Cengiz Orhan Adlı Antoloji.com Üyesinin Hakkı ...

  • Nurcan Bingöl
    Nurcan Bingöl

    19.11.2008 - 00:22

    Kilitlerim Çözülüyor Sana

    Öyle bakma gözlerime delice
    bakma; içimi yakma.

    Sus
    Sakın konuşma.
    Dudağından çıkan her sözcükte
    çırpınıyor yüreğim kuş misali kafeslerde.

    Bırak
    Dokunma yüreğime tebessümünle
    gamzende busem nöbet niyetinde.
    Tuzaklar var sana çıkan yollarda
    yasaklı şehir senin yolun
    lamirentlerinde kayboluşuma seyirci kalma.

    Dur
    Uzak kal yaklaşma!
    nefesinin sıcağına deyiyor tenim, titriyor ellerim
    ele veriyor beni pervasızca.
    Mantığımı yitiriyorum her bakışında
    çek bakışlarını üzerimden
    beynime hükmetme.

    Yeter
    Kapanmış aşk sayfama çizik atma
    kalbe zararsın, tövbemi bozdurma.
    Büyülendim, dönüyorum ekseninde
    duygularımın sorgusundayım hala.

    Bak
    Sen varken gözlerimde
    karşı koyamıyorum duygularıma.

    Git
    Sebebim olma
    Kilitlerim çözülüyor sana...

    Nurcan Bingöl


    en sevdiğim şiirim sayfanızı süslesin istedim
    bu defa kusasınız gelmez umarım :-))

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:27

    Amerikan Bilardosuyla Penguen!



    I.

    Elleri el gibi kocaman
    Beyazda bir nokta gibi kocaman
    Kocaman boşluğun küçülttüğü her şey gibi
    Biriyle kendini artırıyor durmadan
    Biriyle koyunlar gibi güdüyor ötekini
    Ayaklarını gizliyor bir köpekle
    Evine dönerken sonsuza geçen
    Göğü kullanıyorken maviye
    Günümüzden sesler alıyor, sesleri
    Sürekli, dingin, acısız
    Acımaktan kurtulmuş yerlerine
    Sonra duvardan duvara çizilerek
    Ölü bir korkunçluğu taşıyor
    Sen, hey, duvarlar gibi öldürülmek!
    En yeni tam-tamları dünyamızın
    Ya da kendisiyle bırakılması insanın
    Sizi
    Sizleri selamlıyor işte.

    Doğrusu elinizden ne gelir ki
    Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.


    II.

    Çıkacaksanız çıkın, daha karar vermediniz mi?
    Baktıkça bakıyorsunuz kendinize
    Yetişir! bu da hiç konuşmayan adam yapıyor sizi
    Körükler, dev kapılar, balık solungaçları gibi
    Emiyor sizi yalnızlık
    Kurtarıp rahata geçirin ellerinizi
    İşte bir kadın kadına geçiyor yürürken
    Sizi alıyor, sizi ölçüyor, sizi yapıyor kendinize
    Açığa koyuyor sizi
    Bilip de söyleyemediklerinizi
    Eve dönmeyi, yemek yemeyi, uykuya dalmaları
    Bana sorarsanız ters çevirin uykuları
    Alın şu adını 'ben' koyduğunuz geceyi
    Bakınca göreceksiniz, daha bakınca bir ötekini
    Geceler, işte geceler
    Gündüzler, işte gündüzler
    Beyaza siyah penguen sürüleri gibi.

    Ama elinizden ne gelir ki
    Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.


    III.

    Bu gözler onunla az mı yaşadınız gözleri
    Bu dudaklar onunla az mı seviştiniz
    Bana kalırsa gözleri saklamalı
    Eliniz yok mu, bastonla iş görmeli
    Ya da boşluğa takılmış bir eldiven
    Asılın, kurtarın hemen
    Az şey mi kurtarıp rahat etmek
    Ellerle gözleri
    Bir penguen
    Nişanla pengueni
    Siz kırmızı yerler, kırmızı saçlar severdiniz
    O penguen
    Bir anahtar, bir pencere, bir horoz tüyü
    O penguen
    Çay masaları, öğle yemekleri, gezintiler
    O penguen
    Ölmek mi diyoruz, susturun ölümleri
    O penguen
    Penguen penguen
    Hiçlikle kesilen tahin helvaları gibi
    Güneşi eriten çocuk başları gibi
    Bir tramvay gibi, günümüzde köşe başları yapan
    Serüvenler, hafta tatilleri
    Penguen
    Vur düşür pengueni

    Ama elinizden ne gelir ki
    Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.


    IV.

    Her evde bir çekirdek gibi insan ağaçları
    İnsan elleri
    O penguen
    Penguen penguen
    Soğuk su tadında kadın yüzleri
    Bir sabah denizinde belirsizliğe giden
    Dörtnala atlar gibi bitmezlik içinde
    Örülmeden kazağınız
    Dokunmadan çorabınız işte
    Hayata yerleşen peşin iplikler gibi
    Sevinme iplikleri
    Kıskançlık iplikleri
    Beni biliyorsunuz ya, öyle sakin
    İplikleri
    Penguen penguen
    Vur düşür pengueni
    Ama nasıl, daha karar vermediniz ki.

    Doğrusu elinizden ne gelir ki
    Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.


    V.

