Kader, beyaz kağıda sütle yazılmış yazı; Elindeyse beyazdan, gelde sıyır beyazı! ..
EN İÇTEN
'Sevmenin haram olduğu saatlerde çaldın yürek kapımı, Ben savunmasızdım bilinçsiz açtım kapıyı. Sen hazırdın oysa. Hiç yabancılık çekmeden verdin kendini bana. Be sustum sadece beni sahiplenişin karşısında. Alıştım belki belki hasretim senin beni sevmene... Yada öylesine bırakıvermiştim ellerimi ellerine. Çaresizliğin yaşandığı saatlerde bitirdin beni. Anlamsız sözlerin,titreyen dudakların, Bakmayı unutmuş bakışların anlattı seni bana. Sustum... Gece gibi karanlık ve sessiz kaldım karşında, Yıkılıverdim dizlerinin dbine. Saçlarım ellerinde kaldı, Kokun bedenimde. Sen duruyordun öylece dimdik karşımda, Ben eriyordum bakışlarının altında. Damla damla bitiriyordu beni dudaklarından dökülen her bir cümle. Ben ölüyordum dizlerinin dibinde Dev gibi büyüdü sonra bedenin Ben titredim eylülde Yandı ellerim,üşüdü yüreğim,çatladı dudaklarım ben yandım... bir anlıktı yaşananlar. Dökülen sevda türküleri Dudaklarına yakışan tebessümler bir anlıktı sevmelerin,iç çekişlerin bakışların. Sevmenin haram olduğu saatlerde rastladın bana, Ben bilmiyordum haram saatleri Sen yaşıyordun kendince mutlu günleri, Benim içimde fırtınalar kopuyordu, Sen,boğucu sıcaktan konuşuyordun Ben acı çektikçe yandıkça ben Sen üşüyordun Ben yandıkça sen üşüyordun... Belki sen beceremedin yanmayı,yaktın sadece. Oturup izledin sonra yaptığın eseri Sen hiç yanmadın Ben hep seni bekledim,Hiç kalkmadım bıraktığın yerden. Sen ayaktaydın ben dizinin dibinde, Öylece çöktüm yüreğimin üstüne... Sen gittin ben bittim. Sevmenin haram olduğu saatlerde ben seni bekledim Şimdi olduğu gibi dizinin dibinde. Oysa ne çok sevmiştim seni Senin bana gülmeni Ne çok sevmiştim bana sevdiğini söylemediğin zamanları.. Anladım yada anlatamadın kendini bana Hep güldün seni anlamıyorum dediğimde Çözmesi zordur beni dedin,Güldün seni anlamayışıma ne kadar basitmiş oysa Sevdasızlığın adıymış adın, Ben hiç tanımadım sevdasızlığı ÜŞÜMEDİM HİÇ YAZIN ORTASINDA. Ondan belkide muhtacım sana Sana muhtaç olduğumu söyleyemeyecek kadar muhtacım sevdana Beni yakışını izleyecek kadar savunmasızım Birde yakmana karşı koyamayacak kadar sevdalıyım gözlerine.
AYRILIK Ayrılık, tut elimden, bırakma Ben ilk defa çıkıyorum bu yolculuğa Yol bilmem, iz bilmem korkuyorum Bu yol çok karanlık önümü görmüyorum Tut elimden ayrılık, bırakma Gece çok soğuk, üşüyorum Güneşim battı, artık içimi ısıtmıyor Bu yolculuk nerede biter bilmiyorum Tut elimden ayrılık, bırakma Bir meçhule doğru yürüyorum Aşkım, yoldaşım beni artık istemiyor Yapayalnız yalnızlığa gidiyorum Tut elimden ayrılık, bırakma Dayanağımı yitirdim, düşüyorum Tut elimden ayrılık, bırakma Canımı evde bıraktım, ölüyorum Ölüyorum ayrılık, ölüyorum
Sende Cevabım Var..! Ne zamandır ilişkin yok, diye sordu.
Oysa doğruydu. Tam on yıldır normal bir ilişkim yoktu.
