayan bazı insanlar var. Kız olup bitenlerin
    içinde kaybolmadığına dua ediyor... önünde uzun bir hayat var. Herkes bunun yeterli
    olduğunu söylüyor.
    Bir ağaca bakıp onunla konuşmak nasıl sıradan bir şey değilse, düşünmek de asla sıradan bir
    olay değil. İnsanlar düşünceleriyle var veya yoklar. Cafe sahibi tekrar yanında çalışmaya
    başlayan bu genç çifti mutlulukla karşılıyor. Eski müzik grupları yok ama bir gitar ve bayan
    vokal çok şekerler. Herkes onları çok şeker, çok şirin, çok tatlı buluyor.
    Kız bu durumu iyi değerlendirmek istiyor ama müzikleri hüzünlü slow şarkılar, bunun
    nesinin şeker olduğunu anlayamıyor.
    Kızın annesiyle babası da onları izlemeye gelmiş. Artık işler ciddiye biniyor ve gururlular. Kız
    sonuna kadar direnmiş, her türlü savaşı tek başına kazanmış gibi...
    Kız bir gün “bu saatten sonra biz ancak küçük bir evde yaşarız ve de bu Cafe’den başka yere
    gidemeyiz. Cafe’ye ortak mı olsak” diyor.
    Cafe'ye ortak oluyorlar. Bu evlenmelerine daha beş altı yıl var anlamına geliyor. Kızın
    arkadaşları bu durumu ilgiyle karşılıyor. Harika bir haber bu diyorlar.
    Kız hayatı sorgulamaya başlıyor. Çok istediği Cafe işiyle müzik işi gene evliliklerinin önünde
    bir engel.
    Bu durumda sevmiyorsundur, diyorlar kıza. Hayatı sevgi için bir savaşa dönüştürmüş olan
    kendisiymiş gibi oluyor. Bu devirde bu rahatlık! Sen biraz fazla güvenmişsin bu çocuğa!
    Cafe sahibi olmak bir yana, işlerden başını kaldıramayan kız gerçekten de işten ayrılmak
    zorunda kalıyor. Hep ikinci işi gibi hissettiği şirketteki işinden ayrıldığı için kendisini
    suçlayanlar sıraya giriyor.
    Kızın hoşlandığı çocuk bir gün kendisi için kavgaya tutuşuyor ve polis geliyor. Hepsini alıp
    götürüyor. Kız sevgi nedir diyebildiği sayılı günlerini korku içinde yaşıyor.
    Bir gün Cafe’ye gelen bir grup adam hapis anılarını anlatmaya başlıyor. Susmak bilmiyorlar.
    Arabayla giderlerken aldıkları cezalar nedeniyle hapse düşen kızın arkadaşları hapse para
    getirmesi için kızı arıyorlar. Kızın o kadar parası yok diye kıza sinirleniyorlar.
    Kız internette “sevgi sevginin tohumudur” dediği bir yazı yüzünden hapse düşüyor. Kızın
    yazısının altında bir haber varmış, o haber için yazdığı sanılmış. Bu yanlış anlaşma
    düzeltiliyor.
    Kızın madde bağımlısı arkadaşları da hapse giriyorlar. Ticarete başlamışlar!
    Bütün bunlar aynı hafta olmuyor tabii. Her hafta farklı bir olay oluyor ama kızın arkadaşları
    “şaka gibi ya, o da hapse düşmüş” demekten ileriye gitmiyor.
    Hapisten çıkanlar “kimi arayacaktık, en aklı başında arkadaşımız sensin... bizim kızlar ojesi
    bozulur diye bile gelmezler oraya” diyorlar.
    Kız herkesin para cezasını ödüyor ama kendisine de geri ödüyorlar doğrusu. Müzikten
    kazandığı para işte bunlara yarıyor.
    Çocuk olunca düzelir denilen olaylar sıraya giriyor!
    Kızın hoşlandığı çocuk kıza bir kez çiçek almıştır o da ikisi de sahnedeyken. Kız o anısını çok
    da sevmemektedir. Kız o kadar anlamlı bulmuştur ki o anısını artık bir daha çiçek almasa da
    olur gibi gelmektedir ona.
    Kız çok gezdiği için kırları avcunun içi gibi biliyor. Oradaki çiçeklerin nasıl olup da bütün
    kırları sardığını anlamak istiyor... gelincikler hep ilgisini çekmiş.
    Kızın annesi doğaya hayran. Evde kaynayan bitki çayı dışında çok ilgisi yok ama hayran. Bu
    bitki çayı yüzünden olanları aklı almıyor... kız dişleri için okaliptüs, gözleri için siyah çay,
    tansiyonu için kırk kilit otu, saçları için sarımsak kullanıyor artık.
    Baba bu tip konuları da batıl buluyor. Bütün bunlara inanmıyor. Kızın bu inancına da
    karışmıyorlar ama...
    Kızın arkadaşları evlerine sırf o güzel çaydan içmek için geliyorlar. Evlerinde yetiştirsinler
    diye de bitkiler almışlar.
    Bir gün hep beraber meyve yemekteler ve telefon çalıyor, kızın hoşlandığı çocuk... su da
    içmek lazım diyor. Kız ne alaka diyor su ve meyve bir arada, pastanın üstüne falan anca
    içiyorum ben. Bozuşup kapatıyorlar telefonu.
    Kız çiçekleri sularken kendisi de daha fazla su içmeye başlıyor. Her yere elinde suyla gidiyor
    artık. Tam bir su düşkünü.
    Sen bana çiçek almayı unuttun, diyor kız. Hoşlandığı çocuk da unutmadım, sadece doğru
    zamanı bekliyorum, diyor.
    Kızın arkadaşları: ne zamanmış doğru zaman, baharı mı bekliyormuş...
    Kızın annesi: çiçekçi açalım mı kızım?
    Kızın babası: çiçekleri sevmek için satın almak gerekmez!
    Konu genel anlamda açılmış, biri sana çiçek almasa ne yaparsın? Bir de kız bana çiçek almadı
    dese neler olurmuş kim bilir.
    Sevgi unutulmuş. Anlayış unutulmuş. Kadın olmanın şartları unutulmuş. Herkes bir
    arayışta... aşk, adı da aşk.
    Kız bir gün işe gitmeyi unutuyor, o günü günlerden Cumartesi sanmış.
    Kızın hoşlandığı çocuk bir gün olsun kızın gönlünü almayı unutmuş. Nasılsa kızın gönlü
    ondaymış.
    Doğa sevgisi bile unutulmuş. Kayak tatiline gidecekler, kızın kayak bilmediği unutulmuş.
    Bütün arkadaşları gidiyor diye davet etmişler kızı.
    Hayatın anlamı unutulmuş. Görevler unutulmuş. Saygı unutulmuş. Herkes şakalaşıyor.
    Selamlaşmak unutulmuş. Herkes sevişiyor: biz şey yaptık, anlarsın ya!
    Gülmek unutulmuş. Ağlamak unutulmuş. Herkes duygularını anlatıyor.
    Bizim kız bir kedi alıyor. Kedi ona doğayı çağrıştırıyormuş!
    Müze geziyorlar ama niye? Ödevleri varmış gibi. Sırf cahil yerine konmamak için.
    Kız: ben diyor, yemekten sonra eline sağlık derim. Klavyenin başına bir otururum gitar gibi
    çalmadan sesi çıkmaz. Yazmam lazım anlamak için. Klavye yoksa ben yokum.
    Hoşlandığı çocuk: bence de tarih tekerrürden ibaret!
    Ne alaka anlayamıyor kız. Sergiden bunları anlamış. Kedileri boyayan bir ressamı tanımak
    için çok zorlandıklarını anlıyorlar. Kavga ediyorlar. Sen şu çiçek konusuna mı takıldın, diyor
    kız. Çocuk da hayır diyor. Neden kedi aldın? Neden sürekli kendini anlatıyorsun?
    Hiç savaş olmasa diyeceğin yerde neden tarihi ele alıyorsun.
    Sen hiç kedi bakmadığın halde neden kedi aldın? Batılılar gibi neden kedi aldın?
    Kız: batılı mı?
    Çocuk: Bu bir batılı role uyum sağlama yolu mu sadece senin için?
    Kız: Hayır. Modernleşmenin öncüsü. Tövbe tövbe. O da doğanın bir parçası.
    Herkes aynı kefeye konuyor... kız okumayı seviyor ve okumakla ilgisi olmayan kişiler
    tarafından eleştiriliyor. Kız ehliyet alıyor ama kaza yapanlar tarafından korkutuluyor. Kız
    batıla inanmıyor ama bir büyücü kadının lafıyla iş yerinden biri “gel seninle evlat edinelim”
    diyor. Kız ben daha yirmi yaşındayım, yasak hem, demek zorunda kalıyor.
    Kızın kendine has bir dini inancı var. Bunu kızın kendi dilekleriyle yarıştırıyorlar. Kızın
    hoşlandığı bir çocuk var, bunu hata yapma potansiyelleri ile kızıştırıyorlar.
    Bütün bunlar herkesin yapabileceği hatalar değil ama ne yazık ki bu hataları yapan herkes
    sadece yanlış evlilik yapan masum tipler değiller. Onları da o tipler tehdit eder gibi
    görünüyor. Kendi düşen ağlamaz ama herkes kızın sevdiği çocuğun koynunda ağlıyor.
    Bizim kız tembel olmadığı için bir işte çalışıyor ya, artık onun da başına bütün bunlar
    gelebilir sanılıyor.
    Bizim kızın kulağı kendi inançlarında ya, onu da karşısına geçip söyledikleri kendini bilmez
    şeylerle mukayese ediyorlar.
    Herkes birden aynı kefeye konulunca da bütün bunların sorumlusu müzik herhalde, diye
    geçiştiriliyor. Bu kadar saçma olmaması gerekir ama ne yazık ki iyi örnekler çabuk
    geçiştiriliyor o camiada.
    Kız Cafe’de gündüz şarkı söylemek istiyor ama işi yok... işsiz güçsüz kalmasından iyidir
    dedikleri konular arasında bonfile ve pirzola var.
    Kız bütün sanatçılara bu karabasan gibi göründü bence, diyecek oluyor ve tek sırdaşı olan
    müzik bile kendisine ağır gelmeye başlıyor.
    Kıza diyorlar ki, sen de müzik okumadın, bu durumda bizim şirkette de okumadan
    çalışabilirsin, bu senin senaryona uyuyor.
    Kız aç değil açıkta değilim ben dese, pirzolalar üstüne yığılacak gibi hissediyor artık. Bazı