    Siz değil, o kadar ayrı gidiyor ki sizden
    O ne mi, yaşadıklarınız belki
    Bir umut oluyorlar sizden önce
    Bir aşk oluyorlar, belki de bir ürperti
    Siz sabahları şehirlere bakarsınız
    Siz sabahları dünyalara bakarsınız şehirlerden
    Bir deniz, bir itfaiye eri
    Bir pencere sokağa girdi girecek
    Damları çiziyordur istemenin elleri
    Bir çocuk kiremitlerle karışıyordur
    Cam kırıklarıyla bir kedi
    Bir vapur girintiler yapıyordur anılarda
    Yaşamanın hızları gibi
    Eski bir gündüzü açıyordur bacaklarınız
    Ve elleriniz
    Sevişenleri avlıyordur bir bitmeyende
    Ölüler gülüyordur ölüler
    Kırın şu sürahileri!
    Soğukta durdurulmuş boyunlar gibi
    Ve işte
    Sizi gösteriyordur sizi
    Bu yoksulluk odası
    Bu kupkuru tahta
    Tahtaya geçiyordur düşünme sürüleri
    Bir yağmur bir yağmur.

    Ama elinizden ne gelir ki
    Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.

    (Umutsuzlar Parkı - 1958)
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:27

    Aaaa



    Bir Suleyman gordum hicbir yani kimildamiyor
    Oturmus bir iskemleye
    Pek de oturmuslugu yok iskemle ayaksiz
    O nasil sey, bu adam soyut mu ne
    Baksan bir ilgisi var elleriyle
    Uzamis uzamis uzamis dogrusu elleri
    Sevmeye domuzlaniyor gittikce
    Konustum konusmuyor
    Durttum durtulmuyor
    Kizdim, bir bicak salladim karnina
    Aaaa!
    Yok yahu bana misin demiyor

    Sasirdim, yokladim kendimi iyice
    Bir cag mi degistik sabah sabah ne
    Artik olum insanlardan olmuyor.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:26

    Uzak Yakınlık



    Soruyordun
    İlkyaz iste
    Uyanıp bir bahçeyi dinliyoruz
    Tenhalık böyle

    Dallar mi kirilmiş, sarmaşıklar mi toz içinde
    Beklesem hemen gelecek olduğun
    Tam öyle olduğun
    Oysa hep yanımdasın, seninle her şey yanımda
    Kırıp dökük de olsa yanımda
    Mesela çok sevdiğin bir deniz bile yanımda
    O deniz ki aramızda hiç kımıldamadan
    Erkeğini iyi tanıyan bir kadın gibi yorgun.

    Yarısı yenmiş bir elmaydık bana sorarsan
    İkimizdik, iki kişi değildik
    Bakıyorsak birlikte bakıyorduk gözlerimin içine
    Birlikte gözlerinin içine bakıyorduk senin
    Yanlıştı, doğruydu, hiç bilmiyorum
    Sanki bir bakıma ayrılık böyle.

    Karşılıklı otursak da ne zaman
    Masa örtüsünü ikiye bölen ellerimizdi
    Bir tırnak yeşilinden gerisin geriye
    Ayak bileklerimizden gerisin geriye
    Butun bunlar gereksiz, bilmiyorum sanma
    Gereksiz ama yalnızlık böyle.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:25

    Uzun



    Bir elma tadı gezdiriyorum kafamda
    Anlaşılması güç bir elma tadı
    Ya sayılarla çiftleşiyor ya notalarla
    Hiçbir zaman gebe olmadı.

    Bence bu asılmak saati kadınsızlıkla
    İğneyle, saatle, bir kadın çorabıyla asılmak saati
    Bir müziktir ayrıca iki tek kadın çalışır
    Bir yatakla bir müzik iki tek kadın
    İki tek kadın çalışır ayni yatakta.

    Sonra kadınlar iyi kemanlar kolay
    Kemanlar uzun kadınlar kısa.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:25

    Var Var



    Yok denecek bir şey ama var var
    Yılan çinkoya mavi
    Damın altında kaç sıra tuğla eksik
    Niyedir bilmiyorum pencere koysak miydi adini
    Bir ördek, bir keçi yavrusuyla dışarısı
    Gebe karnıyla bir kadının
    Günesin donduğu tepsiye vurmuşlukla
    Vay çiçekleri, kedileri bakmak yapan elim
    Nedendir bilmiyorum ellerim tutsak miydi.

    Bizi bir pencere gösteriyor ama gösteriyor
    Işıklar sırtımıza vurmuşlukla
    Vay ışıklar vay! hep birden çinkoya mavi
    Akıntısı aya doğru uzanan
    Bir komşum var kesin gözlü, uzağa baktıkça rahat
    Bana ay diye yutturdu pembecikleriyle bir kızı
    Onunla birlikte yatıyoruz simdi
    Onunla birlikte kılların uzunluğu
    Aramızda bir odada olmaktan başka neyimiz var
    Yok denecek bir şey ama var var.

    Vay! mendili dörtlere katlayıp cebine koyan ben
    Çok ağrıyan yerlerim pembeye mavi Bilirim ondan öyle ne ağrı ne sizi
    Aklıma damların üstünde koşmak koşmak
    Bu ucanlar serce cıva gibileri serce
    Gittikçe unuttum o kadar insan sevdim de
    Çekik gözlü, kıvırcık saçlı, düz beyaz yüzlü o kadar
    Diyorum elleri nerde benimkisi bu bu
    Hani o büyücek sevgiler simdi de yok mu
    Yok denecek bir şey ama var var.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:24

