Ömrüm Şiir Ne tünellerden geçtim şiir yolunda Dağlarda yalnız kaldım Kaya diplerinde uyudum Ayağıma dikenler battı Toprak damlarda yattım Yıldızları saydım geceleri Uykuma katık ettim dizeleri…
Ben mi şiirdeyim, şiir mi bende? Genlerimde şiir var, aklım fikrim şiirde… Bu nasıl tutku bilemiyorum. Çocukluğumdan beri gelişerek sürüyor. Şiir düşünmediğim bir an yok. Acılar, sevinçler, korkular, mutluluklar… Tüm yaşamımın merdivenlerinde, çizgilerinde şiir var. Sanki ben kaynağın özüyüm, şiir de bu kaynaktan akan su. Bazen nehirleşirim, bazen de deniz olurum. Yağmur olur yağarım. Gök olur gürlerim. Tayfun olur eserim. Meltem olur okşarım.
İsterseniz dünden bugüne şiirle olan yolculuğumu anlatayım. 1930 yılında kayısılar olgun olunca doğmuşum Bünyan’da. Bünyan, Kayseri’nin güzel bir ilçesi. Çağlayanlar, kaynaklar, yeşilliklerle iç içe bir ilçe. Halıcılıktaki ünü sınırları aşmış…
Evimizde halı dokurdu kızlar, kadınlar şarkılar türküler söyleyerek. Kirkit sesini dinleyerek başladı çocukluğum. Halının çiçeklerine güler, o çiçekleri okşardım. Biraz daha büyüyünce tarlaya, bağa bahçeye gitmeye başladım. Bu yerlerde doğayla tanıştım. Böceklerle, kır çiçekleriyle, kuşlarla dost oldum. Kurbağaların gece türkülerini dinledim. Su yılanlarının sevişmesini, danslarını izledim. Onlarla dost oldum, okşadım başlarını. Sevgiyi algılamalarını gördüm. Karınca düğünlerine katıldım. Gün doğarken açılan kır çiçeklerinin sevincini yaşadım. Yalınayak yollarda yürüdüm. Tek başıma eşeğimin çulunu yere serip dağlarda uyudum. Yalnız gece kuşlarının öttüğü o yerlerde tezek ateşi yakıp yalnızlığımı giderdim. Korkuyu ve korkmamayı öğrendim. Elenciklerde bahçe bekledim. Ay çiçekleriyle öpüştüm. Kuşburnu çalılarından, kuş üzümlerinden beslendim. Ayrana ekmek doğradım.
Ben şiire doğanın gizemli yollarında düşünerek başladım. Sonra yürürken, otururken, yatarken hep şiir söyledim. Tüm güzelliklere, acılara, yalnızlıklara, çaresizliğe söyledim şiirlerimi. İlkokulda okuma yazmayı öğrenince, düşlerimdeki, düşüncelerimdeki şiirleri yazmaya başladım. Bir sarı defterim vardı. Bu defterin ön yapraklarına ders, arka yapraklarına şiir yazardım. Kendime söyleyip dinlediğim ve yazdığım şiirleri kimselere söylemedim.
İlkokul böylece bitmişti. İlçede ortaokul yoktu. Bünyanlı birkaç öğrenci Kayseri’de okuyorlardı. Ulaşım çok zordu. 2. Dünya Savaşı kasıp kavuruyordu her yeri. Camiler buğday doluydu. İnsanlar arpa ekmeğini zor buluyordu. Ekmek vesika ile veriliyordu. Bir metre patiska ya da pazen denilen bez için nüfus cüzdanımıza damga vuruluyordu. İlkokuldan sonra iki yıl okula gidemedim. Bünyan Kayseri arası 40 km. Ulaşım bir tek kamyonla sağlanıyordu. Sabah erken giderdi Kayseri’ye, akşam dönerdi. İnsanlar ve yükler aynı kamyonla gider gelirlerdi.
