Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik, Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden. Martılar konuyor omuzlarıma, Gözlerin İstanbul oluyor birden. Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen Durgun sular gibi azalacağım Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen. Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince Yalnız gözlerime bak diyeceksin. Ellerim usulca ellerine değince Kaybolup gideceksin Bir elim seni çizecek bütün pencerelere Bir elim seni silecek. Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere Senin için yeni baştan can kesilecek. Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde Sonra seni kaybetmek hemen her yerde Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak Yapayalnız kalmak iskelelerde. Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik, Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden. Martılar konuyor omuzlarıma, Gözlerin İstanbul oluyor birden....
Çiğ tanesi pırıltısında gözlerim ve yine adınla başlıyorum
İsrâ. Kekeme kalmış cüzlerimin nurundan yoksun gözlerim ve yavaş yavaş hırpalıyor suretimi aynanın resmedemediği. Kıvılcımla ateş arasında bir mirâcı vardı herkesin… Herkesin bir İsrâ’sı… Kim bilir kaç kez dokunduğum yerdeydi kalbimin ibresi. Hezimetim akşam alacasında…
Ah ne çok denizdir ellerin bana, ne çok aşina!
Kum tanelerinin suya inmesi yakınken yaz yağmurlarının tutuştuğu akşamlarda okudum kendimi ve en çok seni. Mabedimin uzaklığına sen düştün ya, geceye çektiğin siyah peçenin ardında uyku ve uyanıklık arası kutsal terennümler mırıldanıyorum. Bir bedevinin yangın yeri uykusuna benzetiyorum seni; ‘ruhu besleyen’. Bu yüzden iğfal edilemiyor hükmüm cümlelerimin bittiği yerde. Al bu ağır aksak düşü toparla benden!
Adının başında ben bir zedeyim İsrâ!
Aşkın, geceden dökülen tutam tutam teksifken, kahrım lütfuna öğrendim, çölün rahmetine düşmenin kızıl kıyamet yanmaktan geçtiğini! Onca gidiyorken aşk, kalmak da neydi? Gidenlerin ardında bıraktıkları toz sürmelenirken gözümüze, durmak neyin nesiydi? Göğüne mest olan muradım, fikrime el ettikçe kopar kıyamet İsrâ. Zemheri tutar geceyi. Dolanır niyazıma gül kokulu sunaklar.
Kan tutar sana olan düşkünlüğüm de, hüznün doğu yarısı kalır öksüz!
Ezberimdesin daim. Her gece gökte mavi bir yıldızla kıyama duruyoruz aşka. Ellerimde virdin… Razılığımla karışıyorum yokluğuna. Seninle gül mevsimiyken içim, fırtına çıksa ne yazar İsrâ! Değil mi ki,sen saçlarıma alev alev yağarken, geçeceğim sadece bir pervaz vardı. Yağmur bu kadar ıslak geçerken ömrümden, sen en çok ‘O’ydun. Haydi! Beni senin aşkında sına. Ab-ı hayatın ile yıka kalbimi. Selama dursun yıldızlar. Ben senden geçeyim, sen benden…
Geçecek hepsi.. acıların yavaş yavaş küflenecek.. bir rüzgar gelip alacak tüm kederini.. uçup giden kederine bakarken bir gülümseme konacak yanağının hemen üzerine.. yanakların âl âl olacak.. kalbindeki sancıdan eser kalmayacak.. işte.. işte tüm bunlardan dolayı.. geçecek..
