MUTLULUĞU SORGULAYANLARA
Deliler nasıl yaşarlar, neler yaparlar her zaman merak etmişimdir. Biz normal(!) insanlar öylesine benciliz ki, hiçbir zaman, elimizde var olanla yetinmesini bilmeyiz. Her zaman daha iyisini isteriz, çevremize bir baktığımızda, bizden daha kötü durumda olan insanların var olduklarını çoğu zaman fark etmeyiz bile. Çünkü gözümüz her zaman daha iyi durumda olan kişileri görür. Kıskanırız sadece. Bu bahsettiğim, ister maddi, ister manevi olsun hep böyledir. Bizim sahip olamadığımız şeylere sahip olan insanlar, asla o “şey”lere sahip olmayı hak etmezler. Aslında bizde olması gereklidir, onlarda değil… Mutluluk da bu “şey”lerden biridir. Evet, çevremizde gördüğümüz insanlar, her zaman mutludur bizim gözümüzde. Yanında sevgilisi olan mutludur, arabası olan mutludur, yolda yürüyen mutludur, koşan mutludur, oturan mutludur, kalkan mutludur… Her zaman insanlar bizden daha mutludur.
Bir banka oturmuş ağlayan genç kızı hepimiz görürüz ama çok azımız, “yazık neden üzülmüş, neden ağlıyor acaba” diye düşünürüz. Ağlayan bir kızdır sadece. Gözümüz; o kızı unutur, daha ilerdeki bir bankta oturmuş, suratındaki hafif bir tebessümle gökyüzüne bakan, bellikli “mutlu” olan kişiye dikkat kesilir, bu sırada ağlayan kızımızın tam önünden geçmekteyizdir. O anda telefonumuz çalar. Arayan annemizdir. “Efendim anneciğim?” diye telefonu açarız. Dünyanın en mutsuz insanı olmamıza rağmen en mutlusuymuş gibi bir ses çıkardığımızı kendimiz bile fark etmeyiz. Sadece “Anneciğim” lafını duyunca koşarak uzaklaşan “ağlayan kızımız” fark etmiştir. Kısacık bir konuşmadan sonra “bende öptüm anneciğim, beni merak etme ben çok iyiyim babama selam söyle.” Deriz. Biraz önce dolu olan bank şu an boştur. O bankta kimin oturduğunu bile hatırlamayız. İlerideki bank ise hala “mutlu adama” aittir. Bankta oturma kararı alırız. Önümüzden geçen kişilerin, her zaman bizden daha mutlu kişiler olduğuna karar veririz ve kocaman bir karamsarlık örtüsünü üzerimize çekeriz. Bu arada ilerideki banktaki adam kalkar ve bizim olduğumuz yöne doğru ilerler. Yürümesi mutluluğunu yansıtıyordur sanki önümüzden geçer ve onun mutluluğunu kıskanırız. Oysa “mutlu adamımız” zor bir karar ile intihar kararı almıştır. Yürüdüğü yol kendi sonuna giden yoldur. Hayatında en çok sevdiği insan olan, eski sözlüsü ilişkilerinin yürümeyeceğini söylemiş ve ayrılmıştır. Oysa daha iki gün önce sevdiğini söyleyen kadın da aynı kişidir. Dört yıllık sözlüsü, altı yıllık sevgilisidir. “mutlu adamımız” bu kadın uğruna daha iyi eğitim görebileceği büyük ve ünlü bir üniversiteye gitmek yerine, sırf, kadının yanında olabilmek için kendi memleketindeki, kendi bölümünün bile olmadığı bir üniversiteye kaydını yaptırmıştır. Artık mezun olmuş ama iyi bir iş bulamamıştır. Hepsini bir sevgili uğruna yapmıştır. Şimdi ne bir sevgilisi vardır, ne de bir işi… Babası, “artık kendi hayatını kuracaksın” diyerek “mutlu adamımızı” çoktan hayata atmıştır bile. Yaşaması