Hatay’ın Altınözü ilçesine bağlı, Büyükburç Köyünde doğmuşum. Büyükburç, çok geniş bir coğrafyayı kapsayan Kuseyr Yaylasındadır. Kuseyr Yaylası, Aşağı Kuseyr - Yukarı Kuseyr olarak ikiye ayrılır: Köyümüz Büyükburç, Amik Ovası ile Yukarı Kuseyr yaylalarının ortalarında; Yukarı Kuseyr ile Amik Ovasını birbirine bağlayan en kestirme yol üzerinde bulunur. Kuzeyinde Atayurt (Meyres), Güneyinde Karsu, Doğusunda Kurtmezrası (Mezere), Batısında Paslıkaya – Altınkaya (Bezilika - Baslıka) yer alır. Kuseyr yaylaları, Fransız İşgalcilerine karşı koymak için; Kuran’ı, namusu ve ekmeği üzerine yemin etmiş, sırt sırta vermiş, birbirlerine güvenle yaslanmış Çeteler diyarıdır. İrili – ufaklı tepelerle Güneyden dost, komşu ve kardeş ülke Suriye’ye… Kuzeyden Amansalar, Çukurova ve Toroslar üzerinden yiğit ve namuslu Analar diyarı, Anadolu’ya doğru uzar gider. Zeytin, incir ve üzüm bağlarıyla doludur Kuseyr Yaylaları. Her tepenin bittiği yerde, Çeteler gibi birbirlerine yaslanmış, tatlı, hoş meyilli başka tepeler başlar. Bu tepeler bereketli, yağmur yüklü, mavi beyaz bulut denizidir. Yeşilin, mavinin, sarının bin bir rengine bürünmüş; bereket fışkıran bu tepeler, vadiler, koyaklar zeytin ve incir ağaçlarıyla kaplıdır. Yolunuzu bekleyen güleç yüzlü, konuksever, cömert bir ev sahibi gibi karşılar Sizi. Kendinizi bir dost evinde, güvende hissedersiniz. Kasım – Aralık 1918 de ülkemiz – Anadolu gibi köyümüzü ve diğer köyleri de; Fransız İşgal Güçleri basmış, talan etmiş. Topraklarına, evlerine el koymuş, kadınını, kızını ve yaşlıları taciz etmiş. Büyükburç da Mustafa Kemal gibi işgale, zulme ve tutsaklığa karşı ayaklanmaların ilk adımını atanların köyüdür. Fransız emperyalist işgaline karşı ilk direnen - başı çeken, direnişin örgütlendiği merkezdir. Çetelerin Karargâhı olduğu için; Fransız İşgal Kuvvetlerinin köyümüzdeki yerli işbirlikçileri uzantılarının sürekli ihbarları sonucu… Fransız İşgal Kuvvetleri ve yerli çapulcuları tarafından 3 kez işgal - talan edilmiş, yakılıp yıkılmış. Büyükburç da Dedem Zahra Hüseyin (Yılmaz), Karaman Ailesinin Dedesi Hayro KARAMAN (Kanun Çavuş Olarak Bilinir). Hacı Abdulkadir Ağa ve oğulları Mehmet Albayrak (Mulla Muhammet), Dik Ömer - Horoz (Daha Sonraları, Kuseyri Ailesi ile İşgalci Fransızlarla İşbirliğine Girer) Hatay’da işgale karşı direnişi başlatan - Kuvayı Milliye’nin ilk Çoban Ateşini yakan yiğit, korkusuz ve onurlu insanlardır. Hayro Karaman - Kanun Çavuş işgal Yıllarında Hatay, Antep, Urfa, Marş İlleri Arasına Kuvayı Milliye’nin İstihbaratını Sağlayan yiğit, yürekli bir çetedir. Çetelerin Merkezi olan Büyükburç, 5 yıl Fransızların işgalinde kalmış. Yakınları çete olan Yılmaz, Karaman, Albayrak ve Şahin aileleri; başka – uzak köylere taşınmışlar. Uzun yıllar, bağ ve bahçelerinden, sıcacık evlerinden uzaklarda; sefil, gariban ve yabancı olarak yaşamak zorunda kalmışlardır. İşte Ben, emperyalist işgali içine sindiremeyen; Fransızlara karşı ilk direnişi başlatan böylesi bir köyde doğmuş ve büyümüş olmaktan onur duyuyorum. Benim doğduğum yılım belli, fakat doğduğum günümü anamda bilmiyordu. Canım, Benim Canım Anam, Kendisine sorduğumda; ‘Buğdaylar biçiliyordu’ derdi. Benim doğum günüm yok, aylara dağılmış. Buğday biçim mevsimi Haziran ve Temmuz aylarının her günü, doğum günlerimdir. Ailenin en büyük çocuğuyum. İki kız, iki erkek kardeşim var. İlkokulu doğduğum Büyükburç Köyünde bitirdim. Babam, ilkokuldan sonra okumamı istemiyordu. Babama göre, kendisine bir yardımcı; aile bütçesine katkı sağlayacak biri gereklidir. Ailenin ulu çınarı Pehlivan Halil (Dedem), Babam Bereket 8 aylıkken ölmüş. Doğarken acılarıyla doğmuş Babam Bereket Yılmaz. Nenem Feride genç, güzel kadın, başkasıyla evlenmiş. Babam Bereket hem öksüz, hem yetim kalmış. Ana kucağının sıcaklığına, kokusuna, sütüne hasret… Önüne gelen her bebekli kadın acımış, meme vermiş, emzirmiş babam Bereket’i. Bu nedenle babamın birçok sütkardeşi var. Oğlu Pehlivan Halil’i (Dedem) kaybeden Ayşe Nine (Babamın Ninesi), oğlu Halil’in yerine; torunu Bereket’i (Babam) bağrına basmış, ciğerine koymuş torunu Bereket’i. Nazarı - gözü gibi kem gözlerden korumuş, koklamış, kollamış, büyütmüş. Babasının Büyük amcası Zehra Hüseyin (Pehlivan ve Çete) sahip çıkmış Babam Bereket’e. Babam Bereket algılamaya başlayınca; Amcasını (Zehra Hüseyin), baba diye belletmişler kendisine. Babam okumamı istemiyordu. Ona göre Kendisine bir yardımcı, aile bütçesine katkı sağlayacak biri gerekliydi. İlkokuldan sonra öğrenimine iki yıl ara vermek zorunda kaldım. 