Babama çok yalvardım. Sonra Kayseri’ye götürüp beni okula yazdırdı. Birkaç arkadaş küçük bir oda tuttuk. Elektriği suyu yoktu evin. Fakat dışarıda bir çukur çeşme vardı. Sırayla hamur yoğurur, mahalle fırınına sabah erkenden götürüp ekmeğimizi pişirtirdik. Çukur çeşmede yıkanırdık akşamları geç saatlerde. Gaz yağı bulamazdık, mum yakar çalışırdık derse. Mum alamadığımızda sokak lambasının altına giderdik okumak için…
Mahrumuyit evinden Kayseri Lisesi’nin karşısında olan Nuh Naci Talebe Yurdu’na girmiştim. Artık daha rahat ve çok kitap okuma olanağına kavuşmuştum. Ben Sanat Enstitüsü öğrencisiydim. Bu yurtta değişik liselerden öğrencilerle birlikteydik. Daha çok arkadaşım olmuştu. Fakat kitap okumak benim için bir tutkuydu. O yıllarda İsmet İnönü’nün ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali’nin önsözleriyle Beyaz Kitaplar yayınlanıyor ve bu kitaplar okul kitaplığımıza geliyordu. Dünya Edebiyatı’nın bu seçkin eserleri (klasikler) artık elimin altındaydı. Çünkü okulun kitaplığına ben bakıyordum.
Talebe yurdunun okuma salonunda gecenin geç saatlerine kadar klasikleri okuyordum. Felsefe, psikoloji, tarih, roman v ede şiir. Bazen okulumdaki teknik dersleri asıyor, Kayseri Lisesi’ndeki felsefe, tarih ve edebiyat derslerine giriyordum. Lisenin hocaları beni yakından tanıyor, kendi öğrencileri gibi anlayış ve sevgiyle davranıyorlardı. Ayrıca hoşlarına da gidiyordu.
Pencerem açıktı. Ufkumun giderek genişleyen derinliğinde ışık vardı. Okuyarak dolma, yazarak boşalmak benim için en ışıklı yoldu. Divan Edebiyatı’ndan günümüze, Dünya Edebiyatı’ndan bize uzanan süreçte bir yolcu olmaya çalıştım. Ne kadar yol katettim bilemiyorum.
Halk şiirinde çok sevdiğim ozanlar var. Birkaç isim verebilirim: karacaoğlan, Dadaloğlu, Aşık Veysel… Divan şiirinden Fuzuli, Baki, Nedim… Şiirlerinde bazıları ezberimde. Cumhuriyet dönemi şairlerinden Fazıl Hüsnü, Nazım, Necip Fazıl, Külebi ve diğer bazıları…
Bu zor günler içimdeki şiir atının kamçısı oldu. Fırsat buldukça yazıyordum. Yalnız şiir değil, hikaye, deneme vs… Yazmak benim için bir yaşam biçimi olmuştu. Yazdıklarımı gizleme duygusunu atmıştım. Arkadaşlarıma, öğretmenlerime okuyordum. Sonra Kayseri’de çıkan yerel gazete ve dergilere gönderdim birkaç şiirimi. Ve şiirlerim hemen yayınlandı. Ama şimdi o gazeteleri ve şiirleri tam olarak anımsayamıyorum. Kayseri’de Volkan diye bir dergi yayına başlamıştı. O derginin ilk sayısını aldım, okudum ve çok sevindim. Hemen bir şiir gönderdim. Üçüncü sayısında şiirim yayınlanmıştı. İlk sayfalarında adımı okuyunca çok mutlu oldum. Yıl 1949’du. Kayseri Basın Tarihi ilk şiirimin yayınını böyle tespit etmişti sonradan.
Ben yazmaya devam ettim. Kabuğumu kırmıştım. İstanbul’da yayınlanan sanat dergilerine ulaştım. Edebiyat Alemi, Yelken, türk Yurdu, İstiklal gibi dergilerde yer aldı şiirlerim. Yerel olarak da Yeni Erciyes’te ara ara yazıyordum. Filiz ve Çağrı dergilerinde yazmaya devam ettim. Çağrı’dan önce Konya’da, Yeni Konya, Öz Demokrat gibi gazetelerde ara ara yayınlanıyordu. Feyzi Halıcı’nın Yeni Konya’da sanat sayfası vardı. O sayfada her hafta birçok yeni ve eski şairle tanışıyor, sonra da ilk fırsatta bir şekilde buluşuyorduk.