Bütün iyi dilekler ve selamlardan sonra... Dilenciden sultana, köleden efendiye Hânım hey! .. Sen ki mahabbet gülistanıma revnak bağışlayanım, efendimsin, Sen ki arzum, emelim, hicranım ve elemimsin,
Ayrılığından dolayı yardım dilenmeye takatim yok senden, kapında kendini kaybedenlere gıptayla geçen ömrümde bir takate de ihtiyacım kalmadı artık. Sevgili eşiğinde ölene değil sağ kalana şaşmak gerekir, der bir bilge ama ben senden uzakta, aşkınla hasta, ama aşk sayesinde sıhhatteyim. Araya bunca yılın hasreti girmişken bir gün seni görmeye dayanabilir miyim bilmem, ama her sabah seni görüyor ve yüzünden aldığı güzellik ile insan içine çıkıyor diye güneşe, eşiğini döne dolaşa senden nur çalıyor diye her akşam mehtaba bakıyorum, bilesin. 'Bugün nasılsın ey kâinatın başı dönmüş yıldızı? ' diyorum ona, hasbıhal ediyorum; 'Ne haldedir sevgilim, hoş mudur, sofaca mıdır İstanbullar sultanı bugün? ' diye tekrar soruyorum. 'Hiç benim bulunduğum yerden daha kederli bir âleme doğdun mu sen; hiç aşkta altüst olmuş bencileyin bir firkatzede üzerine parladın mı? ' diye sitem ediyorum bazen... Velhasıl günlerce ve gecelerce güneşlere ve aylara durmadan ve dinlenmeden seni soruyorum, hâlâ bir haberini alamayışımı şikâyetle söylüyor, anlatıyorum. Senin beni unutma ihtimalini hatırlayıp çıldırıyorum bazı günler ve bazı geceler yüzünü eskisi gibi hayal edemeyeceğimden korkup kahroluyorum. Sonra tevbeler ediyorum. Seni unutma ihtimalini düşündüğüm için..... Aşkname..İskender Pala... l
” “özlemek ne zor kelime” diyor şair. özlememek daha zor, diyorum acizane. hiçbir şey yaşamamış gibiyim. her şeyi bir fincan çay içerken hatırlarım belki. aslında ne şair haklı ne ben. va’dedilen ülkelerin verilmemesi zor. ama va’dedilen ülkelerin va’dedilen ülke olmadığını fark etmek, bu daha zor. yitirilmiş yaşamların arkasında yitip gidiyoruz işte.
senle de sensiz de olmayan ey şehir! senin için ne kadar çok acı çektim. karşılığını istemezdim. bilsen, bununla yetinebilirdim. ama bilmedin.. “
'.... Ben? Düşünüp de eyleyememekten neredeyse taş kesilecektim. Öyle ürktüm ki kendi hareketsizliğimden elimden gelse bir daha düşünmeyecektim.
Ama yine de hep düşündüm. Yazılması gerektiği halde, yazılması için yeterli zaman kalmayan cümlelerimin telaşında kendisi için hazırlanan ziyafete daveti unutulan çocuğun hüznü vardı...'
Küçücük bir noktadan bile küçük olduğumu fark edince varlık ırmağının üzerinde, büyük hiçbir şey kalmıyor geriye. Ve bir nokta kadar küçülecek denli uzaktan baktığımda yaşama, hiçbir şey can acıtmıyor: Kozmik bakış noktası. Anladım ki ne geçmiş var ne gelecek. “Sufi an’ın oğlu”. An bir nokta, hal bir nokta. ... Bir nokta imiş aslı sühan evvel ü ahir (Ruhi) , sözün başı sonu bir nokta.
Hiç olmadığı kadar karanlık ve hiç olmadığı kadar yağmurlu bir gecede Yûsuf’u hatırlayan Züleyha, çöle ve ırmağa baktı. Buhur yakma saati çoktan geçmişti tapınakların.Züleyha geçmiş zamanlara ve gelecek zamanlara baktı. Dudağının ucunda kendi hikayesine tanıdık acı bir gülümseme vardı. Duy, dedi Züleyha, duy beni ey gelecek zaman, duy beni yazılmış ve yazılacak olan bütün hikayelerin kadın kahramanları. Bütün o yaşanmış ve yazılmış olan, bütün o yaşanmamış ve yazılmamış olan hikâyelerin kadın kahramanları. Kadınlar ve kızlar, dişil ve doğurgan, duygusal ve duyarlı olan. Eril olmayan yani, fethetmeyi değil fethedilmeyi bekleyen kale, daima.
Gecenin karanlık koynunda kapılarını açan kent,en fazla en fazla bir sandalı koynuna alan deniz. Durağan ve çaresiz ve lekesiz ve temiz tertemiz. Adı tarihe geçmiş ve geçecek dişil ve doğurgan, kadın ve kız olan yani ki yani ki bütün hikâyelerin baş kahramanı olan. Dünyanın çevresinde döndüğü asıl güneş, çağların gerçek sahibi, gerçek yazıcısı tarihin, bir anda en güçlü hükümdarları yerle bir kılan en güçlü kumandanları köle, en zelil köleleri hükümdar kılan, tutsakları en derin aydınlıkta hür, hür olanı en koyu karanlıkta tutsak kılan, hükümsüzü birden bire hükümlüye çeviren, hükümlüyü birden hükümsüz eden.