    sorunları hallolduğunda içinde sadece kendisinin olduğu büyük bir dünyada yalnız
    kalacakmış gibi.
    Okumamış insanlar var iş yerinde gerçekten de. Kız kendi bilgisi dahilinde bir iş yapıyor ama
    herkes öyle değil. İlkokul mezunları milyon dolarlık hesaplar yapıyor.
    Kızın hoşlandığı çocuk da öyle bir iş bulsa iyiymiş gibi çocuğun üstüne yürüyor herkes. O
    müzik işi yaramadı size de tabii. Yoksa siz gerçek mutluluğu hak ediyorsunuzdur kesin!
    Kızın babası okumuş ve okumadan da yapabileceği çıraklıkla öğrenilen bir işe girmek istemiş -o bölüm ülkede yokmuş, istese de okuyamazmış. Onu da kınıyorlar.
    Kızın annesi okumuş ve mesleğini yapıyor ama onu da kariyerini sevmemekle suçluyorlar.
    Mecburen okula gitmiş. Kocasını orada tanımış. Kızını bile okutamamış şimdi. Aklı
    nerelerdeymiş!
    Arkadaşları iyi okullardan mezun ama kızın okuduğu kitaplarla ilgileri yok. Kız ahlak temelli
    bir eğitim alıyor. Toplumsal düzende ahlak değerleri üzerine bir kariyeri var. Onu kimse
    takmıyor bile!
    Kızın şoförü oluyor, babasının iş yerinden biri, o da abla, diyor, ben de ehliyetsiz sürüyorum
    sanıyorlar. Takma kafana şu iş yerini fazla. Kız şoföre derdini açıyor: çok yoğun işler. Hepsini
    bana yıkmaya çalışıyorlar.
    İş yerindeki çocuk da kıza: her teklifimi reddedersen senin işlerin iyi gitmez, demiş
    bulunuyor. Bizimkisi biraz da prestij işi.
    Her yer pis. İş yerinde temizlik yapan kadın isyan ediyor. Kafamıza çamur mu yağıyor...
    hepinizin arabası var. Nereden buldunuz bu kadar çamuru?
    Kızın arkadaşları elini sürmez temizlik işlerine, öyle tipler. Onlara göre temizliği pis insanlar
    yapar! Pislik görünce midesi bulanmayanlar. Onlar da bize bir temizlikçi bul, diyorlar kıza.
    Kızın bulduğu temizlikçiyi beğenmiyorlar. Çok yavaşmış!
    Bizim kız evde öyle bir temizlik yapıyor ki, bütün duvarları siliyor. Halıları bile kaldırıyor.
    Kıza temizlik hastası olacaksın deseler gene iyi! Ona boyundan büyük işlere kalkışmışsın
    diyorlar... beceriksiz.
    Bu durumda kız ama bir korkusu var: sokakta kalmak. Anahtarını evde unutma fobisi var
    kızın. Evde unuttuğu bir gün temizlikçi kapıyı açıyor. Kız da sen evde olmasaydın eğer ben ne
    yapardım, diyor. Kadın tünel kazardınız, diyor.
    Bundan çok etkilenen kız sokaktaki çocukların tünel kazma oyunu oynaması karşısında
    hıçkırarak ağlamaya başlıyor. Adeta komaya giriyor.
    Evini tertemiz tutan hoşlandığı çocuk eviyle gurur duymaya başlıyor. Mükemmel benim
    evim. Hem temiz hem bakımlı! Kapıyı sevdiği bizim kız değil diğer arkadaşı çalıyor. Misafir
    bekliyorsundur şimdi sen! Yoksa beni beklemiyor muydun?
    Çocuk uzun uzun sevdiği kızdan bahsediyor. Bizim kızla o sırada telefonla konuşuyorlar, ikisi
    de temizlik yapmış. Misafir kız: gelip de temizleseymiş burayı. Onu da biz mi yapacağız?
    Kız ertesi gün iş yerine gidiyor, gene aynı muhabbet: her yer pis, diyor patron. Buranın hiç
    tozu alınmıyor mu?
    Kızı o pis tuvaletli barlara çağırıp kusan arkadaşları nasıl da değişmişler.
    Bir gün arkadaşı ve annesiyle otururken kıza “senin çocuğun olsa sana benzer, ha!” derler.
    Senin gibi müzisyen olur anlamında! Kız artık hayır kurumlarından başını
    kaldıramamaktadır, sürekli evlatlık edinilecek çocukları ziyaret etmektedir, biraz da ondan!
    Kızın daha eline erkek eli değmemiş, çocuk denilince evlilik, evlilik denilince bitmek
    bilmeyen kabuslarla başı ağrıyor. Birileri de “okursun, okutursun geçer bunlar” diyor. Dua
    anlamında! Kız bir kez başını bağladı diye kıyametler kopan evden çıkıp kızı okutmaya
    götürürler. Büyünün etkisinden profesyonelce kurtulmalıdır.
    Kız falcıya gitmeme yeminini bozmaz ama kendi başı da falcıdan farklı işlemeyen bir zihinle
    baş etmekte zorlanmaktadır. Hayatında daha iyi şeyler olmamaktadır. Bir gün hoşlandığı
    çocuk kıza bir oyuncak ayı hediye eder ve buna sarılıp uyu, der. Kız zaten bir oyuncak ayısı
    olduğunu, yeni bir ayıya ihtiyacı olmadığını söyler. Çocuk buna çok bozulur.
    Arkadaşları kızı arayıp “sen o gün yediğimiz salatayı beğenmedin” diye kızı suçlarlar. Biz
    sana ısmarlarız kızım, derler. Sen yeter ki bonfile iste.
    Babası kızının durumunu iyi görmemektedir. Annesiyle her geçen gün biraz daha yakınlaşan
    kız, gerçekten de derdini açamama sorunu yaşamaktadır. Bir gün ona şöyle der:
    Anne. Neden bütün çiçekler kırımız değil biliyor musun? Çünkü insanlar da öyle.
    Annesi kızı fazla felsefik olmakla yorumlar. Felsefik sözler, felsefik yorumlar, felsefik
    konuşmalar... Kız sevdiği çocukla da felsefik konuşmaktadır. Felsefik olmayan her şey kaba
    görünür kıza.
    Kızı tek bir kişiye âşık olduğu için çekemeyen kızlar kendisini aşağılarlar. Sen de yani
    abarttın, derler. Bizim gibi değilsin sen. Sen her zaman farklıydın.
    Kız kendisine benzeyen çocuğunun nasıl olup da kendisinden bu kadar farklı arkadaşlarının
    felsefesinin yakınlarında doğacağını anlayamaz bir türlü. Arkadaşlarından biri bir gün kıza
    “sıkılırsan çocuktan, ben de hoşlanıyorum ona göre” der.
    Büyük kavgalar çıkar. Kız bir gün eline gelen her şeyi, tabakları ve bardakları fırlatmaya
    başlar. Kırılan her şeyin arasında tek ayakta duran iki oyuncak ayısıdır. Annesi gelmeden
    önce evi toplar. Arkadaşlarına bunu anlattığında amaaaann, derler, fazla ciddiye almışsın. İyi
    ki bir sevgilin var. Sen şimdi bizimle tatile de gelmezsin.
    Kız sevgilisinin arabasıyla yine pikniğe gitmektedir. Yol boyunca gözünü yoldan ayırmayan
    adama müziği kısmasını söyler. Müzik fazla açıkmış. Araba on kez kadar araba solluyor ve
    onunda da hakaret işitiyor. Arabayı park ediyor, park yerini beğenmiyorlar. Arabadan iniyor,
    kapıyı kilitlemeyi unutmuş. Araba ile bir türlü yıldızı barışmıyor çocuğun. Ben bu araba için
    yaratılmamışım!
    Kız daha basit bir şekilde sokakta yürüyebilmek istiyor. Arabanın içinden laf atıp kaçan
    tiplerden bıkmış durumda. Kızın hayatta kaç kez tacize uğradığını düşünmek bile istemeyen
    çocuk kızın hayatından uzaklaşıyor yine. Sen önüne bakmıyorsun da ondan, diye kızı
    suçluyor.
    Bir gün kız arkadaşlarıyla yemeğe çıkmış yine, dönüşte polis durduruyor. Alkol kontrolünde
    bir şey çıkmıyor ama ertesi gün gaza basma rekoru kıran bu insanlar kapının önünden
    gitmiyorlar.
    Piknik sepetinin içinde yumurta var. Yumurtaları yolda tokuşturup yiyorlar. Yumurtadan
    sonra bir de kahve içiyorlar.
    Bu insanlar yola bakıyorlar ama bu iyi bir araba sürmek için yeterli olmuyor. Arabanın içinde
    seyahat yasağı varmış gibi veya rüzgâr tersten esmiş de yollarını kaybetmişler gibi... sıkıcı
    yolculuklar oluyor. Arabanın dışındaki her şey sıkıcı!
    Arabayla bir yere gitmek o kadar önemli ki çoğu insan için, yanında kimin olduğu umurunda
    değil.
    Kız ehliyet almaya karar veriyor.
    Bazı nezaket kuralları aşılmış ne yazık ki. Gazete okurken konuşulanların haddi hesabı yok.
    İş yerinde müşteri yok diye arkasından ettikleri laflar inanılmaz. Bizim kızın annesiyle
    babasını suçlayan arkadaşları var: senin annen beni çok üzdü!
    Nezaketen susma becerisine sahip olmayan bazı kişiler nezaketsiz konuşmaya da daha
    yakınlar.
    Kız yine hayır kurumuna gidiyor. Oradaki insanlar da çok kaba ve haklı olduklarını
    sanıyorlar:
    Bu çocukları buraya terk edenleri vurmak lazım, vurmak!
    Kız:
    Belki okurlar.
    Kızın hem iş yerindeki hem de evdeki bilgisayarı bozuk. Bir mesaj gelmiş kızın sevdiği
    çocuktan, ekran donmuş: SELAM!
    Kız annesinin “git marketten bir şeyler al” demesi üzerine irkilir. Cebinde beş kuruş parası
    yoktur. Ay sonunu zor getirdiğini fark eder. Annesi de “daha iki gün önce sana para verdim, o
    bitti mi” dediğinde artık sinirleri bozulmuştur bile. Parası olmaması nedeniyle değilse de
    bütün ay ne için çalıştığını anlayamaması kendisini zayıf hissetmesine yol açar. Annesi “kim
    sana git robot al dedi kızım, hangi çağda yaşıyoruz” diye daha da üstüne gider. Kız robotu