1968 – 1969 sürecinde, 2 yıl terzilik yaparken, hep okuma özlemi çektim. Babamın, Anneden Kardeşi olan Amcam Ahmet Albayrak, “İstanbul Terzilik Tekâmül Kursunu” bitirmiş; Antakya’da, “Burç Terzihanesi” adını verdiği, bir terzi dükkânı açmıştı. 2 yıl Amcamın yanında terzilik yaptım. Amcam, İstanbul’da Terzilik Tekâmül kursuna devam ederken; İstanbul’da, üniversitede okuyan Kentdaşlarıyla aynı evde kalmışlar. Üniversiteli arkadaşları, Burç Terzihanesine gelir, uzun uzun söyleşirlerdi: ABD emperyalizminden, Kapitalizmden, sağ ve sol ideolojiden, sömürüden, işçi sınıfından, emek – sermaye çelişkisinden, sendikacılıktan, devrimci mücadeleden, bağımsızlıktan, sosyalizm, Faşizm… Türkiye İşçi Partisi, Behice BORAN, Mustafa Ekmekçi, M. Ali AYBAR, Sadun AREN… Üniversite Öğrenci Gençlik Liderlerinden Deniz GEZMİŞ, Mahir Çayan… Cumhuriyet, Yeni Ortam gazeteleri… ADB emperyalizminin 6. Filosunun botlarından, ezilen, sömürülen emekçi halkların kanı damlayan Conilerini; Deniz Gezmiş’in önderliğinde İstanbul Boğazının serin sularına attıklarını… İstanbul’daki tüm genelev kadınlarının 6. Filonun Conilerine, bedenlerini satmayı; ülkelerine ihanet ve onursuzluk saydıklarını, Onları boykot ettiklerini… Genelev Kadınları kadar onurlu davranamayan, yurtsever olamayan keman Bıyıklı, elleri tespihli, takkeli, Kısa Pantolonlu, yalvaç, ıslak ağızlarıyla tekbir getiren bir grup Firavunun; Genelev Kadınlarının bile protesto ettiği 6. Filoyu Kıble yapıp, Vakit Namazı kıldıklarını anlatırlardı. Dünyayı her sabah yeniden var eden, şekillendirip, yaşanır kılan; beden ve beyin gücü emeğin çocuğu sosyalizme giden… Kanlı, kavgalı, acı, açlık, kahır, işkence, ihanet ve üzerinde ölüm de olan yolum - Antiemperyalist – sosyalist mücadele saflarında yer almamın temeli; çocukluğumda dedem ve daha sonra da Babam Bereket Yılmaz’dan dinlediğim: Fransız İşgal güçlerine karşı anlattıkları direniş ve Çetecilik Öyküleriyle… Amcamın terzi dükkânında, devrimcilik üzerine edindiğim bilgilerle başlar. Anam! Benim canım anam! Babamı ikna ederek, Kendi gözünden – nazarından bile saklayıp koruduğu Beni, Ortaokula gönderdi. 1970 yılında başladığım Altınözü Ortaokulu’nu 1973 yılında bitirdim. Ortaokulda birlikte okuduğumuz Selim ve İsmet adlarında 2 iki arkadaşım vardı. Bir gün, Altınözü Jandarma Karakol Komutanlığının önünden geçiyorduk. Karakolun önüne afişleri yapıştırılmış Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarını gördük. Amcam ve arkadaşlarının söyleşilerinden Aklıma mıh gibi kazınmış Deniz GEZMİŞ adını anımsadım. Amcamın Burç Terzihanesinde arkadaşlarıyla yaptıkları tüm konuşmalar, bir sinema filmi gibi belleğimden akmaya başladı. Ortaokulda arkadaşlarım Selim, İsmet ve ben: O akşam, karanlık çökünce; Altınözü Jandarma Karakolunun önündeki DENİZLERİN Afişlerini kaldırdık. Sabah olunca, tüm ilçede karakolun önündeki anarşistlerin afişlerinin kaldırıldığı söylentisi çalkalanıyordu. Komutanın – Askerlerin, afişleri kaldıranları aradığı söyleniyordu. Biz, bu söylenceleri duyunca; renk vermiyor, hem korkuyor hem de gururlanıyorduk. Bu eylem, benim emekten, sınıf mücadelesinden yana olan attığım ilk adımım olmuştu. İlkokuldayken, Babam “Biz ölünce mezarımıza gelir, bir baş Kur’an, Fatiha okursun.” diyerek, beni her şubat tatilinde; dinimi ve diyanetimi öğrenmem için köyün imamına gönderirdi. Fakat ben, ilkokul tatilleri boyunca, ilk cüzü bile geçemedim. Kafam bir türlü o kargacık, burgacık; elifli - üstünlü, med ve cezirli şekillere basmadı. Yazık oldu hem babamın umutlarına hem de benim tatillerime. Duygu ve düşüncelerimi, ortaokul yıllarındayken yazmaya başladım. Türkçe ve edebiyat defterlerimi şimdiye kadar saklarım. Zaman zaman defterlerime, o dönemlerdeki aldığım notlara bakarak; bilinç düzeyimin gelişim ve değişim seyrini değerlendiririm. 