Normalden kastim, birbirine ilgi duyan iki insanın birlikte yemeğe/sinemaya gitmesi, İstiklal'in ortasında el ele kol kola dudak dudağa dolaşması, kimseden çekinmeden, 'Bu benim sevgilim millet' diye arkadaşlarının karşısına diktiği bir adam yoktu...
On yıl sonra geldi...
Gecelerden birinde yanımda bitti.
Aylar önce bir partide tanıştırılmıştık aslında, gözleri üzerimde kalmıştı.
Kendini hatırlatıp kulağıma sokulduğu an ilk sözü de bu oldu ya: - Gözlerimi almaya geldim!
Kadehler tokuşturuldu, havadan sudan konuşuldu, bir ara farkettim ki dinlemiyor, kokluyordum onu.
'Eyvah, yine mi' derken düştüm aşka! ..
Ya da 'her ne ise' ona...
Gece biterken elimi tuttu. O gün bugün de tutuyor. Liseli aşıklar gibi gezip tozuyoruz yollarda.
Unutmuşum el ele tutuşmayı, bocalasam da başta, alıştım sonra. Ve ellerime bakmayı da...
Hanidir krem sürmüyormuşum mesela, nasılsa tutanım yok diye boşlamışım ellerimi de...
Tam bir haftadır her gün birlikteyiz. Birlikte derken... Sadece eğleniyor, el ele tutuşuyoruz. Sonra o evine, ben evime...
Ama geçen gece... Yeterince el ele tutuştuğumuzu sandığımız bir gece, 'yaşanınca tükenir bildiğimiz'geldi başımıza...
Sabahına, onu uyandırmadan kaçtım usulca.
Ondan değil, bir ilişkiden kaçmaktaydım aslında.
Nasıl anlatsaydım bunu ona. 'On yıldır elimi tutan ilk erkeksin ve ben saçmalayabilirim, n'olur anla' nasıl deseydim.
Diyemedim...
Anlamadı o da...
On yıl sonra bir gecede gelen, yine bir gecede gitti... Öyle sokak ortasında bırakmadı, telefonda gitti! ..
Bir haftada ikinci tartışmamızı yaparken, 'Sonra ararım' deyip kapattı... Bir daha da aramadı...
'Sonra'sını bekledim sabırla, gelmeyince ben aradım. Burnundan kıl aldırmayan, yıllarca 'erkek aramalı kadını' diye atıp tutan ben...
(Yaşlandıkça değil, yaşadıkça mı değişiyor insan? ..) Uzun uzun çaldı ama açmadı.
Bittiğini anlamıştım zati... Bütün güzellikler gibi elbet o da bitecekti.
Niyetim, 'neden'ini bilmekti. Daha önce hiç yapmadığımı yapmak yani... Zira belirsizliğe, havada asılı bırakılanlara tahammülüm çoktan tükenmişti.
'Yeter artık' deme zamanı (mı) gelmişti.
O kadar çok bitiş hatırlıyorum ki, cevapsızlığa mahkum edilen...
Yüzüne söylenmeyen...
Telefonun ucunda asılı kalan...
Başlangıçlara gösterdiğimiz özeni bitişlerden niye esirgeriz sahi? ..
Daha mı az hasarla çıkarız bir açıklama yapmadığımızda? ..
Telefonu öylece kapattığımızda veya arayan o ise açmadığımızda güç bizde mi olur yani? ..
Karşıdakinin bizim için ölüp bittiğini düşünür; bundan da içten içe zevk mi duyarız? ..
Çok mu zordur iki heceli kelimeyi söylemek:
Bit-ti! ..
Zor olan bittiğini kabullenebilmek değil ki, ne ilk ne de son o çünkü.
Elindeyse beyazdan, gelde sıyır beyazı! ..
EN İÇTEN
'Sevmenin haram olduğu saatlerde
çaldın yürek kapımı,
Ben savunmasızdım bilinçsiz açtım kapıyı.
Sen hazırdın oysa.
Hiç yabancılık çekmeden verdin kendini bana.
Be sustum sadece beni sahiplenişin karşısında.
Alıştım belki
belki hasretim senin beni sevmene...
