Bir barda tanıştılar.Başlarında kavak yellerinin estiği yaşlardaydılar. Gençliğin coşkusu gözbebeklerinden fışkırıyordu. Oğlan kıza bira ısmarlamak istedi. Kız,'Cin tonik olsun'dedi.Delikanlının hoşuna gitti.'İyi içen kızlara bayılırım' dedi. Hikaye böylece başladı. Derin bir sohbete daldılar.hayattan,çiçeklerden,böceklerden söz ettiler. Fıkralar anlattılar. Gözlerinden yaş boşalana kadar güldüler. Ve gece ilerlerken,birbirlerine doğru elle tutulamayacak bir şeylerin aktığını,bir şeylerin alevlendiğini hissettiler. Sabaha karşı barmen ışıkları bir bir söndürmeye başlayıp kibarca 'Kapatıyoruz' dediğinde aşkın eşiğini geçmiş,kapıyı içerden sürgülemişlerdi bile. Kızın içinden 'Evim hemen şuracıkta,ne olur gel bana gidelim' diye geçiyordu,ama oğlana 'Geç oldu,ben artık eve gideyim' dedi.Oğlan 'Ben de senle geleyim'dedi ve ilk kez elini tuttu kızın. Alacakaranlıkta, Sovyet tarzı çirkin ve yüksek apartman bloklarının arasından bedenleri yürüyerek,ruhları aşkın tılsımıyla kanatlanıp uçarak ilerlediler. Kızın tek odalı,tertipli dairesine girdiler. Ve insanoğlunun şehvetle değil de aşkla yapabildiğine Tanrı'ya en çok yaklaştığı şeyi yaptılar,seviştiler. Sabahın ilk ışıklarıyla,saçları ve nefesleri birbirine karışarak uyudular. Ama oğlanı uyku tutmadı. Kalbi kafesinden uçacak gibiydi. Filmlerden gördüğü bir şey aklına geldi. Gidip bir demet gül bulmalıydı ve kız uyurken baş ucuna koymalıydı. Parmaklarının ucuna basarak çıktı evden. Asansörü bile uyandırmadan,merdivenlerden uçarcasına indi. Sağa koştu,sola koştu,sokakları aştı ve şans eseri,bahçesinden topladığı kır çiçeklerini bir otobüs durağında satan yaşlı bir kadına rastladı. Gülden de güzeldi bunlar,kokusu sokağı salmıştı. Parayı ödedi,çiçekler kucağında geriye döndü. Ve güzelim hikaye o an bitti... Karşında kabus gibi bir manzara vardı. Onlarca apartman. Hepsi birbirinin aynı. Rengiyle,renksizliğiyle. Birini ötekinden ayırmak imkansız. Hangisinden çıkmıştı? Kızcağız hangisinde şu dakika uykunun en tatlı yerindeydi? Sağa koştu,sola koştu. Gözüne kestirdiği bir apartmanın 'İşte burası' dediği dairesinden kızgın bir adamın küfürleriyle kovuldu. Adam bir de dönüp karısına,'Sabahın köründe sana çiçek getiren aşıkların mı var oruspu! ' diye bağırdı. Merdivenleri indi,çıktı. Umudun kırıntısı ter damlalarına ve öfkeye; öfke,gözyaşlarına ve umutsuzluğa dönüştü. Vahim hatasını çoktan anlamıştı,ama kabullenmek zor geliyordu. Elinde kır çiçekleriyle apartman merdivenlerini arşınladı,yabancı kapıları yumrukladı. Kızın uyandığını,istediğini alıp kaçan aşağılık oğlanın kokusundan kurtulmak için hırsla,gözyaşlarıyla duşa girdiğini düşündü. Kamera yükseldi,yükseldi,bir labirenti andıran apartmanların arasında oğlanın artık şuursuzca ve pencerelere doğru kızın adını haykırmasını gösterdi. Film bitti... Ne kadarı Kieslowski ya da Vajda'nın bir kısa filmiydi,ne kadarını ben kattım,gerçekten emin değilim. Mevzu galiba Varşova'da geçiyordu,ben Moskova'nın 'mikroreyon'larından birinde,akşamüstü bir adres ararken hatırladım. Metronun önünde genç bir çift,eve varmaya sabırları yetmez bir halde,apartman bloklarına doğru öpüşüp koklaşarak yürüyorlardı. Belki bir gün önce bir barda tanışmışlardı. Yanlarına gidip,'Aman adresi önceden iyi bir yere kazın,kaybetmeyin' diyecek oldum. Sonra kızın elinde kırmızı bir gülü fark ettim. Rahatladım. Kendi adresimi aramak için labirente bir kez daha daldım.
