Sus Sakın konuşma. Dudağından çıkan her sözcükte çırpınıyor yüreğim kuş misali kafeslerde.
Bırak Dokunma yüreğime tebessümünle gamzende busem nöbet niyetinde. Tuzaklar var sana çıkan yollarda yasaklı şehir senin yolun lamirentlerinde kayboluşuma seyirci kalma.
Dur Uzak kal yaklaşma! nefesinin sıcağına deyiyor tenim, titriyor ellerim ele veriyor beni pervasızca. Mantığımı yitiriyorum her bakışında çek bakışlarını üzerimden beynime hükmetme.
Elleri el gibi kocaman Beyazda bir nokta gibi kocaman Kocaman boşluğun küçülttüğü her şey gibi Biriyle kendini artırıyor durmadan Biriyle koyunlar gibi güdüyor ötekini Ayaklarını gizliyor bir köpekle Evine dönerken sonsuza geçen Göğü kullanıyorken maviye Günümüzden sesler alıyor, sesleri Sürekli, dingin, acısız Acımaktan kurtulmuş yerlerine Sonra duvardan duvara çizilerek Ölü bir korkunçluğu taşıyor Sen, hey, duvarlar gibi öldürülmek! En yeni tam-tamları dünyamızın Ya da kendisiyle bırakılması insanın Sizi Sizleri selamlıyor işte.
Doğrusu elinizden ne gelir ki Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.
II.
Çıkacaksanız çıkın, daha karar vermediniz mi? Baktıkça bakıyorsunuz kendinize Yetişir! bu da hiç konuşmayan adam yapıyor sizi Körükler, dev kapılar, balık solungaçları gibi Emiyor sizi yalnızlık Kurtarıp rahata geçirin ellerinizi İşte bir kadın kadına geçiyor yürürken Sizi alıyor, sizi ölçüyor, sizi yapıyor kendinize Açığa koyuyor sizi Bilip de söyleyemediklerinizi Eve dönmeyi, yemek yemeyi, uykuya dalmaları Bana sorarsanız ters çevirin uykuları Alın şu adını 'ben' koyduğunuz geceyi Bakınca göreceksiniz, daha bakınca bir ötekini Geceler, işte geceler Gündüzler, işte gündüzler Beyaza siyah penguen sürüleri gibi.
Ama elinizden ne gelir ki Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.
III.
Bu gözler onunla az mı yaşadınız gözleri Bu dudaklar onunla az mı seviştiniz Bana kalırsa gözleri saklamalı Eliniz yok mu, bastonla iş görmeli Ya da boşluğa takılmış bir eldiven Asılın, kurtarın hemen Az şey mi kurtarıp rahat etmek Ellerle gözleri Bir penguen Nişanla pengueni Siz kırmızı yerler, kırmızı saçlar severdiniz O penguen Bir anahtar, bir pencere, bir horoz tüyü O penguen Çay masaları, öğle yemekleri, gezintiler O penguen Ölmek mi diyoruz, susturun ölümleri O penguen Penguen penguen Hiçlikle kesilen tahin helvaları gibi Güneşi eriten çocuk başları gibi Bir tramvay gibi, günümüzde köşe başları yapan Serüvenler, hafta tatilleri Penguen Vur düşür pengueni
Ama elinizden ne gelir ki Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.
IV.
Her evde bir çekirdek gibi insan ağaçları İnsan elleri O penguen Penguen penguen Soğuk su tadında kadın yüzleri Bir sabah denizinde belirsizliğe giden Dörtnala atlar gibi bitmezlik içinde Örülmeden kazağınız Dokunmadan çorabınız işte Hayata yerleşen peşin iplikler gibi Sevinme iplikleri Kıskançlık iplikleri Beni biliyorsunuz ya, öyle sakin İplikleri Penguen penguen Vur düşür pengueni Ama nasıl, daha karar vermediniz ki.
Doğrusu elinizden ne gelir ki Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.
V.
Siz değil, o kadar ayrı gidiyor ki sizden O ne mi, yaşadıklarınız belki Bir umut oluyorlar sizden önce Bir aşk oluyorlar, belki de bir ürperti Siz sabahları şehirlere bakarsınız Siz sabahları dünyalara bakarsınız şehirlerden Bir deniz, bir itfaiye eri Bir pencere sokağa girdi girecek Damları çiziyordur istemenin elleri Bir çocuk kiremitlerle karışıyordur Cam kırıklarıyla bir kedi Bir vapur girintiler yapıyordur anılarda Yaşamanın hızları gibi Eski bir gündüzü açıyordur bacaklarınız Ve elleriniz Sevişenleri avlıyordur bir bitmeyende Ölüler gülüyordur ölüler Kırın şu sürahileri! Soğukta durdurulmuş boyunlar gibi Ve işte Sizi gösteriyordur sizi Bu yoksulluk odası Bu kupkuru tahta Tahtaya geçiyordur düşünme sürüleri Bir yağmur bir yağmur.
Ama elinizden ne gelir ki Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.
Bir Suleyman gordum hicbir yani kimildamiyor Oturmus bir iskemleye Pek de oturmuslugu yok iskemle ayaksiz O nasil sey, bu adam soyut mu ne Baksan bir ilgisi var elleriyle Uzamis uzamis uzamis dogrusu elleri Sevmeye domuzlaniyor gittikce Konustum konusmuyor Durttum durtulmuyor Kizdim, bir bicak salladim karnina Aaaa! Yok yahu bana misin demiyor
Sasirdim, yokladim kendimi iyice Bir cag mi degistik sabah sabah ne Artik olum insanlardan olmuyor. .
Soruyordun İlkyaz iste Uyanıp bir bahçeyi dinliyoruz Tenhalık böyle
Dallar mi kirilmiş, sarmaşıklar mi toz içinde Beklesem hemen gelecek olduğun Tam öyle olduğun Oysa hep yanımdasın, seninle her şey yanımda Kırıp dökük de olsa yanımda Mesela çok sevdiğin bir deniz bile yanımda O deniz ki aramızda hiç kımıldamadan Erkeğini iyi tanıyan bir kadın gibi yorgun.
Yarısı yenmiş bir elmaydık bana sorarsan İkimizdik, iki kişi değildik Bakıyorsak birlikte bakıyorduk gözlerimin içine Birlikte gözlerinin içine bakıyorduk senin Yanlıştı, doğruydu, hiç bilmiyorum Sanki bir bakıma ayrılık böyle.
Karşılıklı otursak da ne zaman Masa örtüsünü ikiye bölen ellerimizdi Bir tırnak yeşilinden gerisin geriye Ayak bileklerimizden gerisin geriye Butun bunlar gereksiz, bilmiyorum sanma Gereksiz ama yalnızlık böyle. .
Bir elma tadı gezdiriyorum kafamda Anlaşılması güç bir elma tadı Ya sayılarla çiftleşiyor ya notalarla Hiçbir zaman gebe olmadı.
Bence bu asılmak saati kadınsızlıkla İğneyle, saatle, bir kadın çorabıyla asılmak saati Bir müziktir ayrıca iki tek kadın çalışır Bir yatakla bir müzik iki tek kadın İki tek kadın çalışır ayni yatakta.
Sonra kadınlar iyi kemanlar kolay Kemanlar uzun kadınlar kısa. .
Yok denecek bir şey ama var var Yılan çinkoya mavi Damın altında kaç sıra tuğla eksik Niyedir bilmiyorum pencere koysak miydi adini Bir ördek, bir keçi yavrusuyla dışarısı Gebe karnıyla bir kadının Günesin donduğu tepsiye vurmuşlukla Vay çiçekleri, kedileri bakmak yapan elim Nedendir bilmiyorum ellerim tutsak miydi.
Bizi bir pencere gösteriyor ama gösteriyor Işıklar sırtımıza vurmuşlukla Vay ışıklar vay! hep birden çinkoya mavi Akıntısı aya doğru uzanan Bir komşum var kesin gözlü, uzağa baktıkça rahat Bana ay diye yutturdu pembecikleriyle bir kızı Onunla birlikte yatıyoruz simdi Onunla birlikte kılların uzunluğu Aramızda bir odada olmaktan başka neyimiz var Yok denecek bir şey ama var var.
Vay! mendili dörtlere katlayıp cebine koyan ben Çok ağrıyan yerlerim pembeye mavi Bilirim ondan öyle ne ağrı ne sizi Aklıma damların üstünde koşmak koşmak Bu ucanlar serce cıva gibileri serce Gittikçe unuttum o kadar insan sevdim de Çekik gözlü, kıvırcık saçlı, düz beyaz yüzlü o kadar Diyorum elleri nerde benimkisi bu bu Hani o büyücek sevgiler simdi de yok mu Yok denecek bir şey ama var var. .
Dışarı çıkıyorsanız dikkat! çiçeklerle karsılaşmayın Ya da koklamayın onları, iyisi mi yüzünüzü örtün şapkanızla Ya da düşünmeyin hiç, ben bakin öyle yapıyorum Neden diyeceksiniz, insandaki sevgiliyi eskitiyor bu çiçekler Güneşe benzetiyorlar adamı, masaya vurmuş koyun bulutlarına Pek tuhaf! ben de sahanda yumurtayı kıskanırım Beni seviyorsanız dikkat! köşe başındaki camcıya sorun O ne derse doğrudur, dalga geçmeyin adamla Ustelik beni sevmek haşlanmış pirinçleri beyazlatır Gunaydin! Sabahlariniz gibidir beni sevmek, horuzun renkleri gibidir Beni sevdiniz mi yangindir artık parmaklarınız Sizi görmüyor muyum dikkat! trenlere çikolata yediriyorum Bunu her zaman yapıyorum, akılla oynamak yani Öyle trenler var ki insani şımartıyor Çıkıp kuruluyorum pencere yanına gel keyfim gel Gidip duruyorum böylece, adimi bileceksiniz çok ülkeli adam Üstelik daha kalkma saati gelmeden trenlerin. Sokağa dökülüyorsam dikkat! bu da doğrudur oldukça Bir kanunu vardır belki, ya su içmişimdir ya da yıkamışımdır yüzümü Olmayacak şey mi niye bakmayayım denizlere En akilli tarafımdır balıkla deniz tutmak. Bir cümle tuhafsa dikkat! pek tuhaftır insanin tırnak çıkardığı Sonra da boyadığı, ne demeli sonra da kestiği Korkum yok ben güpegündüz rakılar boğazlıyorum Gözlerimi batırıyorum ıstakozlara Oh ne güzle şişenin de bir anlamı oluyor böylece Kim konuşuyor ben konuşmuyorum.