Artık yerel sınırların ötesinde ünlü sanat ve edebiyat dergileri sayfalarını açıyorlardı şiirlerime. Görevim nedeniyle Çorlu’ya gitmiştim. Atayol adlı bir günlük gazete çıkıyordu. Her hafta sonu bu gazetenin bir sayfası bana verilmişti. Sayfanın adı Fidanlık’tı. Ben de bu sayfayı gençlere ve onların şiirlerine açtım.
Şiir ve yaşamla elele yürürken birçok sanat ve debiyat dergisine yelken açıyordum. Ruh Dünyası, Sevgi Dünyası, Oluşum, Çağdaş Eğitim, Milli Kültür, Türkiye Yazıları, Ortak Kitap, Belde, Yeditepe, Kemalist Ülkü, Türk Dili, Eylül, İlk Yaz, Yazı, Duvar, Littera, Merhaba (Almanya), Bay (Makedonya), Bilge, Akşam, Milliyet, Posta, Vakit, Barış, Ekonomik Yorum, Edebiyat Güncesi ve daha ismini anımsayamadığım birçok gazete ve dergide yazdım. Barış ve Ekonomik Yorum’da köşe yazıları yazdım. Söyleşi ve şiirlere yer verdim.
!982’de ilk kitabım “Anıların Çığlığı” yayınlandı. 1980 ihtilalinin baskıları ve acıları sürüyordu. Birçok kitabımızı çöpe atmıştık. Kitap ve fikir avcılığı sürüyordu. İlk kitabım yayınlanınca Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı, bu kitaptaki “Öteki çocuğun gerçeği” adlı şiirimden dolayı kitabın toplatılabileceğini ve bu şiirden dolayı sorgulanabileceğimi söyledi. “Sen bu kitaptan bu şiiri çıkar” dedi. Bu konuşmadan önce 100 adet kitabı postaya vermiştim, şair ve yazar dostlarıma göndermek için. O gün hemen Ankara Maltepe’de bulunan PTT Dağıtım Merkezi’ne gittim. Kitapların bir kısmını geri aldım. Kitap 2000 adet basılmıştı. Dağıtımdan önce ikibin kitabın o şiirin bulunduğu sayfasını yırttım…
Yazarlar ve şairler her zaman yazma özgürlüğünü yaşayamazlar. 1966’da Milliyet Gazetesi’nin hafta sonu ekinde “ceset Tüccarı” isimli bir hikayem yayınlandı. Abdi İpekçi 100 lira telif ücreti gönderdi. Birkaç gün sonra da askeri savcı hakkımda tahkikat açtı. Savunmadan sonra takipsizlik kararı verdiler. Şiir yaşamımda çoğu zaman buna benzer olaylar oldu. Fakat ne ben şiiri terk ettim, ne de şiir beni…
Dört çocuğum var. Üç oğlum da kalemleriyle kazanıyorlar yaşamlarını. Üçü de reklam yazarı. Büyük oğlum Oğuzhan Akay, gazeteci ve şair. Yayınlanmış dört şiir kitabı var. “Ürk Şiirleri” adlı kitabıyla yeni bir çıkış yaptı. Oğlumun şair olmasından onur duyuyorum.
Görevim nedeniyle Anadolu’nun birçok yerinde bulundum. Ülkemiz insanlarıyla iç içe oldum. Dertleriyle hüzünlendim, sevinçlerini paylaştım. Şiirlerimde üç ana temayı işledim. İnsan, doğa, sevgi… Ruh altı duygularımın denizinde yıkandım. Doğada yaradılışın sırlarını aradım. Gizemli dünyamızın varoluşunu, Evrenin sonsuzluğunun haritasını çizmeye çalıştım usumda. Sevgi ırmağında yıkandım. Tüm ömrümü içine alan şiir dünyamın kaynakları böyle oluştu ve hayatım şiir oldu… 51 yıldır evliyim. Eşime sevgi şiirleri yazdım. Yazmaya devam edeceğim…
Şimdi yol mu bitiyor ben mi Son şiirimi de sana yazacağım Dizelerinde hüzün olmayan Mutluluğun doğuşu olacak, batmayan Toprağa ekilmeden önce Son gece, sende kalacağım…
Şiirlerimde yerel sözcüklere yer vererek bu sözcükleri yazın diline kazandırmaya önem verdim. Bana göre şiirde sözcüklerin büyüsü çok önemli. Usun yaratıcılığı, dizelerin gizemi, ahenk ve musiki şiirimde önemsediğim unsurlar.
