Kampüsün ara sokaklarında yürürken bir çift göz onu süzüyordu. Bedeni yürüyor, beyni onu düşünüyordu:
'Acaba diyordu ne olur konuşsam? '.
'Hayır' diyordu... Menfi bir cevabı yok ederdi onca kara sevdayı. Karmaşık duygular içinde vermişti hayatının kararını. Konuşacaktı sonu hüsran olsa da. Usulca sokuldu yanına; utangaç bir şekilde, kısık bir sesle:
-' Bir dakika konuşabilir miyiz? ' dedi ama duymamışcasına istifini bozmadan devam etti yoluna.kan beynine sıçramıştı, yüreği sızlamıştı genç adamın, bir hamle yaptı, onu karşısına aldı. Gözlerinin içine bakarken şu nağmeler döküldü dudaklarının arasından:
“Sevgiye dair ne varsa senden,
Neleri feda ederim bir bilsen?
Susturma bu ruhu, gel biraz dinle!
Ne çıkar dalsak bu sohbete.”
Sessizce dizeleri dinledikten sonra aynı nispette boynunu büküp yoluna devam etti. Biraz ilerledikten sonra dönüp: 'Bekle' dedi ve çekip gitti. Ardından uzun süre bakakaldı genç adam,
günlerce bekledi... Umutlar tükenmekteydi ki kaldığı yurda adına gelen bir posta olduğunu söylemişti görevliler. Zarfı açtı içindeki dizelere daldı genç adam:
“Düşündüm durdum izdivaç tacını
Kâni ruhumda buldum bahtiyar bahtı
Sutrede gördüğünse bu diyar
Helal maiyetine benden ikrar...”
yazıyordu.
Kalü belâ'da bu niyet üzerine tulu edilmemiş miydi ruhumuz? Edille-i şeriyye hükmüne göre inanılmamış mıydı kararın? Bu da biadın ta kendisiydi...
Yer ve zamanda, Alaadin tepesinin geçmişten tevarüs edilenlere şahit olmasına karar verilmişti. Hoş terennümlerle başlanan kalbi muhabbetler önceden alınıp siyah pardüsenin altına saklanan gülle seyrini süprizlere bırakma gayesindeydi; ama itiraf etmek gerekirdi ki bu süprizin değil korkaklığın emaresiydi. Zira genç adam etrafı iyice süzüp kimsenin farketmediğine kâni olduğu bir anda gülü çıkarıp uzatmıştı. Korkmuştu, biri görür de rezil (!) olurum diye... Kılıbıklık, romantiklik yakışır mıydı (!) önde gidene?
Günler gizli gizli bir birini izlerken Zafer'de yıllar önce unuttuğunu sandığı sevdasıyla yüzleşti bir an... Daha ilkokul yıllarında götürüldüğü amcasının çay ocağında tanışmıştı onunla. Kaşları hilale, gözleri kutup yıldızına benziyordu. Ortaokul, lise yıllarında ne badireler atlatmışlar, ama hiç ayrılmamışlardı. Üniversiteyi kazandığı yıllarda 'gözden ırak olan gönülden de ırak olur' deyip unutmayı yeğlemişti genç adam... İşte tahayyül edilen düşünceler böyle somutlaştırılmıştı kampüsün ara sokaklarında... Ama ne bilirdi ki onun da arkasından üniversiteye geleceğini? İzzeti nefsini hangi yönde muhafaza edecekti, kararını hangi doğrultuda kullanacaktı şimdi? Beyninde ulu kayalar parçalanırken şakaklarına inen kardan haberi yoktu genç adamın. Günlerce bu ifritten suale cevap aradı ve kararını verdi.
İlk sevdalar unutulmazdı...
