“Ömrümün virgülü” dedin. Ben hep ters dönüp havada asılı kaldım ve ancak bir kesme işaretinden sonraki aitlik eki kadar yakın olabildim ömrünün kıyılarına.
Bir pencere önünde, buğular ardında rüzgarın ayak izleri ve yağmurun fısıltısı içimi parsellerken sana çıkan yolların ne kadarı bana kaldı?
Sende ne kadar çoğalabiliyorum içimdeki saldırmanın ucu façalarken ruhumu?
Hangi baba yiğitin narası bastırabilir taş duvarlardan sekip gönlüme saplanan çığlımı?
Bir adımım önde ve bir diğeri geride. Sana gelebilmem için hep ardımda bana ait bir adım bırakmak zorundayım. Altında soru işaretlerim ve merakım… Çimenlendirilmiş arpanın, bir imbikten geçip, dilinden içimin bardağına dökümü ve sayfalarda durduğu gibi durmayan kelimelerinle sarhoş oluşum; soru işaretlerimin ayılmasına sebep ve daha kimbilir bilmediğim ne çok şey var damıtıp da kendine sakladığın…
Hatırlamayışların kabullenmek istemeyişinden mi?
Vasi sesten, vasi sesi anlatan yabancı kelimeler asılıyor boynuma. Bana yabancı olan bir duygu mu hissettiğim bilmiyorum ama boğazımı düğümlemeye yetiyor. Koca bir ilmek; tökezlesem ölüme dokunacağım… Ben savaşırken sana çıkan yolların çağrılarıyla sen hangi zaferin sevincini yaşıyorsun benden kaç durak ötede kestiremiyorum. Bir fırça darbesiyle silip atamıyorum ki içimdeki duyguların renk cümbüşünü… Sürrealist bir tablo çıkıyor ortaya ve Dali’nin beklemek anlayışına sığınıyorum.
Sığıntı kalıyorum akreple yelkovan arasında.
Belki gelirsin diye satır aralarını boş bırakıyorum. Hani benim sığınmayı en sevdiğim yer. Hatırlar da gelirsin belki.… Boş sayfalar hazırlıyorum seni anlatmak için. Kalemim tuzla buz olunca özlemden, hayallere sığınıyorum, geçen zamana, gelecek zamana…. Ama “an”a tutunamıyorum.....
Çünkü yoksun……
Kurup, senle paylaştığım her hayale serzeniş dedin önce, sabırsız bir ufaklık sanıp göğsüne bastın ama ben biliyorum ki hayallerin ne beklemekle ne de sabırla alakası yok. Hep o yüzden beklenmedik zamanlarda düşüverdim kırıkların diyarına. Bekleseydim eğer hayal olmaktan çıkıp hırslı bir ideale dönüşürdün içimde.
Ne mutlu bana ki hala hayalperest bi ufaklığı saklayabiliyorum gözlerinde aradığım bende.
Hala hayal kuruyorum. Boş sayfalar kucağımda, küçük çocukların yaptığı gibi takıp takıştırdım kelimeleri parmaklarıma, seni bekliyorum o masum heyecanımla. Beni kucaklayıp göğsüne basasın diye… Yanına yatırıp rüyana alasın, küçük dokunuşlarınla ninniler söyleyesin diye.
Ruhumu teslimiyet zamanı ruhuna, ben rüyalar diyarına gidiyorum küçüğünü uyutmaya geleceksin değil mi?
Yerle yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü, Kavim göçlerinden bu yana ağlayan Ve durmadan Cep kanyağı yakıcılığında ezgiler Çalan, çaldıran, yakalatan Adı bende gizli bir kadındı İstanbul
Şehre bir yağmur yağdı Ben ağladım
Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizanstan Yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses Verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü yerlerinden Bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk sipariş edildi yeniden
Bir şehre yağmur yağdı Ben ağladım
Kim daha çok yalan söndürdü çay bardaklarında Hangisi talandı demli öpücüklerin Ve buğularda yitirilen kimin adıydı Bir aşktan diğerine kaç saate gidiliyordu Soyulur muydu kabuğu hayatın Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?
Yağmur şehre bir yağdı Ben ağladım
Ben ençok seni götürdüm giderken Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları Yardan düşmüştüm yaralarım yardan armağandı Ben sevmeyi beceremedim belki de sevilmeyi Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı
Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı
Ben... Yağmur... Ağladım...
...
sus kalma kanka sana da doğacak Umudun güneşi ben biliyorum
Ben senin canında marazi ağrı ve onulmaz bir kırılganlıkken; sen bana bu kadar yasaklı ve ben bana bu kadar saklıyken ne olur yağma bulutsuzluğuma..umutsuzum…
17.10.2008 - 13:58
- Ömrümün Virgülü -
“Ömrümün virgülü” dedin.