Bazı şiirlerim bestelendi ve TRT repertuarına girdi. Radyolarda ve TV’lerde okundu. Birçok antoloji ve kitapta yer aldı. Yapı Kredi, Yazarlar Birliği, Kayseri Türk Dünyası Edebiyatçıları, Kim Kimdir gibi birçok antoloji ve ansiklopedi sayfalarında yer aldım. TRT ve diğer bazı kanallarda şiirim üzerine söyleşilere katıldım. Slogan şairi olmadım. Tükenişe kadar şiir yolculuğum devam edecek.
Türk Dili Dergisi’nde 22 yıldır şiir ve hikaye yazıyorum. Bu dergide yayınlanan şiirlerim bir kitap olacak düzeye ulaştı. Edebiyatçılar Derneği ve İlesam üyesiyim.
Yayınlanmış Eserlerim: 1. Anıların Çığlığı 1982 Ankara 2. Tükenişe Kadar Sevmek 1984 Ankara 3. Uzat Yeşil Ellerini 1985 Ankara 4. Bir Şair Geçti Rüzgar 1988 Ankara 5. Islak Güneş 1995 Ankara 6. Yalnız Ağaçlar / Les Arbres Solitaires (Fransızca) 1995 Ankara 7. Aynalar Gülücük Bekliyor 1998 Ankara 8. Kore’de Dirilen Şehit (Kültür Bakanlığı Yayını) 1985 Ankara 9. Erciyes’te Bir Işık (Derleme – Hamdi Üçok şiirleri) 1998 Ankara 10. Eylül Türküleri 2003 İstanbul 11. Dört Mevsimde Aşk Çiçekleri 2009 İstanbul
Abdullah Akay’ın 55 Yıllık Şiir Yolculuğu
Ömrüm Şiir
Ne tünellerden geçtim şiir yolunda
Dağlarda yalnız kaldım
Kaya diplerinde uyudum
Ayağıma dikenler battı
Toprak damlarda yattım
Yıldızları saydım geceleri
Uykuma katık ettim dizeleri…
Ben mi şiirdeyim, şiir mi bende? Genlerimde şiir var, aklım fikrim şiirde…
Bu nasıl tutku bilemiyorum. Çocukluğumdan beri gelişerek sürüyor. Şiir düşünmediğim bir an yok. Acılar, sevinçler, korkular, mutluluklar… Tüm yaşamımın merdivenlerinde, çizgilerinde şiir var. Sanki ben kaynağın özüyüm, şiir de bu kaynaktan akan su. Bazen nehirleşirim, bazen de deniz olurum.
Yağmur olur yağarım. Gök olur gürlerim. Tayfun olur eserim. Meltem olur okşarım.
İsterseniz dünden bugüne şiirle olan yolculuğumu anlatayım. 1930 yılında kayısılar olgun olunca doğmuşum Bünyan’da. Bünyan, Kayseri’nin güzel bir ilçesi. Çağlayanlar, kaynaklar, yeşilliklerle iç içe bir ilçe. Halıcılıktaki ünü sınırları aşmış…
Evimizde halı dokurdu kızlar, kadınlar şarkılar türküler söyleyerek. Kirkit sesini dinleyerek başladı çocukluğum. Halının çiçeklerine güler, o çiçekleri okşardım. Biraz daha büyüyünce tarlaya, bağa bahçeye gitmeye başladım. Bu yerlerde doğayla tanıştım. Böceklerle, kır çiçekleriyle, kuşlarla dost oldum. Kurbağaların gece türkülerini dinledim. Su yılanlarının sevişmesini, danslarını izledim.
Onlarla dost oldum, okşadım başlarını. Sevgiyi algılamalarını gördüm. Karınca düğünlerine katıldım. Gün doğarken açılan kır çiçeklerinin sevincini yaşadım. Yalınayak yollarda yürüdüm. Tek başıma eşeğimin çulunu yere serip dağlarda uyudum. Yalnız gece kuşlarının öttüğü o yerlerde tezek ateşi yakıp yalnızlığımı giderdim. Korkuyu ve korkmamayı öğrendim. Elenciklerde bahçe bekledim.