için bir sebep kalmamıştır artık. Zor bela tuttuğu küçük evinin odasında, iplerden kurduğu düzeneğe kendini astığında biz hala bir banka oturmuş dünyanın gereksizliğini düşünüp, yüzümüzün hiç gülmediğine yakınırız. İnsanların nasıl mutlu olduğunu kendimize sorar dururuz ve kıskanırız. Ama bilmeyiz, genç kızımızın daha yeni annesini kaybettiğinin haberini aldığını, kızın koşarak uzaklaşmasının sebebinin daha birkaç gün önce onunda söyleyebildiği ama şimdi söyleyemediği “anneciğim” kelimesi olduğunu. Ya da bilmeyiz “bankta oturan mutlu adamın” aslında geçmiş hayatını gözden geçirdiğini, en mutlu anılarına ve hatta en mutsuz anılarına -özlediği zamanlarına- tebessüm ettiğini… Gülümsediği için bizden daha mutlu birisidir o, sanki biz hiç gülmüyormuşuz gibi. Sanki daha dün akşam barda içkileri birer-birer devirip arkadaşları ile bütün şarkılarda dans eden biz değilmişiz gibi… Sonunda akşam vakti yaklaşmıştır ve eve gitmemiz gerekir. Çünkü bu akşam da dışarı çıkma randevusu vermişizdir arkadaşlarımıza. Bar saati yavaş-yavaş yaklaşıyordur ve biraz olsun kendimizi mutlu hissederiz. Yolda giderken bir deli görürüz. Kendi halinde bir şeyler yapan, çocuklara maskara olmuş bir deli… İç geçiririz acımasızca, “şuna bak ya” deriz, “deli” deriz içimizden. Hor görürüz, çünkü “deli”dir o. Yanımızdan geçerken tiksinircesine bakarız, bar hayalleri ile yürümeye devam ederiz eve doğru, bir yandan da ne giysem düşüncesi ağır basmıştır. Oysa daha yarım saat önce mutluluğu arayıp, ne kadar mutsuz olduğumuzu düşünüyorduk. Çoktan unutulup gitmiştir o düşünce. Yanımızdan geçen deliye son bir hor bakışla arkamızı dönüp bakarız, mutluluğun sahibi olan esas kişinin o olduğunun farkında bile değilizdir…
Ben bu dünyada esas mutluluğu bulmuş olan insanların, deliler olduğunu düşünüyorum. O kadar masumlar ki esasında, bizim gördüğümüz kadarıyla, dünyadan bihaber yaşayıp durmaktalar. Biz ise sadece gelip geçici küçücük sıkıntılarımızı öylesine büyütüp kendimizi o kadar mutsuz bir insan haline getiriyoruz ki, burunlarımızın ucunda duran küçücük şeylerin bize en mutlu zamanlarımızı yaşatacağımızı fark edemiyoruz. Sonsuz bir gelecek kaygısıyla yaşıyor ama gelecek için çok az şey yapıyoruz. Belki de mutluluğumuza engel olan şey bu kaygının ta kendisidir. Deliler sadece ne yapmak istiyorlarsa yapıyorlar. Belki araba kullanıyorlar hayallerinde, belki rengârenk çiçeklerle dolu bir arazide, yemyeşil çimenlerin üzerinde koştuklarını hayal ederek asfaltta koşuyorlar, belki topluma açık çay bahçelerinde çalan müziklerde gönüllerince dans ediyorlar, bu şekilde mutlu oluyorlar yarım akıllarıyla. Gönüllerince hareket ederek, toplumda rezil olma kaygısı gütmeden mutlu oluyorlar. Belki de delilik her insanda olması gereken özgüvenden başka şey değildir. Bazen, “keşke bende gerçek bir deli olsaydım da normal(!) insanların deli damgası koyduğu şey esasında neymiş öğrenebilseydim” diyorum ve kısa bir yazı ile satırlarımı bitiriyorum:
..