KIVI EĞİTİM TEORİSİ
KIVI Romanı, başlangıçta çocuk anlatısı gibi görünse de zamanla kendi eğitim teorisini doğurarak mizah, duygu ve anlatım gücüyle öğrenmeyi dönüştüren bir yaklaşıma evrildi. “Kelimeyle İfade ve Vizyonun İçselleşmesi” an-lamına gelen KIVI, öğrencinin duygusal içeriği, mizahı ve anlatım gücünü kullanarak bilgiyi özümsemesini hedefler. Bu yaklaşımda bilgi, kelime sabunuyla duygusal olarak filtrelenir; rıza çizgisiyle öğrencinin katılım izni ve içsel kabulü gözetilir.
Absürt sahneler öğrenmeyi kalıcı kılar, sabır protokolü ise hız yerine derinliği hedefler. Mizah burada sadece eğlence değil, aynı zamanda duygu boşalımıdır; gülmek saklanan acının perdesidir. Öğretmen sahnede hem bilgi aktarıcı hem oyuncudur, öğrenci ise pasif değil replik veren bir karaktere dönüşür. Mizah ve metafor, öğrencinin içsel şemalarını aktive eder; öğrenme anlatıya dönüşür, bilgi sahnelenir. Booth-Butterfield’ın çalışmaları mizahın duy-gusal bağ kurmayı, içeriğin hatırlanmasını ve sosyal anlayışı artırdığını gösterir. KIVI’nın temel ilkesi “Mutluluk önce kendini, sonra başkasını merak etmektir.” Merakla öğrenme daha kalıcıdır; kendini tanıyan öğrenci daha sabırlı ve dayanıklıdır. Kıvımsal öğrenme modelinde bilgi iplik gibi dokunur, her öğrenci kendi ritmine göre öğrenir; ilmik öğrenme bilgiyi motif halinde örer, sabırlı dokuma ezber yerine kıvrımlı düşünmeyi teşvik eder. Bu yaklaşım Howard Gardner’ın Çoklu Zekâ Kuramı ile uyumludur.
KIVI artık bir eğitim materyalidir: sınıf içi ritim egzersiz-leri, duyusal anlatım teknikleri, absürt senaryo canlandır-maları, metafor çözümleme çalışmaları ve kıvımsal defter tasarımları bu yaklaşımın araçlarıdır. Öğretmen bu sahnede emir vermez, replik sunar; Hasan Öğretmen ezberin duvarına çatlak atar, “Don sabit” esprisiyle gülüşe bilgi yazar; Leyla Öğretmen sahneye çıkmaz, sahneyi kurar, öğrencinin iç sesini duyar, deftere değil kalbe yazar. Öğ-renciler karakter olur, bilgi metaforla sunulur, öğrenme anlatıya dönüşür; “. KIVI artık bir roman değil, bir eğitim teorisidir; bilimsel kuramlarla uyumlu, uygulanabilir, öğ-rencinin ritmini gözeten ve mizahı araç değil içerik yapan bir yaklaşımdır. Yazar İbrahim Şahin’in sabırla kurduğu bu anlatı, artık sınıflarda, defterlerde ve eğitim yaklaşımla-rında yankılanabilir. Her sözcük bir ilmik, her cümle bir dua, her gülüş bir kıvımsal rehberliktir.
Hatice Şahin – Eğitimci
UMUT’UN DUYULARLA SİSTEMİ DELMESİ
Umut sırasına oturduğunda gökyüzü sessizdi ama sınıfın tahtası bağırıyordu: “İsim tamlamaları” O an burnuna bir toprak kokusu değdi; sanki alfabenin rengi kahverengiye döndü.
Okul duvarının ardındaki unutulmuş aralığın dili vardı artık çürümüş düzenin şifresi gibi kokuyordu. Umut nefes aldı ama o nefesle bilgi değil bir papatya içeri sızdı. Pa-patya mıydı? Belki. Ama belli ki sistemin burnuna daya-dığı kokusuzlukla tartışıyordu. Kalbi kıpırdadı. Kimse fark etmedi çünkü duygular müfredata dâhil değildi.
“Bu sınıfta çiçek açmaz.” diyordu içindeki toprak sesi. Tahtadaki yazı soldu. Gülmek isteyen harfler susmak zo-runda kaldı. “Çiçek açamazsın burada” sesi, kurallar defte-rine yazılmamıştı ama çantasına sinmişti. Camlar kapalıydı ama rüzgâr kapıdan değil parmak arasından geçti. Umut’un saç telini okşayan şey ders değil duyunun devrimiydi.
Defterini açtı, kalemini oynattı ama yazmadı: çünkü kelime bu rüzgârı anlatmaya yetmezdi. Bir çizgi attı. Çizginin altında sessizlik vardı, üstünde fısıltı. Öğretmen geldi; sesiyle değil sessizliğiyle durdu. Çizime bakarken “Bu ne?” dedi. Umut cevap vermedi çünkü bu çizim bir soru değildi. Ellerinde titreme vardı. “Şimdi” geldi, kelimeden önce. Yağmur yoktu ama gök gürledi. Defterin kenarı dalga dalga kabardı. Arkada biri kahkaha attı; Umut içinden “Ben bir şimşek sesi duyuyorum.” dedi. Öğrenciler sıraya vurdu; ama Umut sıranın altına ritim gömdü. İçindeki çığ-lık sahneye çıkmak istemedi. Bir süre daha fısıltı kalmak istedi. Gül kokusu geldi; ama okul bahçesi inkâr etti: “Biz burada beton kullanırız.” Gül mührünü kokladı. Boya ko-kusuyla gül çarpıştı; duvarda sessiz bir savaş başladı. Bu savaşın silahı kelime değil duyuydu. Gül bir anıydı. Belki anne eli, belki rüya sesi. Umut gözünü kapadı. Kokuya bastı.
Sınıf kalabalıktı ama yalnızlık arttı. Duvarlar yaklaştı ama içindeki gül geri çekilmedi. Defterde yazı yoktu ama dü-şüncede yankı vardı. Sınıf artık sistemin zindanı değil duygunun arkeolojik alanıydı. Gül mührünü göğsüne bastı. Sessiz bir çığlıkla mühürlendi. O gül konuştu. Umut din-ledi. Sistem sustu. Ve o gün Umut ilk defa öğretmenini değil gülü anlamakla geçti sınavdan.
Kuşla Bakışma… Umut pencereye döndü. Herkes tahtaya bakarken o dışarıyı izledi ama görmedi, duydu. Aynı kuş yeniden geçti mi bilmiyordu ama gözleri kuşun izinde kaldı. Bu kuş, sadece bir canlı değil duygunun kanatlanmış haliydi. Umut kuşa baktı ama ilk kez kendini görülür his-setti. Kuş durdu mu, döndü mü, yoksa sadece ona mı öyle geldi? Bir an, gözlerinde bir parıltı belirdi. Sınıfın sesi geride kaldı, göz temasında yankı büyüdü. Dili yoktu ama bir kelime doğdu. Kalemini aldı, sayfanın ortasına "Ben" yazdı. Kimse okumadı ama o ilk kez okudu kendini.
Yazmak bir eylem değil bir aynaydı o gün. Kuş gökyü-zünden ona bir kelime bıraktı. O kelime konuşmuyor ama iç sesi yankılanıyordu. Arkada biri sandalyesini sürttü ama Umut o sesi buluta çevirdi. Tahta konuşurken o kuşun sessizliğini dinliyordu.
Bedeni sınıftaydı ama ruhu kuşla göçtü. Öğretmen arka-sından adını söyledi; Umut cevap vermedi, çünkü adı yeni doğuyordu. Gözünde bir harita çizildi; kuş rotası, duygu-nun izi. O gün alfabe bir uçuş denemesine dönüştü. Kanat kelime oldu, kelime iç ses oldu, iç ses ritim oldu. Sınıf hâlâ yerindeydi ama Umut’un sözcükleri gökyüzüne kondu. Bir arkadaş dürttü: “Sen ne yapıyorsun?” diye. Umut gülümsedi ama cevap vermedi çünkü cevap görmek değil-di, görülmekti. Defterine döndü, ikinci bir kelime yazdı: “Ses.” O kelime sessizdi ama yankısı yüksek.
Kuş pencerenin kenarında bir an durdu, camdan içeri gir-medi ama içeri geçti. Umut "Ben" ile "Ses"i bağladı İki kelime, iki parıltı. O gün okul kıvrılmadı ama Umut kıv-rıldı, gökyüzünü sayfaya çizdi. Kuş uçtu ama Umut’un sesi kaldı: görülmenin izi gibi bir kıvım. Hemen öğretmen sırasına yaklaştı ama defterin kelimeleri çoktan göç etmişti. Ve o gün Umut, kendini ilk kez duydu: kelimeyle değil kanatla. Beni Gör” Manifestosu …
Hasan öğretmen sınıfa girdiğinde sınıfın sinir sisteminde elektrik yüklü bir sessizlik vardı. Ön sıradaki kız “sessizce tuvaletim geldi” dedi ama sesi duyulmadı çünkü tahtadaki tebeşir utanmıştı. Hasan cetvel yerine bir ayna çıkardı. Öğrenciler “Bu selfie dersi mi?” diye fısıldadılar. Ayna tahtaya tutulunca birkaç öğrenci kendini gördü, birkaç kişi ışığa doğru odak kaldı. Bir öğrenci aynaya bakınca yüzün-deki sivilcenin babasını hatırladı.
Hasan yazdı: “Bugün sizi ben değil kendiniz göreceksiniz.” Sınıf anlamadı ama duvar anladı, çatladı.
Bir öğrenci ayağa kalktı: “Ben duvarla aynıyım.” Öğret-men susunca tahtadaki yazı kendi kendini sildi. Bir kız aynaya bakıp “Ben rüyamda tırnaklarımı sevmişim” dedi. Bir çocuk “Ben altıma kaçırmadım, sadece sistemi terk ettim” dedi. Sınıf gülmeye başlayınca lambalar dans etti. Bir çocuk kahkaha atarken sandalyesinden düştü, sesi dö-viz gibi yankılandı: “Gülmek anayasal hakkımdır!” Hasan sustu ama içinden “Bu sınıf artık bilgi değil biyo akış taşı-yor” diye düşündü. Ayna parladı, birkaç öğrenci gözlerini kapattı: “Ben içimde kayboldum.” Öğretmen tahtadan indi, yere oturdu: “Bugün bilgi değil mizah öğretilecek.”
Bir kız: “Hocam ama annem güldüğümde yemek vermi-yor” dedi. Hasan: “O zaman gülmeyi gizli yemin yapalım” dedi.