Bir gün çok yürürseniz dikkat! sinekler şehirde kalıyor Butun taşıtlar paslanıyor ayrıca Pencereli yıldız, misafirli oda, bol bol öttürüyorsunuz onları Çünkü kırlara çıkıyorsunuz, şemsiyenizi bırakın ayıp Bana parmağınızdaki çiçekleri gösterin.
Bir yere kapanıyorsanız dikkat! yanınızda olsun elleriniz Kim ne der bakindi iste durmadan ellerinize Dünyayı dolasan damarlar içinde En kemikli taraflarıyla zencileri döversiniz En kirli yerleriyle çat kapı fakir mahalleleri Ayıptır yani insan elini temiz tutmalı biraz. Bir gün olumu beğenmeyecekseniz dikkat! ölmeyin kolayla Kadınlara sarkıntılık edin, hoşa giden bardaklar satın alin Ya da bir aptalın yalnızlığını secin, çiçek sulamakla olsun bu Tıkır da tıkır isleyen apartmanlar vardır ya, sakin ha Ya da her sabah Göğe bir yüz metre kollarınızla. .
Açılmamış bir şarap şişesiydim Ki öyle kaldım Acımı köpürtmedim İçime sağdım Gözyaşlarımı göstermedim Ki sildim Özgürlüğüm beni tutsak düşürdü Başaramadım
İçimde kara kara bulutlar sallandı Ki sallandılar Dışarı yağamadım
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde Oysaki seninle güzel olmak var Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel O başkası yok mu bir yanındakine veriyor Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk Birleşiyoruz sessizce.
Siz ne iyisiniz, ben sizi bir şeylere benzetiyorum Bilmem bir testi, bir bakir sahan kolay mi sizinle Çok rahat bir gökyüzü mu var sizinle Güneş bir pazartesi olarak mi duruyor burnunuzda Yoksa bükülmüş bir nehir gibi mi küpelerinizde Siz küçük adıyla mi çağırırsınız sessizliği Öyle mi, ya kim uyandırır sizde Bu sevişme dalgalarını, aşk seslerini Bak'ları, duy'ları, okşa'ları, evet'lerı Hele bu elleri, ayakları bu Gözleri. Gidip bir bardak su içiyorum. Ağzım benim! Su böyle neye benziyor, çok çocuklu bir bahçeye değil mi Bakmayla içersek gözlerimiz de bir şeye benziyor Senin gözlerin, bizim gözlere, onun gözleri Her zaman söylüyorum kuyumcular için imzalı yazı gerekmez Ama hiç gerekmez öyle değil mi Armut ağacı! iyi sabahlar! sana bakınca yüzüm değişti Bütün gün çalışıyorum en kotu is yerlerinde Yorulup bunalınca hep o sana bakmayı deniyorum Birden çarsıyı gösteriyor dallarının inceliği Hem niye saklamalı, çarsıyı gösteriyor iste Bak! sahur şükür şapka satın alan birisi Yusyuvarlak bir kişilik deniyor Pis adam -ne kotu dünya- öyle mi değil mi.
Siz yok mu, sizin her yeriniz şaşırıp kalmaya istekli Bir bakin, uyanıp kalkınca çocuk olmalarım var benim Su da var: bir sokak en acilci pencereler dalıyor Dalıyor da söz mu, yatağa uzatıyor otomobillerini Aşk duyan bir kadını Onun kişiliği olan memelerini Gözlerim! hey sokak! geri getiriyor gözlerimi Kimi zaman da bir cam kırılıyor santur sungur Diyorum böylesi gürültüler şiir için gerekli Öyle mi değil mi.
Bizim o duvarlık tabaklar durmadan uzağa oturuyor evimizi Daha aldığım gün bildim maydanoz olacak üstündekileri Maydanoz olacak, maydanoz olacak, maydanoz olacak İyi ama, niye sevmeli her önüne geleni Herkesin, herkese, herkesi Daha dun yepyeni bir son koydumdu şiire Aldı, yepyeni bir kalabalığı getirdi Ama iyi yaptım öyle mi değil mi. .
Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam Bir köpek sokak değiştirdi, korkak İçi sut dolu bir lokanta, ve kapandı Ben ağzıma geleni söyledim, öyle Gene bir ağaç ottu, bu kaçıncı.
Sevişsek olmaz miydi, varan bir Elbette olurdu, bir kir çiçeği bir bulut Bir gülüş kanamak üzere, ve gizli Ve çabuk tarafından bir şey, şarap Aşk gene kelime değiştirdi, vahşi.
Güneşe çıktık, bunu unutma, varan iki Ne uzak bir sesimiz vardı, efsane Gelince Çile geliyordu bir cay Oysa biz iki demiştik, varan üç Gözler ki demeye kalmadı, derin.
Kim bilir ne seviştik ki saat kaç Elleri tetikte bulunan gazetelerin. .
Ev karanlık kap kaçak iğne üstünde Karisi çocukları var mi yok mu belli değil Masa iskemle ocak Arama öyle şeyleri Bir sofra bir yaygı Bir sedir olsun yok mu Yok o da yok iste İğreti bir yaşayış içinde adam Duvarları yalnızlık yemiş bitirmiş Gökyüzü üstünde yıldızlar daha üstünde Kim örtsün damı duvarları kim koysun yerine Adam bir hiçliğin üstüne uzanmış Kimseler görmez Kil bir torba içinde sabunlar kımıldaşır Sabaha kadar Adam bıktığını anlayınca hiçlikten Gelsin pencere gelsin duvar Gelsin karisi çocukları Islak taslar sabah isleri Adam dükkana döner gene O gerçek dediğimiz şey ısıl ısıl Yapışık sesler çıkarır sekerlerin üstünde. .
Bir gün, bir uzun gün hep denize baktık Miller ve ağırlıklar bitti Gelip geçmeler bitti, gemilerin Beyaz ve kocaman gövdeleri Gözün kahverengi suyuna geldik.
Palamutlar yaktık, çalılar her zamanki gibi Süsledi bizi bu ufak değişiklik Çok ağır bir şeydi gün dörtgenleri üstümüze düsen Aydınlıktan kopan aydınlıktan kesilen Ağır mi ağır Kaldık ne kadar kaldıksa böyle Sonra gün diye bildiğimiz ne varsa akıtıldı Duvarlar, sarmaşıklar, evler akıtıldı Güneşler, hızarlar, kıymık taneleri Vinç sesleri, çekiç sesleri bir.
Sokağın bitiminde donup arkama baktım Her şey nasıldı diye Sundurma hazin Carsı kararsız Düzlerde yarlarda tepelerde Kurtlar, tavşanlar, yılanlar erimekte Herkes dünyayı bir yanından onarıyor sanki Meltem belli belirsiz birselleri kıpırdatıyor Gözümü kap atik sokağa baktığımda Sudur gün.
Ah sudur, ne yandan baksam sudur Suyun imgesi sudur Trenlerin kalktığı her yerde Bavullar sudur Bir gün bir Erzurum çalkantısı Obur gün Konya pası Manikadan görünen İstanbul kıyıları Çantası açık duran bir kadının anisi ve Dudak boyası Ardahanlı bir kartal Kızılca hamamlı bir pirinç Tülbentler, yazmalar, krepler Hep sudur Askerin son defa memleketine baktığı Yüzünü çevirince bir bardak gibi düşüp kırılan memleket Ve gemilerin ağır ağır limanlardan çıktığı Ah sudur.
Bir gün, bir uzun gün bir aynanın önündeyim Kirpikler ve saclar bitti Gövdem duvara sürte sürte inceltilmiş bir nesne gibi Dalgın ve uzun Uzun ve sisli Ben ki gövdemle tattım gövdemi, iyi bilirim Bir hurma, bir baş dönmesi Kokusu baş dönmesinin Güzel kaplar aldım bu yüzden, ne kadar güzel kap varsa aldım Bilmek için suyumu Ve hazırlıklı değildim ve bildim Ben suyun bir dakika durduğu Durunca boğulduğu bir yerdeyim.
Bir kılımı yere sermek kadar güzel ne var Sonra püsküllerini düzeltmek kadar Ya sofraya dilim kesilmiş bir domatesi koymaktaki görkem Kamyon sürmek yükünü bilmeden Ve ikimiz bir akşam üstü sırasında Ve akşam üstünün Anadolu ya giden bir otobüs gibi kalkması sırasında Dağlarda, tarlalarda, köprü altlarında Sazların, taşların, yosunların arasından geçerek Bir akik gibi yansıyaraktan hem de Kırmızı bir karpuzun doğum sancısına Su akar ben akarım Ben akarım su akar Vakit yok bakışmaya
Sen, o benim, daha ne duruyorsun aşk kelimesi Burasi ben, gene bir sevdaya cagrildi o yer Inanma ellerimi deniz, agzimi bulut ettigime Agzim da, ellerim de dunyaya gore Gunum aydinlikla biter.
Tut ki ben her turlu gorunmenin apayrisi Gun gunden sevdaya benzer Bir adam düşünürsem şapkası maviyle gelen Bir ekmek koparılsam iste o sıra Benzer mi benzer sevdaya Bir duruşum var çevresi gözlerinden.
Sanki yanımda gezdiriyorum aşk kelimesi Uyanık, duygulu, her günkü yanımda Bilmem ki ne yapsam, ne etsem bu sevinirliği Kendimi görmeye parklara gidiyorum Kiminin bana kiminin çaresizliğe elleri.
Kaçsam da bir turlu karanlık simdi Ne kadar ayni bir dünyadayız seninle Aşka, dövüşe, maviye yetmek için Biriyim, cesurum, var misin ellerime Bir başka sabaha kadar içelim. .