Geçer akçeleri geçmeze, geçmez akçeleri geçere dönüştüren saklı ve gizli el. Ama güçsüz, çünkü daima ödeyen ve ödenen bedel. Duyun beni geçmiş ve gelecek zamanların bütün hikâye kahramanı kadınları ve hikâye kahramanı olmayan kadınları.
Bir ben gibisi olmayacak aranızda, hiçbirinize benzemediğim kadar hiçbiriniz benzemeyeceksiniz bana. Hepiniz düz yollarda, sakin ve güvenli bir yaşamın kollarındasınız, bense derin ve karanlık bir kuyunun başındayım.
Fethedilen değil fethe kalkışan olarak kalacak geçmiş ve gelecek zamanlara adım. Acım acınızdan, gücüm gücünüzden çünkü çok daha fazla aşk benim hakkım, aşkın, hakkımız olmayanı istemek anlamına geldiğini bildiğimden bu hak ediş, çünkü bu aşk benim yazgım, çünkü kutsal kitaplarda zikredilecek benim adım. Yükselmek için düşmek,arınmak için kirlenmek, çıkmak için batmak lâzım. Yeniden doğmak için ölmeli insan bir kere, ruh olmak için teni yakmalı kadın ve suyun serinliğini bilmek için ateşe düşmeli kadın. Vurucu,kavrayıcı ve kuşatan, durmayan, koşan, böyle yazılmış benim yazgım, kutsal kitaplarda böyle geçecek adım, yazgıma ben nasıl baş kaldırırım?
Hanım hanımcık ol, böyle denecek Leylâ’ya.Ve oda öyle olacak.Çöle düşen Mecnun, Leylâ değil.Leylâ ağlamak için bile bahane bulmak zorunda. Ben öyle miyim ya?
Şirin’in bahtına düşen, uğrunda dağlar delinen olmak olacak, dağları delen değil.Suyu bulmak Ferhâd’ın bahtı.
Aslı, en fazla bir âh, felekleri tutuştursa da. Açılıp kapanan düğme Aslı boyundan ayağa.Yanıp küle dönmek Kerem’in hakkı olacak.
Ben Aslı gibi miyim ya? Evli evinde, yerli yerinde, bana yazılansa, benim alnıma, Yûsuf’un gömleğini yırtmak boydan boya, nasıl karşı çıkarım yazgıma? Adım, ey geçmiş ve gelecek zamanların dişil ve doğurgan, duygusal ve duyarlı, hanım hanımcık, durağan, ve çaresiz ve lekesiz bütün hikâye kahramanları. Adım adınızla birlikte anılsa da, dağlar ve ırmaklar arasında, gökler ve yer arasında olduğu kadar mesafe olacak adımla adınız arasında.
Siz, yazgınızla iffetli, çaba harcamayacaksınız eteğinizdeki çamuru akıtmaya. Ben yazgımı yükleneceğim önce sonra yazgımdan iffet çıkaracağım. Bu yüzden Yûsuf’un arka tarafından yırtılan gömleğinden Züleyha’nın önden yırtılan eteğine kadar uzanacak yolum, Adım adım,
Yalancı Takılı kalmış gözlerim, kulaklarımda sesin Unutulup giden bir eski zaman masalında Güneşe tutkun kardan adamın sevdası gibi Gölgesini arayan bir sevdanın yalancısıyım Sana sesinden dinlenesi şiirler yazıyorum
Yağmur yağıyor şimdi kentin sokaklarına Bir yaprak düşüyor sessizce avuçlarıma Bir düş üşüyor şimdi umudun yokluğundan Radyoda bir şarkı, hala sıcaklığın var, inan Sana sesinden okunası şiirler yazıyorum
Takılı kalmış çocuk gözlerim gökkuşağında Dönüşünü bekliyorum güneşin, uçurtmamla Damlalarla beraber cama vurmakta rüzgar Uzaklardan bir melodi, bir ihtimal daha var Sana sesinden duymak için şiirler yazıyorum
Dipsiz bir kuyudan özlem dolmakta geceye Gece ıssız ve yıldızsız,mehtabı beklemede Bulutlar yağmakta dört yandan gökyüzüne Ben rüzgârların sırtında düşmüşüm peşine Kör karanlıkta elimde şimşeklerden fenerler
Sevdasını arayan bir gölgenin yalancısıyım Bir gülüşün sesine hasret, gölgesiz kalmışım
Kadife bir karanfil davetinde dururdu ellerin Nazenin bir dal gibi ... Uzanırdı göğe Avuçlarından dualar dökülürdü Ben toplardım tane tane Yalnızlığa sarardım cami avlusunda ikindiyi bekleyen ihtiyarlar gibi beklerdim gelişini oysa sen sehiv secdesi gibi geldin her seferinde bizimki iki tövbe arasında aşktı belli ki...