    satmak zorunda kalır. Artık kendisine sevdiği çocuktan haber getiren hiçbir şeyi yoktur.
    Kızın çok az bir parayla evden çıktığını bilmeyen arkadaşları bir gün, çok şık bir Cafe’ye
    gidiyoruz, orada yiyelim içelim istiyoruz, derler. Kız reddetmek ister “ben sizi sonra ararım”
    falan der ama ısrar ederler. Cafe’de herkes bonfile yerken kendisi basit bir salata söyler.
    Salatasını bitirince de sıkıntıdan patlar. Masaya gelenlere elini bile uzatamaz. Sürekli tatil
    planı yapmaktadır arkadaşları. Sürekli eğlence planları yapmaktadırlar. Hepsi iş yerine
    yüksek bir maaşla girmişken bizimkisi sıkıntı çekmektedir. Onlara katılamayacağını
    söylemekten bıkmıştır artık.
    Kızın hoşlandığı çocuk arar bir gün. Bir plan yapalım dediğinde tamamen para üzerine
    kuruludur söyledikleri. Kızın bütün arkadaşları koltuk takımı ve yeni bir ev hayalleri
    kurarken, bizimkiler nerede çalışacaklarına bile karar verememiş durumdadırlar. Bu
    durumu çok sıkıcı bulur ve ağlamaya başlar. Kızın elindeki tek para kavramı iş yeridir ve
    çocuk oradan da ayrılmasını istemektedir.
    Kız sokakta bir çalgıcıya para verir ama başı bir türlü dertten kurtulmaz. Çalgıcıya para
    verdiğini gören biri “sen Cafe sahibi misin abla, neden para ödedin ona... ya bu sokakta ne
    işin var, yan sokaktan yürüsene” diye kıza akıl vermeye başlar. Çocuğun cebinde de bıçak
    vardır ama bıçağı meyve soymak için kullanır.
    Kızın babasının maddi durumu iyidir ama yeni evleri ve yeni arabaları için para ayırması
    gerekmektedir. Arabanın taksitleri bittiği anda bir yenisini almıştır. Kızın arabaya ihtiyacı
    olup olmadığını sorar. Araban olursa daha iyi bir iş bulabilirsin, der. Kız araba istemez.
    Sevdiği çocuk ise arabasıyla kızı aldığı gün kaza yaparlar. Hiçbir şey yolunda gitmemektedir.
    Kız bir falcıya gider. Orada kendisine “kırmızı bir arabanız var, ona dikkat et” derler. Kırmızı
    değil ama der kız, bu ara arabayla ilgili şeyler oluyor. Beyaz. Nesine dikkat edeceğim? Ben
    söylüyorum sadece, der kadın. Sen dikkat et. Kaza olmasın. Kız da daha yeni kaza
    geçirdiklerini söyler ancak Cafe’den çıkar ve yayayken yine araba çarpar kendisine. Kırmızı!
    Kırlarda gezmek istiyorum der, kız. Piknik yerlerine gitmek istiyorum. Basit şeyler yapmak
    istiyorum. Çalıştığımız Cafe’ye uğramak istiyorum. Kıza resmen büyü yapmışlar, tabii
    falcının dediğine bakılırsa öyle. Hiçbir şeyden hayır göremesin diye... kız cin çarpmış gibidir
    hakikaten de.
    Bazen bayılacak gibi olur. Bazen de ağlar. Bunlar dışında bir sorunu yoktur ama bu aşırı
    halsizliği de normal değildir.
    Kıza kimin büyü yaptığını bir türlü anlayamıyoruz. Yakın arkadaşlarından biri olabilir. Kızın
    ağzını bıçak açmıyor. Kendi sessizliğine gömüşmüş ve sürekli bir uyku hali var. Uyuyor.
    Sonunda iş yerinden birinin büyü yaptığı ortaya çıkar. Büyü kağıtlarını iş yerinin
    çekmecesinde unutmuş. Onları bulurlar. Kızın mutluluğuna göz dikmiş biri yapmış bunları.
    Nedenini asla anlayamazlar.
    Kız aklına mukayyet olamamaktadır. Gördüğü kabuslara bir anlam veremez. Sürekli olarak
    saldırıya uğruyor ve ölüyor. Bazen de ölümden dönüyor. İlişkisine geri dönmesi kendisine
    mutluluk getirmemiştir.
    Bütün bunlardan kurtulmanın bir yolunu bulur: yürüyüş yapmak! Psikoloğu kendisine
    yürüyüş yapmanın iyi geleceğini söylemiştir.
    Yollarının kesiştiğine inanamadığı sevdiği çocuk kıza olan saygısını belli edeceğine ona
    kendisinin bir kız arkadaşı daha olduğundan bahseder. O da senin gibi cici bir kız, der. Artık
    kızın kafası iyice karışmıştır.
    Kızın listesinde “evlenirsek düzelir” diyebileceği şeyler kalmamıştır. Kazalar, büyüler,
    saldırılar... rekabet ve fakirlik! Oysa herkes kendisine yakışır bir evlilik yapmasını
    istemektedir. Annesi “onlar evlenince geçer” der. Sana bir şey olmasın yeter. Yeter ki evlen.
    Kimi seviyorsan onunla evlen hatta. Sevdiğin biriyle evlen. Ama artık çok geçtir. Evlenince
    neyin düzeleceğini bir türlü anlayamaz.
    Biz de babanla evlenmeden önce kavga edip dururduk bak düzeldi, der kadıncağız. Kız “anne
    üst kat komşumuz gibi olmak istemiyorum, kendimi camdan atmak istemiyorum, der.
    Evlenmeyeceğim. Daha çok erken.
    Kızın arkadaşları evlilik planları yapan tiplere dönüşmüşlerdir artık. Onlar on gün içinde
    toparlanmışlar, evlenmişler gibilerdir. Adamlar internetten başını kaldırmıyor, adamlar
    gezmek tozmak peşinde, adamların işleri aşırı yoğun... bunlar değişecek sanmışlar ama
    değişmemiş.
    Kız: değişmeyen şeyler varmış demek ki diye kendisini avutuyor. Kendimi çok cahil
    hissediyorum. Bir daha o falcıya gitmeyeceğim. Duymak istemediğim şeyler anlatıyor. Oysa
    çevresinde duymak istediği ve duyduğu hiçbir şey kalmamıştır zaten.
    Hoşlandığı çocuk da aslında değişebileceğine inanmaktadır. Ben evlensem evden dışarı
    adımımı atmam, falan der.
    Bir gün pikniğe giderler. Kız on kilometreyi tek başına yürür. Evlensek ben de tek başıma
    yürümem, der.
    Bu saçma tartışmalar bir son bulmaz. Kız Cafe’deki gündüz müzisyenliği işinin özlemini
    çekmektedir. Çocuk hiç oralı olmaz. O günlere dönemeyiz şimdi, der. Neden kıza büyü
    yapılması karşısında isyan etmemektedir?
    Müzisyen sıfatıyla birlikte sevdiği adamı da kaybeden kız bir de annesinin arkadaşlarıyla
    uğraşmaktadır. Aman neydi kızın o hali, zaten müzisyenden koca mı olur, kız da Cafe’de bir
    tuhaf görünüyordu valla, okumamış, cahil, bir kahveci kızı gibiydi, sesi de cılız, ne o öyle mıy
    mıy bir şeyler okudu ama ne... rezalet çıkmadı iyi, öyle yerlerde rezilliğin bini bir para. Kızın
    annesi “ne rezilliği ayol Cafe’de”, der ama kimseyi ikna edemez. O kadar beğenilmediğini
    öğrenen kız çok üzülür. Basit bir şarkı insanları nasıl bu kadar çirkin gösterebilir, diye
    düşünür.
    Kız Cafe sahibinden aldığı paraya da kimseyi ikna edemez. Ne o öyle, robot almış güya, der
    herkes, kaç kuruşluk robot ayol o, ne alaka yani hem, diyen insanların lafları bitmek bilmez.
    Bizim kız sessiz. Oralarda kimseye para falan vermezler kolay kolay. Bizim kız gene sessiz.
    Parasını isteyeni suçluyorlarmış, işten atıyorlarmış, biz de dinliyoruz saf saf şarkıları ne içli
    ne içli diye. Bizim kız gene sessiz.
    Hayat uzunmuş, olurmuş gene. Kız işinden, eşinden olmuş da neymiş, olurmuş gene olacağı
    varsa. Önce bir iş bulup çalışsın da sonra halini vaktini düzeltsin... müzik nedir ki, iş değil ki!
    Bin yılda bir, birinin yüzüne şans gülerse olur, gülmezse olmaz!
    O iş ünlü olmadan olmaz. Ünlülerden çevren olması lazım. Ayrıca da müzisyenler ünlü
    olmasa ne kazanıyor ki, hiç! Bir çekip gidiyorlarmış konsere, aylarca yıllarca yoklar. O
    kadınlar hep evlerde yalnız. Çok zor ve korkunç bir hayatmış. Çekilmezmiş. Bir nevi askerlik!
    O elbiselere para mı yetişir... milyonlarca dolar. Bir tek kendisi giyiyor düşünsene. O kadar
    ütopik bir şey. Hiç bulaşmasın o işlere bak başı da belaya girer. Bırakmazlar peşini sonra.
    Bırakmak istiyorlarmış, bıraktırmıyorlarmış. Ara vermek yok. O kadar zor işlere ne lüzum
    var bu yaşta!
    Kız sessiz.
    Hem sesinin çok fazla güzel olması lazım. Yoksa bir kalemde silerlermiş. Dünyayı sevmek
    değil avcunun içi gibi bilmek lazım. Kaçın kurası onlar. Nota okuyor mu? Müzik eğitimi var
    mı? Neden o işlere kalkıştı.
    Kız liseyi bitirip de şirkette çalışıyorken iyi de müzik konusu hiç de cool değil gibi oldukça
    daralıyor, daralıyor müzik dinliyor. DJ olmaya karar veriyor.
    Kız evinde oturuyor bir gün ve birden bir tıkırtı duyuyor. Yan balkona güpegündüz hırsız
    giriyor! Hırsızlar gittikten hemen sonra sabaha karşı müziği açan tipler aşırı gürültü
    yaptıklarını bir türlü kabul etmezlerken, kız kısık sesle müzik dinlediği halde şikâyet alıyor.
    Kulaklığımı bile çıkarmadım demeye kalmadan bir arkadaşı damlıyor: o müzik listesinden
    bende var, daha güzel hem, senin listeyi kapat, içimizi bayma şimdi, şunları aç!
    O kadar kötü bir gün geçiriyor ki kız, sıkıntıdan bayılmak üzere ama neyse ki her çeşit müzik