Sözlerim kendim üstüne Gölgem beni istedi O ki istedi Suyum beni istedi O ki istedi Cemile beni istedi Ne oldu? hiç! alışamadım Kartalın bir kayaya çarpısı idi
Soyundum, giyindim, tekrar soyundum Arada olacağın düşünü kurdum Zevk duydum bundan Cemile anlamadı, Cemal hiç anlamadı Safiha görmedi ki Ve göstermedim
Sözlerim kendim üstüne Bir uzak yerlere gitmek üstüne Sanki gunler tek bir gune birikti Bense çıkmazda kaldim, usandim Çıkamazlar da üst üste Birikmiş ufuklar kadar derindim
Ben orda, akşamına orospular dadanan Camlarında pis sinekler gezinen, ben orda Eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor Kadınlarda ölüyor kadınsız bakışlarla Başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber Ya Tanrıya inanır ya da isyana.
Kimseye vermiyor ki acılardan artarsa Kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.
Orası bir ölümdür şarabımı doyuran Ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar Vaftizi günışığında bir garip protestan Tanrısıyla sevişir, herkes bilir sevişmeyi o kadar Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum Yeniden doğmak için çıkardığım yangından .
Ben denizin kumları üzerinde durdum Bir heykel tadında olan ve bunu geçen Bir şekilde denizin kumları üzerinde durdum Durdum ki, şehrin son kalıntısı onu unutmak olsa gerek Diyordum. Ve bütün ayrıntılarından sıyrılmış bir düzlüğün Ayrı bir nesne gibi, daha sonra da Hiç görmediğim bir yaratık gibi üstüme gelmeye başladığı Bir şey olsa gerek Ben bunu duyuyordum.
Yalnız duymak mı? korktum ve her yerlerimle yalnız oldum Oldum ki, düzlük dediğim o korkunç varlık Bitmez tükenmez bir kaynaktan çoğalarak Üstüme aktıkça benim Ben kendimi koruyordum Sanki bir çaresizlikten ödünç aldığım kendimi Mesela ellerimi bir heykeli bozmayacak şekilde boşluğa uzatarak Bir anlam vermek istiyor gibiydim düzlüğe Ve birtakım görüntüleri üst üste yığaraktan Bir anlam Sonra alanlarda, ana caddelerde unutulmuş ırtıcı bir hayvan gibi işte ben Yapılması akla gelmedik Daha bir sürü şeyleri de hep yapıyordum ki Pek denenmemiş bir boğuşma şekli oluyordu bu da Sonra ben yoruluyordum. Yalnız yorulmak mı? giderek geri çekiliyordum biraz Pençesi asfaltlarda gezen, tüyleri camları ikileştiren Aşılır bir yer sanan o beton duvarları Mermerleri ve soğuk potrelleri tırmalayan Ben Geri çekiliyordum biraz Güçlenip saldırmak için düzlüğe yeniden Ama hiç bilmiyordum ki, neresinden vurulurdu bu düzlük Neresinden bozulur Bilmiyordum ki Bildiğim bir şey varsa, bana pek bir zararı dokunuyordu diyemem düzlüğün Diyemem, çünkü bir yerlerim hiç mi hiç acımıyordu ki Ne bir baş dönmesi, ne bir göz kararması Duymuyordum ki Olsa olsa benim kendime bir şeyler yapmam için zorluyordu beni Düzlük Ve gerçekten yaptırıyordu da Mesela giderek yenilmem gerekiyordu ki kendime, yenildim Uzanmam gerekiyordu ki yere, uzandım sonunda iyice Uzandım içimdeki o beyaz düzlüğün taşırdığı Bembeyaz taneciklerin üstüne Artık çağanozlar bir su gibi beni yalayarak Geçiyorlardı tek sesli yaradılışımdan Ve memeli balıklar ağır ağır doğuruyorlardı içimde Ben ve kumlar bir pesüs gibi ağırdan yanıyorduk Biz öyle yanıyorduk ki, dünya ise bu alevden Bir bağışlanmamış dünyaydı Artakalan dünyaydı eski bir tevrat plağından Gittikçe bizim olmayan bir Dünyaydı Ve düzlük bir peygamber ölüsü karşısında Bitmeyen bir düzlüktü ki... işte ben Gene de tam kendisi oldum diyemem düzlüğün Diyemem Çünkü bazı olaylar bunu doğruluyor Ve bazı düşünceler.
Şöyle ki: Martılardan bir tanesi yalnız yaşıyormuşçasına boşlukta Dünyanın en heyecanlı çizgilerini çizdi Ve bulutlar doldurdu bu kıvrımları yavaştan Ve benim yarattığım tanrılar ki, geldiler Bir inip bir çıktılar çocuklar gibi Çığlık çığlığa Bu metalsi görünümler arasından Sonra ben belki de gözlerimi yumdum Her yerlerimle yalnız oldum ki, düzlük Etimi ve benim bütün boyutlarımı yemeye başladı Ve hayallerimi Yemeye Demek oluyor ki bir süre kalsam böyle - Ne kadar mı, bunun pek önemi olduğunu sanmıyorum - Kimseler tanımayacak beni. Deniz hayvanlarının Kurumuş iskeletlerine döneceğim Korktum Yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum Öyle mi Doğruldum işte yeniden Bir insan tadında olan ve Bunu geçen ben Denizin kumları üzerinde durdum.
Ben denizin kumları üzerinde durdum Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım var benim de Değişen bir şey olarak ve değiştiren Bir anlamım var Peki öyleyse neden hep başkaları tanımladı beni şimdiye kadar Neden Gerçi sessiz ve ünü olmayan bir yaratıktım, biliyorum Ve onlar güçlüydüler, biliyorum Ne zaman biraz öfkelenmeye kalksam, bu bile Onların istediği bir öfke oluyordu ki Sonra ben susuyordum Ama bir suçluluk da duyuyordum ki, bu da bir başkaca düşmanımdı benim Ben neydim.
II
Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. Bir ara Hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim Tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. Maun tabutumda Her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir Bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki Geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle Bir çelişki gibi ölümsüz Yaşamakta olurdum.
İlkyazla birlikte kına çiçeklerinin de açtığı söylenir Kimi zaman da bir efsane gibi söylenir, kazılardan çıkarılmış kalıntı şehirleri Anlatır gibi Bana kalırsa açtıkları günden yıllarca sonra açar bu çiçekler İlkel bir coşkunluğu bir hayat kılığına Yıllarca sonra getirirler ki Tıpkı fırtınalardan kurtulmuş bir geminin Şimşekler, gökgürültüleri Ve yırtıcı deniz hayvanlarından Ve korkunç gıcırtılardan artakalan bir uğultuyu Bir sabah denizinde sütliman Güneşli, durgun bir gökyüzünün altında Dinlenen gemicilere unutturduğu zaman Derim ki, tam o zaman yaşanır fırtına Onca telaş, onca ölüm korkusu o zaman.
Yani tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. Maun tabutumda Her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir Bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki Ölümün bir acıyla doldurulduğu yüzümle Geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle Öyle bir çelişki gibi ölümsüz Yaşamakta olurum.
Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. İşte ben Hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim Bir kedi ayaklarıma sürtünerekten geçerdi - ki benim yaşamımda Her zaman bir kedi bulunur, onu ben Bir imza gibi yazılarıma koyarım - Ve duvarlar yumuşardı, sarkardı Ellerimle ittiğim olurdu onları bu yüzden Terlerdim Sonra bir gazoz içerdim ki, yani ben Kısaca söylemek gerekirse, bazı şeyleri hep geciktirirdim Mesela bir mürekkep balığına, bir bahçe kapısının oymalı demir parmaklığına Saatlerce baktığım olurdu, orkideler satılan bir dükkanın Önündeki çiçek artıklarına Bir bira çekme makinesine, ne bileyim Yazısız bir kağıda günlerce baktığım olurdu Ve yıllarca bir saplantıya Giderek bakmanın tam kendisi olurdum. Yani ben Bakmanın düzlüğü ve hiçliği ve sonrasızlığındaki şey Olurdum ki, başkalarını hiç mi hiç ilgilendirmeyen Yapayalnız bir ben kurardım Yapayalnız bir ben kurardım ve kedi Salona girerdi birden, başlama saatini Bir o somutlardı sanki.
(Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydiler onlar da Biraz eşyaları vardı Bir gidip bir geliyorlardı o eşyalar arasında Biraz da susuyorlardı. Ve ağırca bir konsol Tüyleri dökülmüş bir halıyla beraber - Küllükleri, bir gece lambasını, duvardaki bir gravürü saymazsak - Onların aile resimleri gibiydiler Ve biraz da üç kişiydiler ki, ben onları buluyordum Biri bir banka afişinde veznedar Ben onu buluyordum Biriyse bir ilaç prospektüsünde acılı Ve hastalıklı bir kadın Onu da Buluyordum ki Olsa olsa bir heykeldi diyebilirim üçüncüsü de Gündelikçi bir kadın Tozunu alıyordu bazen, siliyordu onu iyice Böylece üç kişiydiler. Ben birdenbire buzdolabını gördüm Yaşayan bir şey olarak Diyebilirim ki, değişken bir yüzölçümü vardı yaşamasının Ve beyaz Ve mavimsi bir şekilde örtüyordu ki dünyayı Bir seramik gibi onu dondurarak Bir mine gibi Şunu da söylemeliyim ki, hiçbir şey kımıldamıyordu bu yüzden Bir tanrı yere düşse parçalanacak Ve pencerelerden upuzun inşaat demirleri giriyordu içeriye Gökler kalıplı ve kalın Duruyordu bir buz dağı gibi şehrin üstünde Ve dolap buzlanıyordu durmadan. Öyle ki Önce mutfağı donduruyordu bir buzdolabı mantığıyla Odalara giriyordu, sonra veznedarı Heykeli, hasta kadını, giderek Koltuğu, masanın altındaki kediyi - evet kediyi - Konsolla çatlak bir aynayı da donduruyordu Bu böyle olunca, yani evin her köşesi donmakta oldu mu Birden bir örümcek düşüyordu yere, çıt diye bir ses İncecik gövdesiyle kırılıp bölünüyordu Örümcek Ve ayna hep gösteriyordu. Ben solgun Yüzümle buzlanaraktan içimi gezdiriyordum orada Ve konsolda bir kadını kaydırıyordum, o kadın ki İyiliği artık çağımıza uymayan Bir kadın ki Cinsiyeti belirsiz bir resim gibi duruyordu Ellerim arasında Ve tuhaf yüzler duruyordu, ben bunu görüyordum Anlamları hiç değişmeyen Mesela gülmek sonsuzca uzanıyordu. Anılar Bir buz bitkisi gibi renksiz, yabansı Acılar ki en kalıcıydı ve nasıl Yeni bir insan haritasını çiziyorlardı buzların altında Ve insan nasıl da daha çok benzeyerekten insana Durmuştu ki, şöyleydi: Sanırım bir soru vardı öyle sorulacak Bir soru, evet, hiç olmazsa Biz tarihin hangi döneminde yaşadık? Bir insan müzesi gibi...