Ah/sen Kalbim dağınık, bilesin Seveceksen eğer, Bir suzinâk beste üflesin son bahar Toplasın dalgın sevinçlerimi İnci bir tesbih dizeyim sana Mütebessim bir imame ol Kurul baş köşesine dualarımın İsmini ismimle zikredeyim
Ah/sen Kavminin en güzeli Ene'l Aşk gibi yüzün... ADİGE BATUR...
Ve güldün rengârenk yağmurlar yağdı İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak Yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı Sen geldin benim deli köşemde durdun Bulutlar geldi üstünde durdu....Köşe-Sezai Karakoç...
30.08.2012 - 00:46
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.
Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince
Yalnız gözlerime bak diyeceksin.
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin
Bir elim seni çizecek bütün pencerelere
Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.
Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden....
07.08.2012 - 01:00
Hüznün Doğu Yarısı..
Çiğ tanesi pırıltısında gözlerim ve yine adınla başlıyorum
İsrâ. Kekeme kalmış cüzlerimin nurundan
yoksun gözlerim ve yavaş yavaş hırpalıyor
suretimi aynanın resmedemediği.
Kıvılcımla ateş arasında
bir mirâcı vardı herkesin…
Herkesin bir İsrâ’sı…
Kim bilir kaç kez dokunduğum yerdeydi kalbimin ibresi.
Hezimetim akşam alacasında…
Ah ne çok denizdir ellerin bana, ne çok aşina!
Kum tanelerinin suya inmesi yakınken
yaz yağmurlarının tutuştuğu akşamlarda
okudum kendimi ve en çok seni.
Mabedimin uzaklığına sen düştün ya,
geceye çektiğin siyah peçenin ardında
uyku ve uyanıklık arası
kutsal terennümler mırıldanıyorum.
Bir bedevinin yangın yeri uykusuna benzetiyorum seni;
‘ruhu besleyen’.
Bu yüzden iğfal edilemiyor hükmüm cümlelerimin bittiği yerde.
Al bu ağır aksak düşü toparla benden!
Adının başında ben bir zedeyim İsrâ!
Aşkın, geceden dökülen tutam tutam teksifken,
kahrım lütfuna öğrendim,
çölün rahmetine düşmenin kızıl kıyamet yanmaktan geçtiğini!
Onca gidiyorken aşk,
kalmak da neydi?
Gidenlerin ardında bıraktıkları toz sürmelenirken gözümüze,
durmak neyin nesiydi?
Göğüne mest olan muradım,
fikrime el ettikçe kopar kıyamet İsrâ.
Zemheri tutar geceyi.
Dolanır niyazıma gül kokulu sunaklar.
Kan tutar sana olan düşkünlüğüm de,
hüznün doğu yarısı kalır öksüz!
Ezberimdesin daim.
Her gece gökte mavi bir yıldızla kıyama duruyoruz aşka.
Ellerimde virdin…
Razılığımla karışıyorum yokluğuna.
Seninle gül mevsimiyken içim,
fırtına çıksa ne yazar İsrâ!
Değil mi ki,sen saçlarıma alev alev yağarken,
geçeceğim sadece bir pervaz vardı.
Yağmur bu kadar ıslak geçerken ömrümden,
sen en çok ‘O’ydun.
Haydi!
Beni senin aşkında sına.
Ab-ı hayatın ile yıka kalbimi.
Selama dursun yıldızlar.
Ben senden geçeyim, sen benden…
Tâ ki ‘O’ görünsün İsrâ!