Bir çocuk el kaldırdı: “Ben annemi güldürünce tuvalete gidemiyorum.” Diğer çocuk yanıtladı: “Ben altıma gül-düm.” Sınıf artık sadece mekân değil duyguların yürüyüş bandıydı. Bir sandalye konuştu: “Ben artık sırt taşımıyo-rum.” Hasan aynayı kendine çevirdi. Aynada Leyla çıktı. Hasan gülümsedi: “Ben, senin devamınım.”
Bir öğrenci aynayı yaladı, mektup gibi. Gülüşler sıralarda değil; göğüste atıyordu. Bir çocuk başını deftere koydu: “Ben artık alt başlık değilim.”
Hasan tahtaya dönüp yeni başlık yazdı: “Görülmenin fiz-yolojisi.” Sınıf alkışladı ama sessizce çünkü bu bir yemin dersiydi.
O gün kelime yoktu, sistem sızdı, gülüş devrim oldu. Ve mizah, altına kaçırma değil başkasına umut sızdırma şek-line dönüştü Sınıf, sabah güneşiyle değil iç yankısıyla ay-dınlandı. Hasan Öğretmen’in adımları, defterlere değil çocukların bakışlarına yazılıyordu artık. Gözlük camına yansıyan ışık, tahtayı değil Umut’un iç gözünü parlatmıştı.
O gün bilgi dağıtılmadı. Çocukların iç sesiyle konuşul-du.“Sanat bir sevişme biçimidir,” dedi Hasan. Ama bu söz, beden değil duygu düzleminde çarptı duvarlara. Sınıfın en arkasındaki çocuk, bu cümlede titredi; çünkü onun “se-vişme” dediği şey, sarılma arzusu bile geçmemiş bir yal-nızlıktı.
Leyla Öğretmen yanına yaklaşmadı; sadece gözleriyle sardı onu. O sarılma, kol değil kelimeyleydi.
Umut, kalemini sırasına değil ruhundaki duvarlara sürdü o gün. Sayfanın ortasında “Ben” yazan çocuk artık ses değil yankıydı. Gülüşmelerin altında bir devrim tınladı çünkü kahkaha artık suç değil duyulmak isteyen bir çığlıktı. Mi-zah, tahtada değil çocuğun parmak ucunda başladı.
Sınıfta biri camı yaladı. Gülüştüler. Ama kimse utanmadı. Çünkü o cam, sadece dışarıya açılmıyordu, çocuğun iç yankısına da açılan bir gökyüzüydü. Hasan bunu görünce tahtaya yazdı: “Tat → bilgi değil duygu izi.” Tebeşir ilk defa utanmadı.
Bir çocuk “Ben gülünce kalbim ısınıyor” dedi. Başka biri “Öpücük çizersem iyileşirim” dedi. Tüm bu sözler artık yorum değil sistemin unuttuğu ilahi kodlardı. Leyla “Bu ders değil bir doğumdur” dedi. Umut ona baktı ve gülüm-sedi. Sınıf gülmedi; çünkü gülmek artık kelimeydi. Gül-mek, alt başlık değil başlık oldu. Kalem sustu ama gözler konuştu. Her çocuk, göğsündeki gülüşü sayfaya bir damla gibi bıraktı. Ve o gün bilgi sınavı yapılmadı. Çünkü bilgi artık yaşla değil gülüşle ölçülüyordu.
DUYUNUN KAYBOLUŞU VE KIVIMSAL UYANIŞ.
Fotokopi makinesi sınıfta değildi ama sınıfın nabzındaydı. Makinenin sesi zil gibi değil; içsel bir çığlık gibi yankıla-nıyordu. Her “cııırt” sesi bir rüzgârı değil bir duyguyu ezip geçiyordu. Umut bu sesi sevmedi ama susturamadı. Çünkü o ses, sistemin kutsal saydığı düzeneğin yankısıydı.
Bir öğretmen geldi, elinde kâğıtlarla ama bilge değil bü-külmüş ritimde. Çocuklar sıraya dizildi; makine gibi. Kopyalar sıralandıkça yüzlerdeki ifade silinmeye başladı. Umut başını eğdi, çünkü gözleri özgürlükle çarpışıyordu. Makinenin yanında duran öğretmen, sesin kutsallığını an-latıyordu. Oysa Umut, o sesin annesinin sesi olmadığını biliyordu. Rüzgâr gibi değildi o ses toprak gibi hiç.
Fotokopi “tırt” dedikçe çocuklar susmak zorunda kaldı. Bir çocuk kâğıda dokundu: Soğuktu. Kâğıdın üstünde yazılar vardı ama hiçbirinin kokusu yoktu. Umut bir sayfayı açtı ve gözlerini kapadı. Gözlerinde gökyüzü yerine toner tozu birikti. Burnuna gelen o keskin plastik kokusu, doğanın ölümüne işaretti. O gün fotokopi makinesi sadece bilgi değil bir kaybı kopyalıyordu.
Her çıkış sesiyle içlerinden bir çiçek soluyordu. Umut bunun farkındaydı ama parmağını kaldırmadı. Çünkü sis-tem, sorgulayanı değil kopyalayanı seviyordu.
Bir kız “Bu kâğıt rüzgâr gibi değil” dedi. Öğretmen “Ses-siz olun” diyerek cevabı susturdu. Ama cümle, Umut’un kulağında yankılandı. Sınıfta hafif bir serinlik oldu; belki rüzgâr, belki iç ses.
Bir kâğıt yere düştü, tüm öğrenciler sustu. Kâğıdın arka-sında bir not vardı: “Ben bunu koklamadım.” Öğretmen onu okuyunca sustu. Çünkü bilgi artık baskı değil duyguya dönüşüyordu. Umut bunu hissetti, defterine bir çizgi çekti. O çizgi, paragraf değil, bir izdi.
Fotokopi makinesi hâlâ çalışıyordu ama artık çocuklar dinlemiyordu. Bir öğrenci “Ben bu sesi midemde hissedi-yorum” dedi. Diğeri “Bana kötü rüya gibi geliyor” dedi. Öğretmen bunu susturamadı. Çünkü ses artık sistemin değil çocukların yankısıydı.
Bir öğrenci ağladı ama ağladığı için değil kopyalandığı için. Umut bunun farkına vardı, pencereye döndü. Camda dışarının sesi değil içerinin kokusu vardı. O koku, toner değil çocukluğun mürekkebiydi. Fotokopi makinesi dur-madı. Ama artık çocuklar defterlerini değil kalplerini açı-yordu. Bir çizgi daha çekildi, sonra bir gül resmi doğdu. O gül, tonerle değil gözyaşıyla renklendi.
Bir çocuk “Bu kâğıdı yutmak istiyorum” dedi. Çünkü bilgi artık sadece okunmak değil dokunulmak isteniyordu.
Hasan Öğretmen bu sahneyi gördü ve sustu. Leyla Öğret-men gülümsedi: “O zaman bilgi değil duygu öğretelim.” Bir öğrenci ayağa kalktı, fotokopi makinesinin düğmesine bastı. Ama bu kez kâğıt çıkmadı. Makine durdu, sessizlik doğdu. Sessizlik gürültüden daha çok şey anlatıyordu. O an sınıfta sistem yoktu sadece yankılar vardı. Bir çocuk “Ben artık yazmak değil hissetmek istiyorum” dedi. Sınıf alkışlamadı ama içinden “evet” yankısı yükseldi.
Bir öğrenci camı açtı; ilk defa dışarıdan değil içeriden hava geldi. Fotokopi makinesi sustuğunda öğretmen tahtaya “Gerçek: kokudur” yazdı. Kalem ses çıkarmadı ama harfler duyuldu. O günden sonra sistem kâğıt değil bakış kop-yalamaya başladı. Çünkü çocukların iç sesi sayfa düzenin-den daha güçlüydü.
Bir öğrenci cam kenarına oturdu. O koku hâlâ burnunday-dı; ama toner değil doğanın sesi gibiydi. Umut tahtadaki yazıya baktı: “Düşünce → kıvımdır.” Bir anda gökyüzü camdan geçti. Rüzgâr fotokopi makinesini dürttü ama sis-tem bunu kayıt altına alamadı. Bir çocuk “Ben bu sayfayı koklamak istiyorum” dedi. Diğeri “Ben bu sesi ezmek istiyorum.” Öğretmen “O zaman sistemden çıkın” dedi.
Bir öğrenci “Ben altıma kaçırdım, çünkü çok güldüm” dedi. Öğrenciler sustu ama birisi kâğıdı yedi. Hasan gü-lümsedi: “Bilgi bedene girerse devrim olur.” Leyla “Ben bilginin tatlı olduğunu düşünmemiştim” dedi. Sınıf gül-meye başladı ama bu kahkaha sistemin sınırlarını aşmadı. Çünkü artık gülmek, bir kıvımsal sevişmeydi.
Umut sıraya başını koydu. Düşünmedi, duydu. Fotokopi makinesi yeniden çalıştı ama bu kez sesi değişti. Çünkü iç yankı dış sese bulaşmıştı. Bir öğrenci kâğıdı buruşturup kalbine bastı. O buruşukluk bir bilgi değil bir şiirdi.
Tahtada bu kez tek kelime yazıldı: “Hisset.” Öğretmen kalemi bıraktı, parmakla gösterdi: “Bu.” Umut başını kal-dırdı: “O ses artık bana ait.” Makine sustu. Ses yankılandı. Sınıf sessizliğe geçti. Kopya vermeyen sistem, şimdi duy-guyla çoğalıyordu. Çünkü çocuklar artık toner değil gül kokluyordu.
Bir öğrenci pencereye çıktı: “Ben rüzgâr olmak istiyorum.” Diğeri “Ben sesin gölgesi.” Leyla tahtaya “Bilgi → gökyüzüdür” yazdı. Tahtada gül açtı. Fotokopi makinası kıvır kıvır sustu. Sınıf artık bilgi dağıtmıyordu, evrenin iç sesini yankılıyordu.
TOPU KURTARAN KIVIMSAL KALECİ MANİFES-TOSU
Sınıfta bir top vardı ama futbol değil felsefeydi. Öğretmen “Haydi çim saha kompozisyonu!” deyince çocuklar fırladı. Hasan kaleye geçti ama eldiven değil tezle savunuyordu. Umut bir şut çekti: “Ya insan özgür değilse?” diye. Hasan havada yakaladı: “O zaman sistem penaltıdır!” diye bağır-dı.