1973 yılında, Antakya Merkez Lisesi’ne başladım. Düş ve yürek zenginliğimi, ilk kez okuduğum Sosyalizmin Alfabesi ’ne, Maksim Gorki’nin Ana’sına… Faşizme Karşı Birleşik Halk Cephesi’ne, Felsefenin Temel İlkeleri’ne… Kemal Tahir’e, Orhan Kemal’e, Yaşar Kemal’e, Fakir Baykurt’a, Bekir Yıldız’a, Nazım Hikmet’e, Ahmet Arif’e, Enver Gökçe’ye, Cahit Sıtkı Tarancı ve Orhan Veli gibi ulusal edebiyatımızın köşe taşlarına… Ronesansı hazırlayanlardan Dante’ ye, 1789 Fransız Devrimini hazırlayan J.J. Rousseau’ ya, Montaine’ ye, Victor Hugo’ ya, Goethe’ ye, Schiller’ e, John Steinbec’ e, Çehov’ a, Dostoyevski ve Tolstoy gibi dünya edebiyatının devlerine borçluyum. Harıl harıl kitap okuyor, araştırıyordum. 1973 sürecinden başlayarak, emperyalizme karşı; halkımın ve yurdumun özgürlüğü, tam bağımsız bir Türkiye için emekten, insan haklarından, özgür düşünceden; bilim ve sanattan, halkların kardeşliğinden yana… İnsanın insana kulluğunu yadsıyan, sosyalist mücadelenin emek – sermaye sınıf savaşımında emekten yana olan devrimci kavganın saflarında yer aldım. Ortaokul ve Lisede okurken her yaz tatili, harçlığımı kazanmak için; Amik ve Ceyhan ovalarında ırgatlık, Mersin’de limon bahçelerine kamyonlarla kum taşıma işçiliği… Hatay Tapu ve Kadastro Müdürlüğünde teknisyen yazmanlığı, Kendi köyümde tütüncülük, traktör şoförlüğü yaptım. Lise 3. Sınıfta, derslerimize gelen felsefe öğretmenlerimle idealist ve Materyalist Felsefeyi, ezen ve ezilenleri tartışırdım. Ve Kendimi, Antakya Merkez Lisesi Devrimci Öğrencilerin Komite başkanı olarak buldum. 1976 yılında Liseyi bitirdikten sonra, dönemin siyasi koşulları nedeniyle eğitimime iki yıl ara verdim. 1978 başında okumak amacıyla Almanya’ya gittim. Gelsenkırşen – Vupertal Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesine başladım. Koşullarım gereği, kısa bir süre sonra memlekete dönmek zorunda kaldım. 1978 – 1979 ve 12 Eylül 1980 Faşist Askeri darbesine kadar Altınözü’nde, “Genç Emekçiler Birliği” derneği başkanlığını yaptım. Yine ilçede, arkadaşlarımla “Altınözü Tütün Üreticileri Birliği” genel merkezinin kuruluş çalışmalarına katıldım. 1979 Nisanında, Altınözü tarihinde ilk ve son kez yapılan ve büyük yankılar uyandıran; tertip komitesini, Benim ve Karsu Köyünden öğretmen Enver Hacıbekiroğlu’nun üstlendiği, “Tütün Üretici Emekçileri Mitingini” düzenledik. 1980 de Hatay Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü; 1991’de Eskişehir Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdim. 1981 Eylül’ünde Urfa - Merkez Çamlıdere Ortaokulu’na Türkçe Öğretmeni olarak atandım. 1988 - 89 eğitim ve öğretim yılında maaşla ödüllendirildim. 1980 askeri darbesinden Ben de payıma düşeni yaşadım. Şanlıurfa Merkez Çamlıdere Ortaokulu’nda Türkçe Öğretmeniyken; 1982 yılının 28 Ağustosunda tutuklandım. İskenderun – Akçay Askeri Cezaevinin 5 Nolu koğuşunda yattım. Adana Bölgesi 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinin ilk duruşmasında berat ettim. Hiç kimseye ihanet etmedim. En dayanılmaz anlarımda bile kimseyi gammazlamadım, arkasından konuşmadım. Bu güne değin hep alnım ak ve açık yaşadım. Çoğul konuşup, tekil davranmadım. Riyakârlık, en aşağılık duygudur. Ne söylediysem insanların yüzlerine dostça söyledim. Söylediklerimin hep arkasında durdum. Yanlış yaptığımı anladığım an, çocuk da olsa; o kişiden özür dileme yüceliğinden kaçınmadım. Yalandan ve yalan söyleyenden korkar, kaçarım. Çünkü o nitelikteki insanların yıkamayacakları hiç bir kutsal değerlerinin kalmadığını yaşadım ve