29.07.2012 - 13:12
Geçecek hepsi..
acıların yavaş yavaş küflenecek..
bir rüzgar gelip alacak tüm kederini..
uçup giden kederine bakarken bir gülümseme konacak yanağının hemen üzerine..
yanakların âl âl olacak..
kalbindeki sancıdan eser kalmayacak..
işte.. işte tüm bunlardan dolayı..
geçecek..
16.07.2012 - 18:58
Bütün iyi dilekler ve selamlardan sonra...
Dilenciden sultana, köleden efendiye
Hânım hey! ..
Sen ki mahabbet gülistanıma revnak bağışlayanım, efendimsin,
Sen ki arzum, emelim, hicranım ve elemimsin,
Ayrılığından dolayı yardım dilenmeye takatim yok senden, kapında kendini kaybedenlere gıptayla geçen ömrümde bir takate de ihtiyacım kalmadı artık. Sevgili eşiğinde ölene değil sağ kalana şaşmak gerekir, der bir bilge ama ben senden uzakta, aşkınla hasta, ama aşk sayesinde sıhhatteyim. Araya bunca yılın hasreti girmişken bir gün seni görmeye dayanabilir miyim bilmem, ama her sabah seni görüyor ve yüzünden aldığı güzellik ile insan içine çıkıyor diye güneşe, eşiğini döne dolaşa senden nur çalıyor diye her akşam mehtaba bakıyorum, bilesin. 'Bugün nasılsın ey kâinatın başı dönmüş yıldızı? ' diyorum ona, hasbıhal ediyorum; 'Ne haldedir sevgilim, hoş mudur, sofaca mıdır İstanbullar sultanı bugün? ' diye tekrar soruyorum. 'Hiç benim bulunduğum yerden daha kederli bir âleme doğdun mu sen; hiç aşkta altüst olmuş bencileyin bir firkatzede üzerine parladın mı? ' diye sitem ediyorum bazen... Velhasıl günlerce ve gecelerce güneşlere ve aylara durmadan ve dinlenmeden seni soruyorum, hâlâ bir haberini alamayışımı şikâyetle söylüyor, anlatıyorum. Senin beni unutma ihtimalini hatırlayıp çıldırıyorum bazı günler ve bazı geceler yüzünü eskisi gibi hayal edemeyeceğimden korkup kahroluyorum. Sonra tevbeler ediyorum. Seni unutma ihtimalini düşündüğüm için.....
Aşkname..İskender Pala...
l
11.07.2012 - 20:39
” “özlemek ne zor kelime” diyor şair. özlememek daha zor, diyorum acizane. hiçbir şey yaşamamış gibiyim. her şeyi bir fincan çay içerken hatırlarım belki. aslında ne şair haklı ne ben. va’dedilen ülkelerin verilmemesi zor. ama va’dedilen ülkelerin va’dedilen ülke olmadığını fark etmek, bu daha zor. yitirilmiş yaşamların arkasında yitip gidiyoruz işte.
senle de sensiz de olmayan ey şehir!
senin için ne kadar çok acı çektim.
karşılığını istemezdim.
bilsen, bununla yetinebilirdim.
ama bilmedin.. “
Mor Mürekkep.....Nazan Bekiroğlu..
10.07.2012 - 22:44
'.... Ben? Düşünüp de eyleyememekten neredeyse taş kesilecektim. Öyle ürktüm ki kendi hareketsizliğimden elimden gelse bir daha düşünmeyecektim.
Ama yine de hep düşündüm. Yazılması gerektiği halde, yazılması için yeterli zaman kalmayan cümlelerimin telaşında kendisi için hazırlanan ziyafete daveti unutulan çocuğun hüznü vardı...'
10.07.2012 - 20:26
Küçücük bir noktadan bile küçük olduğumu fark edince varlık ırmağının üzerinde, büyük hiçbir şey kalmıyor geriye. Ve bir nokta kadar küçülecek denli uzaktan baktığımda yaşama, hiçbir şey can acıtmıyor: Kozmik bakış noktası. Anladım ki ne geçmiş var ne gelecek. “Sufi an’ın oğlu”. An bir nokta, hal bir nokta.
...
Bir nokta imiş aslı sühan evvel ü ahir (Ruhi) , sözün başı sonu bir nokta.