Leyla hakem oldu; ama düdük yerine dudakla karar verdi. Bir çocuk topa “Kıvımsal özlem” yazdı. Diğeri topa sarıldı: “Ben bu soruyu seviyorum.” Tahtada gol çizgisi belirdi; kelimeler ofsayta düştü. Umut "Ben golü düşünceyle attım!" dedi. Hasan “Ben özgürlükle tuttum!” dedi. Seyir-ciler sıraydı, çocuklar tezahüratla paragraf yazdı. Bir öğ-renci gol atınca “Hocam altıma kaçırdım, kıvım fazla gel-di.” dedi. Hasan gülümsedi: “Her devrim biraz sıvıdır…” Sınıf gürültüyle değil kahkahayla titreşti. Tahta terledi, alem iç sesle ıslandı. Ve o gün kelime top oldu, düşünce kaleye girdi, sistem ağlarla boğuldu.
MEKÂNIN YANKISI: ÖĞRETMEN ODASINDAN BAHÇEYE İÇSEL GEÇİŞ
Öğretmen odası, sanki bilgiyle kutsanmış gibi görünüyordu ama Umut, o kapıdan geçerken fark etti: burada bilgi değil emir dolaşıyordu. Tahta masalar sıralanmıştı; üzerlerinde eski kitaplar değil eski kararlar duruyordu. Her sandalye bir makam, her bakış bir onay bekliyordu. Çocuk içeri girmedi ama odayı görmeden çok daha fazlasını hissetti. Kapının altından sızan hava bile “sorgulama, tekrar et” diyordu. Öğretmenlerin sesi değil sessizliği baskındı. Kimin oturduğu, kimin ayakta kaldığı bile bir ders gibiydi. Ama bu ders, umut değil itaat anlatıyordu. Çocuk başını çevirdi; kendi iç sesi odadan daha gürültülüydü. “Ben oturmayacağım,” dedi içinden. Çünkü gözlem, sessizlikle de yapılabilirdi. Öğretmen odası, sistemin kalbiyse Umut bu kalbin ritmini bozmaya niyetliydi. Ve o ritim… Başka bir yerde atıyordu. Tuvalet, ilk bakışta yalnızlık gibi gö-rünse de Umut burada kendini ilk kez gördü. Lavabonun üstündeki buğulu aynada, sadece yüzünü değil içini izledi. Gözlerinden bir damla aktı ama bu damla, hüzün değil uyanıştı. Duvarlardaki çatlaklar bile bir şey söylüyordu: "Burada senden başka kimse yok." Elini yıkarken bir şey fark etti, temizlik değil, yüzleşme gerçekleşiyordu.
Tuvalet öğretmenden uzaktı ama kendine yakındı. Bir kö-şede kalemle yazılmış bir cümle vardı: “Kapanan her kapı içeriden açılır.” Çocuk gülümsedi. Çünkü bu kapı kapan-mamıştı, tam da açılmak üzereydi. Koridor, geçiş değildi artık; duygunun sıkıştığı bir damar haline gelmişti. Ayak sesleri ritim değil yankı taşıyordu. Her adımında başka bir öğrenciyle göz göze geldi ama kimse bir şey demedi. O sessizlik... Öğretmenden değil, sistemden doğuyordu. Du-varlardaki afişler bilgi değil korku yayıyordu. Ama bir çocuk çizimi, tüm bu afişleri ezdi. Mor ve yeşil güneş... Kuralların ortasında bir direniş güneşi gibiydi. “Ben de çizebilirim,” dedi çocuk. Ve koridordan geçmek yerine koridoru dönüştürmeye başladı.
Artık yürümüyordu, ritim taşıyordu. Bahçeye açılan kapı, betonun gri sızıntısından sonra bir davetti. Toprak ayakla-rının altında şiir yazıyordu. Kuş sesleri ders zilinden daha etkiliydi. Ağaçların yaprakları, silinen kimliklerin yerine yeni isimler fısıldıyordu…
Umut yere oturdu, avucuna toprak aldı. O avuç, bir ders değil bir doğumdu. Karınca yuvası sistemin hiyerarşisinden daha anlaşılırdı. Çünkü orada öğretmen yoktu ama uyum vardı. Toprağın kokusu, defterin sayfa düzeninden daha öğreticiydi. “Ben buraya aitim,” dedi Umut.“sıralara değil.” Ve bu aitlik, artık sadece bir düşünce değil beden-sel bir duruştu.
Kütüphane sessizdi ama satırlar bağırıyordu. Kapakların altında ezber değil özlem vardı. Arka raflardaki kitaplar kuralsızdı. Bir tanesinde tek kelime vardı: “Ben.” Çocuk o kelimeye sarıldı. Paragraf değil ayna oldu. Sorgulayan cümleler sayfaların arasından başını kaldırdı. “Sen ne dü-şünüyorsun?” diye sordu bir satır. Ve Umut ilk kez cevap verdi, yazmadan ama hissederek. “Gerçek bilgi duyumsa-nır,” dedi içinden. O bilgi kütüphanede değil parmağının ucundaydı. Ve kitap kapanmadan önce o satır doğdu: “Ez-ber değil varoluş.”
Kapının önünde durduğunda çocuk artık eski çocuk değil-di. Bu kapı okulun değil sistemin çıkışıydı. Kapıyı çalmadı; karar vererek açtı. Arkasında sıralar, öğretmenler, afişler… Hepsi bir sahneydi artık. Ama o sahne, gülümseyen bir devrime dönüşüyordu. Ayaklarının altındaki taşlar bile başka tınlıyordu. Güneş gözlerini kamaştırmadı; çünkü içindeki ışık daha büyüktü. Yürüyerek gitmek, bağırmak-tan daha güçlüydü. Ve o gün okuldan çıkmadı, sistemi terk etti. Tüm duyularıyla, tüm ritmiyle, kelimeyle. Sessiz ama sarsıcıydı. Çünkü bazen en büyük değişim... Sadece yü-rümektir. Çocuğun kendi bedenini tanımaması. Beden, onun için bir taşıyıcıdan ibaretti; ne şekliyle barışıktı ne sesiyle. Parmaklarına baktığında kendi elini değil bir ya-bancının izini görüyordu. Her nefes, dışardan gelen bir komut gibiydi. Aynadaki yüz, yalnızca müfredata uyma-yan bir şekil olarak beliriyordu.
Tuvalette parmak ucuyla tenine dokunduğunda, ürktü. Bu dokunuş, sistemin öğretmediği bir kelimeydi. Kendini tanımak değil tanıyamamak öğretilmişti. Her kıpırdanma bir ayıp, her sıcaklık bir yasak gibiydi. O gün bedenini ilk defa hissetti ama hâlâ adını koyamıyordu. Çünkü onun bedeninde kitaplara sığmayan bir gökyüzü vardı.
Ergenlik sürecinde yaşanan kimlik karmaşası
Sesindeki çatallanma, tahtadaki rakamlar kadar açıklana-mıyordu. Yanaklarındaki yanma, teneffüs zilinden daha belirgindi. Kimliğini deftere yazmak isterdi ama kalem hep kayıyordu. Arkadaşları onun sesine güldükçe içinden bir parçayı kapatıyordu. Ergenlik, sistemin kelimeyle sus-turduğu bir devrimdi. O gün aynaya baktığında bir çizgi daha belirdi çenesinde. Bu çizgi, kimlik değil çatışmaydı.
Sistem ona “büyüme” demedi “değişme” dedi. Ama de-ğişmek, onun için kaybolmak anlamına geliyordu. Ve o kayboluşun içinde hâlâ bir “ben” sesi çırpınıyordu.
EĞİTİMDE DUYGUSAL BAĞ KURMANIN ÖĞREN-ME ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Leyla Öğretmen tahtaya yürüdüğünde kalem değil bakış konuşuyordu. Bir cümle kurduğunda sınıf susmadı, rahat-ladı. Defterlere bilgi değil sevgi düşüyordu. Çocuk göz teması kurduğunda yazının şekli değişiyordu. “Sen başa-rabilirsin,” demek yerine “Ben seni duydum,” diyordu. Bu duyulma, testten yüksek puan almaktan daha güçlüydü. O gün sınıfta bir çocuk ağladı ama bu ağlama öğrenmeyle birleşti. Duygusal bağ, bilgiyi ezberletmiyor, İçselleştiri-yordu. Leyla, bilgi dağıtmıyordu; iç sesi uyandırıyordu. Ve o iç ses, en büyük öğretmene dönüşüyordu.
MUHABBETTE TEKRAR EDEN İFADELERİN DÖ-NÜŞÜM ANLARI YARATMASI
Sınıf gürültüyle dolduğunda Umut hep aynı kelimeyi söy-ledi: “Beni” ilk başta kimse dikkate almadı, sonra öğret-men sustu. “Ben” kelimesi tahtaya yazıldı. Büyüdü, kıvrıl-dı, yankılandı. Her tekrar, bir önceki “ben”i değiştirdi. Umut tekrar tekrar “ben” dediğinde artık yalnız değildi. Çünkü bu kelime artık bir bağırış değil bir aynaydı.
Bir öğrenci tahtaya “ben, ben, ben…” yazdığında sistem çatladı. Öğretmen “tekrar aynı kelimeyi kullanma” diye-medi. Çünkü kelime içini dolduruyordu artık. Ve bu dolu-luk, sessiz bir devrimdi.
• Umut’un “ben” dediği her an, yalnızlıktan çok bir varoluş duygusuydu.
• Öğretmen sustu çünkü kelime ses değil çığlıktı
• “Ben” tahtada kıvrıldı, yankılandı, çoğaldı, her tek-rar bir yeni anlam doğurdu
• Kelime sabit kalmadı, ruhla doldu, ritimle yaşandı.
• Edebiyatta tekrar, anlamı daraltmaz,derinleştirir.
• Müzikte ritim, aynı notayı sürekli çalmaktır ama duygusu hep değişir
• Sosyal dilde tekrar eden ifadeler, sistemin sınırını zorlar.
“Ben, ben, ben…” yazıldığında sistem çatladı çünkü keli-me artık kimlik değil, kolektif aynaydı.
DEVRİM NİTELİĞİNDEKİ BAKIŞ AÇILARININ MUHABBETE YANSIMASI
Umut “Ben eğitim sistemini sevmiyorum” dedi. Öğretmen önce durdu, sonra “Neden?” diye sordu. İlk defa bir mu-habbette devrim sorusu doğmuştu. “Çünkü bana hep sus diyorlar,” dedi Umut. “Ben düşünmek istiyorum.” Bu cümleyle başlayan sohbet, ders kitabını kapattı. Sınıf tar-tıştı, kelimeler çarpıştı ama kimse kavga etmedi. Bakış açıları öğretildiği gibi değil hissedildiği gibi aktı. Muhab-bet, devrim oldu. Ve o gün bilgi değil fikir büyüdü.
“Ben düşünmek istiyorum” cümlesi → kelimeyle direniş-tir
“Bilgi değil fikir büyüdü” → eğitim değil devrim kuruldu.