bilirim. Hiç kimse için sessiz düşünmedim. Birinin hatasını, yanlışını; bir gün lazım olur diye zulamda saklama onursuzluğuna düşmedim. Sözlerim, gözlerim ve yüzüm hep yüreğimle örtüşüktür. Maddi ve manevi anlamda veremeyeceğim hiçbir hesabım olmadı. Hiç kimseyi küçümsemedim. Unvanı, görevi kim ne olursa olsun, saygı duydum; fakat hiçbir zaman, önünde eğilmedim. Çünkü eğilirsem, hep eğilmemin bekleneceğini bilirim. Bu nedenle çok kırıldım, kırılacak dalım kalmadı. Ağlayarak gittiğim ŞANLIURFA’DAN, on yıl sonra yine ağlayarak ayrılacaktım. Beni ağlatan, acılarıma ve ağıtlarıma ortak olan, Beni ve ailemi hiçbir zaman yalnız bırakmayan, Kendi ailelerinin bir evladı sayan Urfa’nın dürüst ve onurlu halkından edindiğim dostlardan (Mustafa - Hasan Biner, Çamlıdereli Hüseyin Kaya ve Aileleri), dostluklardan ve sevdiklerimden, acı-tatlı yaşamış olduğum anılarımdan kopuyor olmamdı. Duygu ve düşüncelerimi, ortaokul yıllarında yazmaya başlar. Düş ve yürek zenginliğini, okuduğu Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Ahmet Arif gibi ulusal edebiyatımızın köşe taşlarına… Ronesansı hazırlayanlardan Dante’ ye, 1789 Fransız Devrimini hazırlayan J.J. Rousseau’ ya, Montaine’ ye, Victor Hugo’ ya, Goethe’ ye, Schiller’ e, John Steinbec’ e, Çehov’ a,Maksim Gorki’ ye, Dostoyevski ve Tolstoy gibi dünya edebiyatının devlerine borçluyum. Halk ve tasavvuf edebiyatımızın ulu çınarlarından, ulusal dilimiz Türkçe’nin Peygamberi Yunus Emre’nin, Pir Sultan Abdal’ın, Namık Kemal’in, Tevfik Fikret’in, Büyük Usta Nazım’ın, dağların ve isyanın şairi Ahmed Arif’’in, halk şairlerimizin hayranıdır. Bana mutluluk nedir diye sorsalar: Üç tarafı denizlerle çevrili… Dünyanın en büyük açık hava müzesi; ana gibi, yar gibi ulvi bildiğim, tanrının cömert davrandığı; doğduğum bu bereketli topraklar Anadolu’da; doya doya ve kaygısızca nefes almak, yaşamak ve ölmektir. Kutsal Doğa Anayı… Ayı, yıldızları, arıyı ve karıncayı… İlle de mazlum, masum ve garip; ölümünden sonra dünyaya gelip gelmediği belli olmayacak olan sıradan insanları sevmek… Bana göre en büyük yakarıdır - ibadettir mutluluk. Kendi Halkımın yanında, tüm mazlum halkların ve insanlığın acılarını, ağıtlarını yüreğimde duyumsar ve yaşarım. Dünyanın neresinde, ne zaman ağlayan bir can görsem; gözyaşının düştüğü toprağı olurum; söz geçiremem acı dolar, yanar, yırtılır yüreğim. Çünkü kolay değil insan olmak, insanlaşmak kolay değil… Yoğunluk, Güney Rüzgârı, Çağla, Ayna, Sarnıç, Ülkem, Hatay’da Gazi, Çukurova Sanat Günleri; İskenderun, Antakya, Kent, Özyurt, Hatay, Atayurt gibi yerel ve bölgesel; “İnsanokur, Etkinlik, Edebiyat Defteri” gibi internet gazeteciliği, ulusal kitap, dergi ve gazetelerde şiirlerim, makalelerim, kitap yorumlarım yayımlandı. 2008 Ekiminde Ankara - Ürün Yayınlarından “HERGÜN YARINDIR“ adlı şiir yapıtım çıktı. Antakya’yı mitolojik çağlardan günümüze değin doğanın, insanın yaratıp tarihe bıraktığı görsel öğelerle şiiri buluşturarak anlattığım ve kendi olanaklarımla çıkardığım “SEMAVİ DİNLERİN KUTSAL KENTİ ANTAKYA” adında yapıtlarım var. Ortaokulda üç yıl aynı sınıfta okuduğum; acı ve sevinçlerimin ortağı… Takatımı aşan, dayanma gücümün bittiği yaşam olaylarında; yiğitçe ve onurluca her zaman yanımda olan, Bana yaşama umudu ve sevinci veren, dünyaya yeniden gelsem; kendisiyle yine evlenebileceğim eşim, dostum, arkadaşım, sır yoldaşım Suendam BAKIR’ la evlendim. Yaşama umudumuz ve sevincimiz olan Ş. Gamze ve Sema adında iki kızımız var. 2011 Temmuzunda Antakya Atatürk Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak çalışmaktayken emekli oldum. Toplumsal içerikli şiirle birlikte; bölgemiz, ülkemiz ve dünya gündemiyle ilgili sosyal, siyasal, kültürel ve tarihsel makaleler yazmaktayım. Hâlen, Antakya – Atayurt Gazetesinde Köşe Yazarlığı yapıyorum. "Arap Alevileri – Nusayriler", 3. Yapıtım Olacaktır. 2022 // ANTAKYA
ÖZYAŞAMÖYKÜM (BİYOGRAFİM)
Hatay’ın Altınözü ilçesine bağlı, Büyükburç Köyünde doğmuşum.