Ay çiçekleriyle öpüştüm. Kuşburnu çalılarından, kuş üzümlerinden beslendim. Ayrana ekmek doğradım.
Ben şiire doğanın gizemli yollarında düşünerek başladım. Sonra yürürken, otururken, yatarken hep şiir söyledim. Tüm güzelliklere, acılara, yalnızlıklara, çaresizliğe söyledim şiirlerimi. İlkokulda okuma yazmayı öğrenince, düşlerimdeki, düşüncelerimdeki şiirleri yazmaya başladım.
Bir sarı defterim vardı. Bu defterin ön yapraklarına ders, arka yapraklarına şiir yazardım. Kendime söyleyip dinlediğim ve yazdığım şiirleri kimselere söylemedim.
İlkokul böylece bitmişti. İlçede ortaokul yoktu. Bünyanlı birkaç öğrenci Kayseri’de okuyorlardı. Ulaşım çok zordu. 2. Dünya Savaşı kasıp kavuruyordu her yeri. Camiler buğday doluydu. İnsanlar arpa ekmeğini zor buluyordu. Ekmek vesika ile veriliyordu. Bir metre patiska ya da pazen denilen bez için nüfus cüzdanımıza damga vuruluyordu. İlkokuldan sonra iki yıl okula gidemedim. Bünyan Kayseri arası 40 km. Ulaşım bir tek kamyonla sağlanıyordu. Sabah erken giderdi Kayseri’ye, akşam dönerdi. İnsanlar ve yükler aynı kamyonla gider gelirlerdi.
Babama çok yalvardım. Sonra Kayseri’ye götürüp beni okula yazdırdı. Birkaç arkadaş küçük bir oda tuttuk. Elektriği suyu yoktu evin. Fakat dışarıda bir çukur çeşme vardı. Sırayla hamur yoğurur, mahalle fırınına sabah erkenden götürüp ekmeğimizi pişirtirdik. Çukur çeşmede yıkanırdık akşamları geç saatlerde. Gaz yağı bulamazdık, mum yakar çalışırdık derse. Mum alamadığımızda sokak lambasının altına giderdik okumak için…
Mahrumuyit evinden Kayseri Lisesi’nin karşısında olan Nuh Naci Talebe Yurdu’na girmiştim. Artık daha rahat ve çok kitap okuma olanağına kavuşmuştum. Ben Sanat Enstitüsü öğrencisiydim. Bu yurtta değişik liselerden öğrencilerle birlikteydik. Daha çok arkadaşım olmuştu. Fakat kitap okumak benim için bir tutkuydu. O yıllarda İsmet İnönü’nün ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali’nin önsözleriyle Beyaz Kitaplar yayınlanıyor ve bu kitaplar okul kitaplığımıza geliyordu. Dünya Edebiyatı’nın bu seçkin eserleri (klasikler) artık elimin altındaydı. Çünkü okulun kitaplığına ben bakıyordum.
Talebe yurdunun okuma salonunda gecenin geç saatlerine kadar klasikleri okuyordum. Felsefe, psikoloji, tarih, roman v ede şiir. Bazen okulumdaki teknik dersleri asıyor, Kayseri Lisesi’ndeki felsefe, tarih ve edebiyat derslerine giriyordum. Lisenin hocaları beni yakından tanıyor, kendi öğrencileri gibi anlayış ve sevgiyle davranıyorlardı. Ayrıca hoşlarına da gidiyordu.
Pencerem açıktı. Ufkumun giderek genişleyen derinliğinde ışık vardı. Okuyarak dolma, yazarak boşalmak benim için en ışıklı yoldu. Divan Edebiyatı’ndan günümüze, Dünya Edebiyatı’ndan bize uzanan süreçte bir yolcu olmaya çalıştım. Ne kadar yol katettim bilemiyorum.