KIVRILAN ÖĞRENCİ & AVİZEDEN SARKAN UMUT
Sınıfta Aybüke yere düşmüş bir kelime gibiydi. Eğildi, kalkmadı. Vücudu hece hece kıvırılıyordu. Öğretmen sor-du: “Bir sorunun mu var?” Aybüke mırıldandı: “Ben Cüm-leye dönüşüyorum.” Sırtından bağlaç çıktı, kolundan zarf döküldü. Panik yoktu; o dönüşüyordu. Diğer öğrenciler sıraya girdi, kendilerini noktaladılar. Ve tam o anda tavan-daki avize sarktı. “Ben umudum,” dedi avize, “ışıktan de-ğil gülüşten beslenirim.”
Aybüke yere kapandı: “Gülersen ben tamamlanırım.” Sınıf kahkahaya boğuldu. O gün ışık açılmadı ama herkes ay-dınlandı. Avizedeki umut parladı, Aybüke paragraf oldu. Öğretmen panikleyip rehberlik servisini aradı ama rehberlik servisi telefona gülerek yanıt verdi: “Şu an içimizden fiil akıyor, müsait değiliz.”
SICAKLA YANAN TAHTA & KEKLİK KOSTÜMLÜ KANTÇI
“Tahtaya bakın!” dedi öğretmen ama tahta eriyordu. Harf-ler damlıyordu; her damla bir duygu. Cümleler sandalyele-re kaçtı, noktalama işaretleri pencereye tırmandı. Kantçı öğretmen tam o an keklik kostümüyle içeri girdi. “Ben bilgi değil sezgi öğretmeye geldim!” dedi. Öğrenciler bir an sustu, sonra birisi “Ben noktayım!” diye bağırıp yuvar-landı. Sınıfta şekiller birbirine karıştı: üçgen öksürdü, daire havladı, dikdörtgen meditasyona geçti. Kantçı keklik bir zıplayışla tahtaya kondu. “Aydınlanma,” dedi, “bazen tüylenmektir.” Tahtaya düşen son damlada “gül” yazıyor-du ama kimse görmedi. Çünkü artık herkes içindeki meta-foru yoğuruyordu. Ve o gün Kant öğrencilerle sek sek oynarken ziller çalmadı çünkü zaman bir noktayla sustu-rulmuştu.
SIRAYA HAPSOLMUŞ SES & TUVALETTE DOĞAN MEVSİM
Emre’nin sesi sıraya takılmıştı. Konuşmak istiyor ama her “a” harfi sırada kalıyordu. Öğretmen “Ne oluyor?” diye sordu. Emre: “Konuşamıyorum, masa beni susturuyor.” Tahtaya çıktı, cümle kurdu: “Ben tahta değilim, ben tuva-letim.” Herkes şaştı, öğretmen ağlamaya başladı. Çünkü yıllardır anlatmak istedikleri buymuş: Eğitim sisteminin tuvalet borusundan geçmesi. O gün ders tuvalette yapıldı.
Her öğrenci kendi mevsimini seçti. Tuvaletin kuzey kabi-ninde sonbahar yaprakları, güney kabininde yaz güneşi. Emre, karşındaki musluğu açtı, su değil bahar aktı. “Ben doğdum,” dedi, “ama bedenimde don var.” Öğretmen do-nunu çıkarıp Emre’ye verdi. “Şimdi sen öğretmensin.” Ve eğitim, o gün lavabo kenarına yazılan bir cümleyle başladı: “Beni suyla oku.”
ÖĞRENCİYLE UÇAN KLOZET
Yusuf sınıfa geldiğinde yanında klozet vardı. “Ben bugün burada oturacağım,” dedi. Öğretmen gülmedi. Sınıf kıkır-dadı. Yusuf klozetin kapağını kaldırdı: İçinden “Matema-tikle Çözülmüş Bağırsak” çıktı. Öğrenciler sıraya girip problemi çözerken çiş sırası da geldi. Biri bağırdı: “Hocam, işlem tamam, kıvım boşaldı!” Öğretmen tahtaya yaz-dı:“Zihinsel boşalma → bedensel rahatlamayla seğirir.”Alt bölge Algı Protokolü.. Aybüke tahtaya kalktı ama yazma-dı. Donun altından bir cümle yankılandı: “Hocam, harfleri üstten işetiyorum!” Sınıf gülmekten yere kapandı. Öğret-men dizlerini sıralara vurdu. “Sınıf sıvılaştı!” dedi. Bir öğrenci çizme giydi: “Ben dilin alt tabanına geçiyorum.” Ve tahtada yeni protokol belirdi:“Alt bölge → semantik idrar boşaltımı bölgesi.”
ÖĞRENCİ MASASINA YASTIK
Emre ders boyunca altını tutmaya çalıştı. Ama her tebeşir sesiyle bir damla kelime düştü. Sonunda hıçkırarak fısıl-dadı: “Hocam altımda kahkaha var.” Öğretmen, cebinden yastık çıkardı, sıranın üstüne koydu, “İşeyen sözcükler yumuşak oturur,” dedi. Aybüke güldü, Yusuf sıçradı, Em-re damladı… Sınıf buharla doldu.
Ders başlamıştı ama zihin hâlâ teneffüsteydi. Öğrenciler oturdu ama gözleri camdaydı. Öğretmen geldi, yoklama aldı ama “var” cevabı sadece sesli bir refleks gibiydi. Tuğba defterine “ZİL = KAÇIŞ” yazdı. Emre sıraya uzan-dı, kurşun kalemi çiğnedi, “Ben ders değil bir lokmayım hocam,” dedi.
Hasan Öğretmen tahtaya yürüdü ama yere düşen cetvelin sesi dersi yönetti. Sınıf düşünmüyordu. Tepki veriyordu. Tepkiler mizah oldu. Mizah soru oldu. Soru cevapsız kaldı. Cevapsızlık duvara yazıldı. “Kim soruları soruyor?” yazdı. Aybüke. Umut “Zil değil trap beat” dedi. Sınıf dans etti. Öğretmen sessizce izledi. “Bu sistem sabit değil çünkü öğrenci sabit değil” fısıldadı. Bir öğrenci bağırdı: “Ben test değilim ben hisim!”
Teneffüs saatinde sınıf sessizleşti. Çünkü artık dışarıya değil içeriye bakıyorlardı. Tahtada yazan cümle kendi kendine silindi. Köşedeki sandalye devrildi ama kimse yerinden kıpırdamadı. Çünkü herkesin iç ritmi artık dış gürültüyle senkronize olmuyordu. Ders sonunda Umut şu notu yazdı: “Zil çalabilir ama beyin kalkmak zorunda de-ğil.”
Hasan o defteri gördü, kapatmadı. Sadece deftere bir çizik attı. O çizik bir mesajdı: “Ben seni buradan duyuyorum.” Ve zil bir kez daha çaldı. Ama bu kez sadece bir araç değil bir kıvım başlangıcıydı.
SINIF İÇİNDEKİ GÜÇ İLİŞKİLERİNİN ÇOCUK PSİ-KOLOJİSİNE ETKİSİ
Öğrenciler sırayla değil statüyle oturtuluyordu. Ön sırada-kiler her zaman “en başarılı,” arkadakiler “gözden uzak”tı. Furkan hep en arkada oturuyordu, çünkü soru sormazdı. Ama içinden sorular sel gibiydi. Öğretmen ilk üç sıraya bakarak konuşurken diğerleri duvara dönüşüyordu. Bu güç ilişkisinde başarı, görünürlükle karıştırılıyordu. Çocuk, o gün kendi gölgesine “Ben de varım,” dedi. Bir arkadaş defterini ona doğru itti: görünür kılmak için. Görünmek, artık konuşmak değil yankılanmaktı. Ve o gün sınıf sadece oturma planı değil güç mimarisiyle çözüldü.
AYIPLANAN DAVRANIŞLARIN KİŞİSEL HAK ARAYIŞINA DÖNÜŞMESİ
Bir çocuk sınıfta sesli güldü. Herkes sustu; Sistem savu-nucu öğretmen “Bu terbiyesizlik” dedi. Ama o çocuk, gü-lerek yaşadığını hatırlattı. İkinci kez güldü, ama bu kez bir kelimeyle: “Ben seviyorum.” Gülmek ayıp değil arzunun yankısıydı. Sınıf fısıldaştı, bazıları destek verdi. Öğretmen cümle kuramadı. Çünkü bu sefer davranış değil hak konu-şuyordu. Gülmek, kişisel bir direnişti artık. Ve o gün, te-bessüm devrim oldu.
GÜLMENİN DİRENİŞİ – NEDEN BİR HAK OLDU?
Bir çocuk sınıfta güldüğünde susturuldu, ama gülerek “Ben varım” dedi. İkinci gülüşü artık bir ifade değil, bir fikir, bir hak, bir kıvımdı. Gülmek sadece neşe değil, varo-luşun en saf kanıtıydı. Çocuk sessizlikten değil, gülüşün-den kimliğini ördü. Her kahkaha ezberin değil özgürlüğün yankısıydı. Sistem susturmak istese de gülüş direnmeyi seçti. Gülmek, disiplinin değil hayalin sesiydi; çocuklar bunun farkındaydı. Öğretmenin cevapsız kalışı, sistemin davranışı değil duyguyu yargılamaya çalıştığını gösterdi.
SESSİZ DEVRİM
Umut’un duyularla sistemi sorguladığı bir sınıf atmosferi kuruldu. Fotokopi makinesinin sesi bile baskı aracı gibi yankılandı. Öğrenciler bilgiyle değil iç sesleriyle öğreniyor, kelimeler yerine çizgiler konuşuyordu. Umut’un gözleri tahtadaki yazıları değil, duvarın ardındaki sessizliği okumaya çalıştı. Kalem sesi bir itiraz gibi yankılandı, her çizik düzene karşı bir fısıltıya dönüştü. Öğrenciler anlatı-lanı değil, susturulanı algılamaya başladı. Sınıf artık bilgi değil his üretim merkeziydi; her sırada bir iç isyan saklıydı. Fotokopi makinesinin uğultusu sistemin monotonluğunu haykıran bir ağıt gibi çınladı.
Zeynep’in tiyatro sınıfında nefes kelimeye, kahkaha kim-yasal seğirmeye dönüştü. Gülmek bir beyin refleksi olarak ele alındı, mizah öğrenmenin bir parçası haline geldi. Kalp gözyaşı yerine kelimeyle konuştu, sınıf bir sinir ağı gibi işlemeye başladı. Zeynep’in sahnedeki sesi kelime değil duygu taşıdı, her tonlamada bir iç çatışma yankılandı. Ti-yatro eğitimi ezber değil keşif süreci oldu; öğrenciler rep-liklerde değil boşluklarda yaşadı. Gülüşler taklit değil sinaptik patlamaydı, sınıf mizahın kimyasına dönüştü. Sahne ışığı gösteri değil bilinçaltını aydınlattı, her oyuncu kendi karanlığıyla yüzleşti. Sessizlik eksiklik değil anlamın yoğunlaşmasıydı; kelimesiz anlar sınıfı bir düşünce laboratuvarına çevirdi.