Büyükburç, çok geniş bir coğrafyayı kapsayan Kuseyr Yaylasındadır. Kuseyr Yaylası, Aşağı Kuseyr - Yukarı Kuseyr olarak ikiye ayrılır:
Köyümüz Büyükburç, Amik Ovası ile Yukarı Kuseyr yaylalarının ortalarında; Yukarı Kuseyr ile Amik Ovasını birbirine bağlayan en kestirme yol üzerinde bulunur.
Kuzeyinde Atayurt (Meyres), Güneyinde Karsu, Doğusunda Kurtmezrası (Mezere), Batısında Paslıkaya – Altınkaya (Bezilika - Baslıka) yer alır.
Kuseyr yaylaları, Fransız İşgalcilerine karşı koymak için; Kuran’ı, namusu ve ekmeği üzerine yemin etmiş, sırt sırta vermiş, birbirlerine güvenle yaslanmış Çeteler diyarıdır. İrili – ufaklı tepelerle Güneyden dost, komşu ve kardeş ülke Suriye’ye… Kuzeyden Amansalar, Çukurova ve Toroslar üzerinden yiğit ve namuslu Analar diyarı, Anadolu’ya doğru uzar gider.
Zeytin, incir ve üzüm bağlarıyla doludur Kuseyr Yaylaları. Her tepenin bittiği yerde, Çeteler gibi birbirlerine yaslanmış, tatlı, hoş meyilli başka tepeler başlar. Bu tepeler bereketli, yağmur yüklü, mavi beyaz bulut denizidir. Yeşilin, mavinin, sarının bin bir rengine bürünmüş; bereket fışkıran bu tepeler, vadiler, koyaklar zeytin ve incir ağaçlarıyla kaplıdır. Yolunuzu bekleyen güleç yüzlü, konuksever, cömert bir ev sahibi gibi karşılar Sizi. Kendinizi bir dost evinde, güvende hissedersiniz.
Kasım – Aralık 1918 de ülkemiz – Anadolu gibi köyümüzü ve diğer köyleri de; Fransız İşgal Güçleri basmış, talan etmiş. Topraklarına, evlerine el koymuş, kadınını, kızını ve yaşlıları taciz etmiş.
Büyükburç da Mustafa Kemal gibi işgale, zulme ve tutsaklığa karşı ayaklanmaların ilk adımını atanların köyüdür. Fransız emperyalist işgaline karşı ilk direnen - başı çeken, direnişin örgütlendiği merkezdir. Çetelerin Karargâhı olduğu için; Fransız İşgal Kuvvetlerinin köyümüzdeki yerli işbirlikçileri uzantılarının sürekli ihbarları sonucu… Fransız İşgal Kuvvetleri ve yerli çapulcuları tarafından 3 kez işgal - talan edilmiş, yakılıp yıkılmış.
Büyükburç da Dedem Zahra Hüseyin (Yılmaz), Karaman Ailesinin Dedesi Hayro KARAMAN (Kanun Çavuş Olarak Bilinir). Hacı Abdulkadir Ağa ve oğulları Mehmet Albayrak (Mulla Muhammet), Dik Ömer - Horoz (Daha Sonraları, Kuseyri Ailesi ile İşgalci Fransızlarla İşbirliğine Girer) Hatay’da işgale karşı direnişi başlatan - Kuvayı Milliye’nin ilk Çoban Ateşini yakan yiğit, korkusuz ve onurlu insanlardır.
Hayro Karaman - Kanun Çavuş işgal Yıllarında Hatay, Antep, Urfa, Marş İlleri Arasına Kuvayı Milliye’nin İstihbaratını Sağlayan yiğit, yürekli bir çetedir.
Çetelerin Merkezi olan Büyükburç, 5 yıl Fransızların işgalinde kalmış. Yakınları çete olan Yılmaz, Karaman, Albayrak ve Şahin aileleri; başka – uzak köylere taşınmışlar. Uzun yıllar, bağ ve bahçelerinden, sıcacık evlerinden uzaklarda; sefil, gariban ve yabancı olarak yaşamak zorunda kalmışlardır.
İşte Ben, emperyalist işgali içine sindiremeyen; Fransızlara karşı ilk direnişi başlatan böylesi bir köyde doğmuş ve büyümüş olmaktan onur duyuyorum.
Benim doğduğum yılım belli, fakat doğduğum günümü anamda bilmiyordu. Canım, Benim Canım Anam, Kendisine sorduğumda; ‘Buğdaylar biçiliyordu’ derdi. Benim doğum günüm yok, aylara dağılmış. Buğday biçim mevsimi Haziran ve Temmuz aylarının her günü, doğum günlerimdir.
Ailenin en büyük çocuğuyum. İki kız, iki erkek kardeşim var. İlkokulu doğduğum Büyükburç Köyünde bitirdim. Babam, ilkokuldan sonra okumamı istemiyordu. Babama göre, kendisine bir yardımcı; aile bütçesine katkı sağlayacak biri gereklidir.
Ailenin ulu çınarı Pehlivan Halil (Dedem), Babam Bereket 8 aylıkken ölmüş. Doğarken acılarıyla doğmuş Babam Bereket Yılmaz. Nenem Feride genç, güzel kadın, başkasıyla evlenmiş. Babam Bereket hem öksüz, hem yetim kalmış.