Bir barda tanıştılar.Başlarında kavak yellerinin estiği yaşlardaydılar. Gençliğin coşkusu gözbebeklerinden fışkırıyordu. Oğlan kıza bira ısmarlamak istedi. Kız,'Cin tonik olsun'dedi.Delikanlının hoşuna gitti.'İyi içen kızlara bayılırım' dedi. Hikaye böylece başladı.
Derin bir sohbete daldılar.hayattan,çiçeklerden,böceklerden söz ettiler. Fıkralar anlattılar. Gözlerinden yaş boşalana kadar güldüler. Ve gece ilerlerken,birbirlerine doğru elle tutulamayacak bir şeylerin aktığını,bir şeylerin alevlendiğini hissettiler.
Sabaha karşı barmen ışıkları bir bir söndürmeye başlayıp kibarca 'Kapatıyoruz' dediğinde aşkın eşiğini geçmiş,kapıyı içerden sürgülemişlerdi bile.
Kızın içinden 'Evim hemen şuracıkta,ne olur gel bana gidelim' diye geçiyordu,ama oğlana 'Geç oldu,ben artık eve gideyim' dedi.Oğlan 'Ben de senle geleyim'dedi ve ilk kez elini tuttu kızın. Alacakaranlıkta, Sovyet tarzı çirkin ve yüksek apartman bloklarının arasından bedenleri yürüyerek,ruhları aşkın tılsımıyla kanatlanıp uçarak ilerlediler. Kızın tek odalı,tertipli dairesine girdiler. Ve insanoğlunun şehvetle değil de aşkla yapabildiğine Tanrı'ya en çok yaklaştığı şeyi yaptılar,seviştiler.
Sabahın ilk ışıklarıyla,saçları ve nefesleri birbirine karışarak uyudular. Ama oğlanı uyku tutmadı. Kalbi kafesinden uçacak gibiydi. Filmlerden gördüğü bir şey aklına geldi. Gidip bir demet gül bulmalıydı ve kız uyurken baş ucuna koymalıydı. Parmaklarının ucuna basarak çıktı evden. Asansörü bile uyandırmadan,merdivenlerden uçarcasına indi. Sağa koştu,sola koştu,sokakları aştı ve şans eseri,bahçesinden topladığı kır çiçeklerini bir otobüs durağında satan yaşlı bir kadına rastladı. Gülden de güzeldi bunlar,kokusu sokağı salmıştı. Parayı ödedi,çiçekler kucağında geriye döndü. Ve güzelim hikaye o an bitti...
Karşında kabus gibi bir manzara vardı. Onlarca apartman. Hepsi birbirinin aynı.
Rengiyle,renksizliğiyle. Birini ötekinden ayırmak imkansız. Hangisinden çıkmıştı? Kızcağız hangisinde şu dakika uykunun en tatlı yerindeydi? Sağa koştu,sola koştu. Gözüne kestirdiği bir apartmanın 'İşte burası' dediği dairesinden kızgın bir adamın küfürleriyle kovuldu. Adam bir de dönüp karısına,'Sabahın köründe sana çiçek getiren aşıkların mı var oruspu! ' diye bağırdı.
Merdivenleri indi,çıktı. Umudun kırıntısı ter damlalarına ve öfkeye; öfke,gözyaşlarına ve umutsuzluğa dönüştü. Vahim hatasını çoktan anlamıştı,ama kabullenmek zor geliyordu. Elinde kır çiçekleriyle apartman merdivenlerini arşınladı,yabancı kapıları yumrukladı. Kızın uyandığını,istediğini alıp kaçan aşağılık oğlanın kokusundan kurtulmak için hırsla,gözyaşlarıyla duşa girdiğini düşündü. Kamera yükseldi,yükseldi,bir labirenti andıran apartmanların arasında oğlanın artık şuursuzca ve pencerelere doğru kızın adını haykırmasını gösterdi. Film bitti...
Ne kadarı Kieslowski ya da Vajda'nın bir kısa filmiydi,ne kadarını ben kattım,gerçekten emin değilim. Mevzu galiba Varşova'da geçiyordu,ben Moskova'nın
'mikroreyon'larından birinde,akşamüstü bir adres ararken hatırladım. Metronun önünde genç bir çift,eve varmaya sabırları yetmez bir halde,apartman bloklarına doğru öpüşüp koklaşarak yürüyorlardı. Belki bir gün önce bir barda tanışmışlardı. Yanlarına gidip,'Aman adresi önceden iyi bir yere kazın,kaybetmeyin' diyecek oldum. Sonra kızın elinde kırmızı bir gülü fark ettim. Rahatladım. Kendi adresimi
aramak için labirente bir kez daha daldım.