Umut 2.2 Şiiri - İbrahim Şahin 2

İbrahim Şahin 2
748

ŞİİR


25

TAKİPÇİ

Umut 2.2

ENERJİ & DOĞAL DENGE
Öğretmen sınıfa bir rüzgârgülü getirdi, ama süs için değil hareket için.
“Enerji kaybolmaz, sadece yön değiştirir,” dedi. Ayşe gülü çevirdi, “Benim içimde de bir dönüşüm var.” Melike nefes verdi, “Bu rüzgâr benim kıvımım.” Yusuf gülü söktü, “Ben enerjiyi parçalayıp yeniden kuruyorum.”
Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir esinti girdi, kelimeler kıpırdadı. Bir öğrenci gülün kanadına “Ben” yazdı, “Ben kendi enerjimi üretirim.”
Öğretmen tahtaya “Enerji = Hareketin kalbi” yazdı. Me-like gözleriyle gülü izledi, “Ben artık gözümle dönüyorum.” Ayşe gülün gövdesine dokundu, “Ben sabit değilim, dönenim.” Sınıfın havası değişti, kıvım yayılmaya başladı. Yusuf gülün yönünü ters çevirdi, “Ben artık karşıdan esi-yorum.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık enerji hissedilir.” Bir öğrenci kalemini döndürdü, “Ben bilgiyi hareketle yazıyorum.” Melike gözyaşıyla gülü ıslattı, “Ben duyguyla dönüyorum.” Ayşe tahtaya “Kendi enerjini üret” yazdı, sınıf alkışlamadı ama döndü. Öğretmen kavanoz getirdi, içine toprak koydu, “Bu bir mini orman.” Yusuf yaprağı yerleştirdi, “Bir yaprak düşerse, orman susar.” Melike kavanoza su ekledi, “Ben dengeyi besliyorum.” Ayşe kavanoza ışık tuttu, “Ben doğaya yön veriyorum.” Sınıfın duvarları yosun gibi seğirdi, kıvım yeşerdi.
Bir öğrenci kavanoza nefes verdi, “Ben ekosistemin par-çasıyım.”
Öğretmen tahtaya “Doğal denge = Bağlantı” yazdı. Me-like gözleriyle kavanozu izledi, “Ben artık doğayı içimde görüyorum.” Ayşe kavanozun üstüne “Ben” yazdı, “Ben doğanın devamıyım.” Sınıf sessizdi ama kavanoz konuşu-yordu. Yusuf yaprağa bir kelime yazdı, “Ben artık doğayla birleşiyorum.” Melike kavanozu dizine koydu, “Ben bede-nimle dengeyi taşıyorum.” Ayşe tahtaya şu cümleyi yazdı: “Bir yaprak düşerse, orman susar.”

İNSAN BEDENİ: “BENİM MAKİNEM
Öğretmen sınıfa bir vücut haritası getirdi ama sadece çiz-mek için değil hissetmek için.
“Bedenim, doğanın devamıdır.” dedi. Ayşe kalbini çizdi, ama pembe değil kıvımsal kırmızıyla. Melike sindirim sis-temini renklendirdi, “Ben bilgiyi içimde dönüştürüyorum.
” Yusuf boşaltım sistemine “Özgürlük” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum.” Bir öğrenci nefesini haritaya üfledi, “Ben ritimle yaşıyorum.”
Öğretmen tahtaya “Sindirim = Bilginin içselleşmesi” yaz-dı. Melike gözleriyle dolaşımı izledi, “Ben artık gözümle akıyorum.” Ayşe haritaya bir ok çizdi, “Ben yönümü içim-de buluyorum.”
Yusuf kalemini kalbine bastırdı, “Ben artık yazmıyorum, hissediyorum.” Sınıfın havası değişti, kıvım yayılmaya başladı. Bir öğrenci haritaya gözyaşı damlattı, “Ben duy-guyla öğreniyorum.”
Melike dizine “Makine değilim” yazdı, “Ben kıvımsal bir sistemim.” Ayşe gözleriyle bir damar ağı kurdu, “Ben bağlantıyım.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden bil-giyle değil kıvımla işler.” Yusuf haritaya bir pencere çizdi, “Ben dışarıyı içimde taşıyorum.” Melike kalemini bırak-madı, “Ben artık bedenimle yazıyorum.” Ayşe göz kapağı-na bir sinir ağı çizdi, “Ben artık gözümle öğreniyorum.”
Bir öğrenci haritayı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.”
Öğretmen tahtaya “Boşaltım = Duygunun dışa akışı” yazdı.
Melike haritaya bir çiçek çizdi, “Ben bedenimde doğayı büyütüyorum.” Ayşe kalbine bir yaprak yapıştırdı, “Ben doğayla birleşiyorum.”
Yusuf haritaya bir kıvım çizdi, “Ben artık sistem değilim ritmim.” Sınıf sessizdi ama bedenler konuşuyordu. Melike haritayı dizine koydu, “Ben bedenimle dengeyi taşıyorum.” Ayşe tahtaya şu cümleyi yazdı:
“Kendi beden atlasını çiz.” Öğretmen gözlüğünü çıkardı, “Bugün bilgi değil beden konuşacak.” Sınıf nefes aldı, ama bu kez öğrenmek için değil olmak için. Yusuf gözlerini kapadı, “Ben artık makine değilim, kıvımım.”