    Yangın



    Dışarı çıkıyorsanız dikkat! çiçeklerle karsılaşmayın
    Ya da koklamayın onları, iyisi mi yüzünüzü örtün şapkanızla
    Ya da düşünmeyin hiç, ben bakin öyle yapıyorum
    Neden diyeceksiniz, insandaki sevgiliyi eskitiyor bu çiçekler
    Güneşe benzetiyorlar adamı, masaya vurmuş koyun bulutlarına
    Pek tuhaf! ben de sahanda yumurtayı kıskanırım
    Beni seviyorsanız dikkat! köşe başındaki camcıya sorun
    O ne derse doğrudur, dalga geçmeyin adamla
    Ustelik beni sevmek haşlanmış pirinçleri beyazlatır
    Gunaydin!
    Sabahlariniz gibidir beni sevmek, horuzun renkleri gibidir
    Beni sevdiniz mi yangindir artık parmaklarınız
    Sizi görmüyor muyum dikkat! trenlere çikolata yediriyorum
    Bunu her zaman yapıyorum, akılla oynamak yani
    Öyle trenler var ki insani şımartıyor
    Çıkıp kuruluyorum pencere yanına gel keyfim gel
    Gidip duruyorum böylece, adimi bileceksiniz çok ülkeli adam
    Üstelik daha kalkma saati gelmeden trenlerin.
    Sokağa dökülüyorsam dikkat! bu da doğrudur oldukça
    Bir kanunu vardır belki, ya su içmişimdir ya da yıkamışımdır yüzümü
    Olmayacak şey mi niye bakmayayım denizlere
    En akilli tarafımdır balıkla deniz tutmak.
    Bir cümle tuhafsa dikkat! pek tuhaftır insanin tırnak çıkardığı
    Sonra da boyadığı, ne demeli sonra da kestiği
    Korkum yok ben güpegündüz rakılar boğazlıyorum
    Gözlerimi batırıyorum ıstakozlara
    Oh ne güzle şişenin de bir anlamı oluyor böylece
    Kim konuşuyor ben konuşmuyorum.

    Bir gün çok yürürseniz dikkat! sinekler şehirde kalıyor
    Butun taşıtlar paslanıyor ayrıca
    Pencereli yıldız, misafirli oda, bol bol öttürüyorsunuz onları
    Çünkü kırlara çıkıyorsunuz, şemsiyenizi bırakın ayıp
    Bana parmağınızdaki çiçekleri gösterin.

    Bir yere kapanıyorsanız dikkat! yanınızda olsun elleriniz
    Kim ne der bakindi iste durmadan ellerinize
    Dünyayı dolasan damarlar içinde
    En kemikli taraflarıyla zencileri döversiniz
    En kirli yerleriyle çat kapı fakir mahalleleri
    Ayıptır yani insan elini temiz tutmalı biraz.
    Bir gün olumu beğenmeyecekseniz dikkat! ölmeyin kolayla
    Kadınlara sarkıntılık edin, hoşa giden bardaklar satın alin
    Ya da bir aptalın yalnızlığını secin, çiçek sulamakla olsun bu
    Tıkır da tıkır isleyen apartmanlar vardır ya, sakin ha
    Ya da her sabah
    Göğe bir yüz metre kollarınızla.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:24

    Yeniliş Açılmamış



    Açılmamış bir şarap şişesiydim
    Ki öyle kaldım
    Acımı köpürtmedim
    İçime sağdım
    Gözyaşlarımı göstermedim
    Ki sildim
    Özgürlüğüm beni tutsak düşürdü
    Başaramadım

    İçimde kara kara bulutlar sallandı
    Ki sallandılar
    Dışarı yağamadım

    Ve yenildim ve sustum
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:23

    Yerçekimli Karanfil



    Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
    Oysaki seninle güzel olmak var
    Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
    Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
    Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.

    Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
    Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
    O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
    Derken karanfil elden ele.

    Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
    Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
    Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
    Birleşiyoruz sessizce.

    Yerçekimli Karanfil,1957
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:22

    Uyanınca Çocuk Olmak

    Siz ne iyisiniz, ben sizi bir şeylere benzetiyorum
    Bilmem bir testi, bir bakir sahan kolay mi sizinle
    Çok rahat bir gökyüzü mu var sizinle
    Güneş bir pazartesi olarak mi duruyor burnunuzda
    Yoksa bükülmüş bir nehir gibi mi küpelerinizde
    Siz küçük adıyla mi çağırırsınız sessizliği
    Öyle mi, ya kim uyandırır sizde
    Bu sevişme dalgalarını, aşk seslerini
    Bak'ları, duy'ları, okşa'ları, evet'lerı
    Hele bu elleri, ayakları bu
    Gözleri.
    Gidip bir bardak su içiyorum. Ağzım benim!
    Su böyle neye benziyor, çok çocuklu bir bahçeye değil mi
    Bakmayla içersek gözlerimiz de bir şeye benziyor
    Senin gözlerin, bizim gözlere, onun gözleri
    Her zaman söylüyorum kuyumcular için imzalı yazı gerekmez
    Ama hiç gerekmez öyle değil mi
    Armut ağacı! iyi sabahlar! sana bakınca yüzüm değişti
    Bütün gün çalışıyorum en kotu is yerlerinde
    Yorulup bunalınca hep o sana bakmayı deniyorum
    Birden çarsıyı gösteriyor dallarının inceliği
    Hem niye saklamalı, çarsıyı gösteriyor iste
    Bak! sahur şükür şapka satın alan birisi
    Yusyuvarlak bir kişilik deniyor
    Pis adam -ne kotu dünya- öyle mi değil mi.

    Siz yok mu, sizin her yeriniz şaşırıp kalmaya istekli
    Bir bakin, uyanıp kalkınca çocuk olmalarım var benim
    Su da var: bir sokak en acilci pencereler dalıyor
    Dalıyor da söz mu, yatağa uzatıyor otomobillerini
    Aşk duyan bir kadını
    Onun kişiliği olan memelerini
    Gözlerim! hey sokak! geri getiriyor gözlerimi
    Kimi zaman da bir cam kırılıyor santur sungur
    Diyorum böylesi gürültüler şiir için gerekli
    Öyle mi değil mi.