Halk şiirinde çok sevdiğim ozanlar var. Birkaç isim verebilirim: karacaoğlan, Dadaloğlu, Aşık Veysel… Divan şiirinden Fuzuli, Baki, Nedim… Şiirlerinde bazıları ezberimde. Cumhuriyet dönemi şairlerinden Fazıl Hüsnü, Nazım, Necip Fazıl, Külebi ve diğer bazıları…
Bu zor günler içimdeki şiir atının kamçısı oldu. Fırsat buldukça yazıyordum. Yalnız şiir değil, hikaye, deneme vs… Yazmak benim için bir yaşam biçimi olmuştu. Yazdıklarımı gizleme duygusunu atmıştım. Arkadaşlarıma, öğretmenlerime okuyordum. Sonra Kayseri’de çıkan yerel gazete ve dergilere gönderdim birkaç şiirimi. Ve şiirlerim hemen yayınlandı. Ama şimdi o gazeteleri ve şiirleri tam olarak anımsayamıyorum. Kayseri’de Volkan diye bir dergi yayına başlamıştı. O derginin ilk sayısını aldım, okudum ve çok sevindim. Hemen bir şiir gönderdim. Üçüncü sayısında şiirim yayınlanmıştı. İlk sayfalarında adımı okuyunca çok mutlu oldum. Yıl 1949’du. Kayseri Basın Tarihi ilk şiirimin yayınını böyle tespit etmişti sonradan.
Ben yazmaya devam ettim. Kabuğumu kırmıştım. İstanbul’da yayınlanan sanat dergilerine ulaştım. Edebiyat Alemi, Yelken, türk Yurdu, İstiklal gibi dergilerde yer aldı şiirlerim. Yerel olarak da Yeni Erciyes’te ara ara yazıyordum. Filiz ve Çağrı dergilerinde yazmaya devam ettim. Çağrı’dan önce Konya’da, Yeni Konya, Öz Demokrat gibi gazetelerde ara ara yayınlanıyordu. Feyzi Halıcı’nın Yeni Konya’da sanat sayfası vardı. O sayfada her hafta birçok yeni ve eski şairle tanışıyor, sonra da ilk fırsatta bir şekilde buluşuyorduk.
Artık yerel sınırların ötesinde ünlü sanat ve edebiyat dergileri sayfalarını açıyorlardı şiirlerime. Görevim nedeniyle Çorlu’ya gitmiştim. Atayol adlı bir günlük gazete çıkıyordu. Her hafta sonu bu gazetenin bir sayfası bana verilmişti. Sayfanın adı Fidanlık’tı. Ben de bu sayfayı gençlere ve onların şiirlerine açtım.
Şiir ve yaşamla elele yürürken birçok sanat ve debiyat dergisine yelken açıyordum. Ruh Dünyası, Sevgi Dünyası, Oluşum, Çağdaş Eğitim, Milli Kültür, Türkiye Yazıları, Ortak Kitap, Belde, Yeditepe, Kemalist Ülkü, Türk Dili, Eylül, İlk Yaz, Yazı, Duvar, Littera, Merhaba (Almanya), Bay (Makedonya), Bilge, Akşam, Milliyet, Posta, Vakit, Barış, Ekonomik Yorum, Edebiyat Güncesi ve daha ismini anımsayamadığım birçok gazete ve dergide yazdım. Barış ve Ekonomik Yorum’da köşe yazıları yazdım. Söyleşi ve şiirlere yer verdim.
