Evvela söyleyeyim ki ne bir şâirlik sevdam ne de bu minvalde bir maksadım var. Ben hissiyatımı önce kendim için yazdım. Sonrasında da belki istikbal için bir kayıt, emsalim için ise bir tercüme-i hâl olması gâyesine mâtuf daha çok dostların teşviki ve tazyiki ile bu yola girdim.
Kendimi bildim bileli gönlüme düşen her duygu, kordan bir çığ gibi zamanla büyür ve nihayetinde kendini bir şekilde kâğıda döktürür. O yazı, hikâye veya şiir her ne ise tamamlanıncaya kadar bazen bir kaç saat, bazen birkaç gün, bazen birkaç ay hep aklımda bir kıymık gibi kalır, kendi kendime kaldığım her an beni tâciz eder, yazılmak için sıkıştırır, bir doğum sancısı gibi kıvrandırır durur. Satırlara döküldükten sonra da hem ben ondan kurtulmuş hem de o benden kurtulmuş olur.
Yazdıklarımı hep bir sır gibi sakladım. Belki çok sonraları, bir zaman sergüzeşt-i hayatımı yazarsam bunlardan istifade ederim diye muhafaza ettim. Maalesef, uzun yıllar düzenli olarak tutulan onca defter, mâlum ciğer-sûz hadiselerin kurbanı oldu ve kaybolup gittiler. Nasıl olduysa bu şiirlerin bir kısmının bulunduğu dosya, bir dostumuzun kadirşinaslığı ve vefâsı sayesinde kurtuldu.
O zamanlar, şiiri çok sevmeme rağmen nedense şiir yazmayı pek düşünmedim. Belki birkaç şiir denemesi olduysa o kadar. Ta ki bu karanlık yavaş yavaş çökene ve bu kış gelene kadar. Havanın soğumaya başladığı o günlerde, kederin ve garipliğin getirdiği hüzünden mi nedir, bu şiirler kalemden dökülmeye, birikmeye başladı.
Yitip giden onca hâtırat gibi bunların da bir gün kaybolacağı endişesi zihnimi kurcalamıyor değildi. Belki biraz tembellik biraz şartların ve zamanın nezaketi biraz da gerekli mi sorusu, bu teşebbüsü hep erteletti. Nihayetinde çok kıymetli bir dostumun, çoğu el yazısı halinde birkaç defterde bulunan bu şiirleri dijital ortama taşıması ve beni de sıkıştırması sonucu bu noktaya kadar geldim.
Hülâsa, bu şiirler yakın zamanda kendi dünyamda yaşadığım acıların, hayal kırıklıklarının, ihanetlerin ve mâsum insanlara yapılan korkunç bir zulmün neticesi hâsıl olan bir bir feryâd u figânın, bir çığlığın kelimelere dökülmüş halidir.
Kendimi bildim bileli gönlüme düşen her duygu, kordan bir çığ gibi zamanla büyür ve nihayetinde kendini bir şekilde kâğıda döktürür. O yazı, hikâye veya şiir her ne ise tamamlanıncaya kadar bazen bir kaç saat, bazen birkaç gün, bazen birkaç ay hep aklımda bir kıymık gibi kalır, kendi kendime kaldığım her an beni tâciz eder, yazılmak için sıkıştırır, bir doğum sancısı gibi kıvrandırır durur. Satırlara döküldükten sonra da hem ben ondan kurtulmuş hem de o benden kurtulmuş olur.
Yazdıklarımı hep bir sır gibi sakladım. Belki çok sonraları, bir zaman sergüzeşt-i hayatımı yazarsam bunlardan istifade ederim diye muhafaza ettim. Maalesef, uzun yıllar düzenli olarak tutulan onca defter, mâlum ciğer-sûz hadiselerin kurbanı oldu ve kaybolup gittiler. Nasıl olduysa bu şiirlerin bir kısmının bulunduğu dosya, bir dostumuzun kadirşinaslığı ve vefâsı sayesinde kurtuldu.
O zamanlar, şiiri çok sevmeme rağmen nedense şiir yazmayı pek düşünmedim. Belki birkaç şiir denemesi olduysa o kadar. Ta ki bu karanlık yavaş yavaş çökene ve bu kış gelene kadar. Havanın soğumaya başladığı o günlerde, kederin ve garipliğin getirdiği hüzünden mi nedir, bu şiirler kalemden dökülmeye, birikmeye başladı.
Yitip giden onca hâtırat gibi bunların da bir gün kaybolacağı endişesi zihnimi kurcalamıyor değildi. Belki biraz tembellik biraz şartların ve zamanın nezaketi biraz da gerekli mi sorusu, bu teşebbüsü hep erteletti. Nihayetinde çok kıymetli bir dostumun, çoğu el yazısı halinde birkaç defterde bulunan bu şiirleri dijital ortama taşıması ve beni de sıkıştırması sonucu bu noktaya kadar geldim.
Hülâsa, bu şiirler yakın zamanda kendi dünyamda yaşadığım acıların, hayal kırıklıklarının, ihanetlerin ve mâsum insanlara yapılan korkunç bir zulmün neticesi hâsıl olan bir bir feryâd u figânın, bir çığlığın kelimelere dökülmüş halidir.