    Bizim o duvarlık tabaklar durmadan uzağa oturuyor evimizi
    Daha aldığım gün bildim maydanoz olacak üstündekileri
    Maydanoz olacak, maydanoz olacak, maydanoz olacak
    İyi ama, niye sevmeli her önüne geleni
    Herkesin, herkese, herkesi
    Daha dun yepyeni bir son koydumdu şiire
    Aldı, yepyeni bir kalabalığı getirdi
    Ama iyi yaptım öyle mi değil mi.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:20

    Şu Ballanan Bahçe



    Mavi rüyalarla dolu göğün kovası
    İçinden kana kana içtiğim
    Bulut kokulu gelin bohçası

    Kısa sanma hayatı koş
    Umut dolu bu dirlik kavgasında
    Olgun bir kadın şu ballanan bahçe

    Bedeller peşin ödenir
    Kurumuş boğazında bir yudum suyla
    Titrek korku şakacı bir at, içimin eğri ovalarında.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:20

    Şey Şey Şey Ve Şeylerden



    Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam
    Bir köpek sokak değiştirdi, korkak
    İçi sut dolu bir lokanta, ve kapandı
    Ben ağzıma geleni söyledim, öyle
    Gene bir ağaç ottu, bu kaçıncı.

    Sevişsek olmaz miydi, varan bir
    Elbette olurdu, bir kir çiçeği bir bulut
    Bir gülüş kanamak üzere, ve gizli
    Ve çabuk tarafından bir şey, şarap
    Aşk gene kelime değiştirdi, vahşi.

    Güneşe çıktık, bunu unutma, varan iki
    Ne uzak bir sesimiz vardı, efsane
    Gelince Çile geliyordu bir cay
    Oysa biz iki demiştik, varan üç
    Gözler ki demeye kalmadı, derin.

    Kim bilir ne seviştik ki saat kaç
    Elleri tetikte bulunan gazetelerin.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:19

    Şekerli Gerçek



    Ev karanlık kap kaçak iğne üstünde
    Karisi çocukları var mi yok mu belli değil
    Masa iskemle ocak
    Arama öyle şeyleri
    Bir sofra bir yaygı
    Bir sedir olsun yok mu
    Yok o da yok iste
    İğreti bir yaşayış içinde adam
    Duvarları yalnızlık yemiş bitirmiş
    Gökyüzü üstünde yıldızlar daha üstünde
    Kim örtsün damı duvarları kim koysun yerine
    Adam bir hiçliğin üstüne uzanmış
    Kimseler görmez
    Kil bir torba içinde sabunlar kımıldaşır
    Sabaha kadar
    Adam bıktığını anlayınca hiçlikten
    Gelsin pencere gelsin duvar
    Gelsin karisi çocukları
    Islak taslar sabah isleri
    Adam dükkana döner gene
    O gerçek dediğimiz şey ısıl ısıl
    Yapışık sesler çıkarır sekerlerin üstünde.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:19

    Su



    Bir gün, bir uzun gün hep denize baktık
    Miller ve ağırlıklar bitti
    Gelip geçmeler bitti, gemilerin
    Beyaz ve kocaman gövdeleri
    Gözün kahverengi suyuna geldik.

    Palamutlar yaktık, çalılar her zamanki gibi
    Süsledi bizi bu ufak değişiklik
    Çok ağır bir şeydi gün dörtgenleri üstümüze düsen
    Aydınlıktan kopan aydınlıktan kesilen
    Ağır mi ağır
    Kaldık ne kadar kaldıksa böyle
    Sonra gün diye bildiğimiz ne varsa akıtıldı
    Duvarlar, sarmaşıklar, evler akıtıldı
    Güneşler, hızarlar, kıymık taneleri
    Vinç sesleri, çekiç sesleri bir.

    Sokağın bitiminde donup arkama baktım
    Her şey nasıldı diye
    Sundurma hazin
    Carsı kararsız
    Düzlerde yarlarda tepelerde
    Kurtlar, tavşanlar, yılanlar erimekte
    Herkes dünyayı bir yanından onarıyor sanki
    Meltem belli belirsiz birselleri kıpırdatıyor
    Gözümü kap atik sokağa baktığımda
    Sudur gün.

    Ah sudur, ne yandan baksam sudur
    Suyun imgesi sudur
    Trenlerin kalktığı her yerde
    Bavullar sudur
    Bir gün bir Erzurum çalkantısı
    Obur gün Konya pası
    Manikadan görünen İstanbul kıyıları
    Çantası açık duran bir kadının anisi ve
    Dudak boyası
    Ardahanlı bir kartal
    Kızılca hamamlı bir pirinç
    Tülbentler, yazmalar, krepler
    Hep sudur
    Askerin son defa memleketine baktığı
    Yüzünü çevirince bir bardak gibi düşüp kırılan memleket
    Ve gemilerin ağır ağır limanlardan çıktığı
    Ah sudur.

    Bir gün, bir uzun gün bir aynanın önündeyim
    Kirpikler ve saclar bitti
    Gövdem duvara sürte sürte inceltilmiş bir nesne gibi
    Dalgın ve uzun
    Uzun ve sisli
    Ben ki gövdemle tattım gövdemi, iyi bilirim
    Bir hurma, bir baş dönmesi
    Kokusu baş dönmesinin
    Güzel kaplar aldım bu yüzden, ne kadar güzel kap varsa
    aldım
    Bilmek için suyumu
    Ve hazırlıklı değildim ve bildim
    Ben suyun bir dakika durduğu
    Durunca boğulduğu bir yerdeyim.

    Bir kılımı yere sermek kadar güzel ne var
    Sonra püsküllerini düzeltmek kadar
    Ya sofraya dilim kesilmiş bir domatesi koymaktaki
    görkem
    Kamyon sürmek yükünü bilmeden
    Ve ikimiz bir akşam üstü sırasında
    Ve akşam üstünün Anadolu ya giden bir otobüs gibi kalkması
    sırasında
    Dağlarda, tarlalarda, köprü altlarında
    Sazların, taşların, yosunların arasından geçerek
    Bir akik gibi yansıyaraktan hem de
    Kırmızı bir karpuzun doğum sancısına
    Su akar ben akarım
    Ben akarım su akar
    Vakit yok bakışmaya

    Günlerden suya.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:18

    Sesli Harfler



    Sen, o benim, daha ne duruyorsun aşk kelimesi
    Burasi ben, gene bir sevdaya cagrildi o yer
    Inanma ellerimi deniz, agzimi bulut ettigime
    Agzim da, ellerim de dunyaya gore
    Gunum aydinlikla biter.