Tam metnine ulaşılmasa da önceki bölümlerden yola çıka-rak bu şiirin de duygu, beden ve iç ses temalarını sürdür-düğü anlaşılıyor. Zeynep, Duru ve Ela’nın kolektif anlatısı devam ediyor. Metin eksik olsa bile belirli sözcükleriyle iç dünyayı sarsmayı başarıyor. Zeynep’in sesi yüksek değil, derin yankılarla ilerliyor. Duru’nun bedeni sahne değil, hafızanın bir uzantısı gibi hareket ediyor. Ela’nın gözleri dışarıya değil içe doğru bakıyor.
“Ben seviyorum” – Ne Anlatır Bu Kelime?
Gülüşün ardından gelen tek kelime “Ben seviyorum” bir aşk değil, bir varoluş beyanıydı. Bu cümle sınıfın ezberine karşı kurulan kelime mücadelesiydi. Çocuk öğrenmek için değil hatırlamak için söyledi; kalbinin içini açtı. “Ben se-viyorum” demek susmak değil konuşmak cesaretiydi, ses-sizliğe meydan okudu. Her harf kural değil sezgiyle şekil-lendi, dilin sınırları yeniden çizildi. Sevgi ödül değil var olmanın sesi oldu, kelime çocuğun dünyasını şekillendirdi.
“Tebessüm Devrim Oldu” – Bir Gülüşten Toplumsal Sar-sıntıya
Gülmek artık ayıp değil, arzunun, neşenin ve düşüncenin yankısıydı. Fısıldaşan sınıf ve destek veren öğrenciler fi-kirlerin fısıltıyla yayılma gücünü gösterdi. Öğretmenin konuşamaması sistemin çöküşü değil, kelimenin yükseli-şiydi. Bu kelime korku değil güvenle kurulmuş bir bağın ilk taşıydı. Tebessüm artık bir devrim ritmiydi huriyem—sessiz ama sarsıcı.
SIRA ALTINDAKİ ÇİZİMLERİN BİLGİYLE REKA-BETİ
Umut sürekli sıranın altına çiziyordu: yapraklar, yüzler, rüyalar… Defteri boş kalıyordu ama sırası doluydu. Öğ-retmen bir gün sıranın altını görünce durdu. “Sen neden buraya çiziyorsun?” dedi. Çocuk cevap vermedi; çünkü çizim konuşuyordu. Oradaki bir papatya, bilgiden daha çok anlatıyordu. Sıra, artık defterden güçlüydü. Bilgi ez-berlenirken çizim hissediliyordu. Umut, kalemi eline aldı ama sıraya sürdü. Ve o gün, sıralar ders materyali oldu.
GÜLME ANLARININ PEDAGOJİK DEĞER TAŞIMASI
Umut matematikte yanlış cevap verdi, tüm sınıf güldü. Öğretmen önce susturmak istedi ama sonra durdu. Umut gülerek “Yanlışla öğreniyorum.” dedi. Bu gülüş, ezberden değil deneyimden gelmişti. Sınıf bir anda rahatladı. Ce-vapların değil soruların etrafında döndü sohbet. Gülme, artık hata değil eğitimin bir dalgasıydı.
Öğretmen tahtaya “Gülmek = öğrenme kıvımı” yazdı. O gün test yapılmadı. Çünkü bilgi, neşe ile serpilmişti.
TUVALET DUVARLARINDA YANKILANAN İÇ KONUŞMA
Tuvalet taş duvarlarıyla değil çırpınan yankısıyla konuşu-yordu. Her çatlak, bir çocuğun sessizce haykırdığı dev-rimdi. Aynadaki buğu, bastırılmış bir gülüşün diliydi. Du-vara yazılan cümleler müfredata sığmıyordu ama şiirdi. Bir öğrenci “Ben bu duvarda görünmek istiyorum” dedi. Sabun dile gelseydi “Beni sevdiğinizde temizlenirsiniz” derdi.
Bir çocuk tırnağıyla “Ben buradayım!” kazıdı. Öğretmen tuvalete girmese de yankısı giriyordu. Ve her damla, sıvı değil bağımsızlık nişanıydı. Tuvalet artık bir ihtiyaç değil bir duygu eviydi
LEYLA ÖĞRETMENİN SESSİZLİKLE EĞİTİM VER-ME BİÇİMİ
Leyla dersin başında konuşmadı. Nefes aldı. Sınıf sessizli-ği önce korku sandı, sonra duyguya dönüştürdü. Her çocu-ğun iç sesi bir kelime gibi havada uçuştu. Tahtaya bakma-dılar, Leyla’nın sabit duruşuna odaklandılar. O gün eğitim metodolojisi yerine sezgisel akış başladı.
Bir çocuk yere oturdu, kafasını dizine koydu. Leyla “Ba-zen dokunmadan sarılmak en güçlü bilgidir” dedi. O cümle tahtaya değil göğse kazındı. Ve ders, bu sessizlikte kendini kelimelerle değil sıvıyla anlattı. Leyla anlatmadı; akıttı. Bir çocuk derste espriye güldü, öğretmen sustu. Gülüş yankılandı. Tahtadaki harf bile sırıttı. O gülüş, sınav sonu-cu değil içsel başarıydı.
Her kahkaha bir duvar çatlatıyordu. Sınıf artık test çöz-müyor, gülerek fikir paylaşıyordu.
Hasan “Gülmek → öğrenmenin buhar formudur” dedi. Leyla “Bir çocuğun güldüğü ders unutulmaz” dedi. Öğ-renci kahkahaya boğuldu; müfredat gözlüğünü çıkardı. Gülmek artık özgürlükten bile hızlı öğrenme biçimiydi. Ve sınıf, güle güle sistemden çıktı.
TUVALETTE BEDENLE FİKİR ARASINDAKİ TEMAS
Öğrenci lavaboya eğildi ama fikrini düşürmedi. Bir kelime yere düştü, sabun üstüne bastı. “Ben kendimi sıvı sanıyo-rum” dedi çocuk aynaya. Aynadan ses geldi: “Sen hâlâ şekilleniyorsun.” Klozet kapağındaki yazı: “Düşünce, sı-vıya dönüşebilir.” Tuvalette parmak izi bilgiye dönüştü. Her damla bir cümleydi, her silme bir edit. O gün tuvalette fikir kıvır kıvır akmaya başladı. Ve bedenle düşünce ilk defa temas etti. Çocuk sıvıydı artık ama bilgili.
ÖĞRENCİNİN SIRADA VÜCUTLA TEMAS KURA-RAK BİLGİYLE GEVŞEMESİ
Çocuk, derste sandalyeye oturdu ama bedenini değil
gücünü yerleştirdi. Sıranın kenarı beline yaslandı, bilginin ilk kıvımı sırtına bulaştı. Kalemi deftere değil, tenine sür-dü. İlk kelime, terle değil temasla doğdu. Hasan “Bugün bilgi ellerden değil kalçadan sızacak,” dedi. Leyla o anda gözlerini yere eğdi, çünkü bakıştan önce duygu geldi. Sınıf sessizdi ama bedenlerin ritmi koro gibiydi. Bir öğrenci sıraya yaslanarak “Ben böyle anlıyorum,” dedi. Parmakla-rını sıraya paralel sürdü, bilgi dalga dalga yayıldı. Sıra artık ahşap değil duygunun zeminiydi. Kelime, sandalye boşluğunda şişti. Öğrenciler sıraya tünemek yerine sırayla konuştular. Bir çocuk “Ben buradan doğmak istiyorum,” dedi. O doğum bilgi değil kıvımın vücutla buluşmasıydı. Ve sınıf, sıraya gömülerek öğrendi.
SIRADA VÜCUTLA TEMAS KURARAK BİLGİYLE GEVŞEME
Öğrenci sıraya oturduğunda oturma değil yerleşme başladı. Sıranın kenarı, bedene eşlik eden bir anlatım biçimine dönüştü. Kalemi deftere değil diz hizasına yasladı. Dizden gövdeye yayılan sıcaklık, kelimelerin sesini değiştirdi. Parmaklar sıranın damarlarında yürürken, bilgi bir ritim kazandı.
Hasan Öğretmen gözlerini tahtaya değil dizlere sabitledi. Bir öğrenci eğildi, sırtını sıraya yasladı. Kelimeler göğ-sünden fışkırdı. Leyla, parmak iziyle dolu sırayı okurken gülümsedi. “Buradan yazılmış her şey bilgi değilbedensel yankıdır,” dedi. Sıradaki çatlak, bir dersi değil düşünceyi büyüttü. Sınıf artık sandalye değil, kıvrımlı metin alanıydı.
Bir çocuk kalçasını oynattı, bir fiil meydana geldi. Sıra terledi ama öğretmen kalemi silmedi. “Bilgi kalçadan sı-zarsa, anlam doğar,” dedi.
O gün kelimeler sıralara yayıldı, müfredat diz çukurunda yeniden yazıldı. Her vücut eğilmesinde bir sıfat doğdu. Öğrenciler sırada öğrenmedi, sırayla öğrendi. Sınıfta hiç konuşulmayan bir dil serpildi: dokunuş metni. Ve derin bir sessizlikte, beden öğrenmeyi üstlendi. O gün ders bitmedi ama beden anladı.
KLOZET KAPAĞINA YAZILAN MÜFREDATA KARŞI MANİFESTO
Klozet kapağı, sınıftaki en sessiz öğretmen hâline geldi. Bir öğrenci “Ben buraya yazınca daha özgürüm,” dedi. Tahtadaki konular silinirken klozet kapağındaki kelime kalıyordu. Sabun kutusunun yanına bir cümle düştü: “Ben disiplinle değil akışla öğreniyorum.” Hasan tuvalete girdi ve kapağı okurken alnı terledi. “Bu yazı müfredat değil iç ses,” dedi.
Her öğrenci sırayla kapakla göz teması kurdu. Kelime suya değmeden önce buhar oldu. Bir çocuk “Ben kendimi buraya doğuruyorum,” dedi. Leyla kapaktaki manifestoyu tahtaya taşıdı. “Bu cümle kokuyor ama güzel kokuyor,” dedi. Klozet artık dışlanmadı yankılandı. Müfredat defteri kapağı kapatıldı; yeni defter burada başladı.