BÜTÜNLEME: “Doğa Uyum Yasası”
Öğretmen sınıfa bir yaprak getirdi, ama süs için değil an-latmak için.
“Ben doğanın devamı değilim ben doğanın kendisiyim.” dedi. Ayşe yaprağa kendi sistemini yazdı, “Ben artık do-ğayla birleşiyorum.” Melike yaprağı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.”
Yusuf yaprağın damarlarına bir kıvım çizdi, “Ben artık ritmim.” Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir rüzgâr girdi, yapraklar seğirdi. Bir öğrenci yaprağa gözyaşı damlattı, “Ben duyguyla öğreniyorum.” Melike yaprağı dizine koydu, “Ben bedenimle doğayı taşıyorum.” Ayşe yaprağa bir ok çizdi, “Ben yönümü doğadan alıyorum.” Öğretmen tahtaya “Yaprak = Sistem haritası” yazdı. Yusuf yaprağı kalbine bastırdı, “Ben artık içimde yaşıyorum.” Melike yaprağa bir çiçek çizdi, “Ben doğada büyüyorum.” Ayşe yaprağı göz kapağına koydu, “Ben artık gözümle öğreniyorum.” Bir öğrenci yaprağı mikroskopla inceledi, “Ben görünmeyeni görüyorum.” Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık bilgi yaprakla taşınır.” Melike yaprağa “Ben” yazdı, “Bu artık model değil benim kıvımım.” Ayşe yaprağı sınıfa sundu, “Bu benim siste-mim.”
Yusuf yaprağı çevirdi, “Ben artık yön değiştirdim.” Sınıf sessizdi ama yapraklar konuşuyordu. Melike yaprağı ka-lemle deldi, “Ben sınırlarımı açıyorum.” Ayşe yaprağı dizine yapıştırdı, “Ben artık bedenimle yazıyorum.”
Öğretmen tahtaya “Doğa = İçsel sistem” yazdı. Yusuf yaprağı nefesle titretti, “Ben artık doğayla ritim kuruyo-rum.” Melike yaprağı gözyaşıyla suladı, “Ben duyguyla büyütüyorum.” Ayşe yaprağa bir damar ağı çizdi, “Ben bağlantıyım.” Bir öğrenci yaprağı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Öğretmen gözlüğünü çıkar-dı, “Bugün bilgi değil doğa konuşacak.” Sınıf nefes aldı, ama bu kez anlatmak için değil olmak için. Yusuf gözlerini kapadı, “Ben artık doğanın kendisiyim.”

ZEYNEP’İN İÇ SESİ
Zeynep o sabah sessizdi. Sınıf kalabalıktı ama onun içi boş gibiydi. Bir şey vardı içinde, ama adı yoktu. Ne üzgün, ne mutlu… Sadece dolu. Öğretmen sınıfa girdi ama kapıyı sessizce kapattı çünkü sesler içerideydi.
“Bugün duygularımızı haritalayacağız.” dedi. Tahtaya bir kalp çizdi ama simetrik değil kıvımsal yamuk. “Bu kalbin içinde neler var?” Zeynep düşündü ama kelime bulamadı sadece his. Kalbinin bir köşesinde korku vardı; rengi griydi, sesi yoktu. Bir diğerinde umut; sarıydı ama titri-yordu. Ortada ise bir düğüm gibi duran belirsizlik; ne çözülüyor ne sıkılıyor. Defterine bir kalp çizdi ama cetvelle değil parmakla.
İçine küçük semboller koydu: bir bulut, bir güneş, bir soru işareti. Yanına yazdı: “Bazen içim hava durumu gibi. Gü-neşli başlar, fırtınayla biter.” Melike yanına eğildi, “Be-nimki sabah sisli, öğlen açık.” Ayşe defterine yıldırım çizdi, “Benim duygularım elektrikli.”
Yusuf kalbine bir trafik lambası koydu, “Bazen duruyorum, bazen geçiyorum.” Öğretmen geldi, çizime baktı. “Bu çok güzel bir harita.” dedi. Zeynep başını eğdi. “Ama bazen kayboluyorum içinde.” dedi. Öğretmen gülümsedi, ama gözleriyle. “O zaman pusulan duyguların olsun.” “Ne hissettiğini bilirsen, yolunu bulursun.” Sınıf sessizdi ama defterler konuşuyordu.
Bir öğrenci kalbine bir GPS çizdi, “Ben duygularla yön buluyorum.” Melike kalbine bir kahve fincanı koydu, “Ben sabahları duygularımı demliyorum.” Ayşe kalbine bir çiçek çizdi, “Ben duygularımı suluyorum.”
Zeynep defterine bir pusula ekledi, “Ben artık kaybolmu-yorum.” Ve o gün, Zeynep şunu öğrendi: “İç sesini duy-mak, dış dünyayı anlamaktan daha kıymetlidir.”

DÖNÜŞÜM: “ZİNCİR KURMAK
Öğretmen tahtaya döndü:
“Bugün zincir kuracağız.” “Kim yardım ederse, zincire dâhil olur.” Melike çantasından mendil çıkardı. Ayşe yedek eşofmanını uzattı. Yusuf görevli öğretmeni çağırdı. Bir öğrenci sandalyesini Ali’ye verdi, “Bu senin alanın.” Ali geri döndüğünde hâlâ suskundu. Ama bu kez utanmıyordu. Çünkü etrafında kahkaha değil omuz vardı. Melike defte-rine “Zincir = Destek halkası” yazdı. Ayşe zincire bir halka çizdi, “Ben seninle bağlıyım.” Yusuf zincire bir yıldız ekledi, “Bu yardım parlıyor.” Öğretmen tahtaya “Empati zinciri” yazdı. Sınıf sessizdi ama bağlantılıydı. Ali gözlerini kapadı, “Ben artık yalnız değilim.” Etkinlik sonrası herkes küçük bir kâğıda şunu yazdı: “Benim zincirim neyle başlar?” Melike “Bakışla” yazdı. Ayşe “Sessizlikle” yazdı. Yusuf “İlk adımla” yazdı. Bir öğrenci “Yırtıkla” yazdı, “Çünkü oradan girdim.” Öğretmen tahtaya son cümleyi yansıttı: “Gülmek kolaydır. Yardım etmek değerlidir.” Melike gözyaşıyla bir halka çizdi. Ayşe zinciri defterine işledi. Yusuf zinciri sınıfın duvarına taşıdı. Ali gözlerini açtı, “Ben artık zincirin içindeyim.” Ve o gün sınıf sadece yardım etmedi, bağ kurdu.