Kampüsün ara sokalarında gözü yaşlı bıraktığı sevdası beklerken genç adam:
İlk sevdasıyla Yaka Manastır'da ateş yakıp etrafında demirden dağlar eritip kalıptan ruhlarına doldurdular. 'Söz gülledir, gürlemek isteyene' deyip fakültenin koridorlarında beraber naralar attılar sevgiye dair.Hele Hıdırlık'ta tavşan kanı muhabbetlerinde İstasyon Caddesi'ne düştü adımları ve “sevdamız uğruna bizi de vursunlar” deyip öyle bir hengame koparmışlardı ki bırak düşmanı, dost bildiklerinin bile ödleri patlamıştı... Yüksel Caddesi'nde ucuz falcılar gözüyle görmüyorlardı artık dünyayı, Çankaya Yokuşu'nda türkülerle hayata bakıyorlardı.
Bir gün genç adam çok sevdiği hilal kaşlı, yıldız gözlü sevdasını, kendince düşman bildikleriyle aynı masada muhabbetteyken gördü. Yaptığının yanlışlığını bildirdi, hatalarını dile getirdi. Akabinde gerildi ortam, önüne her türlü olumsuz sıfatlar takılarak 'hain' damgasını yedi. Hazmedemedi bunca yakıştırmaları. Katreler ummanda bahr-i bi-payendı artık. Yüce dağlardan inip cim karnına dönme vakti gelmişti. Onu anlamamıştı Erenler Diyarı ne de sevdalar. Artık ne Eskük Ersin, ne Trafik Apo,ne Bıçkın Harun ne Hasan Hoca ne Gakkoş Vahap ne de Ali Abi vardı. İnzivaya çekildi, günlerce olayları tefekkür etti.
Sonuç olarak:
İlk sevdasından vazgeçemedi; ama geri dönmeyi de gururuna yediremedi...
Kampüsün ara sokaklarında bıraktığı ise şimdilerde, inandıklarımızdan bihaber bir zihniyetle izdivaç müessesinde...
Genç adam ise toyunu, soyunu bir kenara atmış yalnızlığının ve naçarlığının duygusuyla gitmek istediği yere ne kadar da yakın olduğunu hissetmekte ve o anı beklemekte... osman GAZİ
TECELLİ-İ KEDER
Kampüsün ara sokaklarında yürürken bir çift göz onu süzüyordu. Bedeni yürüyor, beyni onu düşünüyordu:
'Acaba diyordu ne olur konuşsam? '.
'Hayır' diyordu... Menfi bir cevabı yok ederdi onca kara sevdayı. Karmaşık duygular içinde vermişti hayatının kararını. Konuşacaktı sonu hüsran olsa da. Usulca sokuldu yanına; utangaç bir şekilde, kısık bir sesle:
-' Bir dakika konuşabilir miyiz? ' dedi ama duymamışcasına istifini bozmadan devam etti yoluna.kan beynine sıçramıştı, yüreği sızlamıştı genç adamın, bir hamle yaptı, onu karşısına aldı. Gözlerinin içine bakarken şu nağmeler döküldü dudaklarının arasından:
“Sevgiye dair ne varsa senden,
Neleri feda ederim bir bilsen?
Susturma bu ruhu, gel biraz dinle!
Ne çıkar dalsak bu sohbete.”
Sessizce dizeleri dinledikten sonra aynı nispette boynunu büküp yoluna devam etti. Biraz ilerledikten sonra dönüp: 'Bekle' dedi ve çekip gitti. Ardından uzun süre bakakaldı genç adam,
günlerce bekledi... Umutlar tükenmekteydi ki kaldığı yurda adına gelen bir posta olduğunu söylemişti görevliler. Zarfı açtı içindeki dizelere daldı genç adam:
“Düşündüm durdum izdivaç tacını
Kâni ruhumda buldum bahtiyar bahtı
Sutrede gördüğünse bu diyar
Helal maiyetine benden ikrar...”
yazıyordu.
Kalü belâ'da bu niyet üzerine tulu edilmemiş miydi ruhumuz? Edille-i şeriyye hükmüne göre inanılmamış mıydı kararın? Bu da biadın ta kendisiydi...