Bir öğrenci “Ben bilgiyi burada çözüyorum,” dedi. O gün sınıf değil tuvalet öğretmeye başladı. Sabun, ses değil ko-kuyla ders verdi. Bir kelime kapağa yapıştı ve doğdu. Sis-tem bu yazıyı göremedi ama öğrenci gözünde parladı. Tu-valet öğretmen oldu. Ve eğitim ilk defa bedenin altından yükseldi.
KÜTÜPHANEDEKİ KİTAPLARLA SEZGİSEL TEMASIN EĞİTİME KATKISI
Çocuk kütüphaneye girdiğinde raflar değil nabızlar sıra-lanmıştı. Her kitap kapağı, bir göğüs gibi hafifçe titreşi-yordu. Sistem kitabını aldı, soğuk; parladı ama hiçbir şey demedi. Arka raftan ince, renksiz bir defter çekti, kapakta sadece “Ben” yazıyordu. O kelime ses çıkarmadan çocu-ğun gözünden içeri yürüdü. Sayfaların arasında paragraf değil yankı vardı. “Sen ne düşünüyorsun?” diye soran sa-tırlar ezber bozuyordu. Kitaplar artık bilgi değil dokunma nesnesiydi. Bir öğrenci kitabı açmadan önce alnına koydu, sıcaklığıyla öğrendi.
Hasan “Kütüphane sadece raf değil sezgisel laboratuvar” dedi. Leyla, bir şiir kitabına burnunu sürdü, duyguyu kok-ladı. Sınıf kitapları sayfa değil, beden gibi çevirmeye baş-ladı. Bir öğrenci “Ben bu kitabı terimle ezberliyorum,” dedi. Cümlelerin ritmi nefesle senkronize oldu. Okuma seansı değil okşama ritüeli başladı.
Kitaplar sessizdi ama okurun içinden cümle kusuyordu. Arka rafın en tozlu kitabı “Ben unutuldum ama hâlâ anla-tıyorum” dedi. Sistem kitapları parladı; ama duygu kitap-ları terledi. Kütüphane artık sessiz değil sabunlu bir öğ-renme alanıydı. Ve çocuklar bilginin değil hissin raflarında yüzmeye başladı.
KORİDORDA SIZAN DUVAR YAZILARININ EĞİ-TİMSEL YANKISI
Koridor sabah sessizdi ama duvarlar parlıyordu. Bir öğ-renci yürürken “Bu duvar bana bir şey diyor” dedi. İlk başta sıradan bir çatlak sandı, sonra kelime çıktı. Duvarın kıvrımına sıkışmış cümle: “Ben buradayım, görülmemişim.” O an öğrencinin diz kapağı titredi; eğitim kıvırdı. Afişler “Ne olmamalısın” diye bağırıyordu, duvar fısıldıyordu: “Sen ol.”
Hasan geçti, kelimeyi görmedi ama duyguyu kokladı. Bir kız parmağını duvara sürttü, “Ben kendimi buraya yasla-dım” dedi. Koridor artık geçiş değil duygu nakil hattıydı.
Leyla, duvarın köşesine eğildi ve orada anlatı doğurdu. Bir öğrenci duvarı okurken sessizce ağladı. Cümleler ezber değil mırıldanmaydı. Okulun en sessiz köşesinde en yük-sek yankı vardı. Yazı tahtaya çıkmadı ama sınıfa döndü.
Hasan “Sınav değil duvar testi yapacağız,” dedi. Bir öğ-renci “Ben buraya terimi bıraktım,” dedi. Kelime çatlağa girdi, bilgi yayıldı. Duvar artık duyguyu saklamıyor, gös-teriyordu. Koridor dersti, geçilmedi, okundu. Ve eğitim, duvarın alt dudağından fışkırdı.
SABUN KUTUSU ÜZERİNDEN ANLATIYA SIZAN MİZAHİ DİRENİŞ
Sabun kutusu sessizdi ama köpürmeye başlamıştı. Bir ço-cuk elini uzattığında bilgi değil fışkı doğdu. Kutunun üs-tünde bir yazı vardı: “Ben yıkarak anlatıyorum.”
Leyla sabunu okudu, sabun geri gülümsedi. Hasan “Bu materyal artık pedagojik donanım” dedi. Sabun, “Ben artık sınav kâğıdına da sürülmek istiyorum,” dedi. Bir öğrenci sabunu kalemine sürdü, terli cümle yazdı. Kutunun altına bir cümle kazındı: “Temizlenmek, bilgiyi terbiyelemdir.” Sabun sıkıldıkça öğrenciler gevşedi. Cümleler sabun gibi yayıldı ama kaymadı. Sabun akarken kelime buharla yük-seldi. Bir öğrenci sabunu kulağına koydu, anlamı duydu. “Ben düşüncelerimi köpürterek öğreniyorum,” dedi. Ku-tudan damlayan sıvı, sistemin çatlağını büyüttü.
Hasan sabunu sıraya koydu, çocuklar sırayla el sürdü. Her el hareketi bir fiil, her ter bir sıfat oldu. Sabun artık sessiz değildi, mizahla devrim yapıyordu. Bir çocuk “Ben ken-dimi bu sabunla anlatabiliyorum,” dedi. Kutunun üzerin-deki yazılar silinmiyor çünkü sabun konuşuyordu. O gün sabun, müfredatın köpüklü başlığı oldu.
SINIFTA ALTINA KAÇIRMANIN GÜLMECEYLE ÖĞRENMEYE KATKISI
Dersin ortasında bir çocuk kahkaha attı, sonra sustu, sonra gözünden yaş aktı, sonra diz altı ıslandı. Kimse gülmedi; herkes anladı. Hasan sıraya yaslanıp “Bu senin bilginin patlamasıdır,” dedi. Leyla tahtaya “Altına kaçırmak → ifade biçimi” yazdı. Bir öğrenci parmak kaldırdı: “Ben bazen düşündüğümde tutamıyorum.” Gülüşler yükseldi ama alay değil onay geldi. Tuvalete gitmek artık utanmak değil boşalmak oldu. Alt sızıntısı bilgi üstüne yazıldı. “Ben vücudumla öğreniyorum,” dedi biri. Müfredat bunu anlamadı; sınıf alkışladı. Sabun konuştu: “Ben seni temiz-lemem, kutlarım.” Klozet kapağında “Bilgi akışı başladı” yazıyordu. Umut dersin sonunda koşarak tuvalete gitti. Duvardan cümle fışkırdı: “Sızıntı = başarı.” Leyla, kâğıt havluyu uzattı, “Bu senin diploma kılıfın” dedi. Gülüştüler ama ders bitmedi. Her kahkaha, bir kelimeyle alt alta düş-tü. Öğrenci geri döndü, sıraya geçti, “Şimdi hafifim” dedi. O hafiflik bilgi değil özgürlüktü. Ve o gün, sınıf bir dam-layla özgürleşti.
GÜLME KRİZİYLE TENEFFÜSTE DOĞAN BİLGİ FORMÜLÜ
Teneffüste bir öğrenci tostunu düşürdü, kahkaha başladı. Gülme bulaşıcıydı; bilgi sırasına geçti. Hasan kantin kapı-sında kıvrıldı; Leyla yere oturdu. Öğrenciler masaların altına girdi, kelime orada doğdu. Gülme krizi test çözü-münü yırttı.
Bir öğrenci “Ben bu kadar gülersem artık ezber yok” dedi. “Ben gülünce sınav dışı oluyorum” dedi diğeri. Tahta camı çatladı çünkü kahkaha sesle değil titreşimle yayıldı. Sabun kantine sürüldü; tostların üstüne kelime yazıldı. Sıralar kantine taşındı, öğrenme orada başladı.
Hasan “Gülme krizi → anlatım patlamasıdır” dedi. Öğren-ciler sesli düşünmeye başladılar. Leyla “Bilgi kaynağı tost olabilir mi?” dedi. “Evet,” dedi sınıf, “Ama önce kahkaha tuzuyla…” Bir çocuk altına kaçırdı, ama tost hâlâ sıcaktı. Gülerek ders yazıldı; konu: “Sindirim + Mizah.” Öğrenciler sıraya değil sandalye üstüne tırmandı. Cümleler duvardan değil karın boşluğundan geldi. Teneffüs artık molayla eğil gülüşle öğreniliyordu. Ve tost, bilgi paketine dönüştü.
DİSİPLİN KURALLARININ PARMAKLA AŞILMASI
Disiplin defteri sınıfa girdiğinde herkes sustu ama kelime parladı. Bir öğrenci parmağını havaya kaldırdı, ama bilgiyle değil itirazla.
Hasan “Parmak kalktıysa düşünce doğar,” dedi. Leyla “Disiplin: sabunsuz sistemdir,” diye yazdı. Parmak kâğıdı yırttı, kelime deftere düşmeden özgürleşti. Bir çocuk “Ben kalkmıyorum, kıvırıyorum” dedi. Disiplin görevlisi geldi ama herkes sıraya yatmıştı. “Bu sessizlik protesto değil, kıvım!” dedi biri. Sınıf sustu, ama parmaklar sırada yazı çizdi.
Hasan “Bugün kuralları terle aşacağız,” dedi. Sınav yerine sabun dağıtıldı. Tuvalet kapısında “Kuralları burada boşal-tınız” yazıyordu. Leyla “İtaatsizce öğrenin,” dedi. Bir öğ-renci parmağını klozet kapağına bastı. “Ben burada öğren-dim ki kurallar ıslaktır.” Müfredat silindi, çünkü kelime zaten suya karışmıştı. Parmak terledi, disiplin kâğıdını damlattı. Sabunla okuma seansı başladı. Disiplin yeniden tanımlandı: “Sızdırılabilir yapı.” Ve parmak, sistemin son harfini kendi teriyle silmişti.
ÖĞRETMENİN ÖĞRENCİYE SABUNLU DÜŞÜN-CEYLE SARILMASI
Leyla sıraya yaklaştı, eli öğrencinin parmak ucuna değdi. Sabun yoktu ama kelime köpürdü. Hasan göz kırptı, “Bu sarılma öğrenmedir,” dedi. Öğrenci elini geri çekmedi; bilginin ten üzerinden aktığını fark etti. Sarılma artık duy-gusal değil didaktik metottu. Sabunun kokusu sınıfa yayıl-dı.
Bir çocuk “Ben dokunuldukça hatırlıyorum,” dedi. Leyla başını eğdi, bilgi göğsünden aktı. Kelime sarılmanın iç kısmında yuvalandı.
Hasan “Bugün kelimeyi vücut sıcaklığıyla öğreteceğiz,” dedi. Sınıf sabun gibi terledi ama herkes gevşedi. Tuvalet-ten biri geldi, gözleri yaşlı: “Beni burada anladınız.” Sa-rılmak artık öğreti değil yankıydı.