Kedi Çıkardı birden salondan. Ve bitiş saatini Bir o somutlardı sanki.)
III
Sanırım hiçbir şeyin öyle pek tamamlanmadığı Bir çağda yaşıyordum. Ve bütün eksik kalmaların Sessiz ve ünü olmayan bir tanığıydım ben Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım vardı benim de Düşünen bir şey olarak ve düşündüren Ama korkarak söylüyorum, çok ağır bir yük gibi taşıyordum bunu da Ve biraz da pek kullanılmayan Ya da hiç bırakmadıkları kullanılmaya Çok ağır bir yük gibi Onu ben taşıyordum, düşündüklerimi Ve bu durumda ne beni etkileyen Ne de ben etkilendikçe bir başkasını Etkileyen ve bizi geçen Bir ben kurmuş oluyorduk ki, o zamanda diyordum Yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum Öyle mi?
Yeniden, yeniden, yeniden doğruluyordum Bir insan tadında olan ve Bunu geçen ben Bir dram gibi sonsuz Kumları üzerinde sonsuzluğun. .
Gerçekte duymadığım sesler bitti Öğleye doğru bir gökgürültüsü yalnız Karıştırdı ortalığı bir süre Gök akıttı bir parça yağmurunu Ve deniz kuşları umutsuz Arıyorken kokularını gölgelerinde Sıyırdı bir iki bulutu güneş de Yığılıp kaldı yorgun Denizin gözbebekleri üstünde. Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı Gökgürültüsünü de barındıran içinde Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden Tiz bir çıngırağı andıran Benzeyen zil sesine de Daha önce unutmuşum gibi denizde Yankılanıp durdu ara vermeden. Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk İki tek ağustosu çarpıştıran Sızdıran kanını bu yaz gününe Yaşayan bir mutluluk? Ve işte kaç yerinden kesilmiş ki ellerim Bekletip durdu da acısını bunca yıl Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme. Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de Yıllarca beklemişti kendini Yeşimden sapı olan bir kılıçla Bense ne içimi yakan rüzgarı Ne denizdeki yangını, ne gökgürültüsünü Duymuş gibi olduğum sesleri de değil Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca Bir çürük dişle alnımdaki İki üç kırışığı yedeğine takmış da. Özledim ilkelliğimi dalgalarında Buldum savaşı bitmez derinliklerini karıştırdıkça bir kargının ucuyla Gördüm, bekliyordu kendini de o da Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi O turuncu ruh, değişken İzledim onda ilk oluşumu sanki Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden. İşledim payıma düşen her görüntüyü Kamaştı gözlerim kıyıya varınca Rüzgarın itişiyle kumlarda Durmadan yer değiştiren Sayısız siren iskeleti Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu Tarihin onlara bağışladığı Bu garip raslantıdan Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi Kemikleri som altından. Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin. Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi Tanrım! tunç bir kapı kilidi Bronz bir sokak Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı Kimbilir kimin külrengi kalbi Tanrım! Neden herkes başka tarafa bakıyor Neden herkes başka biriydi. Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan Arı kümeleri taşların arasında Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi Uçuşuyordu da Ağır ağır yanıyordu da şehir Yanmayan kadınlar gördüm Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım. Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda Bir büyü gösterilirdi Bir kuyu sezdirilirdi Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda. Akşam geri verince bana gözlerimi Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi. .
O kadar ki, o yalnız Ona ilk rastladığım bir şeydir aklım Bir el sürer mavisini uzağa Uzaktan daha uzağa. Ardından Yetişir sayısızlığım.
Kuzeyde, ince bir kar dağıtımında Çocukların oyun oynamadığı yerlerde Bulunmaya hazır ve Eski çağlara ait bir parayım.
Aksam, soyulmuş gün ışıkları Bölüşülmüş insan yüzü gar Sayısız beni toplar bakışlarım Dört güneşten biri o. Kendimi tarif edemem Güneşler ıslak, soluğum kalın. .
Beni uykudan uyandırır uyandırmaz Dünyanın bütün huyları yüzünde Ben bunlardan birini seviyorum en çok Sana bir nar kesip uzatıyor ya doğa Tutsam tanelerini Sevincin gözyaşları derdim buna.
Bir süre bakışıyoruz karşılıklı Ben uykudan uyanır uyanmaz Benimle şiir gibidir bu Tam karşımda ama yazılmamış Durmadan bileniyor aklımda.
Seni unutarak baktığımda bile Dünyanın her yerlerinden geçiyorsun Yayılıyorsun kalabalıklara Yalnız yayılmak mı Aşkın en büyüğü, en dayanılmazı demeli buna.
Özlenirsin, alabildiğine varsın da Daha da var oluyorsun gün günden Olgun bir meyva gibi güleceksin zamanla Bir kadın da değilsin, bir kişi de değilsin Bir kuş olsa mavilik derdi buna. .
Sözlerim kendim üstüne Gölgem beni istedi O ki istedi Suyum beni istedi O ki istedi Cemile beni istedi Ne oldu? hiç! alışamadım Kartalın bir kayaya çarpısı idi
Soyundum, giyindim, tekrar soyundum Arada olacağın düşünü kurdum Zevk duydum bundan Cemile anlamadı, Cemal hiç anlamadı Safiha görmedi ki Ve göstermedim
Sözlerim kendim üstüne Bir uzak yerlere gitmek üstüne Sanki günler tek bir güne birikti Bense çıkmazda kaldım, usandım Çıkmazlarda üst üste Birikmiş ufuklar kadar derindim
Geçtikti bir gün hani Ormandan ve aydınlıkların fısıltısından Kenti görmeye gittikti yağmurda Yürüdüktü dar sokaklarda saatlerce Girdikte sonunda yanık yağ kokulu Çinko tezgahlı bir meyhaneye Göz göze geldikti sevimsiz bir papağanla Demiştin o gün bana, anımsıyorum Ah, acısız boğulabilir insan.
Eylüldü, mavi donemiydi sanki Picasso'nun -Denize inen atlılar- Sonra Guernica ve 'Chat et oiseau' Yıl bin dokuz yüz otuz dokuz Yas içinde bütün dünya Şehirler yanmış yıkılmış Gördüktü ne kadar yorgun Ne kadar çaresizdi Isa Ve demiştin bir gün, anımsıyorum Mutsuzluk da boğabilirmiş insani Bir gün, aksama doğru, alacakaranlıkta.
Başını menekşeye koydu, uyudu Bir güvercin caliliğin orada Hani Görmeye gittikti güneşli günde Parkı ve ördekleri Yıllarca sonra. Savaştan Ekmek kırıntıları attıktı havuza Bir elim omsuzunda seyrettikti uzun uzun Dünyayı ve çiçekleri Nedense durgunlaşıverdindi bir ara Çok değil, en fazla bir kaç dakika Ve dedindi, mutluyken de boğulabilir insan.
İlkyazları sevmiyoruz artık, yaşlandık da ondan mi Askımızı seyrediyoruz sanki uzaktan Oysa yok biten bir şey aramızda, yok da Hep ayni kalmıyor ki yakın duygular Demiştin bunları bir bir, anımsıyorum Mutlu da olsa insan mutsuz da Her an yeniden yaratabilirmiş kendini Demiştin, bir sabah, bir başka aşkla.
Sen olum! Seni hiç düşünmeden yaşadık Seni hiç düşünmeden yaşayacağız bundan sonra .
Her sey o kadar anlamsizdi ki, yaz Bunu bir daha pekistirdi Avuclarimi sicak tutar, bulundururdum Sevgisiz ve gereksiz kalmak icin Oyle, kendime yorgun hazirlamislar beni.
19.11.2008 - 00:22
Kilitlerim Çözülüyor Sana
Öyle bakma gözlerime delice
bakma; içimi yakma.
Sus
Sakın konuşma.
Dudağından çıkan her sözcükte
çırpınıyor yüreğim kuş misali kafeslerde.
Bırak
Dokunma yüreğime tebessümünle
gamzende busem nöbet niyetinde.
Tuzaklar var sana çıkan yollarda
yasaklı şehir senin yolun
lamirentlerinde kayboluşuma seyirci kalma.
Dur
Uzak kal yaklaşma!
nefesinin sıcağına deyiyor tenim, titriyor ellerim
ele veriyor beni pervasızca.
Mantığımı yitiriyorum her bakışında
çek bakışlarını üzerimden
beynime hükmetme.
Yeter
Kapanmış aşk sayfama çizik atma
kalbe zararsın, tövbemi bozdurma.
Büyülendim, dönüyorum ekseninde
duygularımın sorgusundayım hala.
Bak
Sen varken gözlerimde
karşı koyamıyorum duygularıma.
Git
Sebebim olma
Kilitlerim çözülüyor sana...
Nurcan Bingöl
en sevdiğim şiirim sayfanızı süslesin istedim
bu defa kusasınız gelmez umarım :-))
14.11.2005 - 20:27
Amerikan Bilardosuyla Penguen!
I.
Elleri el gibi kocaman
Beyazda bir nokta gibi kocaman
Kocaman boşluğun küçülttüğü her şey gibi
Biriyle kendini artırıyor durmadan
Biriyle koyunlar gibi güdüyor ötekini
Ayaklarını gizliyor bir köpekle
Evine dönerken sonsuza geçen
Göğü kullanıyorken maviye
Günümüzden sesler alıyor, sesleri
Sürekli, dingin, acısız
Acımaktan kurtulmuş yerlerine
Sonra duvardan duvara çizilerek
Ölü bir korkunçluğu taşıyor
Sen, hey, duvarlar gibi öldürülmek!
En yeni tam-tamları dünyamızın
Ya da kendisiyle bırakılması insanın
Sizi
Sizleri selamlıyor işte.
Doğrusu elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.