    sever. Yok! Konu müzik değilmiş. Kırk yıllık arkadaşı sandığı adam kendisine evlenme teklif
    ediyor. Kız reddettiği anda ağlamaya başlayan bu kişiden kurtulması çok zor oluyor.
    Komşulara “isterseniz polis çağırın, ben müziği açmadım” demek zorunda kalıyor.
    Kapıyı deliler gibi vuran annesi, neden çıkmıyorsun hiç odandan. Sürekli müzik dinliyorsun,
    ne işe yararsın sen. Herkes aptal da bir sen mi akıllısın yani. O kadar uyardı insanlar bizi,
    olmayacağı var ki bunlar konuşuluyor hakkında, diye kızı odasından çıkarmaya çalışıyor.
    Kız sokakta bir bankta otururken, kendisini evine kadar takip eden biri uzaktan laf atıp
    kaçıyor “çirkin kadın, benim olsan keşke”.
    Kızın çok sıkıntılı bir dönem geçirdiğini anlayan babası kendisine bir kitap almış “yoga
    eğitmenleri el kitabı”. Kız yoga öğrenmeye başlıyor ama kitaptan. Evinde yaptığı bu
    hareketler sonucunda dünyaca ünlü bir dansçı olacağı sanılıyor. Kız kendini sahnelerde
    hayal etmeye başlıyor. Dansın güzelliğinden çok ritmin ulaşılmazlığından çok kitabı var
    aklında artık. Kızın doğuştan yetenekli olduğu düşünülüyor ve kitaptan öğrendiğine kimse
    inanmıyor. Babası da “sen onlara aldırma kızım” diyor.
    Kızcağız evin içinde ev kıyafeti giydiği için bile suçlanıyor. Kendisinde star tipi yokmuş.
    Onlar evde bile çok şık giyinirlermiş. Ondan iş teklifleri alırlarmış. Derken kızın telefonu
    çalıyor ve fazla mesai talebi geliyor şirketten. Maaşı da aynı. Hiçbir şey değişmiyor. Telefonu
    susmak bilmiyor. Sürekli evini arıyorlar.
    Arkadaşları madde kullanması için kızı davet ediyorlar. Madde kullanmasalar ilham
    gelmezmiş onlara. Müzisyenler ancak öyle ayakta dururlarmış. Kızın evini sürekli arayan ve
    davet eden biri var, sonunda kapıya dayanıyor. İşe gitme bugün diye kızı ikna etmeye
    çalışıyor. Senin işin zevksiz. Senin işin tatsız. Kız zar zor sağladığı motivasyonunu da
    kaybediyor.
    Her gittikleri yerde kendisini yalnız bırakan arkadaşları kızı defalarca barda unutup
    gitmelerine rağmen, evinde rahat vermiyorlar.
    Bir gün hırsız kızın evine de giriyor ama tam o sırada polis orada!
    Kimse kendi kişiliğine uygun yaşamıyor. Herkes birbirinin hayatına müdahale etmeyi
    psikologluk sanıyor. Kızın karakteri aslında mütevazi bir insan olma yolunda elinden geleni
    yapan biri ama çok fazla şeyi sineye çekiyor. Karakteri aslında çalışkan ama sevmediği bir
    işte çalışıyor. Sevdiği çocuk bir gün kendisini iş yerinde bulacak sanıyor. Bu şekilde kendisini
    avutuyor. Eve gelecek değil ya, iş yerime gelir bana sürpriz yapar!
    Kızın annesi çok olgun, ileri görüşlü biri ama kızın suni sosyal sorunlarıyla özdeşleşmiş gibi.
    Kızın sevdiği çocuk bir yana, babası katı bir adam ama kızına laf geçiremiyor. Kızın sevdiği
    çocuk gerçekten de altın gibi kalbi olan babasını andırmıyor diye çocukla kanlı bıçaklılar.
    Babasına benzesin istiyor kız. Babasını çok seviyor.
    Kızın arkadaşları aşırı ciddi işlerle uğraşan müzikle ilgisiz tipler ama barlardan çıkmıyorlar.
    Kızın müzik zevki konusunda bir fikir sahibi bile değiller.
    Müziğe yatkın olmayan Cafe sahibi çok iyi bir adam ve bir gün kendisinin de müzisyen
    olduğunu öğreniyoruz. Bunu hep saklamış. Oysa istese Cafe’sinde her gün kendi çalar
    söylermiş.
    Kız sevdiği çocuğun hayalinde bir süper yıldız olarak yer almak istemiyor. Çocuğun kendisine
    çektirdiği eziyeti kendisi de çektirmek istemiyor. Sadakatini göstermekle DJ olmak arasında
    büyük çelişkiler yaşıyor. Bir gün bir parti düzenliyorlar, kız çalmak istiyor ama kendisine
    kimse nasıl çalacağını göstermiyor. Makineler kıza fazla karışık görünüyor. Bir müzik
    kursuna gidiyor ama hiçbir şey anlamıyor. O kadar karışık ki makineler, kız kimya dersinde
    bile daha az zorlanmıştım diyor. Oysa tek istediği çalmak!
    Kızın mutlu olduğu anları sadece kendisinin bildiği sanılıyor. Sanki bu sorunlar sadece kıza
    ait. Başka herkes dertsiz tasasız yaşıyor güller gibi, kızın başı dertten bir türlü kurtulmuyor.
    Mutluluğun tanımını yaptığında kız: anlamak ve anlaşılmaktır diyor ama bu tanımın çok
    uzağında yaşıyor.
    Kız gerçekten de üzgündür. Basit sınırlar koyar kendisine. Bunlardan biri domates yememek,
    diğeri ise içki içmemek. Bunlardan birini sürekli olarak çiğnerler. Kız içki içmeyecek bir tip
    değilmiş gibi algılanmaktadır. Bir gün olsun gittiği Cafe’de içki içmeyecek midir ne de olsa!
    Bu durumu sürekli olarak suiistimal edilir. Her nereye çağırsalar içecek bir kız gibi
    algılanmaktadır.
    Babasının evde olması konusunda koyduğu katı sınırlar kolaylıkla basite
    indirgenebilmektedir. Mesela annesi “bugün gecikecek” dediğinde, tabii bu durum iş yeri
    nedeniyleyse, kolaylıkla izin alınır. Oysa kız kendi bir yere gitmek için alim olmalıdır adeta.
    Kitaplardan başını kaldıramaz.
    Arkadaşları da kızın sınırlarını çiğnerler. Mesela kızın özel eşyalarını karıştırırlar. Mesela
    kızın kitaplarını kötü yorumlarlar. Mesela kızın yalnız kalma isteğini kibir olarak görürler.
    Mesela kendi verdikleri, zorla okuttukları kitapları kız geri verirken bile azar işitir. Kızın
    prensipleri olmasını çekemezler. Kız “kitabını geri getirdim” dediği anda, “sana kitap
    verende kabahat, ben sana kitabını geri vermedim bunu mu demek istiyorsun yani” diye
    kavga çıkarırlar. Her fırsatta kavga çıkarıp kızın huzurunu kaçırırlar.
    Film yapımcıları kızın özel hayatını filme çekmek istemektedir ve kızın buna rızası yoktur.
    Gazeteciler kızın fotoğraflarını çekerken kızı bir yandan da tehdit eden bir adam vardır artık:
    seninle ikimizin fotoğraflarını internete koyacağım, diyen biri.
    Kız giyimi nedeniyle alay konusu olur. Kilolu olduğu gerekçesiyle eleştirilir.
    Kız basit konularda prensiplerinin çiğnenmesinden mutsuzdur. Sana başka Cafe’de iş
    bulalım dediklerinde mesela, tartışma çıkar ve müzik grubu bir kez daha dağılır.
    Hoşlandığı çocuk da artık ortalıklarda yoktur. Bir gün onları televizyonda görür. Bir sokak
    röportajı yapmışlardır... çocuğa aşk hakkındaki düşüncelerini sormuşlar, o da “aşk gerekli
    değil, zaten her yerde var” demiş. Kız arkadaşı varmış, müzikle ilgisi yokmuş, çok edepli,
    terbiyeli bir kızmış! Evlenmişler!
    Kız evlenip bir çocuğu olsun istediği arkadaşının kendisini kolaylıkla terk edişine inanamaz.
    Acaba doğru insan o değil mi, diye şüphelenmeye başlar kendisinden. Ama başka birini asla
    beğenmeyeceğinden de emindir. Onu aramaya korkar.
    Kıskançlık sıradan bir şey gibi yaşanmaktaymış. Kız internetten hoşlandığı çocuğu
    araştırmaya bile korkmaktadır artık. Evlilik haberi doğru mudur, yoksa televizyoncuların bir
    şakası mı bilemez. Ruhu daralmıştır adeta. Kız sevdiğini kıskandıkça kızı kıskananlar listesi
    kabarmaktadır.
    Annesi de babasını kıskanmaya başlar bu arada. Sen bana hiç çiçek almadın. Sen beni hiç şık
    bir yere götürmedin... kız kendi derdine düştükçe insanlar dertlerini anlatmaya çekinmezler.
    Sürekli olarak dertlerini anlatan kadınlar vardır evlerinde. Kıza laf düşmez!
    Kıskançlıkla ilgili çelişkileri iş yerinde bir mevkii sürtüşmesi olarak da sürmektedir. Kızı taciz
    eden adam elini kolunu sallaya sallaya kızın odasının yakınlarına taşınmak istediğini
    söylemektedir. Bu durumu da işleri bahane edip kullanmaktadır. Onu kıskanan biri de kızı
    suçlamaktadır bu konuyla ilgili. Gitme bu odadan diyen kız ve bizim kız arasında tartışma
    çıkar. Bizim kız; bence herkes yerinde otursun, dese de adam yanındaki kızdan kurtulmak
    için bizim kızı bahane etmektedir.
    Arkadaşlarının bitmek bilmeyen dertlerini dinlerken anlattıkları çirkin hikayeler karşısında
    kızın sınırları bir kez daha çiğnenmiştir. Onların kabaca sevişmeyi anlatmalarından
    tiksintiyle karışık bir kıskançlık hissi doğmaktadır.
    Kız kıskançlığını içine atmak zorundadır da herkes kıskançlık yaratabilir artık. Ne de olsa
    sevdiği adam ortalarda yoktur.