Yada öylesine bırakıvermiştim ellerimi ellerine.
Çaresizliğin yaşandığı saatlerde bitirdin beni.
Anlamsız sözlerin,titreyen dudakların,
Bakmayı unutmuş bakışların anlattı seni bana.
Sustum...
Gece gibi karanlık ve sessiz kaldım karşında,
Yıkılıverdim dizlerinin dbine.
Saçlarım ellerinde kaldı,
Kokun bedenimde.
Sen duruyordun öylece dimdik karşımda,
Ben eriyordum bakışlarının altında.
Damla damla bitiriyordu beni dudaklarından dökülen her bir cümle.
Ben ölüyordum dizlerinin dibinde
Dev gibi büyüdü sonra bedenin
Ben titredim eylülde
Yandı ellerim,üşüdü yüreğim,çatladı dudaklarım ben yandım...
bir anlıktı yaşananlar.
Dökülen sevda türküleri
Dudaklarına yakışan tebessümler
bir anlıktı sevmelerin,iç çekişlerin bakışların.
Sevmenin haram olduğu saatlerde rastladın bana,
Ben bilmiyordum haram saatleri
Sen yaşıyordun kendince mutlu günleri,
Benim içimde fırtınalar kopuyordu,
Sen,boğucu sıcaktan konuşuyordun
Ben acı çektikçe yandıkça ben
Sen üşüyordun
Ben yandıkça sen üşüyordun...
Belki sen beceremedin yanmayı,yaktın sadece.
Oturup izledin sonra yaptığın eseri
Sen hiç yanmadın
Ben hep seni bekledim,Hiç kalkmadım bıraktığın yerden.
Sen ayaktaydın ben dizinin dibinde,
Öylece çöktüm yüreğimin üstüne...
Sen gittin ben bittim.
Sevmenin haram olduğu saatlerde ben seni bekledim
Şimdi olduğu gibi dizinin dibinde.
Oysa ne çok sevmiştim seni
Senin bana gülmeni
Ne çok sevmiştim bana sevdiğini söylemediğin zamanları..
Anladım yada anlatamadın kendini bana
Hep güldün seni anlamıyorum dediğimde
Çözmesi zordur beni dedin,Güldün seni anlamayışıma
ne kadar basitmiş oysa
Sevdasızlığın adıymış adın,
Ben hiç tanımadım sevdasızlığı
ÜŞÜMEDİM HİÇ YAZIN ORTASINDA.
Ondan belkide muhtacım sana
Sana muhtaç olduğumu söyleyemeyecek kadar muhtacım sevdana
Beni yakışını izleyecek kadar savunmasızım
Birde yakmana karşı koyamayacak kadar sevdalıyım gözlerine.
AYRILIK
Ayrılık, tut elimden, bırakma
Ben ilk defa çıkıyorum bu yolculuğa
Yol bilmem, iz bilmem korkuyorum
Bu yol çok karanlık önümü görmüyorum
Tut elimden ayrılık, bırakma
Gece çok soğuk, üşüyorum
Güneşim battı, artık içimi ısıtmıyor
Bu yolculuk nerede biter bilmiyorum
Tut elimden ayrılık, bırakma
Bir meçhule doğru yürüyorum
Aşkım, yoldaşım beni artık istemiyor
Yapayalnız yalnızlığa gidiyorum
Tut elimden ayrılık, bırakma
Dayanağımı yitirdim, düşüyorum
Tut elimden ayrılık, bırakma
Canımı evde bıraktım, ölüyorum
Ölüyorum ayrılık, ölüyorum
Sende Cevabım Var..!
Ne zamandır ilişkin yok, diye sordu.
- On yıldır, dedim.
Sigarasını kültablasına bıraktı, gözlerini kocaman etti, dumanını üflerken, 'Hadi yaaa' diyordu.
Galiba inanamadı.
Oysa doğruydu. Tam on yıldır normal bir ilişkim yoktu.
Normalden kastim, birbirine ilgi duyan iki insanın birlikte yemeğe/sinemaya gitmesi, İstiklal'in ortasında el ele kol kola dudak dudağa dolaşması, kimseden çekinmeden, 'Bu benim sevgilim millet' diye arkadaşlarının karşısına diktiği bir adam yoktu...