II.
Çıkacaksanız çıkın, daha karar vermediniz mi?
Baktıkça bakıyorsunuz kendinize
Yetişir! bu da hiç konuşmayan adam yapıyor sizi
Körükler, dev kapılar, balık solungaçları gibi
Emiyor sizi yalnızlık
Kurtarıp rahata geçirin ellerinizi
İşte bir kadın kadına geçiyor yürürken
Sizi alıyor, sizi ölçüyor, sizi yapıyor kendinize
Açığa koyuyor sizi
Bilip de söyleyemediklerinizi
Eve dönmeyi, yemek yemeyi, uykuya dalmaları
Bana sorarsanız ters çevirin uykuları
Alın şu adını 'ben' koyduğunuz geceyi
Bakınca göreceksiniz, daha bakınca bir ötekini
Geceler, işte geceler
Gündüzler, işte gündüzler
Beyaza siyah penguen sürüleri gibi.
Ama elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.
III.
Bu gözler onunla az mı yaşadınız gözleri
Bu dudaklar onunla az mı seviştiniz
Bana kalırsa gözleri saklamalı
Eliniz yok mu, bastonla iş görmeli
Ya da boşluğa takılmış bir eldiven
Asılın, kurtarın hemen
Az şey mi kurtarıp rahat etmek
Ellerle gözleri
Bir penguen
Nişanla pengueni
Siz kırmızı yerler, kırmızı saçlar severdiniz
O penguen
Bir anahtar, bir pencere, bir horoz tüyü
O penguen
Çay masaları, öğle yemekleri, gezintiler
O penguen
Ölmek mi diyoruz, susturun ölümleri
O penguen
Penguen penguen
Hiçlikle kesilen tahin helvaları gibi
Güneşi eriten çocuk başları gibi
Bir tramvay gibi, günümüzde köşe başları yapan
Serüvenler, hafta tatilleri
Penguen
Vur düşür pengueni
Ama elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.
IV.
Her evde bir çekirdek gibi insan ağaçları
İnsan elleri
O penguen
Penguen penguen
Soğuk su tadında kadın yüzleri
Bir sabah denizinde belirsizliğe giden
Dörtnala atlar gibi bitmezlik içinde
Örülmeden kazağınız
Dokunmadan çorabınız işte
Hayata yerleşen peşin iplikler gibi
Sevinme iplikleri
Kıskançlık iplikleri
Beni biliyorsunuz ya, öyle sakin
İplikleri
Penguen penguen
Vur düşür pengueni
Ama nasıl, daha karar vermediniz ki.
Doğrusu elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.
V.
Siz değil, o kadar ayrı gidiyor ki sizden
O ne mi, yaşadıklarınız belki
Bir umut oluyorlar sizden önce
Bir aşk oluyorlar, belki de bir ürperti
Siz sabahları şehirlere bakarsınız
Siz sabahları dünyalara bakarsınız şehirlerden
Bir deniz, bir itfaiye eri
Bir pencere sokağa girdi girecek
Damları çiziyordur istemenin elleri
Bir çocuk kiremitlerle karışıyordur
Cam kırıklarıyla bir kedi
Bir vapur girintiler yapıyordur anılarda
Yaşamanın hızları gibi
Eski bir gündüzü açıyordur bacaklarınız
Ve elleriniz
Sevişenleri avlıyordur bir bitmeyende
Ölüler gülüyordur ölüler
Kırın şu sürahileri!
Soğukta durdurulmuş boyunlar gibi
Ve işte
Sizi gösteriyordur sizi
Bu yoksulluk odası
Bu kupkuru tahta
Tahtaya geçiyordur düşünme sürüleri
Bir yağmur bir yağmur.
Ama elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.
(Umutsuzlar Parkı - 1958)
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:27
Aaaa
Bir Suleyman gordum hicbir yani kimildamiyor
Oturmus bir iskemleye
Pek de oturmuslugu yok iskemle ayaksiz
O nasil sey, bu adam soyut mu ne
Baksan bir ilgisi var elleriyle
Uzamis uzamis uzamis dogrusu elleri
Sevmeye domuzlaniyor gittikce
Konustum konusmuyor
Durttum durtulmuyor
Kizdim, bir bicak salladim karnina
Aaaa!
Yok yahu bana misin demiyor
Sasirdim, yokladim kendimi iyice
Bir cag mi degistik sabah sabah ne
Artik olum insanlardan olmuyor.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:26
Uzak Yakınlık
Soruyordun
İlkyaz iste
Uyanıp bir bahçeyi dinliyoruz
Tenhalık böyle
Dallar mi kirilmiş, sarmaşıklar mi toz içinde
Beklesem hemen gelecek olduğun
Tam öyle olduğun
Oysa hep yanımdasın, seninle her şey yanımda
Kırıp dökük de olsa yanımda
Mesela çok sevdiğin bir deniz bile yanımda
O deniz ki aramızda hiç kımıldamadan
Erkeğini iyi tanıyan bir kadın gibi yorgun.
Yarısı yenmiş bir elmaydık bana sorarsan
İkimizdik, iki kişi değildik
Bakıyorsak birlikte bakıyorduk gözlerimin içine
Birlikte gözlerinin içine bakıyorduk senin
Yanlıştı, doğruydu, hiç bilmiyorum
Sanki bir bakıma ayrılık böyle.
Karşılıklı otursak da ne zaman
Masa örtüsünü ikiye bölen ellerimizdi
Bir tırnak yeşilinden gerisin geriye
Ayak bileklerimizden gerisin geriye
Butun bunlar gereksiz, bilmiyorum sanma
Gereksiz ama yalnızlık böyle.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:25
Uzun
Bir elma tadı gezdiriyorum kafamda
Anlaşılması güç bir elma tadı
Ya sayılarla çiftleşiyor ya notalarla
Hiçbir zaman gebe olmadı.
Bence bu asılmak saati kadınsızlıkla
İğneyle, saatle, bir kadın çorabıyla asılmak saati
Bir müziktir ayrıca iki tek kadın çalışır
Bir yatakla bir müzik iki tek kadın
İki tek kadın çalışır ayni yatakta.
Sonra kadınlar iyi kemanlar kolay
Kemanlar uzun kadınlar kısa.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:25
Var Var
Yok denecek bir şey ama var var
Yılan çinkoya mavi
Damın altında kaç sıra tuğla eksik
Niyedir bilmiyorum pencere koysak miydi adini
Bir ördek, bir keçi yavrusuyla dışarısı
Gebe karnıyla bir kadının
Günesin donduğu tepsiye vurmuşlukla
Vay çiçekleri, kedileri bakmak yapan elim
Nedendir bilmiyorum ellerim tutsak miydi.
Bizi bir pencere gösteriyor ama gösteriyor
Işıklar sırtımıza vurmuşlukla
Vay ışıklar vay! hep birden çinkoya mavi
Akıntısı aya doğru uzanan
Bir komşum var kesin gözlü, uzağa baktıkça rahat
Bana ay diye yutturdu pembecikleriyle bir kızı
Onunla birlikte yatıyoruz simdi
Onunla birlikte kılların uzunluğu
Aramızda bir odada olmaktan başka neyimiz var
Yok denecek bir şey ama var var.
Vay! mendili dörtlere katlayıp cebine koyan ben
Çok ağrıyan yerlerim pembeye mavi Bilirim ondan öyle ne ağrı ne sizi
Aklıma damların üstünde koşmak koşmak
Bu ucanlar serce cıva gibileri serce
Gittikçe unuttum o kadar insan sevdim de
Çekik gözlü, kıvırcık saçlı, düz beyaz yüzlü o kadar
Diyorum elleri nerde benimkisi bu bu
Hani o büyücek sevgiler simdi de yok mu
Yok denecek bir şey ama var var.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:24
Yangın
Dışarı çıkıyorsanız dikkat! çiçeklerle karsılaşmayın
Ya da koklamayın onları, iyisi mi yüzünüzü örtün şapkanızla
Ya da düşünmeyin hiç, ben bakin öyle yapıyorum
Neden diyeceksiniz, insandaki sevgiliyi eskitiyor bu çiçekler
Güneşe benzetiyorlar adamı, masaya vurmuş koyun bulutlarına
Pek tuhaf! ben de sahanda yumurtayı kıskanırım
Beni seviyorsanız dikkat! köşe başındaki camcıya sorun
O ne derse doğrudur, dalga geçmeyin adamla
Ustelik beni sevmek haşlanmış pirinçleri beyazlatır
Gunaydin!
Sabahlariniz gibidir beni sevmek, horuzun renkleri gibidir
Beni sevdiniz mi yangindir artık parmaklarınız
Sizi görmüyor muyum dikkat! trenlere çikolata yediriyorum
Bunu her zaman yapıyorum, akılla oynamak yani
Öyle trenler var ki insani şımartıyor
Çıkıp kuruluyorum pencere yanına gel keyfim gel
Gidip duruyorum böylece, adimi bileceksiniz çok ülkeli adam
Üstelik daha kalkma saati gelmeden trenlerin.
Sokağa dökülüyorsam dikkat! bu da doğrudur oldukça
Bir kanunu vardır belki, ya su içmişimdir ya da yıkamışımdır yüzümü
Olmayacak şey mi niye bakmayayım denizlere
En akilli tarafımdır balıkla deniz tutmak.
Bir cümle tuhafsa dikkat! pek tuhaftır insanin tırnak çıkardığı
Sonra da boyadığı, ne demeli sonra da kestiği
Korkum yok ben güpegündüz rakılar boğazlıyorum
Gözlerimi batırıyorum ıstakozlara
Oh ne güzle şişenin de bir anlamı oluyor böylece
Kim konuşuyor ben konuşmuyorum.
Bir gün çok yürürseniz dikkat! sinekler şehirde kalıyor
Butun taşıtlar paslanıyor ayrıca
Pencereli yıldız, misafirli oda, bol bol öttürüyorsunuz onları
Çünkü kırlara çıkıyorsunuz, şemsiyenizi bırakın ayıp
Bana parmağınızdaki çiçekleri gösterin.
Bir yere kapanıyorsanız dikkat! yanınızda olsun elleriniz
Kim ne der bakindi iste durmadan ellerinize
Dünyayı dolasan damarlar içinde
En kemikli taraflarıyla zencileri döversiniz
En kirli yerleriyle çat kapı fakir mahalleleri
Ayıptır yani insan elini temiz tutmalı biraz.