Nazan Bekiroğlu / Mor Mürekkep
30.06.2012 - 14:01
Hiç olmadığı kadar karanlık ve hiç olmadığı kadar yağmurlu bir gecede Yûsuf’u hatırlayan Züleyha, çöle ve ırmağa baktı. Buhur yakma saati çoktan geçmişti tapınakların.Züleyha geçmiş zamanlara ve gelecek zamanlara baktı. Dudağının ucunda kendi hikayesine tanıdık acı bir gülümseme vardı.
Duy, dedi Züleyha, duy beni ey gelecek zaman,
duy beni yazılmış ve yazılacak olan bütün hikayelerin kadın kahramanları.
Bütün o yaşanmış ve yazılmış olan,
bütün o yaşanmamış ve yazılmamış olan
hikâyelerin kadın kahramanları.
Kadınlar ve kızlar,
dişil ve doğurgan,
duygusal ve duyarlı olan.
Eril olmayan yani,
fethetmeyi değil fethedilmeyi bekleyen kale, daima.
Gecenin karanlık koynunda kapılarını açan kent,en fazla
en fazla bir sandalı koynuna alan deniz.
Durağan
ve çaresiz
ve lekesiz
ve temiz tertemiz.
Adı tarihe geçmiş ve geçecek
dişil ve doğurgan,
kadın ve kız olan yani ki
yani ki bütün hikâyelerin baş kahramanı olan.
Dünyanın çevresinde döndüğü asıl güneş, çağların gerçek sahibi, gerçek yazıcısı tarihin,
bir anda en güçlü hükümdarları yerle bir kılan
en güçlü kumandanları köle, en zelil köleleri hükümdar kılan,
tutsakları en derin aydınlıkta hür, hür olanı en koyu karanlıkta tutsak kılan,
hükümsüzü birden bire hükümlüye çeviren,
hükümlüyü birden hükümsüz eden.
Geçer akçeleri geçmeze, geçmez akçeleri geçere dönüştüren saklı ve gizli el.
Ama güçsüz,
çünkü daima ödeyen ve ödenen bedel.
Duyun beni geçmiş ve gelecek zamanların bütün hikâye kahramanı kadınları
ve hikâye kahramanı olmayan kadınları.
Bir ben gibisi olmayacak aranızda,
hiçbirinize benzemediğim kadar hiçbiriniz benzemeyeceksiniz bana.
Hepiniz düz yollarda, sakin ve güvenli bir yaşamın kollarındasınız,
bense derin ve karanlık bir kuyunun başındayım.
Fethedilen değil fethe kalkışan olarak kalacak geçmiş ve gelecek zamanlara adım.
Acım acınızdan,
gücüm gücünüzden çünkü çok daha fazla
aşk benim hakkım,
aşkın, hakkımız olmayanı istemek anlamına geldiğini bildiğimden bu hak ediş,
çünkü bu aşk benim yazgım,
çünkü kutsal kitaplarda zikredilecek benim adım.
Yükselmek için düşmek,arınmak için kirlenmek,
çıkmak için batmak lâzım.
Yeniden doğmak için ölmeli insan bir kere,
ruh olmak için teni yakmalı kadın
ve suyun serinliğini bilmek için ateşe düşmeli kadın.
Vurucu,kavrayıcı ve kuşatan,
durmayan, koşan,
böyle yazılmış benim yazgım,
kutsal kitaplarda böyle geçecek adım,
yazgıma ben nasıl baş kaldırırım?
Hanım hanımcık ol, böyle denecek Leylâ’ya.Ve oda öyle olacak.Çöle düşen Mecnun, Leylâ değil.Leylâ ağlamak için bile bahane bulmak zorunda. Ben öyle miyim ya?
Şirin’in bahtına düşen, uğrunda dağlar delinen olmak olacak, dağları delen değil.Suyu bulmak Ferhâd’ın bahtı.
Aslı, en fazla bir âh, felekleri tutuştursa da. Açılıp kapanan düğme Aslı boyundan ayağa.Yanıp küle dönmek Kerem’in hakkı olacak.
Ben Aslı gibi miyim ya?
Evli evinde, yerli yerinde,
bana yazılansa, benim alnıma, Yûsuf’un gömleğini yırtmak boydan boya,
nasıl karşı çıkarım yazgıma?