Yer ve zamanda, Alaadin tepesinin geçmişten tevarüs edilenlere şahit olmasına karar verilmişti. Hoş terennümlerle başlanan kalbi muhabbetler önceden alınıp siyah pardüsenin altına saklanan gülle seyrini süprizlere bırakma gayesindeydi; ama itiraf etmek gerekirdi ki bu süprizin değil korkaklığın emaresiydi. Zira genç adam etrafı iyice süzüp kimsenin farketmediğine kâni olduğu bir anda gülü çıkarıp uzatmıştı. Korkmuştu, biri görür de rezil (!) olurum diye... Kılıbıklık, romantiklik yakışır mıydı (!) önde gidene?
Günler gizli gizli bir birini izlerken Zafer'de yıllar önce unuttuğunu sandığı sevdasıyla yüzleşti bir an... Daha ilkokul yıllarında götürüldüğü amcasının çay ocağında tanışmıştı onunla. Kaşları hilale, gözleri kutup yıldızına benziyordu. Ortaokul, lise yıllarında ne badireler atlatmışlar, ama hiç ayrılmamışlardı. Üniversiteyi kazandığı yıllarda 'gözden ırak olan gönülden de ırak olur' deyip unutmayı yeğlemişti genç adam... İşte tahayyül edilen düşünceler böyle somutlaştırılmıştı kampüsün ara sokaklarında... Ama ne bilirdi ki onun da arkasından üniversiteye geleceğini? İzzeti nefsini hangi yönde muhafaza edecekti, kararını hangi doğrultuda kullanacaktı şimdi? Beyninde ulu kayalar parçalanırken şakaklarına inen kardan haberi yoktu genç adamın. Günlerce bu ifritten suale cevap aradı ve kararını verdi.
İlk sevdalar unutulmazdı...
Kampüsün ara sokalarında gözü yaşlı bıraktığı sevdası beklerken genç adam:
İlk sevdasıyla Yaka Manastır'da ateş yakıp etrafında demirden dağlar eritip kalıptan ruhlarına doldurdular. 'Söz gülledir, gürlemek isteyene' deyip fakültenin koridorlarında beraber naralar attılar sevgiye dair.Hele Hıdırlık'ta tavşan kanı muhabbetlerinde İstasyon Caddesi'ne düştü adımları ve “sevdamız uğruna bizi de vursunlar” deyip öyle bir hengame koparmışlardı ki bırak düşmanı, dost bildiklerinin bile ödleri patlamıştı... Yüksel Caddesi'nde ucuz falcılar gözüyle görmüyorlardı artık dünyayı, Çankaya Yokuşu'nda türkülerle hayata bakıyorlardı.
Bir gün genç adam çok sevdiği hilal kaşlı, yıldız gözlü sevdasını, kendince düşman bildikleriyle aynı masada muhabbetteyken gördü. Yaptığının yanlışlığını bildirdi, hatalarını dile getirdi. Akabinde gerildi ortam, önüne her türlü olumsuz sıfatlar takılarak 'hain' damgasını yedi. Hazmedemedi bunca yakıştırmaları. Katreler ummanda bahr-i bi-payendı artık. Yüce dağlardan inip cim karnına dönme vakti gelmişti. Onu anlamamıştı Erenler Diyarı ne de sevdalar. Artık ne Eskük Ersin, ne Trafik Apo,ne Bıçkın Harun ne Hasan Hoca ne Gakkoş Vahap ne de Ali Abi vardı. İnzivaya çekildi, günlerce olayları tefekkür etti.
Sonuç olarak:
İlk sevdasından vazgeçemedi; ama geri dönmeyi de gururuna yediremedi...
Kampüsün ara sokaklarında bıraktığı ise şimdilerde, inandıklarımızdan bihaber bir zihniyetle izdivaç müessesinde...
Genç adam ise toyunu, soyunu bir kenara atmış yalnızlığının ve naçarlığının duygusuyla gitmek istediği yere ne kadar da yakın olduğunu hissetmekte ve o anı beklemekte...
osman GAZİ