Bir gün olumu beğenmeyecekseniz dikkat! ölmeyin kolayla
Kadınlara sarkıntılık edin, hoşa giden bardaklar satın alin
Ya da bir aptalın yalnızlığını secin, çiçek sulamakla olsun bu
Tıkır da tıkır isleyen apartmanlar vardır ya, sakin ha
Ya da her sabah
Göğe bir yüz metre kollarınızla.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:24
Yeniliş Açılmamış
Açılmamış bir şarap şişesiydim
Ki öyle kaldım
Acımı köpürtmedim
İçime sağdım
Gözyaşlarımı göstermedim
Ki sildim
Özgürlüğüm beni tutsak düşürdü
Başaramadım
İçimde kara kara bulutlar sallandı
Ki sallandılar
Dışarı yağamadım
Ve yenildim ve sustum
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:23
Yerçekimli Karanfil
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
Yerçekimli Karanfil,1957
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:22
Uyanınca Çocuk Olmak
Siz ne iyisiniz, ben sizi bir şeylere benzetiyorum
Bilmem bir testi, bir bakir sahan kolay mi sizinle
Çok rahat bir gökyüzü mu var sizinle
Güneş bir pazartesi olarak mi duruyor burnunuzda
Yoksa bükülmüş bir nehir gibi mi küpelerinizde
Siz küçük adıyla mi çağırırsınız sessizliği
Öyle mi, ya kim uyandırır sizde
Bu sevişme dalgalarını, aşk seslerini
Bak'ları, duy'ları, okşa'ları, evet'lerı
Hele bu elleri, ayakları bu
Gözleri.
Gidip bir bardak su içiyorum. Ağzım benim!
Su böyle neye benziyor, çok çocuklu bir bahçeye değil mi
Bakmayla içersek gözlerimiz de bir şeye benziyor
Senin gözlerin, bizim gözlere, onun gözleri
Her zaman söylüyorum kuyumcular için imzalı yazı gerekmez
Ama hiç gerekmez öyle değil mi
Armut ağacı! iyi sabahlar! sana bakınca yüzüm değişti
Bütün gün çalışıyorum en kotu is yerlerinde
Yorulup bunalınca hep o sana bakmayı deniyorum
Birden çarsıyı gösteriyor dallarının inceliği
Hem niye saklamalı, çarsıyı gösteriyor iste
Bak! sahur şükür şapka satın alan birisi
Yusyuvarlak bir kişilik deniyor
Pis adam -ne kotu dünya- öyle mi değil mi.
Siz yok mu, sizin her yeriniz şaşırıp kalmaya istekli
Bir bakin, uyanıp kalkınca çocuk olmalarım var benim
Su da var: bir sokak en acilci pencereler dalıyor
Dalıyor da söz mu, yatağa uzatıyor otomobillerini
Aşk duyan bir kadını
Onun kişiliği olan memelerini
Gözlerim! hey sokak! geri getiriyor gözlerimi
Kimi zaman da bir cam kırılıyor santur sungur
Diyorum böylesi gürültüler şiir için gerekli
Öyle mi değil mi.
Bizim o duvarlık tabaklar durmadan uzağa oturuyor evimizi
Daha aldığım gün bildim maydanoz olacak üstündekileri
Maydanoz olacak, maydanoz olacak, maydanoz olacak
İyi ama, niye sevmeli her önüne geleni
Herkesin, herkese, herkesi
Daha dun yepyeni bir son koydumdu şiire
Aldı, yepyeni bir kalabalığı getirdi
Ama iyi yaptım öyle mi değil mi.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:20
Şu Ballanan Bahçe
Mavi rüyalarla dolu göğün kovası
İçinden kana kana içtiğim
Bulut kokulu gelin bohçası
Kısa sanma hayatı koş
Umut dolu bu dirlik kavgasında
Olgun bir kadın şu ballanan bahçe
Bedeller peşin ödenir
Kurumuş boğazında bir yudum suyla
Titrek korku şakacı bir at, içimin eğri ovalarında.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:20
Şey Şey Şey Ve Şeylerden
Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam
Bir köpek sokak değiştirdi, korkak
İçi sut dolu bir lokanta, ve kapandı
Ben ağzıma geleni söyledim, öyle
Gene bir ağaç ottu, bu kaçıncı.
Sevişsek olmaz miydi, varan bir
Elbette olurdu, bir kir çiçeği bir bulut
Bir gülüş kanamak üzere, ve gizli
Ve çabuk tarafından bir şey, şarap
Aşk gene kelime değiştirdi, vahşi.
Güneşe çıktık, bunu unutma, varan iki
Ne uzak bir sesimiz vardı, efsane
Gelince Çile geliyordu bir cay
Oysa biz iki demiştik, varan üç
Gözler ki demeye kalmadı, derin.
Kim bilir ne seviştik ki saat kaç
Elleri tetikte bulunan gazetelerin.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:19
Şekerli Gerçek
Ev karanlık kap kaçak iğne üstünde
Karisi çocukları var mi yok mu belli değil
Masa iskemle ocak
Arama öyle şeyleri
Bir sofra bir yaygı
Bir sedir olsun yok mu
Yok o da yok iste
İğreti bir yaşayış içinde adam
Duvarları yalnızlık yemiş bitirmiş
Gökyüzü üstünde yıldızlar daha üstünde
Kim örtsün damı duvarları kim koysun yerine
Adam bir hiçliğin üstüne uzanmış
Kimseler görmez
Kil bir torba içinde sabunlar kımıldaşır
Sabaha kadar
Adam bıktığını anlayınca hiçlikten
Gelsin pencere gelsin duvar
Gelsin karisi çocukları
Islak taslar sabah isleri
Adam dükkana döner gene
O gerçek dediğimiz şey ısıl ısıl
Yapışık sesler çıkarır sekerlerin üstünde.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:19
Su
Bir gün, bir uzun gün hep denize baktık
Miller ve ağırlıklar bitti
Gelip geçmeler bitti, gemilerin
Beyaz ve kocaman gövdeleri
Gözün kahverengi suyuna geldik.
Palamutlar yaktık, çalılar her zamanki gibi
Süsledi bizi bu ufak değişiklik
Çok ağır bir şeydi gün dörtgenleri üstümüze düsen
Aydınlıktan kopan aydınlıktan kesilen
Ağır mi ağır
Kaldık ne kadar kaldıksa böyle
Sonra gün diye bildiğimiz ne varsa akıtıldı
Duvarlar, sarmaşıklar, evler akıtıldı
Güneşler, hızarlar, kıymık taneleri
Vinç sesleri, çekiç sesleri bir.
Sokağın bitiminde donup arkama baktım
Her şey nasıldı diye
Sundurma hazin
Carsı kararsız
Düzlerde yarlarda tepelerde
Kurtlar, tavşanlar, yılanlar erimekte
Herkes dünyayı bir yanından onarıyor sanki
Meltem belli belirsiz birselleri kıpırdatıyor
Gözümü kap atik sokağa baktığımda
Sudur gün.
Ah sudur, ne yandan baksam sudur
Suyun imgesi sudur
Trenlerin kalktığı her yerde
Bavullar sudur
Bir gün bir Erzurum çalkantısı
Obur gün Konya pası
Manikadan görünen İstanbul kıyıları
Çantası açık duran bir kadının anisi ve
Dudak boyası
Ardahanlı bir kartal
Kızılca hamamlı bir pirinç
Tülbentler, yazmalar, krepler
Hep sudur
Askerin son defa memleketine baktığı
Yüzünü çevirince bir bardak gibi düşüp kırılan memleket
Ve gemilerin ağır ağır limanlardan çıktığı
Ah sudur.
Bir gün, bir uzun gün bir aynanın önündeyim
Kirpikler ve saclar bitti
Gövdem duvara sürte sürte inceltilmiş bir nesne gibi
Dalgın ve uzun
Uzun ve sisli
Ben ki gövdemle tattım gövdemi, iyi bilirim
Bir hurma, bir baş dönmesi
Kokusu baş dönmesinin
Güzel kaplar aldım bu yüzden, ne kadar güzel kap varsa
aldım
Bilmek için suyumu
Ve hazırlıklı değildim ve bildim
Ben suyun bir dakika durduğu
Durunca boğulduğu bir yerdeyim.
Bir kılımı yere sermek kadar güzel ne var
Sonra püsküllerini düzeltmek kadar
Ya sofraya dilim kesilmiş bir domatesi koymaktaki
görkem
Kamyon sürmek yükünü bilmeden
Ve ikimiz bir akşam üstü sırasında
Ve akşam üstünün Anadolu ya giden bir otobüs gibi kalkması
sırasında
Dağlarda, tarlalarda, köprü altlarında
Sazların, taşların, yosunların arasından geçerek
Bir akik gibi yansıyaraktan hem de
Kırmızı bir karpuzun doğum sancısına
Su akar ben akarım
Ben akarım su akar
Vakit yok bakışmaya
Günlerden suya.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:18
Sesli Harfler
Sen, o benim, daha ne duruyorsun aşk kelimesi
Burasi ben, gene bir sevdaya cagrildi o yer
Inanma ellerimi deniz, agzimi bulut ettigime
Agzim da, ellerim de dunyaya gore
Gunum aydinlikla biter.
Tut ki ben her turlu gorunmenin apayrisi
Gun gunden sevdaya benzer
Bir adam düşünürsem şapkası maviyle gelen
Bir ekmek koparılsam iste o sıra
Benzer mi benzer sevdaya
Bir duruşum var çevresi gözlerinden.
Sanki yanımda gezdiriyorum aşk kelimesi
Uyanık, duygulu, her günkü yanımda
Bilmem ki ne yapsam, ne etsem bu sevinirliği
Kendimi görmeye parklara gidiyorum
Kiminin bana kiminin çaresizliğe elleri.