Adım,
ey geçmiş ve gelecek zamanların
dişil ve doğurgan, duygusal ve duyarlı,
hanım hanımcık, durağan,
ve çaresiz
ve lekesiz
bütün hikâye kahramanları.
Adım adınızla birlikte anılsa da,
dağlar ve ırmaklar arasında,
gökler ve yer arasında olduğu kadar mesafe olacak adımla adınız arasında.
Siz, yazgınızla iffetli,
çaba harcamayacaksınız eteğinizdeki çamuru akıtmaya.
Ben yazgımı yükleneceğim önce
sonra yazgımdan iffet çıkaracağım.
Bu yüzden Yûsuf’un arka tarafından yırtılan gömleğinden
Züleyha’nın önden yırtılan eteğine kadar uzanacak yolum,
Adım adım,
aşk benim hakkım.
YÛSUF İLE ZÜLEYHA......Nazan Bekiroğlu....
10.04.2012 - 00:16
Yalancı
Takılı kalmış gözlerim, kulaklarımda sesin
Unutulup giden bir eski zaman masalında
Güneşe tutkun kardan adamın sevdası gibi
Gölgesini arayan bir sevdanın yalancısıyım
Sana sesinden dinlenesi şiirler yazıyorum
Yağmur yağıyor şimdi kentin sokaklarına
Bir yaprak düşüyor sessizce avuçlarıma
Bir düş üşüyor şimdi umudun yokluğundan
Radyoda bir şarkı, hala sıcaklığın var, inan
Sana sesinden okunası şiirler yazıyorum
Takılı kalmış çocuk gözlerim gökkuşağında
Dönüşünü bekliyorum güneşin, uçurtmamla
Damlalarla beraber cama vurmakta rüzgar
Uzaklardan bir melodi, bir ihtimal daha var
Sana sesinden duymak için şiirler yazıyorum
Dipsiz bir kuyudan özlem dolmakta geceye
Gece ıssız ve yıldızsız,mehtabı beklemede
Bulutlar yağmakta dört yandan gökyüzüne
Ben rüzgârların sırtında düşmüşüm peşine
Kör karanlıkta elimde şimşeklerden fenerler
Sevdasını arayan bir gölgenin yalancısıyım
Bir gülüşün sesine hasret, gölgesiz kalmışım
Hasan Ekrem....
09.04.2012 - 12:36
Ah/sen…
En güzelin güzeli
Kadife bir karanfil davetinde dururdu ellerin
Nazenin bir dal gibi
... Uzanırdı göğe
Avuçlarından dualar dökülürdü
Ben toplardım tane tane
Yalnızlığa sarardım
cami avlusunda
ikindiyi bekleyen ihtiyarlar gibi
beklerdim gelişini
oysa sen
sehiv secdesi gibi geldin her seferinde
bizimki iki tövbe arasında aşktı
belli ki...
Ah/sen
Kalbim dağınık, bilesin
Seveceksen eğer,
Bir suzinâk beste üflesin son bahar
Toplasın dalgın sevinçlerimi
İnci bir tesbih dizeyim sana
Mütebessim bir imame ol
Kurul baş köşesine dualarımın
İsmini ismimle zikredeyim
Ah/sen
Kavminin en güzeli
Ene'l Aşk gibi yüzün...
ADİGE BATUR...
08.04.2012 - 11:51
Ve güldün rengârenk yağmurlar yağdı
İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı
Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
Yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı
Sen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu....Köşe-Sezai Karakoç...
30.03.2012 - 00:26
Yazı
Bir yazıyım ben
Beyazın içerisinde, siyah gibi
Rengini seçemediğin bir ah gibi
Binbir anlam yüklediğin günah gibi
Bir yazısın sen
Bahar kokusu sinmiş gökkuşağı renklerinde
Gülümseyişin her satırında bir başka umut
Binbir anı yüklediğim sevda dolu düşlerimde
Bir yazıyız biz
Sonsuzda kanat çırpan bir çift güvercin
İç içe geçmiş harfleriz ayırt edilemeyen
Bir romanız adı aşk konulan, özlediğimiz
Bir yazıyım ben
Okumadığında senli öznesini kaybeden
Ne ile sileceğini yükleminden bildiğin
Beyazın içerisinde, renksiz yitip giden
Hasan Ekrem...
Toplam 12 mesaj bulundu