Ana kucağının sıcaklığına, kokusuna, sütüne hasret… Önüne gelen her bebekli kadın acımış, meme vermiş, emzirmiş babam Bereket’i. Bu nedenle babamın birçok sütkardeşi var. Oğlu Pehlivan Halil’i (Dedem) kaybeden Ayşe Nine (Babamın Ninesi), oğlu Halil’in yerine; torunu Bereket’i (Babam) bağrına basmış, ciğerine koymuş torunu Bereket’i. Nazarı - gözü gibi kem gözlerden korumuş, koklamış, kollamış, büyütmüş.
Babasının Büyük amcası Zehra Hüseyin (Pehlivan ve Çete) sahip çıkmış Babam Bereket’e. Babam Bereket algılamaya başlayınca; Amcasını (Zehra Hüseyin), baba diye belletmişler kendisine.
Babam okumamı istemiyordu. Ona göre Kendisine bir yardımcı, aile bütçesine katkı sağlayacak biri gerekliydi. İlkokuldan sonra öğrenimine iki yıl ara vermek zorunda kaldım. 1968 – 1969 sürecinde, 2 yıl terzilik yaparken, hep okuma özlemi çektim.
Babamın, Anneden Kardeşi olan Amcam Ahmet Albayrak, “İstanbul Terzilik Tekâmül Kursunu” bitirmiş; Antakya’da, “Burç Terzihanesi” adını verdiği, bir terzi dükkânı açmıştı. 2 yıl Amcamın yanında terzilik yaptım.
Amcam, İstanbul’da Terzilik Tekâmül kursuna devam ederken; İstanbul’da, üniversitede okuyan Kentdaşlarıyla aynı evde kalmışlar.
Üniversiteli arkadaşları, Burç Terzihanesine gelir, uzun uzun söyleşirlerdi: ABD emperyalizminden, Kapitalizmden, sağ ve sol ideolojiden, sömürüden, işçi sınıfından, emek – sermaye çelişkisinden, sendikacılıktan, devrimci mücadeleden, bağımsızlıktan, sosyalizm, Faşizm… Türkiye İşçi Partisi, Behice BORAN, Mustafa Ekmekçi, M. Ali AYBAR, Sadun AREN… Üniversite Öğrenci Gençlik Liderlerinden Deniz GEZMİŞ, Mahir Çayan… Cumhuriyet, Yeni Ortam gazeteleri…
ADB emperyalizminin 6. Filosunun botlarından, ezilen, sömürülen emekçi halkların kanı damlayan Conilerini; Deniz Gezmiş’in önderliğinde İstanbul Boğazının serin sularına attıklarını…
İstanbul’daki tüm genelev kadınlarının 6. Filonun Conilerine, bedenlerini satmayı; ülkelerine ihanet ve onursuzluk saydıklarını, Onları boykot ettiklerini…
Genelev Kadınları kadar onurlu davranamayan, yurtsever olamayan keman Bıyıklı, elleri tespihli, takkeli, Kısa Pantolonlu, yalvaç, ıslak ağızlarıyla tekbir getiren bir grup Firavunun; Genelev Kadınlarının bile protesto ettiği 6. Filoyu Kıble yapıp, Vakit Namazı kıldıklarını anlatırlardı.
Dünyayı her sabah yeniden var eden, şekillendirip, yaşanır kılan; beden ve beyin gücü emeğin çocuğu sosyalizme giden… Kanlı, kavgalı, acı, açlık, kahır, işkence, ihanet ve üzerinde ölüm de olan yolum - Antiemperyalist – sosyalist mücadele saflarında yer almamın temeli; çocukluğumda dedem ve daha sonra da Babam Bereket Yılmaz’dan dinlediğim: Fransız İşgal güçlerine karşı anlattıkları direniş ve Çetecilik Öyküleriyle… Amcamın terzi dükkânında, devrimcilik üzerine edindiğim bilgilerle başlar.
Anam! Benim canım anam! Babamı ikna ederek, Kendi gözünden – nazarından bile saklayıp koruduğu Beni, Ortaokula gönderdi. 1970 yılında başladığım Altınözü Ortaokulu’nu 1973 yılında bitirdim.
Ortaokulda birlikte okuduğumuz Selim ve İsmet adlarında 2 iki arkadaşım vardı. Bir gün, Altınözü Jandarma Karakol Komutanlığının önünden geçiyorduk. Karakolun önüne afişleri yapıştırılmış Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarını gördük.
Amcam ve arkadaşlarının söyleşilerinden Aklıma mıh gibi kazınmış Deniz GEZMİŞ adını anımsadım. Amcamın Burç Terzihanesinde arkadaşlarıyla yaptıkları tüm konuşmalar, bir sinema filmi gibi belleğimden akmaya başladı.
Ortaokulda arkadaşlarım Selim, İsmet ve ben: O akşam, karanlık çökünce; Altınözü Jandarma Karakolunun önündeki DENİZLERİN Afişlerini kaldırdık. Sabah olunca, tüm ilçede karakolun önündeki anarşistlerin afişlerinin kaldırıldığı söylentisi çalkalanıyordu. Komutanın – Askerlerin, afişleri kaldıranları aradığı söyleniyordu. Biz, bu söylenceleri duyunca; renk vermiyor, hem korkuyor hem de gururlanıyorduk. Bu eylem, benim emekten, sınıf mücadelesinden yana olan attığım ilk adımım olmuştu.