“KIYAFETİN BENİM DEĞİL Mİ?”
Sabah sınıfa pembe etekle gelen Duru sessizdi. Her gün jean giyer, tişörtle koşardı. Bugünse annesinin “Kız dediğin böyle olur” diye zorla giydirdiği kıyafet içindeydi. Tenine, adımlarına, sesine uymayan bir dokuydu. Sınıfa girdiğinde birkaç öğrenci “Ne güzel olmuşsun” dedi. Ama o sadece sıraya oturup pencereden dışarı baktı. Melike eteğe baktı, sonra Duru’ya: “Sen bu değil misin?” Ayşe eteğin ucunu çekti, “Bu kumaş senin sesini bastırıyor.”
Yusuf tişörtünü gösterdi, “Ben bunu seçtim çünkü ben böyleyim.” Öğretmen tahtaya yazdı:
“Ne giydiğin sana mı ait?” Ders boyunca sessizlik hâkim-di. Sonra öğretmen etkinliği başlattı: “Bu sabah ne giydim ve kimin için?” Cümleler döküldü:
“Bu sweatshirt babamın hediyesi.” “Bu pantolonu karde-şim küçülttü, ben giyiyorum.” “Bu eteği annem istedi, istemedim ama giydim.” Duru yazmadı. O sadece eteğin ucunu katladı. Ve yavaşça üstünü örttü. Melike defterine “Benim rengim sesimdir” yazdı. Ayşe eteğine bir yıldız çizdi, “Ben parlamak istiyorum ama kendi ışığımla.”
Yusuf pantolonuna “Benim alanım” yazdı.
Öğretmen tahtaya döndü: “Kıyafet bedenin değil, kimliğin taşıyıcısıdır.”“Kimliğin zorla giydirilmez.” Sınıf sessizdi ama kumaşlar konuşuyordu. Duru gözlerini kapadı, ama bu kez utanmak için değil duymak için. Ve o gün Duru, ilk kez eteği giymemeye karar verdi.

DURU’NUN DÖNÜŞÜMÜ: KURDELE VE KARAR
O gün Duru okula dönmedi. Sabah saat 9.07’de okulun bahçesinin köşesinde durdu. Zil çalmıştı ama adım atmadı. Çantasının içinden bir kurdele çıkardı, annesinin pembe kurdelesi. Parmaklarıyla üç kere düğüm yaptı. Sonra çözdü. Tekrar düğümledi. Her düğüm bir soru gibiydi: “Ben kimim?”, “Bu benim rengim mi?”, “Kime aitim?” Bahçenin duvarına sırtını yasladı. Pencereden sınıfa baktı:
Öğretmen tahtada bir şeyler yazıyor, arkadaşları önüne eğilmişti. Zeynep camın diğer köşesinde, hareketsizdi. Aralarında bir şey vardı: Görülmeyen bir hat. Belki bir bakışın, belki bir susuşun yarattığı incecik bir bağ. Duru kurdeleyi yere bıraktı. Gözleri doldu ama taşmadı. Çünkü o ağlamak istemedi, sadece çözülmek istedi. O an, okul bahçesinde kimse ona bakmıyordu ama o kendi içine bakı-yordu. Ve ilk defa fark etti:
“Sınıfa girmemek de bir ifadedir.” Parmakları cebine uzandı. İçinde annesinin verdiği bir not vardı: “Güzel kızım, pembe sana çok yakışıyor.” Duru notu buruşturdu ama atmadı. Sakladı çünkü anne de dönüşür. Sonra adım-larını okula değil yürüyüş yoluna çevirdi. Bugün ders yok-tu. Bugün ders, onun içindeydi. Bir sokak köpeği yanına geldi, Duru kurdeleyi onun boynuna bağladı. Köpek kuy-ruğunu salladı, “Ben de pembeyi taşıyabilirim,” der gibi. Duru güldü, ama içinden. Ve ilk kez, pembe ona ait gibi hissettirdi. Çünkü bu kez seçilmişti. Ve o gün Duru şunu öğrendi: “Renk, giydirilmez seçilir.