Ben hep ters dönüp havada asılı kaldım ve ancak bir kesme işaretinden sonraki
aitlik eki kadar yakın olabildim ömrünün kıyılarına.
Bir pencere önünde, buğular ardında rüzgarın ayak izleri ve yağmurun fısıltısı içimi parsellerken
sana çıkan yolların ne kadarı bana kaldı?
Sende ne kadar çoğalabiliyorum içimdeki saldırmanın ucu façalarken ruhumu?
Hangi baba yiğitin narası bastırabilir taş duvarlardan sekip gönlüme saplanan çığlımı?
Bir adımım önde ve bir diğeri geride.
Sana gelebilmem için hep ardımda bana ait bir adım bırakmak zorundayım.
Altında soru işaretlerim ve merakım…
Çimenlendirilmiş arpanın, bir imbikten geçip, dilinden içimin bardağına dökümü
ve sayfalarda durduğu gibi durmayan kelimelerinle sarhoş oluşum;
soru işaretlerimin ayılmasına sebep ve daha kimbilir bilmediğim ne çok şey var
damıtıp da kendine sakladığın…
Hatırlamayışların kabullenmek istemeyişinden mi?
Vasi sesten, vasi sesi anlatan yabancı kelimeler asılıyor boynuma.
Bana yabancı olan bir duygu mu hissettiğim bilmiyorum ama boğazımı düğümlemeye yetiyor.
Koca bir ilmek; tökezlesem ölüme dokunacağım…
Ben savaşırken sana çıkan yolların çağrılarıyla sen hangi zaferin sevincini yaşıyorsun
benden kaç durak ötede kestiremiyorum.
Bir fırça darbesiyle silip atamıyorum ki içimdeki duyguların renk cümbüşünü…
Sürrealist bir tablo çıkıyor ortaya ve Dali’nin beklemek anlayışına sığınıyorum.
Sığıntı kalıyorum akreple yelkovan arasında.
Belki gelirsin diye satır aralarını boş bırakıyorum.
Hani benim sığınmayı en sevdiğim yer.
Hatırlar da gelirsin belki.…
Boş sayfalar hazırlıyorum seni anlatmak için.
Kalemim tuzla buz olunca özlemden, hayallere sığınıyorum, geçen zamana, gelecek zamana….
Ama “an”a tutunamıyorum.....
Çünkü yoksun……
Kurup, senle paylaştığım her hayale serzeniş dedin önce,
sabırsız bir ufaklık sanıp göğsüne bastın ama ben biliyorum ki
hayallerin ne beklemekle ne de sabırla alakası yok.
Hep o yüzden beklenmedik zamanlarda düşüverdim kırıkların diyarına.
Bekleseydim eğer hayal olmaktan çıkıp hırslı bir ideale dönüşürdün içimde.
Ne mutlu bana ki hala hayalperest bi ufaklığı saklayabiliyorum gözlerinde aradığım bende.
Hala hayal kuruyorum.
Boş sayfalar kucağımda, küçük çocukların yaptığı gibi takıp takıştırdım kelimeleri parmaklarıma,
seni bekliyorum o masum heyecanımla.
Beni kucaklayıp göğsüne basasın diye…
Yanına yatırıp rüyana alasın, küçük dokunuşlarınla ninniler söyleyesin diye.
Ruhumu teslimiyet zamanı ruhuna, ben rüyalar diyarına gidiyorum
küçüğünü uyutmaya geleceksin değil mi?
15.10.2008 - 09:47
YAĞDIKÇA...
Yerle yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü,
Kavim göçlerinden bu yana ağlayan
Ve durmadan
Cep kanyağı yakıcılığında ezgiler
Çalan, çaldıran, yakalatan
Adı bende gizli bir kadındı İstanbul
Şehre bir yağmur yağdı
Ben ağladım
Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizanstan
Yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses
Verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır
Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü
yerlerinden
Bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk
sipariş edildi yeniden
Bir şehre yağmur yağdı
Ben ağladım
Kim daha çok yalan söndürdü çay
bardaklarında
Hangisi talandı demli öpücüklerin
Ve buğularda yitirilen kimin adıydı
Bir aşktan diğerine kaç saate gidiliyordu
Soyulur muydu kabuğu hayatın
Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?
Yağmur şehre bir yağdı
Ben ağladım
Ben ençok seni götürdüm giderken
Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları
Yardan düşmüştüm yaralarım yardan armağandı
Ben sevmeyi beceremedim belki de sevilmeyi
Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı
Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı
Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı
Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı
Ben...
Yağmur...
Ağladım...
...
sus kalma kanka
sana da doğacak Umudun güneşi
ben
biliyorum
Toplam 2 mesaj bulundu