    Tut ki ben her turlu gorunmenin apayrisi
    Gun gunden sevdaya benzer
    Bir adam düşünürsem şapkası maviyle gelen
    Bir ekmek koparılsam iste o sıra
    Benzer mi benzer sevdaya
    Bir duruşum var çevresi gözlerinden.

    Sanki yanımda gezdiriyorum aşk kelimesi
    Uyanık, duygulu, her günkü yanımda
    Bilmem ki ne yapsam, ne etsem bu sevinirliği
    Kendimi görmeye parklara gidiyorum
    Kiminin bana kiminin çaresizliğe elleri.

    Kaçsam da bir turlu karanlık simdi
    Ne kadar ayni bir dünyadayız seninle
    Aşka, dövüşe, maviye yetmek için
    Biriyim, cesurum, var misin ellerime
    Bir başka sabaha kadar içelim.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:18

    Saplantı



    Sözlerim kendim üstüne
    Gölgem beni istedi
    O ki istedi
    Suyum beni istedi
    O ki istedi
    Cemile beni istedi
    Ne oldu? hiç! alışamadım
    Kartalın bir kayaya çarpısı idi

    Soyundum, giyindim, tekrar soyundum
    Arada olacağın düşünü kurdum
    Zevk duydum bundan
    Cemile anlamadı, Cemal hiç anlamadı
    Safiha görmedi ki
    Ve göstermedim

    Sözlerim kendim üstüne
    Bir uzak yerlere gitmek üstüne
    Sanki gunler tek bir gune birikti
    Bense çıkmazda kaldim, usandim
    Çıkamazlar da üst üste
    Birikmiş ufuklar kadar derindim

    Ve dedim: elbette deneyecegim
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:17

    Phoenix



    Ben orda, akşamına orospular dadanan
    Camlarında pis sinekler gezinen, ben orda
    Eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor
    Kadınlarda ölüyor kadınsız bakışlarla
    Başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber
    Ya Tanrıya inanır ya da isyana.

    Kimseye vermiyor ki acılardan artarsa
    Kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan
    Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla
    Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan
    Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa
    Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.

    Orası bir ölümdür şarabımı doyuran
    Ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar
    Vaftizi günışığında bir garip protestan
    Tanrısıyla sevişir, herkes bilir sevişmeyi o kadar
    Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum
    Yeniden doğmak için çıkardığım yangından
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:17

    Pesüs



    Ben denizin kumları üzerinde durdum
    Bir heykel tadında olan ve bunu geçen
    Bir şekilde denizin kumları üzerinde durdum
    Durdum ki, şehrin son kalıntısı onu unutmak olsa gerek
    Diyordum. Ve bütün ayrıntılarından sıyrılmış bir düzlüğün
    Ayrı bir nesne gibi, daha sonra da
    Hiç görmediğim bir yaratık gibi üstüme gelmeye başladığı
    Bir şey olsa gerek
    Ben bunu duyuyordum.

    Yalnız duymak mı? korktum ve her yerlerimle yalnız oldum
    Oldum ki, düzlük dediğim o korkunç varlık
    Bitmez tükenmez bir kaynaktan çoğalarak
    Üstüme aktıkça benim
    Ben kendimi koruyordum
    Sanki bir çaresizlikten ödünç aldığım kendimi
    Mesela ellerimi bir heykeli bozmayacak şekilde boşluğa uzatarak
    Bir anlam vermek istiyor gibiydim düzlüğe
    Ve birtakım görüntüleri üst üste yığaraktan
    Bir anlam
    Sonra alanlarda, ana caddelerde unutulmuş
    ırtıcı bir hayvan gibi işte ben
    Yapılması akla gelmedik
    Daha bir sürü şeyleri de hep yapıyordum ki
    Pek denenmemiş bir boğuşma şekli oluyordu bu da
    Sonra ben yoruluyordum.
    Yalnız yorulmak mı? giderek geri çekiliyordum biraz
    Pençesi asfaltlarda gezen, tüyleri camları ikileştiren
    Aşılır bir yer sanan o beton duvarları
    Mermerleri ve soğuk potrelleri tırmalayan
    Ben
    Geri çekiliyordum biraz
    Güçlenip saldırmak için düzlüğe yeniden
    Ama hiç bilmiyordum ki, neresinden vurulurdu bu düzlük
    Neresinden bozulur
    Bilmiyordum ki
    Bildiğim bir şey varsa, bana pek bir zararı dokunuyordu diyemem düzlüğün
    Diyemem, çünkü bir yerlerim hiç mi hiç acımıyordu ki
    Ne bir baş dönmesi, ne bir göz kararması
    Duymuyordum ki
    Olsa olsa benim kendime bir şeyler yapmam için zorluyordu beni
    Düzlük
    Ve gerçekten yaptırıyordu da
    Mesela giderek yenilmem gerekiyordu ki kendime, yenildim
    Uzanmam gerekiyordu ki yere, uzandım sonunda iyice
    Uzandım içimdeki o beyaz düzlüğün taşırdığı
    Bembeyaz taneciklerin üstüne
    Artık çağanozlar bir su gibi beni yalayarak
    Geçiyorlardı tek sesli yaradılışımdan
    Ve memeli balıklar ağır ağır doğuruyorlardı içimde
    Ben ve kumlar bir pesüs gibi ağırdan yanıyorduk
    Biz öyle yanıyorduk ki, dünya ise bu alevden
    Bir bağışlanmamış dünyaydı
    Artakalan dünyaydı eski bir tevrat plağından
    Gittikçe bizim olmayan bir
    Dünyaydı
    Ve düzlük bir peygamber ölüsü karşısında
    Bitmeyen bir düzlüktü ki... işte ben
    Gene de tam kendisi oldum diyemem düzlüğün
    Diyemem
    Çünkü bazı olaylar bunu doğruluyor
    Ve bazı düşünceler.