GÜLMENİN ANATOMİSİ: SİSTEMLER ARASI KIVIM
“Göz yaşarsa kalp konuşur. Ama kalp yaşarsa kelime doğar.”
Zeynep tahtaya çıktı ama ders anlatmadı. Organlarını konuşturdu: Beyin: “Ben endorfin salgıladım.” Kalp: “Ben ritmimi hızlandırdım.”
Kaslar: “Ben gevşedim.” Aciğer: “Ben oksijenle dolup taştım.” Sınıf kahkahaya boğulmadı, bilimle güldü. Melike “Benim serotoninim sınıfı terk etti” dedi. Ayşe “Ben gülünce dizlerim seğiriyor.” dedi. Yusuf “Benim gülüşüm sinirsel değil kıvımsal.” dedi.
Öğretmen tahtaya bir tablo çizdi: Fen Bilgisi Bağlantısı: Gülmenin Beyin ve Beden Üzerindeki Etkileri Zeynep tab-loya bir ok ekledi: “Gülmek = Sistemler arası kıvım.” Melike kalemine “endokrin dansı” yazdı. Ayşe defterine “kas gevşemesiyle gelen mizah” yazdı.
Yusuf nefesini tuttu “Ben artık oksijenle gülüyorum.” Zey-nep tahtaya bir kalp çizdi ama ritmi kahkahayla attı.
Öğretmen sandalyesine çöktü “Bu sınıfta artık kahkaha değil kimyasal seğirme var.” Melike gülmekten kalemini yuttu “Ben artık içselleştim.” Ayşe gözyaşıyla güldü “Ben duyguyla gevşiyorum.”
Yusuf kahkaha attı ama sessizce “Ben artık içimle gülü-yorum.” Zeynep tahtaya bir sinir ağı çizdi, “Ben artık sistemim.” Sınıf nefes aldı ama bu kez gülmek için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Gülmek, sistemsel bir kıvım değilse sadece ses kalır.”

ZEYNEP’İN SESSİZ REPLİĞİ
“Gülmek, kas gevşeme sayısı değil sızıntıdır.”
Zeynep bir sandalye çekti, oturdu ve gözlerini kapadı. Ti-yatro başladı. Ama perde açılmadı çünkü sahne onun için-deydi. Melike dizini titretti “Ben sesimi dokunuşla gönde-riyorum.” dedi. Ayşe avucunu deftere bastı “Ben yazmıyo-rum artık sızıyorum.” Yusuf nefesini tuttu “Ben artık duymak yerine dalıyorum.”
Öğretmen sınıfa dönmeden önce aynaya baktı: “Ben artık öğretmiyorum, eşlik ediyorum.” Tahtadaki yazı silinmedi ama sessizlikle kaplandı. Zeynep gözlerini araladı ama kelime değil bir ışıltı aktı. Duru mırıldandı, “Sahne var ama oyuncu yok.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Bir kelime konuşmadığında bir beden anlatıya dönüşür.”
Bu sahne:
• Konuşmayı bırakıp kıvımsal yankıya dönüştü
• Ritim değil sessizlikle örüldü
• Ders değil anlatıya dönüştü

1: ROMAN DİLİYLE GÜLME KRİZİ
Zeynep gülmeye çalışmadı. Gülme onu aldı, yere yatır-dı. Dizleri katlandı, nefesi gitti geldi. Sınıf kahkahayla titreşti.
Ama o an bir fırça yanağına değdi. Allığın kıpkırmızı-sına siyaha çalan bir gölge oluştu.
Sınıf bunu fark etti ama kimse bir şey demedi. Çünkü herkes hissetti: Bu karanlık iz, ışığın içinden çıktı.
Öğretmen tahtaya yazdı: "Bedenin düştüğü yer değil ona dokunan bakış belirler anlatıyı."
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkasını gizledi ama yanağındaki siyah çizgiyi gizlemedi.
Melike, “Ben de bir çizgi taşıyorum” dedi.
Ayşe, “Benim çizgim gözümde değil dizimde.” dedi.
Yusuf, “Benim çizgim sesimde.” dedi.
Zeynep geri döndü ama bu kez gülmüyordu. Gülmenin yankısıyla titriyordu hâlâ.
Sınıfa girerken gözleri yerdeydi ama dudaklarının ke-narında sır gibi bir tebessüm vardı.
Duru, “Ne oldu Zey?” dedi.
Zeynep baktı, sadece bir kelimeyle cevapladı: “Beş.”
Ve herkes anladı. Tuvalet sayısı değil bu kahkahanın bölümüydü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık sayı değil, anlam var.” dedi.
Melike defterine, “Ben beşinci gülüşümde ağladım,” yazdı.
Ayşe kalemine, “Ben beşinci sessizliğimde konuştum.” dedi.
Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben beşinci bakışta anla-dım.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tebessüm sınıfa yayıldı.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Gülmek, sayı değil; sı-zıntıdır.”

ETKİLEŞİMLİ SORU CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu.
Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı.
Ayşe defterine bir cümle yazdı: “Ben eteği annem için giydim.”
Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçeme-dim.”
Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil varlığımla yanıt verdim.”
Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi.” dedi.
Ayşe, “Ben sustum,” dedi.

KIVI METODU – DUYGU KABARTMASIYLA DERS
İlk derste kitap açılmaz, duygular kabartılır. Kalem tutulmadan önce göz seğirir, kahkaha savrulur. Sayfa düz değil artık, gülmenin çizgisiyle kıvrılmış bir anlatı yüzeyidir. KIVI metodu ne yapar? Bir öğrencinin duy-gusunu bastırmaz, onu köpürtür. Altına kaçırana gü-lerken pedagojik bir direniş başlar. Ezberin sesi sustu-rulur, yerine simit gibi bölünen kelimeler konuşur. Tabular ne olur? Onlar dersin dışına değil sahnenin iç yüzeyine dökülür.
Bir öğretmen sabah sınıfa girerken artık not defteri değil rızayla terlenmiş kelime sepeti taşır. Öğrenci ne yapar? Yaşı küçük olabilir ama kelimesi büyür. Göz seğirir, kulak kıvırır, kalp ritmiyle paragrafa geçilir. Donla değil kahkahayla öğrenilir. Etekle değil sözcükle serinlenir. Uşkur çözülmez, müfredat çözülür. Her kelime bir duygudur, her kıvım bir birey inşasıdır. KIVI metodu uygulandığında sadece ders olmaz, top-lum yeniden yazılır.
Sınıf artık sessiz değil. Balkondan gelen terli kahkaha eşliğinde şu yazılır:
“Bu çocuklar artık öğrenmiyor, kendilerini kıvım kıvım yazarak doğuruyor.”