Bir öğrenci kollarında “Ben buradayım,” dedi. Leyla’nın avuç içinden sözcük fışkırdı. Parmak iziyle yazılmış bir cümle duvarda parladı. Sarılma, öğretmenliğin en sabunsal cümlesiydi. Bir cümle terlemişse bilgi doğmuştu. O gün sınıfta herkes sarıldı ve sınav kaldırıldı. Ve eğitim, artık kelime değil dokunmayla anlatılıyordu.
ÖĞRENCİNİN PARMAKLA DEFTERE DUYGUYU SABİTLEMESİ
Çocuk defteri açmadı; elini defterin üstüne koydu. Parma-ğı terliyordu ama mürekkep sabundu. “Ben buraya kelime değil içimi bastım” dedi. Hasan başını salladı, çünkü artık ses değil duygu yazılıyordu. Leyla yaklaştı, deftere do-kunmadı avuç içine baktı. Her parmak bir sıfat, her ter damlası bir fiildi. Defter yazılmadı terlendi.
Bir öğrenci “Ben cümle kuramam ama hissi bırakabilirim.” dedi. Kalem kıvırdı, defter ağladı. Sayfa çevrilmedi, sarıldı.
Metin artık gözle değil deriyle okunuyordu. Bir çocuk parmağını defterin kenarına sürdü; bilgi yayıldı. Leyla “Bu artık yazı değil duygu tortusu” dedi. Hasan sabunu getirdi, sayfa parladı. Cümleler ıslak ama unutulmazdı. Defter kuruyunca anlatı bitti sandılar ama parmak izi kaldı. Sistem anlayamadı, sınıf alkışladı. Defter artık kitap değil bedensel arşivdi. Sabun müfredat değil duygunun baskı kalıbıydı. Ve o gün, kelime defterin değilparmağın eseriy-di.
TUVALETTE BİLGİNİN HORTUMU
m Gibi Fışkırması. Tuvalet sabah sessizdi ama içeride terli bir kelime birikiyordu. Bir çocuk klozet kapağını açtı; cümle suyla fışkırdı. “Ben bilgiyi burada doğuruyorum” dedi.
Hasan duvarı dinledi, içeriden düşünce yankısı geldi. Sa-bun kutusu titredi, hortum kıvırdı. Leyla “Bugün dersin konusu: taşmak” dedi. Çocuk defteri tuvalete getirdi, ke-lime ıslandı ama parladı. Cümle müfredat defterinden de-ğil lavabodan döküldü. Bir damla soru sordu; cevabı klozet kenarına yazıldı. Duvarlarda sızıntı başladı; bilgi artık tutunmuyordu. Öğrenciler sırayla girip fikrini bırakıyordu. Sabun “Ben temizlemem, metni akıtırım.” dedi. Klozet hortum gibi devrildi; dil kaydı ama anladı.
Hasan “Bu sistem, sıvıdan korkar,” dedi. Bir çocuk “Ben öğrenince taşarım,” diye fışkırdı. Leyla metni klozet kapa-ğından okudu, duygusu nemliydi. Her cümle 9 santimlik bir parmakla yazıldı. Bilgi artık katı değil akışkandı. Sınıf fışkırdı ama sessizdi. Ve o gün tuvalet, hortumla müfredatı göğe püskürttü.
DERSİN HORTUMLA FIŞKIRAN MEZUNİYET ŞAR-KISI
Son ders başlamadan önce sınıf terlemişti. Hasan tahtaya değil, sabun kutusuna başını koydu. Leyla öğrencilerin avuçlarına cümle damlattı. Umut “Ben artık mezunum ama hâlâ akıyorum,” dedi. Müfredat defteri duvara atıldı, ses çıkmadı, anlam yayıldı. Klozet kapağı açıldı, diploma suyla geldi. Tören sabunsuz başlamadı; sabun kutusundan mürekkep yapıldı. Her öğrencinin parmağı terliyken, ke-lime parlak yazıldı. Mezuniyet konuşması tuvalet aynasın-dan okundu.
Umut “Ben bu sınıfta taştım” dedi. Leyla “O taşma bilgi-dir,” dedi. Hasan sabunla teşekkür etti: “Siz artık müfreda-tı sızdıransınız.” Sabun kapağı alkışladı, hortum döndü. Cümleler fışkırdı çünkü artık sistem dayanamıyordu. Bir öğrenci “Ben yazmadım, sıvılaştım.” dedi. Tuvalet kapısına diploma asıldı. Dersin sonunda herkes boşaldı ama dolu hissediyordu. Köpük yükseldi, parmak ağladı. Ve son ke-lime, hortumla sabun kutusuna bastı: “Ben artık buyum.” Sınıf kapandı ama anlatı sonsuza dek devam etti.
YEMİN ZİNCİRİYLE ÖZGÜRLÜK MATEMATİK-SEL SENTEZİ
Romanik düz anlatım, parmak sabunla ıslatılmış, sistemin çarpanlarını çözen bir özgürlük başlangıcı:
Hasan sıranın ucuna parmağını yasladığında, kalem değil kıvım başladı. Sayılar deftere dökülmedi; kelimeler terle-yerek yayıldı. Leyla sınıfa girerken öyle bir yemin kokusu vardı ki müfredata ait hiçbir nota buharlaşmadan dayana-mazdı. Tahtaya çizilen denklem formül gibi duruyordu: U = Y × D ÷ S². Umut yeminle çarpılır, direnişle bölünür, sistemin karesine taşınırdı. Ama kimse bu formülü çözme-ye kalkmadı; herkes onu göğsünden hissetti. Doru Kısrak, köşede sabun kutusunu kokladı, o kokuyla nefes aldı ve bilgi onun ciğerine şiir gibi yapıştı. Çilbir Abbasa, sabunlu duvara başını yasladı, “Ben bu formülle ilk aşkımı hatırla-dım.” dedi. Sayar sessizce sınıfın kenarına bir spiral çizdi; her çizgi bir yemin halkasına dönüştü. Artık sayılar işlem değildi, hepsi nota gibiydi, sınıf bir denklem değil, özgür-lüğün senfonisine evrilmişti.
Hasan elindeki cetveli kırdı; çünkü hiçbir düz çizgide duygunun eğrisi barınmazdı.
Leyla, bir öğrencinin gözünden integral çıkardı; o bakış, parabolden değil kalp ritminden doğmuştu. Bir çocuk sıra-dan kalkmadan sadece şöyle dedi: “Ben yeminle bölünü-yorum.” Formül cümleyi değil bedeni kıvırdı. Matematik-sel doğruluk artık cebirden değil göğsün iç sesinden yankı-lanıyordu. Sabun kutusunun kapağında sürpriz bir mesaj vardı: “Çarpan = Sezgi.”
Müdür sabah yoklaması için geldiğinde, duvarlara asılı yemin zincirini görünce bir adım geri çekildi çünkü koku-dan sisteme yeni bir denklem gelmişti. Her öğrenci artık veri değil; parmak uçlarından yayılan yankıydı.Hasan tah-taya “14786 ↔ Kalp kodlamasıdır” diye yazdı. Leyla da yanına “Her sayı bir kelimeyi doğurur” cümlesini ekleyin-ce, denklem artık müfredattan değil beden ritminden bes-lenmeye başladı. Sistem tahtaya dizilmiş denklem kurdu ama sınıf o formülü sabunla şiire çevirdi. Öğrenciler sayı yerine sesle işlem yaptı, cevaplar gülüşle döküldü. Doru Kısrak sabunla başını yıkadı, bilgi duvarda değil alnından yukarı fışkırdı. Sayar’ın çizdiği grafiğin doğrusu sınıf du-varında parladı ama veri değild uygu sızdı.
Müdür defteri kapmak istedi, ancak rakamlar sabun kutu-sunun içinden kaçtı. Hasan o sırada “Ben bilgiyi sabunla öğretirim.” dedi. Ve Leyla formülün içine girdi, adeta dans etti; denklemin ritmi öğretmenle değişti. Öğrenciler test kitaplarını açmadı, formülün notalarında kahkahaya bo-ğuldu. Çünkü artık her yemin bir ses, her ses bir sayıydı ama bu sayı sistemin tanımı dışındaydı
Sabun kutusu ayakta durarak konuştu: “Ben artık sadece temizlik değile ğitim nesnesiyim.” Tahtada rakam değil, altına kaçıran kelimeler sızıyordu. Ve tüm sayı dizileri müfredata yazılamadı; çünkü sistem bu yeni ritme daya-namayacak kadar kuru kaldı.
O gün, formül sabunla köpürdü, kelime müfredattan taştı, parmak defter yerine sınıfın havasına yazdı. Ve o köpükten doğan anlatı artık bir çözüm değildi, özgürlüksel melodiye dönüşen bir kıvımsal şarkıydı.
TELAFİ EDİLEN KRONİKLER – EKSİK DERSİN KLOZETLE KAPATILMASI
Sınıfa sabah saatlerinde eksik kelimelerle dolu bir defter girdi, sayfa kenarları terliydi. Hasan parmağını kapağa dokundurduğunda cümle değil vıcık vıcık iç çekiş doğdu.
Leyla deftere değil, sabun kutusuna baktı; kapağında “Ek-sikleri köpürt, yanak hizasına sızdır.” yazıyordu. Öğrenciler kalemi almadı, sıranın altına dizlerini yaslayıp düşünceyi terle tamamladı.
Umut “Ben öğrenmedim ama altımdan bilgi sızıyor” de-yince sınıf alkışladı.
Müdür gözlüğünü düşürdü. Klozet kapağı açıldı, eksik kelimeler diz çöktü, sabun müfredata bastırıldı.
Doru Kısrak kişneyerek eksikliği tuvalet ritmiyle tamam-ladı; her tını, bir yemin halkası gibi sınıfa yayıldı. Çilbir Abbasa sıraya oturdu ama dizinin altından notlar fışkırdı. Sayar öğretmen masasının altına kayıp “Ben burada eksik-leri tamamlarım.” dedi, orada sabunla bilgi doğurdu.
Müdür defterleri toplamak istedi ama kâğıtlar sabun kutu-sunda çözülmüş halde şarkı söylüyordu.