    Bir gün interneti açıp bakar ve haberlerin yalan olduğunu görür. İçi biraz rahat eder. Yine de
    telefon açmak konusunda tereddüttedir. Sonra kendisine “ara, sen ara, belki senin araman
    gerekiyordur” diyen arkadaşının lafıyla gaza gelip arar. Çocuk telefonu açmaz.
    Kıskançlık o kadar kötü yaşanmaması gereken normal bir his olmaktan çıkmıştır artık. Kız
    kendi giysilerine bile baktığında kıskançlık hisseder -şunu Cafe’de giymiştim, bunu parkta,
    diye ayırmaya başlar giysilerini.
    Güzel olmayı, güzel bulunmayı özlemiştir. Daha önce de bunu kendisine söyleyen kimse
    olmamıştır ama kendisini güzel hissederdi hoşlandığı çocuğun yanındayken. Artık çirkin
    hissetmektedir.
    Bilim denilince insana hayran olan, insanı taparcasına seven annesi sanat denilince
    susmaktadır. Bilim o kadar önemlidir ki evlerinde, kızın bir icatta bulunması gerekecek
    gibidir. Teknolojik gelişmeler mesela aşırı önemlidir. Onlar olmadan insanlık ilerleyemez
    zannedilir.
    Kız evlerine bir robot alır. Cafe’de çalıştığı parası buna yetmiştir. Bütün parasını bir robota
    verdiğine inanamazlar ama alır. Buna evdekiler de sevinecektir hem. Robot geleceği okuduğu
    için kız çok mutludur. Robot kıza o kadar iç rahatlatıcı şeyler söyler ki kızın ruhu okşanır.
    Sen saygıdeğer bir müzisyensin. Seni bekleyen çok bar sahipleri var. Sen daha önce çalıştığın
    Cafe’ye gidip orada eski sevdiğine kavuşmak istiyorsun. Sen çalıştığın iş yerinden daha
    iyilerine layıksın. O nedenle terk etmiş seni bu çocuk. Mutluluğu sana vermek istemiş ama
    anlatamamış. Eğer anlatsaymış, senin hayatını tehlikeye atmış olabilirmiş. Geleceği
    görememiş sende ama dilemiş. İnan bana dilemiş.
    Kız robotla her gün konuşur. Artık kimseye ihtiyacı yoktur. Sevdiği adamı bile o kadar çok
    özlememektedir. Yeter ki robot konuşsun der. Bu bana yeter. Robot annesine ve babasına
    asla açılmaz. Onlara “sizi bilemiyorum, siz beni duymuyorsunuz, ben de sizi” der ve kendini
    kapatır.
    Kız robotu iş yerine götürür. Oradakiler kıza hayretle bakarlar ve robot yüzünden epey bir
    kabul görür bu kız. O kadar iyidir ki robot, işlerine yardımcı olmaktadır hem. İşlerini düzene
    koyar ama kendisi de yorgunluktan ölmektedir. Bu arada robot kıza vitamin almasını bile
    önerir.
    Kız para karşılığı robotun kendi falına bakmasını isteyen bir arkadaşını kıramaz ve robota
    sorar... robot da o arkadaşını anlatır. Kız arkadaşına der ki “aynı şeyleri sana ben de
    söylemiştim”, robot “evet, der, ben onları biliyorum sadece. Yalnız çok uzağı göremiyorum.
    Kız bir gün evde başı kapalı gezmektedir, ailesi kıza “sen kapandın mı” diye sorar ve baskı
    yaparlar. Çıkar şu örtüyü... sana yakışmıyor diye. Kız çıkaracağım, sadece şimdilik başımda
    der.
    Ailesi bu durumu abartmıştır. Sen tarikatlara mı katılacaksın yoksa bizden habersiz diye
    kızın üstüne giderler. Kız da sadece bir kez başımı kapattım, bunu abartmaya hakkınız yok,
    diyerek kendisini savunur. Tabii, der anne, böyle başlıyor bunlar, sonra bir daha normale
    dönmüyorlar asla.
    Kız gerçekten de çok kültürlü sandığı biriyle tanışır. Bu kültürlü insan kıza birdenbire “açık
    giyinme, fazla gezme, içkiye elini sürersen yanarsın” gibi akıllar vermeye başlar. Kız
    hastalanır! Yataktan kalkamamaktadır ve kendisine içki yasaklanır.
    O kadar zordur ki artık kız için hayatı, kendi evinde bir yabancı gibidir. Kıza “gördün mü bak,
    ben sana o Cafe’lere gitme demedim de kendimi yaktım” diye annesi söylenmeye başlar.
    Arkadaşları cinlere inanan tuhaf tipler gibi davranmaya başlamışlardır. Kızın her hareketi ve
    her lafı eleştirilmektedir. İnsan denmez, insanlar denir, kavga denmez, barış denir, yalnızlık
    denilmez, sevgi denilir diye kızın sorunlarının üstünü örtüp kendi dertlerini
    anlatmaktadırlar. Kız çok bunalmıştır ve bir rahat etmek için gittiği tatil de burnundan
    gelmiştir. Dövme yaptıramaz bir yana bir resim sergisine bile gidemeyecek haldedir. İnsanlar
    resim yerine insanları koymuş, laf atmaktadır ve sınırları defalarca çiğnenmiş bir resim gibi
    kös kös eski hayatına geri dönmeye çalışır kız.
    Kız yazar olarak da baskı görür: bu anlattıklarımı asla yazma, diye kıza baskı yaparlar
    çalıştığı yerde.
    Kızcağız dizinin bittiğine inanamaz. O en sevdiği dizi artık bitmiştir ama tekrarları
    vermektedirler. Evde daha fazla temizlik yapmak dışında iş yerinde de daha fazla mesai
    harcamaktadır artık kız. Âşık olduğu biri olmasının karşılığı olarak arkadaşları tarafından
    terk edildiği için yalnızdır hep. Bir gün iş çıkışı tek başına gittiği bir parkta eski
    arkadaşlarından birini görür. Arkadaşı kızı bir kafeye götürür ve orada yaşı büyük bir bey
    vardır. Kendisini çocuklarına adamış bu adama hayran olur kızcağız ama adam ona
    hikayesini anlattığında çok üzülür.
    Adam aile baskısı nedeniyle çok sevdiği eşinden ayrılmıştır. Kız müzik grubundan beğendiği
    biri olduğu için kendisini suçlu hisseder. Bütün kariyerini ona göre planlayacağı
    zannedilmektedir artık. Ne de olsa sevenler birbirine benzer. Seyirciler bir gün kendisine
    “sizin burada ne işiniz var, sizin bu saatte uyuyor olmanız gerekmez mi” demesiyle kız yıkılır.
    Ancak bu adam Cafe’de çalışabileceklerini söylediğinde biraz daha iyi hisseder. Kızın ailesi
    eve erken gel artık, bıktık senin işlerinden demişlerdir. O da hafta sonları gündüzleri müzik
    yaptıkları Cafe’den söz eder. Ailesi buna da onay vermez. Bir gün hoşlandığı kişiye “bizim
    seninle aramızda özel bir çekim var” der kız. Bütün müzik grubu kıza “biz grubumuzda böyle
    şeyler istemiyoruz” der.
    Kız daha önce işleri nedeniyle kabul olmadığı yaratıcı çalışmalar yapan şirkete bu kez kabul
    olmuştur. Yazdıkları dizide genç bir adamı sevdiği eşinden ayırıp tutuklayacaklardır. Kız
    bunu yazmak istemez, konunun daha basit olmasında ısrar eder. Kızı “sen bu sanatçıyı zorla
    baştan mı çıkaracaksın, adam dizilerde öpüşmek istemiyor işte” diye azarlarlar. İlle de
    sevgilisinden ayrılıp hapse düşmelidir adam. Bir gün müzik grubuyla parkta otururken bir
    görevlinin onları parktan kovmasıyla işler daha da karışır. Kız artık bütün ümidini
    yitirmiştir.
    Kızın bir sevdiği olmasına aldırmayan yakınları “biz seni kendi bulduğumuz, bizden birine
    layık görüyoruz” diyerek sevdiğinden ayırmaya çalışırlar. Kızın anne babası gibi bir rol
    üstlenmiş olan bu kişilerin kışkırtmaları karşısında kızın anne ve babası da “kızım,
    arkadaşlarını dinle ve şu çocuktan ayrıl” der. Kız da “zaten aramızda bir şey yok ki, neden
    ayrılayım” der. “Daha kötü ya, derler, bak aranızda bir şey yokmuş”.
    Kız bir ara işinden ayrılıp Cafe’de çalışmayı düşünür ama bunun fazla dikkat çekeceğinden
    çekindiği için vaz geçer. Artık hayatını bir baskı altında sürdürmektedir. Keşke kimseye âşık
    olduğumu söylemeseydim, der ama bu kez de kendisini sevmediği biriyle bir araya getirmeye
    çalışan arkadaşlarının karşısında zayıf düşecektir.
    Çok sevdiği montunu giyer ve evden çıkar bir gün. Montunu parkta unutmuştur. Kızın
    arkadaşı eve kadar gelip montunu getirir. Bu durumdan aşırı çekinen kız çocuğa bir çay bile
    ikram edemez.
    Sonunda arkadaşları kızı soğutmak için bir yalan uydururlar –senin sevdiğin çocuğun bir
    başka sevdiği var, onu parkta gördük. Bu yalanın sonu hiç de iyiye gitmez. Kız bu
    söylenenlere inanmasa da sinirlenir. Beğendiği çocuk arkadaşları nedeniyle kıza olan
    saygısını yitirmiştir.
    İş yerinde kızın peşini bırakmayan bir diğer çalışan vardı, o hastalanır. Ölümcül bir
    hastalığa yakalanan bu kişi daha önce kızın hayatında sevgili rolü almaya çalışmıştı. Kız daha
    bu üzüntüyü atlatamadan arkadaşlarından bir çiftin trafik kazası geçirdiğini ve içkili araba
    kullanırlarken öldüklerini duyar. Yıkılmıştır artık. Çok sevgi dolu olmasa da yoğun bir
    arkadaşlık yaşadığı bazı insanların ölüp gidebilecekleri duygusunu ilk kez tatmaktadır.
    Bir gün kız evinde otururken üst kat komşuları kavga etmeye başlarlar ve komşusu da