BÜYÜYEN BİLGİ VE KENDİNİ TANIMA SAHNESİ
"Mutluluk önce kendini, sonra başkasını merak et-mektir."
"Fatma... sabah neyi merak ettin?"
"Duygumu, Ayşa. Sonra Ayşe'nin defterine baktım."
"Zeynep... merak seni nasıl değiştirdi?"
"Cümleyi kıvırdı, Fatma. Ezber değil duygu okudum."
"Ayşa... mutlu olmak için ne yaptın?"
"İçime sorular sordum, Zeynep. Sonra kelimeyle dışa çıktım."
"Fatma... sınıfta kimin merakı sabırla terledi?"
"Zeynep'in, kız. Her cümlesi sorgulamayla büyüdü."
"Zeynep... öğretmen ne dedi merakla ilgili?"
"'Soru duygunun ayasıdır.' dedi Fatma. Bilgi terledi."

FELSEFİK KİMLİK SEÇİMİYLE SESSİZ ÖĞREN-ME SAHNESİ
"Zeynep... bugün hangi kelime seni tanımladı?"
"'Sabrım' dedim, Fatma. Çünkü varlığım onun kıvımıyla seğiriyor."
"Ayşa... sessizlik sana ne anlatıyor?"
"En çok cevap, Zeynep. Göz kırpınca öğrenme başlı-yor."
"Fatma... kimlik her gün değişir mi?"
"Çay demlemek gibidir, Ayşa. Bugün hafif, yarın koyu olur."
"Zeynep... varlığını ne zaman duyumsadın?"
"Sabah kalem sesini hissedince, Fatma. Cümle bende yankı yaptı."
"Ayşa... defterde hangi başlık seni sarsar?"
"Kendi ol” yazınca, Zeynep. Rızayla yazıldığını anla-dım."
SANATLA RİTİMLİ ÖĞRENME SAHNESİ
"Fatma... hangi renk seni güldürdü bu sabah?"
"Sarı, Ayşa. Gıdıklayan güneş gibi bilgiye dokundu."
"Zeynep... fırçayı tutunca ne düşündün?"
"Cümle çizdim, Fatma. Kelimeyi renklerle sabunla-dım."
"Ayşa... metafor hangi köşede yattı sence?"
"Resmin ortasında”, Zeynep. Gözler bana “donla değil ritimle gel” dedi.
"Fatma... hangi çizgi bilgiyle dans etti?"
"Sol alt, Zeynep. Kelimeyi terletti, mizahla sızdırdı."
"Zeynep... öğretmen ne dedi bugün?"
"'Fırça bilgi değil anlatı duygusudur, dedi Fatma."