    Şöyle ki:
    Martılardan bir tanesi yalnız yaşıyormuşçasına boşlukta
    Dünyanın en heyecanlı çizgilerini çizdi
    Ve bulutlar doldurdu bu kıvrımları yavaştan
    Ve benim yarattığım tanrılar ki, geldiler
    Bir inip bir çıktılar çocuklar gibi
    Çığlık çığlığa
    Bu metalsi görünümler arasından
    Sonra ben belki de gözlerimi yumdum
    Her yerlerimle yalnız oldum ki, düzlük
    Etimi ve benim bütün boyutlarımı yemeye başladı
    Ve hayallerimi
    Yemeye
    Demek oluyor ki bir süre kalsam böyle
    - Ne kadar mı, bunun pek önemi olduğunu sanmıyorum -
    Kimseler tanımayacak beni. Deniz hayvanlarının
    Kurumuş iskeletlerine döneceğim
    Korktum
    Yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum
    Öyle mi
    Doğruldum işte yeniden
    Bir insan tadında olan ve
    Bunu geçen ben
    Denizin kumları üzerinde durdum.

    Ben denizin kumları üzerinde durdum
    Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım var benim de
    Değişen bir şey olarak ve değiştiren
    Bir anlamım var
    Peki öyleyse neden hep başkaları tanımladı beni şimdiye kadar
    Neden
    Gerçi sessiz ve ünü olmayan bir yaratıktım, biliyorum
    Ve onlar güçlüydüler, biliyorum
    Ne zaman biraz öfkelenmeye kalksam, bu bile
    Onların istediği bir öfke oluyordu ki
    Sonra ben susuyordum
    Ama bir suçluluk da duyuyordum ki, bu da bir başkaca düşmanımdı benim
    Ben neydim.


    II

    Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. Bir ara
    Hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim
    Tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. Maun tabutumda
    Her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir
    Bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki
    Geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle
    Bir çelişki gibi ölümsüz
    Yaşamakta olurdum.

    İlkyazla birlikte kına çiçeklerinin de açtığı söylenir
    Kimi zaman da bir efsane gibi söylenir, kazılardan çıkarılmış kalıntı
    şehirleri
    Anlatır gibi
    Bana kalırsa açtıkları günden yıllarca sonra açar bu çiçekler
    İlkel bir coşkunluğu bir hayat kılığına
    Yıllarca sonra getirirler ki
    Tıpkı fırtınalardan kurtulmuş bir geminin
    Şimşekler, gökgürültüleri
    Ve yırtıcı deniz hayvanlarından
    Ve korkunç gıcırtılardan artakalan bir uğultuyu
    Bir sabah denizinde sütliman
    Güneşli, durgun bir gökyüzünün altında
    Dinlenen gemicilere unutturduğu zaman
    Derim ki, tam o zaman yaşanır fırtına
    Onca telaş, onca ölüm korkusu o zaman.

    Yani tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. Maun tabutumda
    Her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir
    Bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki
    Ölümün bir acıyla doldurulduğu yüzümle
    Geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle
    Öyle bir çelişki gibi ölümsüz
    Yaşamakta olurum.

    Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. İşte ben
    Hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim
    Bir kedi ayaklarıma sürtünerekten geçerdi - ki benim yaşamımda
    Her zaman bir kedi bulunur, onu ben
    Bir imza gibi yazılarıma koyarım -
    Ve duvarlar yumuşardı, sarkardı
    Ellerimle ittiğim olurdu onları bu yüzden
    Terlerdim
    Sonra bir gazoz içerdim ki, yani ben
    Kısaca söylemek gerekirse, bazı şeyleri hep geciktirirdim
    Mesela bir mürekkep balığına, bir bahçe kapısının oymalı demir parmaklığına
    Saatlerce baktığım olurdu, orkideler satılan bir dükkanın
    Önündeki çiçek artıklarına
    Bir bira çekme makinesine, ne bileyim
    Yazısız bir kağıda günlerce baktığım olurdu
    Ve yıllarca bir saplantıya
    Giderek bakmanın tam kendisi olurdum. Yani ben
    Bakmanın düzlüğü ve hiçliği ve sonrasızlığındaki şey
    Olurdum ki, başkalarını hiç mi hiç ilgilendirmeyen
    Yapayalnız bir ben kurardım
    Yapayalnız bir ben kurardım ve kedi
    Salona girerdi birden, başlama saatini
    Bir o somutlardı sanki.