    camdan aşağıya atlar. Kız bu olay yüzünden kendini sürekli suçlar. Komşuların ailesine
    haber verirler olmaz, ev sahibine haber verirler olmaz... müzik sesi de sonuna kadar açıktır
    ama olmaz. Polis gelir müziği susturur olmaz. Kavga patlak verir sabaha karşı.
    Parkta birbirlerini inciten bir çift görür bir gün kız. Çocuk kıza tokat atıp durmaktadır. Kız
    parktan ayrılıp giderken bu çift de ayağa kalkar ve kızın yürüdüğü yönde yürümeye başlarlar.
    Kız çocuğun gene yanındakine tokat attığını görür. Sonunda kız cebinden bıçak çıkarıp
    çocuğa saplar. Kız gördükleri karşısında şok olmuştur.
    Yaşlı bir çift var bir de... yıllarca birbirlerinin kahrını çekmişler, kavga edip durmuşlar...
    onlardan biri de hastalığa yakalanır ve ölür. Kadın bir başına yalnız kalır. Adam kadına
    mirasından pay bırakmamıştır. Kadın fakirlikten ölmek üzeredir.
    Kız iki tane kedi alır onlardan biri de ölür. Kavga ederlerken kedi diğerini boğazlar.
    Ölüm her yerde kol gezmektedir. Kız artık hoşlandığı çocukla parkta oturmaktan bile
    huzursuzken, nasıl olur da bir başka sevgili bulacağı zannedilir. Bu ilişkiler ölümle
    bitmektedir.
    Gazeteyi açtığında bu kadar çok ölüm haberi olmasına inanamaz kız. Yan sayfada da kızın
    Cafe’de resmi vardır, şarkı söylerken. Bütün bunlar bir gazete haberi midir sadece?
    Kız kitap okumak için bütün aşk romanlarını araştırır. Sipariş verir. Eve kitap siparişleri
    geldiğinde çok mutlu olur. Kızın elindeki tek mutluluk kitaplarıdır artık. Kapı çalar ve yatıya
    arkadaşı gelir. Arkadaşı iki yıllığına onların yanında kalıp kalamayacağını sorar! Kız şok
    geçirir. Kızın elindeki aşk romanları olmasaydı kız gerçekle yalanı, doğruyla yanlışı ayırt
    etmekte zorlanacağı şeyler yaşayacaktı belki de. O romanlara bakar ve arkadaşının da eline
    birkaç tanesini verir. Gel kal tabii, der. Sen de okursun.
    Kız elinde kitapla yürümeyi öğrenmeye çalışmaktadır. Bu şekilde daha çok kitap okuyacaktır.
    Öğle aralarında da iş yerinde kitap okur. Metroda da kitap okur. Bunu yapan çok az kişi
    vardır ne yazık ki. Kitapların biri biter, diğerine başlar ama aşk konusunda aradığı tadı bulup
    da kitap bittiğinde çok üzülmektedir. Hoşlandığı çocuk ise farklı romanlar okumaktadır.
    Polisiye falan...
    Kızın annesi “ben bütün klasikleri çoktan okudum” der. Artık benim dizilerim var. Klasikleri
    okuyunca okuma hayatı bitmiş gibi davranmaktadır.
    Kızın gözleri bozulur ve bir göz ameliyatı geçirir. Bu olay kızı çok üzmüştür. Artık eskisi
    kadar rahat kitap okuyamamaktadır.
    Babası gibi pek çok arkadaşı da kitap falan okumamaktadır ya da okuduklarını “saçma” diye
    sınıflandırmaktadırlar. Kız ise her birini ciddiye alıp kendisini kitap gibi ifade eden bir
    yapıya sahiptir. Arkadaşlarının arasında kendisini yalnız hisseder.
    Yalnız kaldıkça kitap oku, olur mu kızım diye kendisine öğüt veren Cafe sahibinin laflarını
    asla unutmayacaktır.
    Kız psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle okumaya ara verir. Artık sesler duymaktadır.
    Duyduğu sesler kıza asla rahat vermezler. Çok yorucu bir hayatı olmuştur kızın.
    Kütüphaneye gitmeye karar verir. Orada herkes kitap okumaktadır. Küçük çocuklar
    kütüphane fikrine bayılırlar. Onları da kütüphaneye götürür kız.
    Kitapları okumakla, gazetede haber okumak arasındaki farkı bilmeyen bir grup insana
    derdini anlatamadığı dizi yazma işinden de çok sıkılmıştır artık.
    Kız başını televizyondan kaldırır ve birikmiş gazeteleri, yıkanmamış bulaşıkları,
    telefonundaki cevapsız aramaları ve bilgisayarının şarjının bittiğini gördü. Genç bir kız,
    yirmili yaşlarında ve hayatı seviyor. Bütün bunlar umurunda olmadı. Henüz o gün içinde
    başına gelecekleri bilmiyor ve dizinin 556. Bölümünü izlemiş olmanın mutluluğuyla kollarını
    havaya kaldırıp esneme hareketleri yapıyor, biraz da huzurdan. O gün huzurunu kaçıran ilk
    şey babasının doktor randevusu oluyor. Babasıyla gitmesi gerekiyor. İkincisi sürekli arayıp
    kızın dizi izlemesiyle bile dalga geçen arkadaşı. Üçüncüsü kızın hisleriyle dalga geçen ve kızı
    hayal dünyasında yaşamakla suçlayan annesi. Dördüncüsü kızın yapılacaklar listesinde yazılı
    olan hiçbir şeyi yapamamış olması. Üstelik de bütün bunlar yetmezmiş gibi kız beklenmedik
    bir şekilde boğulma tehlikesi geçiriyor ve kızın yanında ilkyardım bilen kimse olmaması
    noktasında herkes kendisini suçlu hissediyor.
    Kız gördüğü rüyadan uyanıyor ve annesinin kendisine “git evlenecek doğru düzgün birini
    bul” dediğini anımsıyor son olarak rüyasından. İzlediği diziden başını bile kaldırmayan bu
    kadın kızın izlediği diziyi izlemiyor. Baba ise “ben sen izliyorsun diye bakıyorum diziye” diye
    konuyu geçiştiriyor. Kızın dizideki çocuğa benzediğini düşünen babası “bak kızım o da
    tırnaklarını yemekte senin gibi” diyor. Kız kendisini rahatsız etmekten başka bir şeye
    yaramayan arkadaşı dışında erkek tanımadığı için çok utanıyor. Ona “senin başka erkek
    arkadaşların var mı, beni tanıştırabileceğin” diye soruyor. Arkadaşı da “yok, neden sordun”
    deyince, kız ezile büküle “ben de çok damdan düşer gibi söyledim ama aslında bir müzik
    grubu kurmak istiyorum” demiş bulunuyor. Aynı hafta içerisinde başka bir yerde çalışmaya
    başlıyor ve buna sebep olan herkesten nefret ediyor çünkü işleri hiç de sandığı kadar kolay
    değil. İş yerinde biri var o gerçekten filmlerden fırlamış gibi kıza âşık olduğunu iddia ediyor.
    Kız sıkıntıdan ölecek gibi oluyor.
    Kız eline kâğıdı ve kalemi alıp yazmaya başladığında kağıtlar ona yetmiyor. Bilgisayarda
    yazmaya devam ediyor. Yazar olduğumu hiç bilmiyordum, diye düşünüyor. Arkadaşı müzik
    grubunu bir araya getirmiş ama kızın ilgisi yok. Babasını hastaneye götürdüğüne pişman
    oluyor çünkü adam doktoru dinlemiyor. Annesi ile tartışmak istemiyor ama ne yazık ki çok
    kalbi kırılıp ağlıyor. Hiçbir şey istediği gibi gitmiyor.
    Tekrar diziyi açıp izlediğinde başına gelenlerin çok dizi izlediği için başına geldiğini
    anlayamıyor. Bunu bize anlatan şey, herkesin diziyi izlerken birbirine göndermelerde
    bulunması. Bir de yapılacaklar listesi yerine yapılmamışlar listesiyle baş başa kalmasının
    olumsuz tarafları. Daha az dizi izlemesi gerekiyor olduğunu anladığımız karelerden birinde
    kızın “şimdi her şeyi bırakıp televizyonu açmak istiyorum” dediğini görüyoruz. Kız dizi
    izlemeyi kaçış olarak gördüğü için kendisi de kaçak hayatı yaşıyor. Yine de hayatını düzene
    koyması konusunda kendisine o kadar sinyal veren konu olmaktan çıkmıyor dizilere olan
    düşkünlüğü. Çevresinde kendisi kadar çok dizi izleyen yegâne kişiler annesi ve babası.
    Arkadaşı bile yok kızın. Anne çok da haksız sayılmaz.
    Yazdıklarını izlediği diziyle karşılaştırıyor ve dizideki mutsuz kadınların yerine çok mutlu bir
    kadın koyup onu evlendirdiğini görüyoruz. Elinden başka bir şey gelmiyor.
    Kız yazdıklarını bir kişiye bile okutamaz. Herkesin işi gücü var. Babası haftanın her günü
    çalışıyor. Anne hem çalışıyor hem de ev işlerini yapıyor. Kız aklı bir karış havada gibi
    görünüyor ama aslında elinden geleni yapsa da sadece hiçbir şey yapmamış olmakla
    suçlandığı bir kariyeri var. Çevresinde kendisini anlayan insanlar olmadığı için dizinin
    devamını kendisi getirecekmiş gibi bir sorumlulukla bir şirkete başvuruyor. Yaratıcı
    çalışmalar yapan bu iş yeri “sizin ikinci işiniz olamayacak kadar yoğunuz” diyor. Kız eve
    dönüp ağlamaya başlıyor. İş yerindekilerin zerre kadar ilgisini çekmeyen bu konuyu
    açtığında deli yerine konuyor.
    İnsanlar çalışmak dışında bir şey yapmıyorlar ama iş dışında da sürekli iş konuşuyorlar. Kız
    neden kendisinin de iş konuşamadığını anlayamıyor. Müzik grubu da kurulmuş ama
    herkesin işi gücü var. Tek ümidi olan bu insanlardan da bir hayır gelmiyor. İş ciddiye
    binerken kaçıp gidiyor hepsi de. Kızın yegâne arkadaşı ise kızla dalga geçiyor. Biraz fazla