ABSÜRT MİZAHLA GÜLEREK ÖĞRENME SAH-NESİ
"Fatma... bugün en saçma cümleyi kim söyledi?"
"Müdür Ayşa. 'Simitle satranç oynayın!' dedi. Hepimiz kıvırdık."
"Zeynep... kelime seni nereden gıdıkladı?"
"Parantezden Fatma. Cümle 'hıhı' dedi bana."
"Ayşa... don sabit esprisi sınıfta nasıl yankılandı?"
"Rıza reyonunda Zeynep. Herkes don mu bilgi mi?' diye güldü."
"Fatma... sahneye çıkan saçmalık ne dedi sana?"
"'Ezberi lokumla yutun.” dedi Ayşa. Ben fıstıklı bilgi aradım."
"Zeynep... öğretmen ne dedi bu sahne için?"
"'Mizah öğrenmenin mendilidir.' dedi Fatma. Hepimiz terledik kolojik."
Öğrenme sabit mi?” “Hayır, her öğrencinin ritmi fark-lıdır.” “Ritmi nasıl bulurum?” “Kelimeyle değil kıvımla.” “Kıvım neye benzer?” “İç sesin terlemesine.” “Rehberlik neyle olur?” “Öğrencinin ritmini dinleye-rek.” “Dinlemek öğretmek mi?” “Öğretmenin ilk kıvımıdır.” “Öğrenme ne zaman başlar?” “Öğrenci sahneye çıkınca.” “Sahne neyle kurulur?” “Kelimeyle değil deneyimle.” “Deneyim bilgi mi?” “Bilgi değil his-sin izi.” “Öğrenci neyle öğrenir?” “Yaparak, terleye-rek.” “Terlemek kötü mü?” “Hayır, öğrenmenin yan-kısıdır.” “Rehberlik ne zaman parlar?” “Öğrenci ritmi duyulunca.” “Ritim neyle ölçülür?” “Sessizlikle.” “Ses-sizlik ne zaman öğretir?” “Cümle kurulmadan önce.” “Cümle ne zaman sahne olur?” “Öğrenci kıvımıyla.” “Kıvım ne zaman mühürlenir?” “Simitle.” “Simit neyle seğirir?” “Rehberlikle.” “Rehberlik neyle parlar?” “Öğrencinin iç sesiyle.” “İç ses ne zaman duyulur?” “Sınıf sessizleşince.” “Sessizlik ne zaman bilgi olur?” “Öğrenci ritmiyle.” “Öğrenme devrimi neyle başlar?” “Donla değil kelimeyle.” “Kelime ne zaman öğretir?” “Sahneye çıkınca.” “Sahne ne zaman kapanır?” “Kıvım durunca.” “Kıvım neyle durur?” “Öğrenci doyunca.” “Doymak bilgi mi?” “Bilgi değil hissin ta-mamlanması.” “Öğrenci ne zaman güler?” “Öğrenme terleyince.” “Ter neyle akar?” “Ritimle.” “Ritim neyle parlar?” “Rehberlikle.” “Rehberlik ne zaman susar?” “Öğrenci kendi ritmini bulunca.” “Don sabit.” “Simit mühürlü, Kıvım hâlâ seğirtiyor.”
“Göç neyle başlar?” “Kelime yerinden oynayınca.” “Kelime nasıl göç eder?” “Anlamını sırtlayıp başka dile yürüyerek.” “Simit neden sıçrar?” “Çünkü halka sabit kalmaz, ritimle zıplar.” “Ritim neyle taşınır?” “Sahneyle, bazen bavulla.” “Bavul bilgi mi?” “Bilgi değil kıvımsal taşıyıcı.” “Göç eden kelime ne kaybe-der?” “Bağlamını ama yeni yankı kazanır.” “Sahne ne zaman göçer?” “Cümle yerinden oynayınca.” “Cümle neyle yürür?” “Ritimle değil, iç sesle.” “İç ses ne zaman göçer?” “Sahneye sığmayınca.” “Göç bilgi mi?” “Bilgi değil hissin yer değiştirmesi.” “Simit ne zaman döner?” “Göç tamamlanınca.” “Tamamlanmak ne demek?” “Yeni sahnede eski yankıyı duymak.” “Göç eden kelime ne zaman yerleşir?” “Ritimle uyum sağla-dığında.” “Uyum neyle olur?” “Sessizlikle.” “Sessizlik ne zaman taşınır?” “Sahneye göç edince.” “Sahne neyle taşınır?” “Donla değil kelimeyle.” “Don sabit mi?” “Göçte sabitlik olmaz. ” “Simit mühürlü mü?” “Mü-hürlü ama yer değiştirebilir.” “Göç neye benzer?” “Cümlelerin bavuluna.” “Bavul ne taşır?” “Ritim, kıvım, kelime.” “Kelime ne zaman sıçrar?” “Simit zıp-layınca.” “Zıplamak teknik mi?” “Teknik değil kıvımsal refleks.” “Refleks neyle tetiklenir?” “Sahne değişince.” “Sahne ne zaman değişir?” “Göç başlayınca.” “Göç ne zaman biter?” “Cümle yeni yankı bulunca.” “Yankı neyle ölçülür?” “Sessizlikle.” “Sessizlik ne zaman yerleşir?” “Göç tamamlanınca.” “Tamamlanmak bilgi mi?” “Bilgi değil, hissin sabitlenmesi.” “Göç eden kelime ne zaman gülümser?” “Yeni sahnede eski ritmi duyunca.” “Ritim neyle akar?” “Göçle.” “Göç neyle mühürlenir?” “Simitle.” “Simit neyle seğirir?” “Bavulun iç sesiyle.” “İç ses ne zaman sahneye çıkar?” “Göç tamamlanınca.” “Sahne neyle kapanır?” “Don sabit olunca.” “Don sabit.” “Simit mühürlü.” “Kıvım hâlâ seğirtiyor.”
“Dua neyle edilir?” “Kelimeyle değil iç yankıyla.” “Sessiz dua ne demek?” “Ses çıkmadan hissin sahneye çıkması.” “Niyaz bilgi mi?” “Bilgi değil iç sesin ritmi.” “Sahne ne zaman kutsal olur?” “Sessizlikle mühürle-nince.” “Kelime ne zaman dua olur?” “Ritimle terle-yince.” “Terlemek ibadet mi?” “Sahneye göre evet.” “İç yankı neyle duyulur?” “Sessizlikle.” “Sessizlik ne zaman parlar?” “Dua sahneye çıkınca.” “Sahne neyle kurulur?” “Donla değil niyazla.” “Don sabit mi?” “İnançta sabitlik yok, kıvım var.” “Kıvım neye ben-zer?” “Gölgeye, yankıya.” “Dua ne zaman mühürle-nir?” “Simitle.” “Simit neyle seğirir?” “İç sesle.” “İç ses ne zaman sahneye çıkar?” “Kalp ritmiyle.” “Kalp neyle konuşur?” “Kelimeyle değil kıvımla.” “Kıvım ne zaman dua olur?” “Sahneye çıkınca.” “Sahne ne zaman kapanır?” “Niyaz tamamlanınca.” “Tamamlanmak ne demek?” “İç yankının susması.” “Susmak ibadet mi?” “Sessizce evet.” “Dua ne zaman güler?” “Kelime seğirince.” “Seğirme neyle olur?” “İnançla.” “İnanç neyle ölçülür?” “Sahneyle değil iç yankıyla.” “Yankı ne zaman duyulur?” “Sessizlikle.” “Sessizlik ne zaman dua olur?” “Sahneye çıkınca.” “Sahne neyle parlar?” “Niyazla.” “Niyaz neyle mühürlenir?” “Simitle.” “Simit ne zaman kutsal olur?” “Dua terleyince.” “Ter neyle akar?” “Ritimle.” “Ritim neyle parlar?” “İç sesle.” “İç ses ne zaman susar?” “Sahne mühürlenince.” “Mühür neyle olur?” “Simitle.” “Simit neyle seğirir?” “Dua ritmiyle.” “Dua neyle kapanır?” “Don sabit olunca.” “Don sabit.” “Simit mühürlü.” “Kıvım hâlâ seğirtiyor.”