    (Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydiler onlar da
    Biraz eşyaları vardı
    Bir gidip bir geliyorlardı o eşyalar arasında
    Biraz da susuyorlardı. Ve ağırca bir konsol
    Tüyleri dökülmüş bir halıyla beraber
    - Küllükleri, bir gece lambasını, duvardaki bir gravürü saymazsak -
    Onların aile resimleri gibiydiler
    Ve biraz da üç kişiydiler ki, ben onları buluyordum
    Biri bir banka afişinde veznedar
    Ben onu buluyordum
    Biriyse bir ilaç prospektüsünde acılı
    Ve hastalıklı bir kadın
    Onu da
    Buluyordum ki
    Olsa olsa bir heykeldi diyebilirim üçüncüsü de
    Gündelikçi bir kadın
    Tozunu alıyordu bazen, siliyordu onu iyice
    Böylece üç kişiydiler. Ben birdenbire buzdolabını gördüm
    Yaşayan bir şey olarak
    Diyebilirim ki, değişken bir yüzölçümü vardı yaşamasının
    Ve beyaz
    Ve mavimsi bir şekilde örtüyordu ki dünyayı
    Bir seramik gibi onu dondurarak
    Bir mine gibi
    Şunu da söylemeliyim ki, hiçbir şey kımıldamıyordu bu yüzden
    Bir tanrı yere düşse parçalanacak
    Ve pencerelerden upuzun inşaat demirleri giriyordu içeriye
    Gökler kalıplı ve kalın
    Duruyordu bir buz dağı gibi şehrin üstünde
    Ve dolap buzlanıyordu durmadan. Öyle ki
    Önce mutfağı donduruyordu bir buzdolabı mantığıyla
    Odalara giriyordu, sonra veznedarı
    Heykeli, hasta kadını, giderek
    Koltuğu, masanın altındaki kediyi - evet kediyi -
    Konsolla çatlak bir aynayı da donduruyordu
    Bu böyle olunca, yani evin her köşesi donmakta oldu mu
    Birden bir örümcek düşüyordu yere, çıt diye bir ses
    İncecik gövdesiyle kırılıp bölünüyordu
    Örümcek
    Ve ayna hep gösteriyordu. Ben solgun
    Yüzümle buzlanaraktan içimi gezdiriyordum orada
    Ve konsolda bir kadını kaydırıyordum, o kadın ki
    İyiliği artık çağımıza uymayan
    Bir kadın ki
    Cinsiyeti belirsiz bir resim gibi duruyordu
    Ellerim arasında
    Ve tuhaf yüzler duruyordu, ben bunu görüyordum
    Anlamları hiç değişmeyen
    Mesela gülmek sonsuzca uzanıyordu. Anılar
    Bir buz bitkisi gibi renksiz, yabansı
    Acılar ki en kalıcıydı ve nasıl
    Yeni bir insan haritasını çiziyorlardı buzların altında
    Ve insan nasıl da daha çok benzeyerekten insana
    Durmuştu ki, şöyleydi:
    Sanırım bir soru vardı öyle sorulacak
    Bir soru, evet, hiç olmazsa
    Biz tarihin hangi döneminde yaşadık?
    Bir insan müzesi gibi...

    Kedi
    Çıkardı birden salondan. Ve bitiş saatini
    Bir o somutlardı sanki.)


    III

    Sanırım hiçbir şeyin öyle pek tamamlanmadığı
    Bir çağda yaşıyordum. Ve bütün eksik kalmaların
    Sessiz ve ünü olmayan bir tanığıydım ben
    Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım vardı benim de
    Düşünen bir şey olarak ve düşündüren
    Ama korkarak söylüyorum, çok ağır bir yük gibi taşıyordum bunu da
    Ve biraz da pek kullanılmayan
    Ya da hiç bırakmadıkları kullanılmaya
    Çok ağır bir yük gibi
    Onu ben taşıyordum, düşündüklerimi
    Ve bu durumda ne beni etkileyen
    Ne de ben etkilendikçe bir başkasını
    Etkileyen ve bizi geçen
    Bir ben kurmuş oluyorduk ki, o zamanda diyordum
    Yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum
    Öyle mi?

    Yeniden, yeniden, yeniden doğruluyordum
    Bir insan tadında olan ve
    Bunu geçen ben
    Bir dram gibi sonsuz
    Kumları üzerinde sonsuzluğun.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:16

    Öyledir.



    Her sevda başlangıçtır bir yenisine
    Öyledir, her yoğun günün sonu
    Ezip geçer yalnızlığın burukluğunu.

    Sen ki kendinden uzak binlerce tepedesin
    Bir kentin alınışını seyreden, onurlu
    Eski bir askerle içicesin.

    Kent alindi, gece, sehrayin
    Uzandın bitkin yatağına
    Şurup dursa da dışarıda
    Bıkkınsın, içindeki senliği itersin.

    Sürekli utkulardır mutluluk
    Sustukça duruldukça yitersin.

    Sabahtır sümbüller açmış çadırında
    Ellerin bir başka kentin varışlarında
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:16

    Ölü Sirenler



    Gerçekte duymadığım sesler bitti
    Öğleye doğru bir gökgürültüsü yalnız
    Karıştırdı ortalığı bir süre
    Gök akıttı bir parça yağmurunu
    Ve deniz kuşları umutsuz
    Arıyorken kokularını gölgelerinde
    Sıyırdı bir iki bulutu güneş de
    Yığılıp kaldı yorgun
    Denizin gözbebekleri üstünde.
    Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı
    Gökgürültüsünü de barındıran içinde
    Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden
    Tiz bir çıngırağı andıran
    Benzeyen zil sesine de
    Daha önce unutmuşum gibi denizde
    Yankılanıp durdu ara vermeden.
    Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk
    İki tek ağustosu çarpıştıran
    Sızdıran kanını bu yaz gününe
    Yaşayan bir mutluluk? Ve işte
    kaç yerinden kesilmiş ki ellerim
    Bekletip durdu da acısını bunca yıl
    Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme.
    Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda
    Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de
    Yıllarca beklemişti kendini
    Yeşimden sapı olan bir kılıçla
    Bense ne içimi yakan rüzgarı
    Ne denizdeki yangını, ne gökgürültüsünü
    Duymuş gibi olduğum sesleri de değil
    Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca
    Bir çürük dişle alnımdaki
    İki üç kırışığı yedeğine takmış da.
    Özledim ilkelliğimi dalgalarında
    Buldum savaşı bitmez derinliklerini
    karıştırdıkça bir kargının ucuyla
    Gördüm, bekliyordu kendini de o da
    Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi
    O turuncu ruh, değişken
    İzledim onda ilk oluşumu sanki
    Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden.
    İşledim payıma düşen her görüntüyü
    Kamaştı gözlerim kıyıya varınca
    Rüzgarın itişiyle kumlarda
    Durmadan yer değiştiren
    Sayısız siren iskeleti
    Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında
    Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu
    Tarihin onlara bağışladığı
    Bu garip raslantıdan
    Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi
    Kemikleri som altından.
    Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin.
    Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi
    Tanrım! tunç bir kapı kilidi
    Bronz bir sokak
    Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı
    Kimbilir kimin külrengi kalbi
    Tanrım!
    Neden herkes başka tarafa bakıyor
    Neden herkes başka biriydi.
    Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan
    Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan
    Arı kümeleri taşların arasında
    Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi
    Uçuşuyordu da
    Ağır ağır yanıyordu da şehir
    Yanmayan kadınlar gördüm
    Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından
    Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda
    Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım.
    Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz
    Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da
    Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka
    Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan
    Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına
    Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda
    Bir büyü gösterilirdi
    Bir kuyu sezdirilirdi
    Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda.
    Akşam geri verince bana gözlerimi
    Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da
    Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini
    Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa
    Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi
    Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin
    Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:12