    ciddiye almışsın izlediklerini diyorlar. Yoğun çalışma saatleri herkes için hiçbir şey ifade
    etmiyor. O gün için sekiz yerine gece üçte eve dönmek basit bir konu onlar için. Önce yemek
    yeriz oradan toplantıya devam ederiz. Bu gece uyumayız, dedikleri gibi oluyor.
    Kız maaşıyla eve börek ve baklava alıyor ama ağzının tadı da yok. Dizi işinde ise peşin para
    yok. Bu çıkmazdan kurtulamıyor bir türlü. Yazar olmadığına inandırmak istiyorlar kızı. Boş
    vakitlerinde biraz daha işine ağırlık ver, diyorlar. İş yerinde tacize uğradığını kimseye
    anlatamıyor. Bir süre sonra soluğu psikologda alan kız bütün maaşını psikoloğa veriyor. İş
    yerinde aç kalıyor.
    Bir süre her şeye ara verse de izlediği diziye ara vermiyor. 557. Bölümde yine ağlıyor. Madem
    çalışıyorum bir evim olsun diyor, yok. Madem çalışıyorum bir dizi film projem olsun diyor,
    yok. Madem çalışıyorum bir hobim olsun diyor, yok. Madem çalışıyorum arkadaşlarım olsun
    diyor, yok. Madem çalışıyorum saygı göreyim diyor, yok.
    Trafiğe takıldığında yorgunluktan ölecek gibi eve dönüyor ve iş hakkında konuşmak
    istememesi dikkat çeken bir ayrım. Diğer herkes sürekli işlerini anlatıyor. İş anlatma
    numarasıyla dedikodu yapanlar, birbirini çekemeyenler de ortaya çıkıyor. Kızın canı sıkkın.
    Çalışmana bile izin vermeyen bir kocan olsa daha mı iyiydi diyorlar. Kız kendisini zaten öyle
    hissediyor. Ciddiye alınmama sorununu iş yerinde atlatamayacağını anlıyor.
    Kız çocukluk günlerini anımsıyor. Kendisini sanat haricinde bir şeye yönlendirmeye çalışan
    ailesinin ve katı öğretmenlerinin karşısında çok mutsuz. Kızın o halini tatminsiz ve şımarık
    olmakla nitelendiriyorlar. Kız aklını üşütmemek için bir siteye üye oluyor. Orada yazılanlar
    sonucunda hapis yatacak kadar değilse de okuduklarının hayatına etkisini tartmakta
    zorlandığı anlar oluyor. Kız “iyi değilim” yazdığında kendisini ifade edecek insanlar
    bulacağını sanıyor ama herkes “sen kötüsün” diye kızı suçluyor. İnternetten birkaç müzik
    grubu daha buluyor ama onlar da kendisi için uygun değiller.
    İnternette tanıştığı biri var ve ondan annesine bahsediyor. Anne hemen kızı “git buluş
    onunla” diye fişekliyor. Yazışmışın zaten, buluşmazsan ayıp olur... Kız buluşur buluşmaz
    kendisine evlenme teklifi eden bu romantik deliye inanamıyor. İnternette yazıştıklarından
    biri de kızın akrabasıymış, kız bunu ilk önce anlayamıyor... akrabasının o kadar kaba ve
    haddini aşan biri oluşunu internette anlamış oluyor. Kız buluşmak istemedikçe bu insanlar
    kızı rahat bırakmıyorlar. İş polise gitmeye kadar varıyor. Bir gün sadece delilerin uğradığı
    sayfasına binlerce kişi geliyor. Bu duruma kız kendisi de çok şaşırıyor.
    En yakın arkadaşları kendisini eklemezken orada bulunan binlerce kişi ne yazık ki kıza
    düşmanlık besledikleri için oradalar. Kızın dizi yazmak istemesi hakkında yazdıklarını
    saygısızlık olarak nitelendirip, ailesine hakaret eden biri olmakla kızı suçluyorlar. Anana
    babana da mı saygın yok be kadın, diyorlar kıza... sen dizi yazmadıysan aç ve açıkta mı
    kaldın. Ne terbiyesiz şeysin sen...
    Kızın yazdığı bir yazı bütün interneti sallamış. Herkes onun yazdığı bir yazıyı birbirine
    yollayıp kızla dalga geçiyor.
    Kız başını internetten kaldıramadığını ve bunun çok fazla vaktini çaldığını anlıyor. Internet
    üzerinden para kazanan biri de kendisini bir programa çağırıyor. Kız kabul ediyor ama
    ettiğine bin kez pişman oluyor.
    Kendisini son gördüğünde devlet büyükleri bile sanatla uğraşmamasını söylüyor kıza.
    Kız birine âşık olur ve bir anda bütün arkadaşları kıza katil muamelesi yapar. Kızın
    müzisyen olmadığından dem vururlar. Yazar olmadığı konusunda kendisini dışladıkları
    gibi... bara gitmezse, okulunu ziyaret etmek istemezse, geçmiş günlerin hatırına
    buluştuklarında bile kendisini kendi kişiliğinden dışlayacak laflar ederler. Hiç durmaksızın
    kendisini anlatan bir kıza kahkahalarla gülmek dışında bir şey bilmezler bu insanlar.
    Kızın okuduğu kitapları hafife alırlar. Kıza az okuyorsun derler. Kızı dizi izlediği için
    kendisini yazar sandığını söylerler. Kızın sesinin çirkin olduğunu söylerler. Kızın bir ilişkiyi
    bile elinde tutamadığını söylerler. Kızın yalnız kalmaya o kadar düşkün biri olarak asla mutlu
    olamayacağını söylerler. Kızı bildiği her şeyden dışlarlar.
    Sarhoş olmuş şekilde sabahın köründe kızı arayarak, kızın işim var demesine aldırmayarak,
    kızı kendi ev yaşamında rahatsız ederek dışlarlar.
    Kızı tek bir aşk peşinde koşan biri olduğu için de dışlarlar.
    Herkes arkadaşlarıyla yemek yerken kız artık yalnızdır. Tek bir arkadaşı bile olmadığı gibi,
    kız gerçekten de terk edilmiş bir gemiyi andırmaktadır.
    Kızı giysileri nedeniyle, kızı gördüğü hayaller nedeniyle, kızı gitmek istediği diğer bar
    nedeniyle, kızı sevdiği bir resim nedeniyle falan suçlarken aslında bir yandan da
    dışlamaktaydılar. Kız bütün bunların özlemini çekmemektedir ama ne yazık ki yalnız biri
    olmak için çok fazla mutsuzdur artık.
    Tek bir planı bile arkadaşlarıyla yapamamıştır.
    Oyun oynadıklarında mesela, kızla kaybettiği için dalga geçerler ve bu oyunu bir yıl için
    planlarlar ama kızın istekleri yokmuş gibi davranırlar.
    İnsanlar soğuk, mesafeli ve acımasızdır bir yandan da. Kızın elinde olmadan söylediği bir lafı
    evirip çevirip kızın aleyhine kullanırlar. O kişilerin hepsi de dedikoducudur. Birbirlerini
    çekiştirirler.
    Çok dizi izliyoruz
    Herkesin çalışma saatleri ağır
    Sosyal medyada tükeniyoruz
    Arkadaşlar birbirini dışlamakla meşgul
    Sevgililere kimse rahat vermiyor
    Yanlış ilişkiler ölümle bitiyor
    Az kitap okuyoruz
    İnsanlar birbirlerinin sınırlarını çiğniyor
    Kıskançlık çok sıradan bir his halini almış
    Bilime saygı duyulduğu kadar insana saygı duyulmuyor
    Yobazların dünyasında insanların hayatları çürüyor
    Müziğe, sanatçıya dair önyargılar aşırı yüksek
    İnsana evinde bile rahat yok
    Kimse kendi kişiliğine uygun yaşamıyor
    Parasızlık büyük bir problem olarak karşımıza çıkıyor
    Büyü gibi batıl inançlarla uğraşanlarla uğraşmak zor
    İnsanlar nasılsa düzelir diye evlenip bir türlü mutlu olamıyorlar
    Basit şeyler yüzünden büyük kavgaların sonu gelmiyor
    Araba ile bir yere gitmek için yola bakmak yeterli olmuyor
    Herkes bazı nezaket kurallarını aşmış durumda
    İş topluma mal olunca herkes aynı kefeye konuyor
    Okumamış insanlarla aynı iş yerinde çalışıyor
    Temizlik yapmak yetmiyor her yer pis
    Doğa sevgisini tatmak için ne yapmak lazım bilinmiyor
    Unutkanlıklarımız ile yaşamak çok güç
    Tarihten ders almak yerine tarihi ezbere yaşamak anlamsız
    Kaybolan değerlerimizin üstünde göbek atıyorlar
    Hayatın anlamını sorgulamanın suç olduğu sanılıyor
    Sevdiklerimiz hapis yatmayı şaka sanıyor
    Çocuklar büyükleri yönetecek kadar bilge sanılıyor
    Ailelerde baskı yönetimi gereksiz bir rol sahibi
    Sesin yolculuğu şeytana paçayı kaptırmış
    Basit sorunlar büyük felaketlere yol açabiliyor
    İnsanlar konuşurken çok özensizler
    Teşekkür etmeyi de özür dilemeyi de bilmiyoruz
    Hastalıklar alay konusu haline gelmiş hikayelere dönüşüyor
    İnsanın iç yolculuğuna bir aşk hikayesi sığamazmış gibi dejenere edilmiş yaşamlar var
    Kaliteden anlayan kişiler kaliteyi paylaşmayı bilemiyor
    Sokak çocukları tarafından saldırıya uğramak basit bir tehdit sanılıyor
    Bir gün bir araba geri vitese takıp birini ezip kaçıyor
    Hırsızlar işi ticarete dökmüşler de haberimiz yokmuş
    Şehir hayatını sevmek için aklına iyi bir örnek getirmek zor
    Kanunlara göre yaşamak o kadar zor olmamalıydı
    İnsanlar kardeşçe yaşayabilmeliydi
    Saygı en hassas sınır çizgisi olmalıydı
    İnançlarımız gizli de yaşanabilmeliydi
    Sanat değer kazandıkça aydınlık doğmalıydı
    Aileler birbirlerinin mutlulukları için sevinebilmeliydiler
    Paranın getirebileceği kadar basit mutluluklara elimizdeki güç kuvvet yetmeliydi
    Okumak için herkesin iyi bir nedeni olmalıydı