İlkokuldayken, Babam “Biz ölünce mezarımıza gelir, bir baş Kur’an, Fatiha okursun.” diyerek, beni her şubat tatilinde; dinimi ve diyanetimi öğrenmem için köyün imamına gönderirdi. Fakat ben, ilkokul tatilleri boyunca, ilk cüzü bile geçemedim. Kafam bir türlü o kargacık, burgacık; elifli - üstünlü, med ve cezirli şekillere basmadı. Yazık oldu hem babamın umutlarına hem de benim tatillerime.
Duygu ve düşüncelerimi, ortaokul yıllarındayken yazmaya başladım. Türkçe ve edebiyat defterlerimi şimdiye kadar saklarım. Zaman zaman defterlerime, o dönemlerdeki aldığım notlara bakarak; bilinç düzeyimin gelişim ve değişim seyrini değerlendiririm.
1973 yılında, Antakya Merkez Lisesi’ne başladım. Düş ve yürek zenginliğimi, ilk kez okuduğum Sosyalizmin Alfabesi ’ne, Maksim Gorki’nin Ana’sına… Faşizme Karşı
Birleşik Halk Cephesi’ne, Felsefenin Temel İlkeleri’ne… Kemal Tahir’e, Orhan Kemal’e, Yaşar Kemal’e, Fakir Baykurt’a, Bekir Yıldız’a, Nazım Hikmet’e, Ahmet Arif’e, Enver Gökçe’ye, Cahit Sıtkı Tarancı ve Orhan Veli gibi ulusal edebiyatımızın köşe taşlarına… Ronesansı hazırlayanlardan Dante’ ye, 1789 Fransız Devrimini hazırlayan
J.J. Rousseau’ ya, Montaine’ ye, Victor Hugo’ ya, Goethe’ ye, Schiller’ e, John Steinbec’ e, Çehov’ a, Dostoyevski ve Tolstoy gibi dünya edebiyatının devlerine borçluyum.
Harıl harıl kitap okuyor, araştırıyordum. 1973 sürecinden başlayarak, emperyalizme karşı; halkımın ve yurdumun özgürlüğü, tam bağımsız bir Türkiye için emekten, insan haklarından, özgür düşünceden; bilim ve sanattan, halkların kardeşliğinden yana… İnsanın insana kulluğunu yadsıyan, sosyalist mücadelenin emek – sermaye sınıf savaşımında emekten yana olan devrimci kavganın saflarında yer aldım.
Ortaokul ve Lisede okurken her yaz tatili, harçlığımı kazanmak için; Amik ve Ceyhan ovalarında ırgatlık, Mersin’de limon bahçelerine kamyonlarla kum taşıma işçiliği… Hatay Tapu ve Kadastro Müdürlüğünde teknisyen yazmanlığı, Kendi köyümde tütüncülük, traktör şoförlüğü yaptım.
Lise 3. Sınıfta, derslerimize gelen felsefe öğretmenlerimle idealist ve Materyalist Felsefeyi, ezen ve ezilenleri tartışırdım. Ve Kendimi, Antakya Merkez Lisesi Devrimci Öğrencilerin Komite başkanı olarak buldum.
1976 yılında Liseyi bitirdikten sonra, dönemin siyasi koşulları nedeniyle eğitimime iki yıl ara verdim.
1978 başında okumak amacıyla Almanya’ya gittim. Gelsenkırşen – Vupertal Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesine başladım. Koşullarım gereği, kısa bir süre sonra memlekete dönmek zorunda kaldım.
1978 – 1979 ve 12 Eylül 1980 Faşist Askeri darbesine kadar Altınözü’nde, “Genç Emekçiler Birliği” derneği başkanlığını yaptım. Yine ilçede, arkadaşlarımla “Altınözü Tütün Üreticileri Birliği” genel merkezinin kuruluş çalışmalarına katıldım. 1979 Nisanında, Altınözü tarihinde ilk ve son kez yapılan ve büyük yankılar uyandıran; tertip komitesini, Benim ve Karsu Köyünden öğretmen Enver Hacıbekiroğlu’nun üstlendiği, “Tütün Üretici Emekçileri Mitingini” düzenledik.
1980 de Hatay Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü; 1991’de Eskişehir Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdim.
1981 Eylül’ünde Urfa - Merkez Çamlıdere Ortaokulu’na Türkçe Öğretmeni olarak atandım. 1988 - 89 eğitim ve öğretim yılında maaşla ödüllendirildim.
1980 askeri darbesinden Ben de payıma düşeni yaşadım. Şanlıurfa Merkez Çamlıdere Ortaokulu’nda Türkçe Öğretmeniyken; 1982 yılının 28 Ağustosunda tutuklandım. İskenderun – Akçay Askeri Cezaevinin 5 Nolu koğuşunda yattım. Adana Bölgesi 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinin ilk duruşmasında berat ettim.
Hiç kimseye ihanet etmedim. En dayanılmaz anlarımda bile kimseyi gammazlamadım, arkasından konuşmadım. Bu güne değin hep alnım ak ve açık yaşadım. Çoğul konuşup, tekil davranmadım. Riyakârlık, en aşağılık duygudur. Ne söylediysem insanların yüzlerine dostça söyledim. Söylediklerimin hep arkasında durdum. Yanlış yaptığımı anladığım an, çocuk da olsa; o kişiden özür dileme yüceliğinden kaçınmadım. Yalandan ve yalan söyleyenden korkar, kaçarım. Çünkü o nitelikteki insanların yıkamayacakları hiç bir kutsal değerlerinin kalmadığını yaşadım ve bilirim. Hiç kimse için sessiz düşünmedim. Birinin hatasını, yanlışını; bir gün lazım olur diye zulamda saklama onursuzluğuna düşmedim. Sözlerim, gözlerim ve yüzüm hep yüreğimle örtüşüktür. Maddi ve manevi anlamda veremeyeceğim hiçbir hesabım olmadı. Hiç kimseyi küçümsemedim. Unvanı, görevi kim ne olursa olsun, saygı duydum; fakat hiçbir zaman, önünde eğilmedim. Çünkü eğilirsem, hep eğilmemin bekleneceğini bilirim. Bu nedenle çok kırıldım, kırılacak dalım kalmadı.