!982’de ilk kitabım “Anıların Çığlığı” yayınlandı. 1980 ihtilalinin baskıları ve acıları sürüyordu. Birçok kitabımızı çöpe atmıştık. Kitap ve fikir avcılığı sürüyordu. İlk kitabım yayınlanınca Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı, bu kitaptaki “Öteki çocuğun gerçeği” adlı şiirimden dolayı kitabın toplatılabileceğini ve bu şiirden dolayı sorgulanabileceğimi söyledi. “Sen bu kitaptan bu şiiri çıkar” dedi. Bu konuşmadan önce 100 adet kitabı postaya vermiştim, şair ve yazar dostlarıma göndermek için. O gün hemen Ankara Maltepe’de bulunan PTT Dağıtım Merkezi’ne gittim. Kitapların bir kısmını geri aldım. Kitap 2000 adet basılmıştı. Dağıtımdan önce ikibin kitabın o şiirin bulunduğu sayfasını yırttım…
Yazarlar ve şairler her zaman yazma özgürlüğünü yaşayamazlar. 1966’da Milliyet Gazetesi’nin hafta sonu ekinde “ceset Tüccarı” isimli bir hikayem yayınlandı. Abdi İpekçi 100 lira telif ücreti gönderdi. Birkaç gün sonra da askeri savcı hakkımda tahkikat açtı. Savunmadan sonra takipsizlik kararı verdiler. Şiir yaşamımda çoğu zaman buna benzer olaylar oldu. Fakat ne ben şiiri terk ettim, ne de şiir beni…
Dört çocuğum var. Üç oğlum da kalemleriyle kazanıyorlar yaşamlarını. Üçü de reklam yazarı. Büyük oğlum Oğuzhan Akay, gazeteci ve şair. Yayınlanmış dört şiir kitabı var. “Ürk Şiirleri” adlı kitabıyla yeni bir çıkış yaptı. Oğlumun şair olmasından onur duyuyorum.
Görevim nedeniyle Anadolu’nun birçok yerinde bulundum. Ülkemiz insanlarıyla iç içe oldum. Dertleriyle hüzünlendim, sevinçlerini paylaştım. Şiirlerimde üç ana temayı işledim. İnsan, doğa, sevgi… Ruh altı duygularımın denizinde yıkandım. Doğada yaradılışın sırlarını aradım. Gizemli dünyamızın varoluşunu, Evrenin sonsuzluğunun haritasını çizmeye çalıştım usumda. Sevgi ırmağında yıkandım. Tüm ömrümü içine alan şiir dünyamın kaynakları böyle oluştu ve hayatım şiir oldu… 51 yıldır evliyim. Eşime sevgi şiirleri yazdım. Yazmaya devam edeceğim…
Şimdi yol mu bitiyor ben mi
Son şiirimi de sana yazacağım
Dizelerinde hüzün olmayan
Mutluluğun doğuşu olacak, batmayan
Toprağa ekilmeden önce
Son gece, sende kalacağım…
Şiirlerimde yerel sözcüklere yer vererek bu sözcükleri yazın diline kazandırmaya önem verdim. Bana göre şiirde sözcüklerin büyüsü çok önemli. Usun yaratıcılığı, dizelerin gizemi, ahenk ve musiki şiirimde önemsediğim unsurlar.
Bazı şiirlerim bestelendi ve TRT repertuarına girdi. Radyolarda ve TV’lerde okundu. Birçok antoloji ve kitapta yer aldı. Yapı Kredi, Yazarlar Birliği, Kayseri Türk Dünyası Edebiyatçıları, Kim Kimdir gibi birçok antoloji ve ansiklopedi sayfalarında yer aldım. TRT ve diğer bazı kanallarda şiirim üzerine söyleşilere katıldım. Slogan şairi olmadım. Tükenişe kadar şiir yolculuğum devam edecek.
Türk Dili Dergisi’nde 22 yıldır şiir ve hikaye yazıyorum. Bu dergide yayınlanan şiirlerim bir kitap olacak düzeye ulaştı. Edebiyatçılar Derneği ve İlesam üyesiyim.
Yayınlanmış Eserlerim:
1. Anıların Çığlığı 1982 Ankara
2. Tükenişe Kadar Sevmek 1984 Ankara
3. Uzat Yeşil Ellerini 1985 Ankara
4. Bir Şair Geçti Rüzgar 1988 Ankara
5. Islak Güneş 1995 Ankara
6. Yalnız Ağaçlar / Les Arbres Solitaires (Fransızca) 1995 Ankara
7. Aynalar Gülücük Bekliyor 1998 Ankara
8. Kore’de Dirilen Şehit (Kültür Bakanlığı Yayını) 1985 Ankara
9. Erciyes’te Bir Işık (Derleme – Hamdi Üçok şiirleri) 1998 Ankara
10. Eylül Türküleri 2003 İstanbul
11. Dört Mevsimde Aşk Çiçekleri 2009 İstanbul
Yayına Hazır Eser:
Ceset Tüccarı (Hikayeler)