Kaçsam da bir turlu karanlık simdi
Ne kadar ayni bir dünyadayız seninle
Aşka, dövüşe, maviye yetmek için
Biriyim, cesurum, var misin ellerime
Bir başka sabaha kadar içelim.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:18
Saplantı
Sözlerim kendim üstüne
Gölgem beni istedi
O ki istedi
Suyum beni istedi
O ki istedi
Cemile beni istedi
Ne oldu? hiç! alışamadım
Kartalın bir kayaya çarpısı idi
Soyundum, giyindim, tekrar soyundum
Arada olacağın düşünü kurdum
Zevk duydum bundan
Cemile anlamadı, Cemal hiç anlamadı
Safiha görmedi ki
Ve göstermedim
Sözlerim kendim üstüne
Bir uzak yerlere gitmek üstüne
Sanki gunler tek bir gune birikti
Bense çıkmazda kaldim, usandim
Çıkamazlar da üst üste
Birikmiş ufuklar kadar derindim
Ve dedim: elbette deneyecegim
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:17
Phoenix
Ben orda, akşamına orospular dadanan
Camlarında pis sinekler gezinen, ben orda
Eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor
Kadınlarda ölüyor kadınsız bakışlarla
Başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber
Ya Tanrıya inanır ya da isyana.
Kimseye vermiyor ki acılardan artarsa
Kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan
Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla
Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan
Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa
Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.
Orası bir ölümdür şarabımı doyuran
Ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar
Vaftizi günışığında bir garip protestan
Tanrısıyla sevişir, herkes bilir sevişmeyi o kadar
Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum
Yeniden doğmak için çıkardığım yangından
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:17
Pesüs
Ben denizin kumları üzerinde durdum
Bir heykel tadında olan ve bunu geçen
Bir şekilde denizin kumları üzerinde durdum
Durdum ki, şehrin son kalıntısı onu unutmak olsa gerek
Diyordum. Ve bütün ayrıntılarından sıyrılmış bir düzlüğün
Ayrı bir nesne gibi, daha sonra da
Hiç görmediğim bir yaratık gibi üstüme gelmeye başladığı
Bir şey olsa gerek
Ben bunu duyuyordum.
Yalnız duymak mı? korktum ve her yerlerimle yalnız oldum
Oldum ki, düzlük dediğim o korkunç varlık
Bitmez tükenmez bir kaynaktan çoğalarak
Üstüme aktıkça benim
Ben kendimi koruyordum
Sanki bir çaresizlikten ödünç aldığım kendimi
Mesela ellerimi bir heykeli bozmayacak şekilde boşluğa uzatarak
Bir anlam vermek istiyor gibiydim düzlüğe
Ve birtakım görüntüleri üst üste yığaraktan
Bir anlam
Sonra alanlarda, ana caddelerde unutulmuş
ırtıcı bir hayvan gibi işte ben
Yapılması akla gelmedik
Daha bir sürü şeyleri de hep yapıyordum ki
Pek denenmemiş bir boğuşma şekli oluyordu bu da
Sonra ben yoruluyordum.
Yalnız yorulmak mı? giderek geri çekiliyordum biraz
Pençesi asfaltlarda gezen, tüyleri camları ikileştiren
Aşılır bir yer sanan o beton duvarları
Mermerleri ve soğuk potrelleri tırmalayan
Ben
Geri çekiliyordum biraz
Güçlenip saldırmak için düzlüğe yeniden
Ama hiç bilmiyordum ki, neresinden vurulurdu bu düzlük
Neresinden bozulur
Bilmiyordum ki
Bildiğim bir şey varsa, bana pek bir zararı dokunuyordu diyemem düzlüğün
Diyemem, çünkü bir yerlerim hiç mi hiç acımıyordu ki
Ne bir baş dönmesi, ne bir göz kararması
Duymuyordum ki
Olsa olsa benim kendime bir şeyler yapmam için zorluyordu beni
Düzlük
Ve gerçekten yaptırıyordu da
Mesela giderek yenilmem gerekiyordu ki kendime, yenildim
Uzanmam gerekiyordu ki yere, uzandım sonunda iyice
Uzandım içimdeki o beyaz düzlüğün taşırdığı
Bembeyaz taneciklerin üstüne
Artık çağanozlar bir su gibi beni yalayarak
Geçiyorlardı tek sesli yaradılışımdan
Ve memeli balıklar ağır ağır doğuruyorlardı içimde
Ben ve kumlar bir pesüs gibi ağırdan yanıyorduk
Biz öyle yanıyorduk ki, dünya ise bu alevden
Bir bağışlanmamış dünyaydı
Artakalan dünyaydı eski bir tevrat plağından
Gittikçe bizim olmayan bir
Dünyaydı
Ve düzlük bir peygamber ölüsü karşısında
Bitmeyen bir düzlüktü ki... işte ben
Gene de tam kendisi oldum diyemem düzlüğün
Diyemem
Çünkü bazı olaylar bunu doğruluyor
Ve bazı düşünceler.
Şöyle ki:
Martılardan bir tanesi yalnız yaşıyormuşçasına boşlukta
Dünyanın en heyecanlı çizgilerini çizdi
Ve bulutlar doldurdu bu kıvrımları yavaştan
Ve benim yarattığım tanrılar ki, geldiler
Bir inip bir çıktılar çocuklar gibi
Çığlık çığlığa
Bu metalsi görünümler arasından
Sonra ben belki de gözlerimi yumdum
Her yerlerimle yalnız oldum ki, düzlük
Etimi ve benim bütün boyutlarımı yemeye başladı
Ve hayallerimi
Yemeye
Demek oluyor ki bir süre kalsam böyle
- Ne kadar mı, bunun pek önemi olduğunu sanmıyorum -
Kimseler tanımayacak beni. Deniz hayvanlarının
Kurumuş iskeletlerine döneceğim
Korktum
Yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum
Öyle mi
Doğruldum işte yeniden
Bir insan tadında olan ve
Bunu geçen ben
Denizin kumları üzerinde durdum.
Ben denizin kumları üzerinde durdum
Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım var benim de
Değişen bir şey olarak ve değiştiren
Bir anlamım var
Peki öyleyse neden hep başkaları tanımladı beni şimdiye kadar
Neden
Gerçi sessiz ve ünü olmayan bir yaratıktım, biliyorum
Ve onlar güçlüydüler, biliyorum
Ne zaman biraz öfkelenmeye kalksam, bu bile
Onların istediği bir öfke oluyordu ki
Sonra ben susuyordum
Ama bir suçluluk da duyuyordum ki, bu da bir başkaca düşmanımdı benim
Ben neydim.
II
Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. Bir ara
Hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim
Tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. Maun tabutumda
Her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir
Bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki
Geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle
Bir çelişki gibi ölümsüz
Yaşamakta olurdum.
İlkyazla birlikte kına çiçeklerinin de açtığı söylenir
Kimi zaman da bir efsane gibi söylenir, kazılardan çıkarılmış kalıntı
şehirleri
Anlatır gibi
Bana kalırsa açtıkları günden yıllarca sonra açar bu çiçekler
İlkel bir coşkunluğu bir hayat kılığına
Yıllarca sonra getirirler ki
Tıpkı fırtınalardan kurtulmuş bir geminin
Şimşekler, gökgürültüleri
Ve yırtıcı deniz hayvanlarından
Ve korkunç gıcırtılardan artakalan bir uğultuyu
Bir sabah denizinde sütliman
Güneşli, durgun bir gökyüzünün altında
Dinlenen gemicilere unutturduğu zaman
Derim ki, tam o zaman yaşanır fırtına
Onca telaş, onca ölüm korkusu o zaman.
Yani tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. Maun tabutumda
Her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir
Bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki
Ölümün bir acıyla doldurulduğu yüzümle
Geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle
Öyle bir çelişki gibi ölümsüz
Yaşamakta olurum.
Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. İşte ben
Hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim
Bir kedi ayaklarıma sürtünerekten geçerdi - ki benim yaşamımda
Her zaman bir kedi bulunur, onu ben
Bir imza gibi yazılarıma koyarım -
Ve duvarlar yumuşardı, sarkardı
Ellerimle ittiğim olurdu onları bu yüzden
Terlerdim
Sonra bir gazoz içerdim ki, yani ben
Kısaca söylemek gerekirse, bazı şeyleri hep geciktirirdim
Mesela bir mürekkep balığına, bir bahçe kapısının oymalı demir parmaklığına
Saatlerce baktığım olurdu, orkideler satılan bir dükkanın
Önündeki çiçek artıklarına
Bir bira çekme makinesine, ne bileyim
Yazısız bir kağıda günlerce baktığım olurdu
Ve yıllarca bir saplantıya
Giderek bakmanın tam kendisi olurdum. Yani ben
Bakmanın düzlüğü ve hiçliği ve sonrasızlığındaki şey
Olurdum ki, başkalarını hiç mi hiç ilgilendirmeyen
Yapayalnız bir ben kurardım
Yapayalnız bir ben kurardım ve kedi
Salona girerdi birden, başlama saatini
Bir o somutlardı sanki.
(Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydiler onlar da
Biraz eşyaları vardı
Bir gidip bir geliyorlardı o eşyalar arasında
Biraz da susuyorlardı. Ve ağırca bir konsol
Tüyleri dökülmüş bir halıyla beraber
- Küllükleri, bir gece lambasını, duvardaki bir gravürü saymazsak -
Onların aile resimleri gibiydiler
Ve biraz da üç kişiydiler ki, ben onları buluyordum
Biri bir banka afişinde veznedar
Ben onu buluyordum
Biriyse bir ilaç prospektüsünde acılı
Ve hastalıklı bir kadın
Onu da
Buluyordum ki
Olsa olsa bir heykeldi diyebilirim üçüncüsü de
Gündelikçi bir kadın
Tozunu alıyordu bazen, siliyordu onu iyice
Böylece üç kişiydiler. Ben birdenbire buzdolabını gördüm
Yaşayan bir şey olarak
Diyebilirim ki, değişken bir yüzölçümü vardı yaşamasının
Ve beyaz
Ve mavimsi bir şekilde örtüyordu ki dünyayı
Bir seramik gibi onu dondurarak
Bir mine gibi
Şunu da söylemeliyim ki, hiçbir şey kımıldamıyordu bu yüzden
Bir tanrı yere düşse parçalanacak
Ve pencerelerden upuzun inşaat demirleri giriyordu içeriye
Gökler kalıplı ve kalın
Duruyordu bir buz dağı gibi şehrin üstünde
Ve dolap buzlanıyordu durmadan. Öyle ki
Önce mutfağı donduruyordu bir buzdolabı mantığıyla
Odalara giriyordu, sonra veznedarı
Heykeli, hasta kadını, giderek
Koltuğu, masanın altındaki kediyi - evet kediyi -
Konsolla çatlak bir aynayı da donduruyordu
Bu böyle olunca, yani evin her köşesi donmakta oldu mu
Birden bir örümcek düşüyordu yere, çıt diye bir ses
İncecik gövdesiyle kırılıp bölünüyordu
Örümcek
Ve ayna hep gösteriyordu. Ben solgun
Yüzümle buzlanaraktan içimi gezdiriyordum orada
Ve konsolda bir kadını kaydırıyordum, o kadın ki
İyiliği artık çağımıza uymayan
Bir kadın ki
Cinsiyeti belirsiz bir resim gibi duruyordu
Ellerim arasında
Ve tuhaf yüzler duruyordu, ben bunu görüyordum
Anlamları hiç değişmeyen
Mesela gülmek sonsuzca uzanıyordu. Anılar
Bir buz bitkisi gibi renksiz, yabansı
Acılar ki en kalıcıydı ve nasıl
Yeni bir insan haritasını çiziyorlardı buzların altında
Ve insan nasıl da daha çok benzeyerekten insana
Durmuştu ki, şöyleydi:
Sanırım bir soru vardı öyle sorulacak
Bir soru, evet, hiç olmazsa
Biz tarihin hangi döneminde yaşadık?