Ağlayarak gittiğim ŞANLIURFA’DAN, on yıl sonra yine ağlayarak ayrılacaktım. Beni ağlatan, acılarıma ve ağıtlarıma ortak olan, Beni ve ailemi hiçbir zaman yalnız bırakmayan, Kendi ailelerinin bir evladı sayan Urfa’nın dürüst ve onurlu halkından edindiğim dostlardan (Mustafa - Hasan Biner, Çamlıdereli Hüseyin Kaya ve Aileleri), dostluklardan ve sevdiklerimden, acı-tatlı yaşamış olduğum anılarımdan kopuyor olmamdı.
Duygu ve düşüncelerimi, ortaokul yıllarında yazmaya başlar. Düş ve yürek zenginliğini, okuduğu Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Ahmet Arif gibi ulusal edebiyatımızın köşe taşlarına… Ronesansı hazırlayanlardan Dante’ ye, 1789 Fransız Devrimini hazırlayan J.J. Rousseau’ ya, Montaine’ ye, Victor Hugo’ ya, Goethe’ ye, Schiller’ e, John Steinbec’ e, Çehov’ a,Maksim Gorki’ ye, Dostoyevski ve Tolstoy gibi dünya edebiyatının devlerine borçluyum.
Halk ve tasavvuf edebiyatımızın ulu çınarlarından, ulusal dilimiz Türkçe’nin Peygamberi Yunus Emre’nin, Pir Sultan Abdal’ın, Namık Kemal’in, Tevfik Fikret’in, Büyük Usta Nazım’ın, dağların ve isyanın şairi Ahmed Arif’’in, halk şairlerimizin hayranıdır.
Bana mutluluk nedir diye sorsalar: Üç tarafı denizlerle çevrili… Dünyanın en büyük açık hava müzesi; ana gibi, yar gibi ulvi bildiğim, tanrının cömert davrandığı; doğduğum bu bereketli topraklar Anadolu’da; doya doya ve kaygısızca nefes almak, yaşamak ve ölmektir. Kutsal Doğa Anayı… Ayı, yıldızları, arıyı ve karıncayı… İlle de mazlum, masum ve garip; ölümünden sonra dünyaya gelip gelmediği belli olmayacak olan sıradan insanları sevmek… Bana göre en büyük yakarıdır - ibadettir mutluluk.
Kendi Halkımın yanında, tüm mazlum halkların ve insanlığın acılarını, ağıtlarını yüreğimde duyumsar ve yaşarım. Dünyanın neresinde, ne zaman ağlayan bir can görsem; gözyaşının düştüğü toprağı olurum; söz geçiremem acı dolar, yanar, yırtılır yüreğim. Çünkü kolay değil insan olmak, insanlaşmak kolay değil…
Yoğunluk, Güney Rüzgârı, Çağla, Ayna, Sarnıç, Ülkem, Hatay’da Gazi, Çukurova Sanat Günleri; İskenderun, Antakya, Kent, Özyurt, Hatay, Atayurt gibi yerel ve bölgesel; “İnsanokur, Etkinlik, Edebiyat Defteri” gibi internet gazeteciliği, ulusal kitap, dergi ve gazetelerde şiirlerim, makalelerim, kitap yorumlarım yayımlandı.
2008 Ekiminde Ankara - Ürün Yayınlarından “HERGÜN YARINDIR“ adlı şiir yapıtım çıktı. Antakya’yı mitolojik çağlardan günümüze değin doğanın, insanın yaratıp tarihe bıraktığı görsel öğelerle şiiri buluşturarak anlattığım ve kendi olanaklarımla çıkardığım “SEMAVİ DİNLERİN KUTSAL KENTİ ANTAKYA” adında yapıtlarım var.
Ortaokulda üç yıl aynı sınıfta okuduğum; acı ve sevinçlerimin ortağı… Takatımı aşan, dayanma gücümün bittiği yaşam olaylarında; yiğitçe ve onurluca her zaman yanımda olan, Bana yaşama umudu ve sevinci veren, dünyaya yeniden gelsem; kendisiyle yine evlenebileceğim eşim, dostum, arkadaşım, sır yoldaşım Suendam BAKIR’ la evlendim. Yaşama umudumuz ve sevincimiz olan Ş. Gamze ve Sema adında iki kızımız var.
2011 Temmuzunda Antakya Atatürk Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak çalışmaktayken emekli oldum.
Toplumsal içerikli şiirle birlikte; bölgemiz, ülkemiz ve dünya gündemiyle ilgili sosyal, siyasal, kültürel ve tarihsel makaleler yazmaktayım.
Hâlen, Antakya – Atayurt Gazetesinde Köşe Yazarlığı yapıyorum.
"Arap Alevileri – Nusayriler", 3. Yapıtım Olacaktır.
2022 // ANTAKYA