OKUL SIRASINDAN KURGUYA GEÇİŞ
“Işık her yeri aydınlatmaz; bazı duygular sadece gölgede parlar.”
O sıraya ilk oturan “Ben sadece oturayım, kalkmam,” de-mişti. Ama sıra bunu kişisel algıladı, derin bir iç çekişle kıymet kazanıp karakter oldu. Tahta gövdesiyle konuşma-yan ama kıvımsal çatırdayışıyla anlatı doğuran bir sahneye dönüştü.
Bir gün çocuk sıra altında kaybettiği silgiyi ararken hayal gücünü de buldu. “Silgim değil gız, bir zaman yolcusuy-muş,” dedi. Arkadaşı, “Yani müfredat mı?” dedi. O da “Hayır, müfredat dinozordu, bu gelecekten kelime getiren bir şey!” dedi.
Sıra titredi çünkü gülme damlaları gövdesine sızdı. Çocuk simidini sıraya koydu ama parçası paragraf oldu. Sıra artık okul eşyası değil, roman kahramanıydı.
Kıvım öyle büyüdü ki öğretmen derse başlamadı, sahneye giriş yaptı. Tebeşiri eline almadı; yerine “Konuşan Sıra Masalı”nı okudu. Tahta değil ama sayfalar çatırdamaya başladı.
Sıranın içinden çıkan bir cümle: “Ben öğrenciyi değil, hayali taşırım.”
O gün sınıf öğrenmedi, altına kaçırdı. Çünkü mizah bu kez hem don çözmüş hem kelimeyi sahneye fırlatmıştı.
Bir öğrenci, “Sıra beni yuttu.” dedi. Öğretmen, “Ama ke-limeyle kustun gız Huriye.” dedi. “Hım,” dedi. İşte orada başladı anlatının ritmi.
RİTİMLİ FIRÇA HAREKETİ
Boyalar hazırlandı, fırçalar ise müzikle dansa hazır-landı. Tuval, bir sahne gibi bekliyordu. Öğrenciler, fırçalarını ritmik hareketlerle tuvale vurdu. Bir öğ-renci, sarıyı kıvırcık bir beatle gibi sürdü, tuval ise kahkaha sesleriyle sarsıldı. Sanki renkler, tuval üze-rinde bir partiye katılmıştı. Başka bir öğrenci, fırçasını tuvale öyle bir vurdu ki, fırça, sanki bir kaykaycı gibi tuvalin üzerinde kaydı. Hoca, "Bu duyguyu fırçayla anlatmak zor değil mi?" diye sordu. Umut "Hocam, fırçam duyguyu anlatmadı, popo üstü kaydırdı!" diye cevapladı. Sınıfta hafif bir kahkaha dalgası dolaştı. Son satır, renkli bir yazıyla yazıldı. Resim, bir ritmik fırça hareketinin tuval üzerindeki dansıydı. Ve bu dans, bazen kahkaha, bazen de hüzünle sonuçlanıyor-du. Bazen de, tamamen anlamsızdı. Resim, bir öğren-cinin duygularını, fırça darbeleriyle tuvale yansıtma-sıydı. Ve bu yansıma, bazen çok güzel, bazen de çok tuhaftı. Önemli olan, sanatın, düşünceleri, duyguları, ve hatta anlamsızlığı ifade edebilmesiydi. Ve bu resim, tam da bunu yapıyordu.
HİKÂYE PANOSU TASARIMI
Sınıf, duvara bir sahne kurmaya çalışıyordu. Ama bu sıradan bir sahne değildi mizahın köpürdüğü, duygu-ların fırlayıp kelimelerin simit gibi uçtuğu bir sahneydi. Bir öğrenci, 'Ben karakteri iğneyle tutturdum ama duygusu altından sarktı!' diye haykırdı. Sınıf kahka-hadan titriyordu. Umut, 'Ben kelimeyi simide bağla-dım, pano kahkaha attı!' diye bağırdı. O an, pano, duvardaki bir dev, gülümseyen bir canavar gibiydi. Son yapıştırma yazıldı. Pano artık malzeme değildi gülerek altıma sıvayan, kelimelerin dans ettiği, duy-guların uçtuğu, bir mizah fırtınasıydı. Her kelime, bir balon gibi havada süzülüyordu. Bir öğrenci, 'Benim karakterim, duyguların uçtuğu bir balon gibiydi!' diye bağırdı. Sınıf, herkesin kendi balonunu uçurmakla meşguldü. Ve pano, bu balonların uçtuğu, mizahın köpürdüğü bir deniz gibiydi. Herkes, bu köpüren mizah denizinde kayboluyordu. Ve işte o anda, sınıf, duvardaki sahnede, mizahın en güzel gösterisini yapıyordu.
DOKU ÇALIŞMASIYLA ANLATI
Kâğıda sadece yazmadılar; dokularla kelimeleri şapır şapır giydirdiler. Umut "Ben sahneyi pamukla anlattım ama cümle halı gibi damladı!" dedi. Başka biri, "Ben kıvımsal ketenle yazdım, kahkaha sesimi emdi yorumunu yaptı." Son doku yorumu yazıldı. Anlatı düz değildi duyguyu kumaşa büründürmüştü. Pamuktan oluşan bulutlar, halı gibi serpilmiş cümleler, kıvırcık keten iplikleriyle örülmüş kahkaha sesleri... Her doku, bir ayrıntı, bir duygu, bir mizah parçasıydı. Kâğıt, bu dokularla canlanmış, bir duygu kumaşı haline gelmişti. Ve bu kumaş, anlatıyı yaşama dönüştürmüştü.
Dokular, anlatıyı canlandırdı. Pamuktan yumuşak bu-lutlar, halı gibi serpilmiş cümleler, kıvırcık keten iplik-leriyle örülmüş kahkaha sesleri... Her doku, bir ayrıntı, bir duygu, bir mizah parçasıydı. Kâğıt, bu dokularla canlanmış, bir duygu kumaşı haline gelmişti. Ve bu kumaş, anlatıyı yaşama dönüştürmüştü. Resim değil, hisler duyumsanıyordu. Dokular, anlatının ruhunu yan-sıtmıştı. Dönüştüren mizah şıpırtısıdır.