Bir insan müzesi gibi...
Kedi
Çıkardı birden salondan. Ve bitiş saatini
Bir o somutlardı sanki.)
III
Sanırım hiçbir şeyin öyle pek tamamlanmadığı
Bir çağda yaşıyordum. Ve bütün eksik kalmaların
Sessiz ve ünü olmayan bir tanığıydım ben
Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım vardı benim de
Düşünen bir şey olarak ve düşündüren
Ama korkarak söylüyorum, çok ağır bir yük gibi taşıyordum bunu da
Ve biraz da pek kullanılmayan
Ya da hiç bırakmadıkları kullanılmaya
Çok ağır bir yük gibi
Onu ben taşıyordum, düşündüklerimi
Ve bu durumda ne beni etkileyen
Ne de ben etkilendikçe bir başkasını
Etkileyen ve bizi geçen
Bir ben kurmuş oluyorduk ki, o zamanda diyordum
Yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum
Öyle mi?
Yeniden, yeniden, yeniden doğruluyordum
Bir insan tadında olan ve
Bunu geçen ben
Bir dram gibi sonsuz
Kumları üzerinde sonsuzluğun.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:16
Öyledir.
Her sevda başlangıçtır bir yenisine
Öyledir, her yoğun günün sonu
Ezip geçer yalnızlığın burukluğunu.
Sen ki kendinden uzak binlerce tepedesin
Bir kentin alınışını seyreden, onurlu
Eski bir askerle içicesin.
Kent alindi, gece, sehrayin
Uzandın bitkin yatağına
Şurup dursa da dışarıda
Bıkkınsın, içindeki senliği itersin.
Sürekli utkulardır mutluluk
Sustukça duruldukça yitersin.
Sabahtır sümbüller açmış çadırında
Ellerin bir başka kentin varışlarında
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:16
Ölü Sirenler
Gerçekte duymadığım sesler bitti
Öğleye doğru bir gökgürültüsü yalnız
Karıştırdı ortalığı bir süre
Gök akıttı bir parça yağmurunu
Ve deniz kuşları umutsuz
Arıyorken kokularını gölgelerinde
Sıyırdı bir iki bulutu güneş de
Yığılıp kaldı yorgun
Denizin gözbebekleri üstünde.
Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı
Gökgürültüsünü de barındıran içinde
Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden
Tiz bir çıngırağı andıran
Benzeyen zil sesine de
Daha önce unutmuşum gibi denizde
Yankılanıp durdu ara vermeden.
Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk
İki tek ağustosu çarpıştıran
Sızdıran kanını bu yaz gününe
Yaşayan bir mutluluk? Ve işte
kaç yerinden kesilmiş ki ellerim
Bekletip durdu da acısını bunca yıl
Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme.
Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda
Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de
Yıllarca beklemişti kendini
Yeşimden sapı olan bir kılıçla
Bense ne içimi yakan rüzgarı
Ne denizdeki yangını, ne gökgürültüsünü
Duymuş gibi olduğum sesleri de değil
Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca
Bir çürük dişle alnımdaki
İki üç kırışığı yedeğine takmış da.
Özledim ilkelliğimi dalgalarında
Buldum savaşı bitmez derinliklerini
karıştırdıkça bir kargının ucuyla
Gördüm, bekliyordu kendini de o da
Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi
O turuncu ruh, değişken
İzledim onda ilk oluşumu sanki
Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden.
İşledim payıma düşen her görüntüyü
Kamaştı gözlerim kıyıya varınca
Rüzgarın itişiyle kumlarda
Durmadan yer değiştiren
Sayısız siren iskeleti
Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında
Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu
Tarihin onlara bağışladığı
Bu garip raslantıdan
Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi
Kemikleri som altından.
Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin.
Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi
Tanrım! tunç bir kapı kilidi
Bronz bir sokak
Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı
Kimbilir kimin külrengi kalbi
Tanrım!
Neden herkes başka tarafa bakıyor
Neden herkes başka biriydi.
Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan
Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan
Arı kümeleri taşların arasında
Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi
Uçuşuyordu da
Ağır ağır yanıyordu da şehir
Yanmayan kadınlar gördüm
Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından
Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda
Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım.
Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz
Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da
Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka
Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan
Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına
Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda
Bir büyü gösterilirdi
Bir kuyu sezdirilirdi
Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda.
Akşam geri verince bana gözlerimi
Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da
Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini
Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa
Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi
Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin
Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:12
O Yalnız
O kadar ki, o yalnız
Ona ilk rastladığım bir şeydir aklım
Bir el sürer mavisini uzağa
Uzaktan daha uzağa. Ardından
Yetişir sayısızlığım.
Kuzeyde, ince bir kar dağıtımında
Çocukların oyun oynamadığı yerlerde
Bulunmaya hazır ve
Eski çağlara ait bir parayım.
Aksam, soyulmuş gün ışıkları
Bölüşülmüş insan yüzü gar
Sayısız beni toplar bakışlarım
Dört güneşten biri o. Kendimi tarif edemem
Güneşler ıslak, soluğum kalın.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:12
O Mavilik Derdi
Beni uykudan uyandırır uyandırmaz
Dünyanın bütün huyları yüzünde
Ben bunlardan birini seviyorum en çok
Sana bir nar kesip uzatıyor ya doğa
Tutsam tanelerini
Sevincin gözyaşları derdim buna.
Bir süre bakışıyoruz karşılıklı
Ben uykudan uyanır uyanmaz
Benimle şiir gibidir bu
Tam karşımda ama yazılmamış
Durmadan bileniyor aklımda.
Seni unutarak baktığımda bile
Dünyanın her yerlerinden geçiyorsun
Yayılıyorsun kalabalıklara
Yalnız yayılmak mı
Aşkın en büyüğü, en dayanılmazı demeli buna.
Özlenirsin, alabildiğine varsın da
Daha da var oluyorsun gün günden
Olgun bir meyva gibi güleceksin zamanla
Bir kadın da değilsin, bir kişi de değilsin
Bir kuş olsa mavilik derdi buna.
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:11
Niye imalı öyleyse
Sözlerim kendim üstüne
Gölgem beni istedi
O ki istedi
Suyum beni istedi
O ki istedi
Cemile beni istedi
Ne oldu? hiç! alışamadım
Kartalın bir kayaya çarpısı idi
Soyundum, giyindim, tekrar soyundum
Arada olacağın düşünü kurdum
Zevk duydum bundan
Cemile anlamadı, Cemal hiç anlamadı
Safiha görmedi ki
Ve göstermedim
Sözlerim kendim üstüne
Bir uzak yerlere gitmek üstüne
Sanki günler tek bir güne birikti
Bense çıkmazda kaldım, usandım
Çıkmazlarda üst üste
Birikmiş ufuklar kadar derindim
Ve dedim: elbette deneyeceğim
.
Edip Cansever
14.11.2005 - 20:11
Muleta
Geçtikti bir gün hani
Ormandan ve aydınlıkların fısıltısından
Kenti görmeye gittikti yağmurda
Yürüdüktü dar sokaklarda saatlerce
Girdikte sonunda yanık yağ kokulu
Çinko tezgahlı bir meyhaneye
Göz göze geldikti sevimsiz bir papağanla
Demiştin o gün bana, anımsıyorum
Ah, acısız boğulabilir insan.
Eylüldü, mavi donemiydi sanki Picasso'nun
-Denize inen atlılar-
Sonra Guernica ve
'Chat et oiseau'
Yıl bin dokuz yüz otuz dokuz
Yas içinde bütün dünya
Şehirler yanmış yıkılmış
Gördüktü ne kadar yorgun
Ne kadar çaresizdi Isa
Ve demiştin bir gün, anımsıyorum
Mutsuzluk da boğabilirmiş insani
Bir gün, aksama doğru, alacakaranlıkta.
Başını menekşeye koydu, uyudu
Bir güvercin caliliğin orada
Hani
Görmeye gittikti güneşli günde
Parkı ve ördekleri
Yıllarca sonra. Savaştan
Ekmek kırıntıları attıktı havuza
Bir elim omsuzunda seyrettikti uzun uzun
Dünyayı ve çiçekleri
Nedense durgunlaşıverdindi bir ara
Çok değil, en fazla bir kaç dakika
Ve dedindi, mutluyken de boğulabilir insan.
İlkyazları sevmiyoruz artık, yaşlandık da ondan mi
Askımızı seyrediyoruz sanki uzaktan
Oysa yok biten bir şey aramızda, yok da
Hep ayni kalmıyor ki yakın duygular
Demiştin bunları bir bir, anımsıyorum
Mutlu da olsa insan mutsuz da
Her an yeniden yaratabilirmiş kendini
Demiştin, bir sabah, bir başka aşkla.
Sen olum!
Seni hiç düşünmeden yaşadık
Seni hiç düşünmeden yaşayacağız bundan sonra
.
Edip Cansever
Toplam 41 mesaj bulundu