    O Yalnız



    O kadar ki, o yalnız
    Ona ilk rastladığım bir şeydir aklım
    Bir el sürer mavisini uzağa
    Uzaktan daha uzağa. Ardından
    Yetişir sayısızlığım.

    Kuzeyde, ince bir kar dağıtımında
    Çocukların oyun oynamadığı yerlerde
    Bulunmaya hazır ve
    Eski çağlara ait bir parayım.

    Aksam, soyulmuş gün ışıkları
    Bölüşülmüş insan yüzü gar
    Sayısız beni toplar bakışlarım
    Dört güneşten biri o. Kendimi tarif edemem
    Güneşler ıslak, soluğum kalın.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:12

    O Mavilik Derdi



    Beni uykudan uyandırır uyandırmaz
    Dünyanın bütün huyları yüzünde
    Ben bunlardan birini seviyorum en çok
    Sana bir nar kesip uzatıyor ya doğa
    Tutsam tanelerini
    Sevincin gözyaşları derdim buna.

    Bir süre bakışıyoruz karşılıklı
    Ben uykudan uyanır uyanmaz
    Benimle şiir gibidir bu
    Tam karşımda ama yazılmamış
    Durmadan bileniyor aklımda.

    Seni unutarak baktığımda bile
    Dünyanın her yerlerinden geçiyorsun
    Yayılıyorsun kalabalıklara
    Yalnız yayılmak mı
    Aşkın en büyüğü, en dayanılmazı demeli buna.

    Özlenirsin, alabildiğine varsın da
    Daha da var oluyorsun gün günden
    Olgun bir meyva gibi güleceksin zamanla
    Bir kadın da değilsin, bir kişi de değilsin
    Bir kuş olsa mavilik derdi buna.
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:11

    Niye imalı öyleyse



    Sözlerim kendim üstüne
    Gölgem beni istedi
    O ki istedi
    Suyum beni istedi
    O ki istedi
    Cemile beni istedi
    Ne oldu? hiç! alışamadım
    Kartalın bir kayaya çarpısı idi

    Soyundum, giyindim, tekrar soyundum
    Arada olacağın düşünü kurdum
    Zevk duydum bundan
    Cemile anlamadı, Cemal hiç anlamadı
    Safiha görmedi ki
    Ve göstermedim

    Sözlerim kendim üstüne
    Bir uzak yerlere gitmek üstüne
    Sanki günler tek bir güne birikti
    Bense çıkmazda kaldım, usandım
    Çıkmazlarda üst üste
    Birikmiş ufuklar kadar derindim

    Ve dedim: elbette deneyeceğim
    .

    Edip Cansever

  • Cengiz Orhan
    Cengiz Orhan

    14.11.2005 - 20:11

    Muleta



    Geçtikti bir gün hani
    Ormandan ve aydınlıkların fısıltısından
    Kenti görmeye gittikti yağmurda
    Yürüdüktü dar sokaklarda saatlerce
    Girdikte sonunda yanık yağ kokulu
    Çinko tezgahlı bir meyhaneye
    Göz göze geldikti sevimsiz bir papağanla
    Demiştin o gün bana, anımsıyorum
    Ah, acısız boğulabilir insan.

    Eylüldü, mavi donemiydi sanki Picasso'nun
    -Denize inen atlılar-
    Sonra Guernica ve
    'Chat et oiseau'
    Yıl bin dokuz yüz otuz dokuz
    Yas içinde bütün dünya
    Şehirler yanmış yıkılmış
    Gördüktü ne kadar yorgun
    Ne kadar çaresizdi Isa
    Ve demiştin bir gün, anımsıyorum
    Mutsuzluk da boğabilirmiş insani
    Bir gün, aksama doğru, alacakaranlıkta.

    Başını menekşeye koydu, uyudu
    Bir güvercin caliliğin orada
    Hani
    Görmeye gittikti güneşli günde
    Parkı ve ördekleri
    Yıllarca sonra. Savaştan
    Ekmek kırıntıları attıktı havuza
    Bir elim omsuzunda seyrettikti uzun uzun
    Dünyayı ve çiçekleri
    Nedense durgunlaşıverdindi bir ara
    Çok değil, en fazla bir kaç dakika
    Ve dedindi, mutluyken de boğulabilir insan.

    İlkyazları sevmiyoruz artık, yaşlandık da ondan mi
    Askımızı seyrediyoruz sanki uzaktan
    Oysa yok biten bir şey aramızda, yok da
    Hep ayni kalmıyor ki yakın duygular
    Demiştin bunları bir bir, anımsıyorum
    Mutlu da olsa insan mutsuz da
    Her an yeniden yaratabilirmiş kendini
    Demiştin, bir sabah, bir başka aşkla.

    Sen olum!
    Seni hiç düşünmeden yaşadık
    Seni hiç düşünmeden yaşayacağız bundan sonra
    .

    Edip Cansever

Toplam 41 mesaj bulundu