On yıl sonra geldi...
Gecelerden birinde yanımda bitti.
Aylar önce bir partide tanıştırılmıştık aslında, gözleri üzerimde kalmıştı.
Kendini hatırlatıp kulağıma sokulduğu an ilk sözü de bu oldu ya:
- Gözlerimi almaya geldim!
Kadehler tokuşturuldu, havadan sudan konuşuldu, bir ara farkettim ki dinlemiyor, kokluyordum onu.
'Eyvah, yine mi' derken düştüm aşka! ..
Ya da 'her ne ise' ona...
Gece biterken elimi tuttu. O gün bugün de tutuyor. Liseli aşıklar gibi gezip tozuyoruz yollarda.
Unutmuşum el ele tutuşmayı, bocalasam da başta, alıştım sonra. Ve ellerime bakmayı da...
Hanidir krem sürmüyormuşum mesela, nasılsa tutanım yok diye boşlamışım ellerimi de...
Tam bir haftadır her gün birlikteyiz. Birlikte derken... Sadece eğleniyor, el ele tutuşuyoruz. Sonra o evine, ben evime...
Ama geçen gece... Yeterince el ele tutuştuğumuzu sandığımız bir gece, 'yaşanınca tükenir bildiğimiz'geldi başımıza...
Sabahına, onu uyandırmadan kaçtım usulca.
Ondan değil, bir ilişkiden kaçmaktaydım aslında.
Nasıl anlatsaydım bunu ona. 'On yıldır elimi tutan ilk erkeksin ve ben saçmalayabilirim, n'olur anla' nasıl deseydim.
Diyemedim...
Anlamadı o da...
On yıl sonra bir gecede gelen, yine bir gecede gitti... Öyle sokak ortasında bırakmadı, telefonda gitti! ..
Bir haftada ikinci tartışmamızı yaparken, 'Sonra ararım' deyip kapattı... Bir daha da aramadı...
'Sonra'sını bekledim sabırla, gelmeyince ben aradım. Burnundan kıl aldırmayan, yıllarca 'erkek aramalı kadını' diye atıp tutan ben...
(Yaşlandıkça değil, yaşadıkça mı değişiyor insan? ..)
Uzun uzun çaldı ama açmadı.
Bittiğini anlamıştım zati... Bütün güzellikler gibi elbet o da bitecekti.
Niyetim, 'neden'ini bilmekti.
Daha önce hiç yapmadığımı yapmak yani...
Zira belirsizliğe, havada asılı bırakılanlara tahammülüm çoktan tükenmişti.
'Yeter artık' deme zamanı (mı) gelmişti.
O kadar çok bitiş hatırlıyorum ki, cevapsızlığa mahkum edilen...
Yüzüne söylenmeyen...
Telefonun ucunda asılı kalan...
Başlangıçlara gösterdiğimiz özeni bitişlerden niye esirgeriz sahi? ..
Daha mı az hasarla çıkarız bir açıklama yapmadığımızda? ..
Telefonu öylece kapattığımızda veya arayan o ise açmadığımızda güç bizde mi olur yani? ..
Karşıdakinin bizim için ölüp bittiğini düşünür; bundan da içten içe zevk mi duyarız? ..
Çok mu zordur iki heceli kelimeyi söylemek:
Bit-ti! ..
Zor olan bittiğini kabullenebilmek değil ki, ne ilk ne de son o çünkü.
Kafanızda onlarca soru işaretiyle bırakılmak zor...
Hatanın nerede olduğunu bilememek...
Belki bilseydik, beynimizi kemiren 'ne yaptım'lara cevap alabilseydik, ilişki özürlü olmazdık böyle.
On yılı elimize krem sürmeden geçirmezdik mesela...
Güzel bir gecenin sabahı, kokusu üzerimizdeyken kaçmazdık...
İşte o yüzden derim ki, yapışın yakasına gidenin...
Telefonu açmıyorsa da bitin kapısında:
- Sende cevabım var, ver onu bana........! ! !