Issız bozkırın en tenha köşesi’nde; acının, göz yaşlarıyla harçlandığı, kendini sığdıramadığın; ama bozkırı kaplamış karın ve can alıcı soğuğunun yüzünden bırak dışarı adım atmayı; bunu, içerisinde bile yapamadığın, topraktan bir yatak ve köhne sobadan oluşan, gaz lambasının dahi olmadığı; ışığın, sadece sobadan çıktığı ki o da, mum ışığının dünya’yı aydınlatabileceği kadar; biri siyah, diğeri beyaz iki kapısının bulunduğu bir kulübede yaşamak gibiydi o günler…
Baban, toprak dolu yatağa uzanmış bir hâlde, daha önce hiç görmediği bir rüyânın içinde oradan oraya savruluyordu. Gözleri kapalı; ama ruhu, kartal edasıyla yükseliyor; bu, onu mutlu ediyor ve kapalı olan gözleri parlıyordu. Sen ise uykusuzluktan kan denizini anımsatan gözlerinle onun uyanmasını ve yatağa uzanıp bu tarifsiz yorgunluğuna son vermek istiyordun. Soba, yatağın yanı başında; sen, sobanın başında; ateş, sönmeye yüz tutmadan onu canlandırıyor; ama farkında olmadan da göz yaşlarınla söndürüyordun. Düşünceler geçiyordu aklından dur duraksız…
Ve her düşünce, peşinde sayısız soruyu da getiriyordu. Daha önce hiç görmediğin, cevaplandıramadığın ve seni korkutan sorular…
Sen, bu karmaşıklıklarla uğraşırken rüzgar da boş durmuyor; az önce sadece seslendiği kulübeye, “Seni yerinden sökeceğim” imâlarında bulunuyordu. Haksızda değildi; çünkü bu, onun doğasında vardı ve varolmak için gerektiğinde bunu da yapmalıydı. Kutsal bir melodinin içinde bir notaydı o…
Ölüm gibi…
O da zamanı geldiğinde gereğini yapmak ve eşsiz güftenin ve hârikulade bestenin sürekliliğini sağlamalıydı. Yaptı da gerektiğinde…
Bilmem kaç dakika geçti o kutlu gün geçeli...
Kutlu, mutlu gün...
Doğduğun, iyisiyle kötüsüyle sürdüğün ve bu döngünün içindeyken hayatıma girdiğin, üzerine tozun bile değemeyeceği kadar güzel günler yaşattığın, 'Aşkım' dediğin - 'Aşkım' dediğim ve terkettiğin bir günün yıldönümü, doğum günün...
Senin yanındayken mutluluğun, hayır...hayır... mutluluk değil, ondan daha yüce, ondan daha anlamlı adı her neyse, buldum; adını koyamadığım, adını koyamadığım hisleri yaşamamı sağlayan bir gün; ...
Ama senden uzaktayken ve sen beni istemezken ve ben o saatte yapayalnız seni düşlerken üzerimde özleminin en ağır yükleriyle, bana sensizliğin 'of ulan offf' seslenişini ve elimdeki sigarayı hüzün yükleyip yere fırlatmamı sağlayan bir gün...
Başımı yastığa koyduğum ân dönmesine sebep olan, uyutmayan, ayağa kalktığımda dengemi alt üst eden, yatmaya çalıştığımda yatağımı mezara, pencerenin dışındaki rüzgarın fısıltısını böcek seslerine çeviren, sonucu belli olan sorgu suâl soruların mahkum eden bir gün...
Pusu kurdum hayâllerime…
Yok kaçışları!
Ama var ihtiyacım…
Kötü geçmekte cümleten her ânım…
Avcısına tutsak olmuş bir av misâli ne yapacağımı bilmez bir hâldeyim. Kurban mı olacağım? Hayır.
Ama “ölümden beter” sözünün anlamı kanımla beraber dolaşıyor vücudumda…
Salkım salkım hüzün
Var yürek bağımda
Hepsi senin sözün
Feci ekşi tadında...
Bağ, bir gölün
Ne akreple yelkovanın kovalamacasın da
Ne küçük cocukların saf çığlıkların da
Ne kalbin sevgilerle doymasın da
...
Sen, adını 'Ayrılık' koydun;
Ben, adını 'Aşk' koydum.
Seninkinin ismi uzun,
Benimkinin ömrü uzun...
Göreceksin!
Göreceğim bugünü gözlerinde kutladığımı, sana sözüm olsun!
Ben, ben değilim,
Gittiğin günden beri,
Yanıyorum, hasretim,
O cennetten günlere.
Sensiz koca bir yalan,
Maviyi seviyorum ve daha fazla, koyulaşıp ad değiştirenini de…
En çok 'Sana çok yakışıyor' dediğin için seviyorum, bu lâfının üzerine söz söyleyemiyordum, söyleyemem de…
Bana, lâf söylemek değil, o renge bürünüp seninle birlikte engin göklerde ve derin sularda masallar yaratmak yaraşırdı. Hatırlıyorsun değil mi, biz o ân'a, o ân bize ne çok yakışırdı. Belki yakışmaktan öte, hani aşk'ın on parmağı olsa ve her parmağın bir marifeti, ilki 'o ân' olurdu. Diğerleri keyifli keyifli onu seyre koyulurdu; ama farkında olmadıkları hâlde mutlaka o ân'ın içinde olurlardı, bilmedikleri için hepsi, içlerinden onun yerinde olmayı ister, gözlerini kırpmadan izlerlerdi. Hayranlıkla…
Tanrı, bu gizi sadece Aşk'a anlattı, sonsuz kâinatın başlangıcına…
Aşk da bir gün bana rastladı gözü yaşlı uyandığımda ve bunu benimle paylaştı. O anlattı, ben ağladım; ama sevinçten, paylaştığı öyle yüce bir duyguydu ki söz geçiremedim gözlerimin kahverengi tayına…
Heyecandan aldı başını gitti dört nala…
'Ben' dediğim, 'Sen' dediğini dinle:
Sen ki 'Ben', yârim...
Yâr dediğin, sonu olan; ama bittiğinde yeni güne başlayamayacak hâle geldiğin beter gecelere ortak eder mi sevdiğini?
Ettin!
Yâr dediğin, gözlerde yaşlarla uyandırır mı sevdiğini, onu her gördüğünde gerçek olan rüyalarından?
Uyandırdın!
Beni yaktığın gibi? insanları da yakan yaz güneşi gibi? bir havada, bu gücü yarıp damlalarını bir aşk melodisi kılığında canlıların canına sunan o büyülü yağmur benim!
Ve diğerim...
Sen...,
...Sevdiğim;
En güzel seslenişin hep bana olsun
Ve
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!