  • Dinlesen Daha İyi

    31.07.2025 - 16:26

  • Toplumda Bireysel Takıntılar

    31.07.2025 - 11:11

    Nichole Kidman'ın da sayfasında incilden sözler vardı da:))

  • Esmaül Hüsna

    31.07.2025 - 10:04

    Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa
    içlerinden birtakımı, Allah’ın kelamını dinler, iyice anla
    dıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.24
    El Ahir

  • Esmaül Hüsna

    31.07.2025 - 03:32

    Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya geti
    ren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldüre
    cek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na döndürüle
    ceksiniz.
    El Müzil

    O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra
    göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her
    şeyi hakkıyla bilendir.
    El Muhsi

    Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yara
    tacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan
    dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek
    daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da,
    “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.
    El Vahid

    Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra
    onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz,
    haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.
    El Latif

    Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin
    bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur.
    Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan
    sensin” dediler.
    El Bais

    Allah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini
    söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah,
    “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine
    açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim
    demedim mi?” dedi.
    Er Reşid

    Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İb
    lis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis
    (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden ol
    muştu.
    Ed Darr

    Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada
    dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın,
    yoksa zalimlerden olursunuz.”
    El Adl

    Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları için
    de bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de,
    “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli
    bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.

    Es Selam

    Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelime
    ler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun
    üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok ka
    bul edendir, çok bağışlayandır.
    Et Tevvab

    “İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir
    yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona uyarsa, onlar
    için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir”
    dedik.8
    El Latif

    ...

  • Esmaül Hüsna

    31.07.2025 - 03:14

    Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bo
    zan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akraba
    lık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzün
    de bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğra
    yanların ta kendileridir.

    El Kayyum

    ...

  • Esmaül Hüsna

    31.07.2025 - 03:10

    Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı
    gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.
    El Aliyy

    Onlar gaybe2 inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, ken
    dilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda
    harcarlar.
    El Mümit

    Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de
    inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.
    El Vali

    İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğruyol üzeredir
    ler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.
    Er Reşid

    Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan
    da, onlar için birdir, inanmazlar.3
    Et Tevvab

    Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Göz
    leri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap
    vardır.
    El Hasib

    Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yolu
    na ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine de
    ğil.
    El Mümin

    ...
    ...
    ...

  • Esmaül Hüsna

    31.07.2025 - 01:15

    Evet

    Yani Allah'ın adını anmak daha hayırlıdır...

    anlamış oldum.

  • Esmaül Hüsna

    31.07.2025 - 00:43

    ben 15 temmuz'da marketler kapanmasa dedim
    sigaraya başladım

    şimdi bıraktım bugün

    artık bu bildiğim hayalin küçük de olsa bir parçasıyım

    yani
    HARE HARE KRİŞNA DEMİYORUM DA

    RAB KRİŞNA DİYORUM GİBİ

    sadece markete giden biri olarak da bu

    okuyoruz sigarayı bırakma kitabı

    o kitap da bu konuda

    bazen içmen hayırlıdır
    aslında bırakman diyor

    BİZ BİR ALLAH'TAN KORKMAYI BİLİYORUZ YANİ

  • Esmaül Hüsna

    31.07.2025 - 00:27

    Ebû Saîd el-Hudrî anlatıyor:
    “Bir kadın Resûlullah’a (sav) gelerek, ‘Yâ Resûlallah! Senin sohbetinden
    hep erkekler faydalanıyor. Bize bir gününü ayırsan da o gün sana
    gelsek, bize Allah’ın sana öğrettiğinden öğretsen.’ dedi. Hz. Peygamber,
    ‘O hâlde şu şu günlerde toplanın.’ buyurdu. Bunun üzerine kadınlar
    toplandılar. Resûlullah (sav) onların yanına gelerek Allah’ın kendisine
    öğrettiklerinden onlara bir şeyler öğretti...”

  • Esmaül Hüsna

    31.07.2025 - 00:14

    O ZAMAN ŞİİRİ SİLMEYİN BOŞUNA

    ŞİİR SİLMENİN ANLAMI DA "BUDUR"

    BEN ŞİİRİMDE "ADALET" YAZDIM

    BİZ DE BUYUZ
    SİZ DE BUSUNUZ

    NOKTA.

  • Esmaül Hüsna

    31.07.2025 - 00:13

    O ZAMAN DEDİM

    BİZİ KÜÇÜCÜK CÜMLELERİN İÇİNE SIKIŞTIRMA ALLAH'IM

    ben görevimi yaptım kitap açısından

    - neden o küçücük cümle "dağa indirseydik ne kitabı" değil de "insanlar tanışsın, çalışsın, kardeş gibi yaşasın..."

    o zaman da o cümle "satırların yerlerini değiştirirler olmadı

    öyle olsaydı ben çalışırım yerine okurum, okurum yerine yazarım derdim, diyebilir halde olduğumuzdan emin olurdum

    ???

  • Dinlesen Daha İyi

    31.07.2025 - 00:06

    tebrik ederizz:)

Toplam 1728 mesaj bulundu