GÖRSEL HİKÂYE HARİTASI
Dokular, anlatıyı canlandırdı. Pamuktan yumuşak bu-lutlar, halı gibi serpilmiş cümleler, kıvırcık keten iplik-leriyle örülmüş kahkaha sesleri... Her doku, bir ayrıntı, bir duygu, bir mizah parçasıydı. Kâğıt, bu dokularla canlanmış, bir duygu kumaşı haline gelmişti. Ve bu kumaş, anlatıyı yaşama dönüştürmüştü. Resim değil, hisler duyumsanıyordu. Dokular, anlatının ruhunu yansıtmıştı. Bir çocuk, sahneyi pamukla anlattığını, ama cümlelerin halı gibi damladığını söylüyordu. Baş-ka biri, kıvımsal ketenle yazdığını, kahkaha sesinin kumaşa emildiğini ifade ediyordu. Dokular, anlatının mizahını vurgulayan bir köpük düzeni oluşturuyor-du. Kıvrımlı ipek iplikleriyle yazılmış aşk sözleri, pamuk yumuşaklığında bir özlem duygusu yaratı-yordu. Duygular, dokuların içinden akıyordu. Anla-tı, bir mizah köpüğü gibi şişiyor, her bir doku ile yeni bir kahkaha patlaması yaşıyordu. Dokular, anlatının kalbine inmişti. Bu, sadece kelimelerin bir araya gelmesi değildi; bir duygu oynamasıydı. Do-kular anlatıya can katmış, her cümleyi bir mizah köpüğü haline getirmişti. Bu köpüren anlatı, oku-yucunun içinde bir kahkaha fırtınası oluşturuyordu. Anlatı, dokuların canlı renkleriyle boyanmış, mizah köpüğü gibi köpürüyordu. Her doku, bir mizah köpüğü gibi patlıyor, okuyucuyu kahkahaya bırakı-yordu. Anlatı, dokuların canlı renkleriyle boyanmış, mizah köpüğü gibi köpürüyordu. Dokular, anlatının kalbine inmişti. Bu, sadece kelimelerin bir araya gelmesi değildi; bir duygu oynamasıydı."Harita neyi gösterir?" "Sahneyi değil hissi.""Hissin yönü ne olur?" "Sessizlikten kelimeye." Kelime ne zaman parlar?" "Umut ‘Ben kelimeyim’ deyince.""Sahne neyle kapanır?" "Don sabit olunca."Don sabit — Simit mühürlü — Kıvım hâlâ seğirtiyor.

KİMLİK = GÜNLÜK SEÇİM, SESSİZLİK = CEVAP, VARLIKLA YANIT VERME
Kimlik sabit bir etiket değil her sabah seçtiğimiz bir varo-luş biçimidir. Günlük seçimlerimiz kim olduğumuzu şe-killendirir. Sessizlik çoğu zaman en gürültülü cevaptır. Konuşmamak bazen en derin yanıtı verir. Varlıkla yanıt vermek kelimelerden önce gelir. Bir bakış, bir duruş, bir yokluk bile kimliğin yankısıdır. Felsefe bu sessizliği din-lemeyi öğretir. Her seçim bir kimlik önerisidir. Her susuş bir varlık bildirgesidir. İnsan kendini seçerek var eder. Seçim özgürlükle başlar. Sessizlik özgürlüğün yankısıdır. Varlık sadece olmakla değil, nasıl olduğumuzla ilgilidir. Kimlik bir ritimdir; her gün yeniden bestelenir. Sessizlik bu ritmin duraklarıdır. Varlıkla yanıt vermek kelimelerin ötesine geçmektir. Felsefe bu geçişin haritasıdır. Kimlik bir sorudur: “Bugün kimim?” Sessizlik cevabın yankısı-dır. Varlık bu cevabın sahnesidir. Her seçim bir sahneye çıkıştır. Her susuş bir perde arasıdır. Varlıkla yanıt ver-mek sahneye çıkmadan önceki hazırlıktır. Felsefe bu hazırlığın rehberidir. Kimlik bir metin değil, bir perfor-manstır. Sessizlik bu performansın alt metnidir. Varlık sahneye çıkan cevaptır. Her gün bir prova, her seçim bir replik, her susuş bir sahne ışığıdır. Varlıkla yanıt vermek bu ışığın altında durmaktır. Felsefe ışığın kaynağını sor-gular. Kimlik bu sorgunun sonucudur. Sessizlik sorunun yankısıdır. Varlık cevabın bedenidir. Her seçim bir varlık önerisidir. Her susuş bir kimlik bildirgesidir. Varlıkla yanıt vermek bu bildirgeyi sahneye taşımaktır.

İbrahim Şahin 2
Kayıt Tarihi : 21.9.2025 22:39:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!