Nerede, nasıl ve ne zaman başladığını bilmediğim yabancı bir oyunun tam ortasındayız. Yalnız ve çıplak.
Kirletilmiş masalların çocukları uyutan tekerlemelerinde, 'Çilekeş Osman'ın Tuğba'ya uzanan boyalı elleri'nde, içimizde, dışımızda, 'yeter artık' demekten korktuğumuz anlarda, 'İspanyol Meyhanesi'nde elden ele ve dilden dile dolaşan ışıksız aşklarda, öncesini ve sonrasını bilmekte güçlük çektiğimiz bir çağın kollarında birbirimizden ayrılıyoruz.
Biz kendi yörüngesinde dönüp durmaktan bıkmayan yaşantımızı olay - zaman - mekan üçlüsüyle bütünleştirirken, birileri -inadına- küresel değersizliklerle bedenimizi ve beynimizi sarıp sarmalamaya çalışıyor. İnsan olmanın daha doğrusu insan kalmanın zorunluluğu içinde 'denge'yi ve 'uyum'u kattıkça bu oyunda yenilen hep bedenimiz ve beynimiz oluyor.
Her şeyin ardından bu yabancı oyunda söylenceler başlıyor:
-Gece bekçilerini düdüksüz bırakırken yalnızca susuyor ve korkuları yavaşça bırakıyoruz avuçlarımızdan (darbe 1. Korku öldü) .
-Kimliklerimizde eritilemeyecek buzulları taşırken ne yüreğimizi eğilip öpebiliyoruz ne de bir başkasının bunu yapabileceğine inanıyoruz (darbe 2. Yürek öldü) .
Bu oyunun kurallarından biri daha: 'Eski dostlar cüzdanlarda büyür' (darbe 3. Dostluk öldü) .
-Ve bizi biz olarak göremeyen o zavallı yüreğimiz mezarlara dönüşmüşken ölü toprağımızda büyütmeye kalkarız aşkı. Bu oyun sırasında temizleyemediğimiz kirlilik doğal olarak aşka da bulaşmıştır ve aşk 'meta'laşmıştır (darbe 4. Aşk öldü) .
Nerede, nasıl ve ne zaman başladığını bilmediğim yabancı bir oyunun tam ortasındayız. Yalnız ve çıplak.
Kirletilmiş masalların çocukları uyutan tekerlemelerinde, 'Çilekeş Osman'ın Tuğba'ya uzanan boyalı elleri'nde, içimizde, dışımızda, 'yeter artık' demekten korktuğumuz anlarda, 'İspanyol Meyhanesi'nde elden ele ve dilden dile dolaşan ışıksız aşklarda, öncesini ve sonrasını bilmekte güçlük çektiğimiz bir çağın kollarında birbirimizden ayrılıyoruz.
Biz kendi yörüngesinde dönüp durmaktan bıkmayan yaşantımızı olay - zaman - mekan üçlüsüyle bütünleştirirken, birileri -inadına- küresel değersizliklerle bedenimizi ve beynimizi sarıp sarmalamaya çalışıyor. İnsan olmanın daha doğrusu insan kalmanın zorunluluğu içinde 'denge'yi ve 'uyum'u kattıkça bu oyunda yenilen hep bedenimiz ve beynimiz oluyor.
Her şeyin ardından bu yabancı oyunda söylenceler başlıyor:
-Gece bekçilerini düdüksüz bırakırken yalnızca susuyor ve korkuları yavaşça bırakıyoruz avuçlarımızdan (darbe 1. Korku öldü) .
-Kimliklerimizde eritilemeyecek buzulları taşırken ne yüreğimizi eğilip öpebiliyoruz ne de bir başkasının bunu yapabileceğine inanıyoruz (darbe 2. Yürek öldü) .
Bu oyunun kurallarından biri daha: 'Eski dostlar cüzdanlarda büyür' (darbe 3. Dostluk öldü) .
-Ve bizi biz olarak göremeyen o zavallı yüreğimiz mezarlara dönüşmüşken ölü toprağımızda büyütmeye kalkarız aşkı. Bu oyun sırasında temizleyemediğimiz kirlilik doğal olarak aşka da bulaşmıştır ve aşk 'meta'laşmıştır (darbe 4. Aşk öldü) .
'Yaşadıklarımız öldürdüklerimizdir.' Oruç Auroba
TUNA HAR