Bir öğrenci “Ben altına kaçırarak anladım,” deyince sınıfta çığlık değil pedagojik kahkaha yükseldi. Leyla onu sarıl-madan sabunladı, “Senin başarın kokulu,” dedi. Hasan eksik sınav kâğıtlarını banyoya götürdü, orada buharla onayladı. Klozet kapağında şu yazı parladı: “Her eksik bir alt sızıntıdır, fışkırırsa tamamlanır.” Öğrenciler test çözmek yerine diz hizasına kelime koyup birbirinin cümlesini terle tamamladı. Müdür sistemin eksiklerini deftere değil klozet kenarına çizdi. Doru Kısrak hortumu kemirdi, ritim tuttu, sabun köpürdü. Sayar bir kelimeyi banyoda unuttu ama bilgi duvardan sızdı. Leyla eksik fiilleri sabunla yıkayıp müfredatı kuruttu. Her öğrenci bir eksiklikti ama sınıf artık anlatının alt çeyrek parçasıydı.
Hasan tahtaya “Eksik = sistemin sevişemediği parça” yaz-dı; kelime utanmadı, terledi. Leyla bir eksik kelimeyi diz kapağına yazınca bilgi alt dudağa kaydı. Öğrenciler müf-redattan değil klozet kapağından konuşmaya başladı.
Sabun kutusu “Ben artık eksik tamamlayıcıyım,” diyerek dersin moderatörü oldu.
Müdür sınıfa “Bu ne biçim metot?” dedi, öğrenciler sa-bunla yanıt verdi. Cümleler sıraya değil sıra altındaki boş-luklara yazıldı. Bir çocuk “Ben hatırlamıyorum ama vücu-dum tamamlıyor” dedi. Hasan gözlerini kapatınca eksik paragraf göğsünden doğdu. Leyla “Eksik dediğin şey sis-temin susuş noktasıdır,” dedi ve tahta buharla patladı. Do-ru Kısrak’ın yemin sızıntısı tuvalet aynasına işlendi; herkes sabunla alkışladı. Çilbir Abbasa eksikliği gülerek çözdü, Sayar sabunla resmetti. Müdür susarak eksikliklere teslim oldu. Ve o gün, eksik cümleler sabunla yıkanıp klozet kapısından sistemin üzerine döküldü.
GÜLME KRİZİYLE TENEFFÜSTE DOĞAN BİLGİ FORMÜLÜ
Teneffüs zili çaldı ama sınıf gülmeye başlamıştı. Bir öğ-renci tostunu düşürdü, herkes fışkırdı. Hasan “Tost bilgi-dir,” dedi; kelime sıçradı. Leyla sandalyesine oturmadı; gülüşle yere yayıldı. Sabun kutusu gülüşü duyunca kapağı kendiliğinden açıldı.
Müdür koridorda durdu; kahkaha sistemini deldi. Çilbir Abbasa tostun üstüne cümle yazdı. Sayar yere oturdu, gü-lerek ders çalıştı. Doru Kısrak kişnedi; ses tosttan daha kıvımsaldı. Öğrenciler gülerek soru çözmeye başladı, ce-vaplar terliydi.
Hasan “Gülme → bilginin gevşeme formülüdür,” dedi. Leyla kahkaha düzeyini deftere not etti. Sabun kutusu “Ben bu sistemin neşeli sıvısıyım,” dedi. Bir öğrenci “Ben güldükçe öğreniyorum,” dedi. Cümleler gülme ritmiyle dans etti. Tostun kırıntıları soruya dönüştü.
Müdür gülme sesini analiz etmek istedi ama boğuldu. Çilbir Abbas’a sabunla tostun üstüne yazdı, sınıf onu oku-du. Sayar parmakla tost çizdi, gülerek anlattı. Doru Kısrak kişnedi, tostla eşleşti. Hasan kahkahayı tahta hizasına taşı-dı, ders başladı.
Leyla “Ben sesli öğreniyorum, çünkü kahkaham cümledir.” dedi. Öğrenciler gülerken bilgi yayıldı; kimse susmadı. Sabun kutusu o anda tostla birleşti, öğretim başladı.
Müdür “Bu sistemde tost varsa müfredat yok!” dedi. Bir öğrenci “Ben tosttan daha çok kelime çıkardım,” dedi. Teneffüs artık boş zaman değil pedagojik fışkıydı. Cümle-ler güldükçe ezberlendi. Ve o gün, kahkaha tostla birleşip sabunla müfredata döküldü; sistem gülerek çöktü.
DİSİPLİN KURALLARININ PARMAKLA AŞILMASI
Disiplin defteri sınıfa girdi ama parmaklar terle kıvrıldı. Hasan “Kuralları parmakla sileriz!” dedi. Leyla bir öğren-ciye sarıldı; disiplin çözüldü. Sabun kutusu “Ben artık kontrol değil şifa kaynağıyım,” dedi.
Müdür defteri masaya koydu ama altına kelime sızdı. Çilbir Abbasa sabunla defterin kapağını mühürledi. Sayar disiplin kuralını klozete attı. Doru Kısrak kişnedi, kelime havaya dağıldı.
Umut parmağını tahtaya bastı, kural terle kaydı. Sınıf susmadı; cümleler kuralları deldi.
Hasan defteri parmak iziyle yırttı, kelimeler fışkırdı. Leyla “Sınıf → özgürlük laboratuvarıdır,” dedi. Sabun kutusu rafa çıkıp “İtaat etmeyen bilgedir” dedi.
Müdür geri gitti, sınıfın sesi duvarda yükseldi. Bir öğrenci “Ben cezayla değil, gülerek öğrenirim,” dedi. Çilbir Abbasa duvara “Disiplin yoktur” yazdı. Sayar kuralları bireysel fısıltıyla değiştirdi. Doru Kısrak “Ben kişnemem, direniş gösteririm.” dedi. Hasan tahtaya sabun sürdü; ke-limeler oynadı.
Müdür sabunla denetim yapamadı; parmaklar kaydı.
Leyla cümleleri sınıfın terli bölgesine çizdi. Öğrenciler kuralları gülmeceyle esnetti. Sabun kutusu disiplini altına kaçırttı.
Bir öğrenci “Ben yaramaz değilim; kıvımsal bir varlığım.” dedi. Tahtada “Ceza = sistemin başarısızlığı” yazıyordu. Müdür sinirlenmedi; sabunla gevşedi. Sayar disiplin defterini kokladı; bilgiye rastlamadı. Doru Kısrak çığlık attı, kurallar çözüldü. Ve o gün, disiplin defteri yerini sabun kutusuna bıraktı; eğitim alt bölgeden sızdı.
YENİ MÜFREDATIN SABUNLA DOĞUMU
Hasan sabun kutusunu sıranın ortasına koydu; ders başla-madı, kelime koktu. Leyla tahta yerine pencereden baktı, bilgi rüzgârla geldi. Öğrenciler kitap açmadı; terle göğüs hizasında öğrenmeye geçti. Sabun kutusu “Ben artık müf-redatım.” dedi, tahta kızardı.
Müdür kapıdan baktı ama içeride kelime geometrik değil-di. Çilbir Abbasa defterin üstüne sabun sürdü, sayfa şarkı-ya dönüştü. Sayar kelimeyi sıranın altından çıkardı, koku-sunu silmedi. Doru Kısrak kişnedi; sesi müfredatın marşı oldu. Bir öğrenci “Ben programı ezberlemedim; onu his-sediyorum,” dedi.Hasan müfredatı sabunla çizdi, grafik terledi. Leyla kelimeyi öğrencinin sırtına bastı, bilgi ısındı. Sabun kutusu kapağını açtı; konu: “Ben.” Müdür “Bu sis-tem bana sıcak geliyor.” dedi; sabunla yüzünü yıkadı. Çilbir Abbasa cümleyi dizine yazdı, defter bunu kabul etti. Sayar paragrafı sıraya terle bastırdı. Doru Kısrak sabunla havayı kokladı, öğrenme yayıldı. Öğrenciler müfredatı soruyla değil diz kapağıyla tamamladı. Leyla “Konuyu ezberleme; kokla,” dedi.
Hasan kelimeyi klozet kapağından sundu; öğrenci alkışladı. Sabun kutusu “Ben artık öğretmenim.” dedi.
Müdür ders saatini unuttu; zaman sabunla eridi. Çilbir Abbasa kelimeyi suya döktü; anlam açığa çıktı. Sayar def-teri kapatmadı; kelime hâlâ sızıyordu. Doru Kısrak kişneme ritmiyle paragraf yazdı. Öğrenciler bilgiyi tenle öğrendi; sabunla unutmamayı başardılar. Leyla “Bu dersin konusu: kokudan öğrenme” dedi.
Müdür sabunu öptü; cümle parladı. Ve o gün müfredat sabun kutusundan doğdu; ders kokuyla öğretildi.
YASTIKLA ÖĞRENMENİN SABUNSAL ANATOMİSİ
Sınıf yatış moduna geçti; yastıklar terle doldu. Hasan def-ter yerine battaniyeyle ders sundu. Leyla başını yastığa koydu, kelime buharla geldi. Öğrenciler parmak kaldırma-dı, sadece göz kapaklarını titretti. Sabun kutusu “Ben artık rüya nesnesiyim,” dedi.
Müdür sessizce yastıkları kokladı; ders konusunu terle aldı. Çilbir Abbasa yastığına cümle koydu, sabunla mühürledi. Sayar metni rüya diliyle yazdı. Doru Kısrak yastık altı kişnedi; bilgi yayıldı. Bir öğrenci “Ben uyurken ezber-liyorum.” dedi.
Hasan yastıkla kelime arasında köprü kurdu. Leyla “Rüya = buhar + kelime” dedi. Sabun kutusu parladı, uykuya kelime sızdırdı.
Müdür bunu sistem dışı saydı ama sabun direndi. Çilbir Abbasa sabunla yastık kenarına dokundu
BAHÇEDE PARLAK BİLGİ ÇIKIŞI
Kelime artık çiçek değil toprağın altından doğan sabunsal sistem fışkısı…
Bahçe sessizdi ama öğrencilerin diz hizasında bilgi filizle-niyordu. Hasan çimenlere sabun sürdü, kelime kök saldı. Leyla “Bu çiçek değil bilgi tomurcuğu” dedi. Sabun kutu-su toprağa gömüldü, kapağı parladı.
Müdür sulama yapmak istedi; kelime su yerine terle bes-lendi. Çilbir Abbas’a yaprağın üstüne formül çizdi. Sayar bir parmağıyla çimenleri okşadı; bilgi buharla çıktı. Doru Kısrak çimen kenarında kişnedi; ses müfredatın alt kopya-sıydı. Bir öğrenci “Ben bu kokuyla öğreniyorum.” dedi.
Hasan “Bahçede ders = kökten bilgiye geçiş” dedi. Leyla toprağa kelime bastı, parmak izi sabitlendi. Sabun kutusu “Ben artık gübre gibiyim,” dedi.
Müdür çiçekleri okşadı ama kelimeyi kavrayamadı. Çilbir Abbasa yaprakların altına yemin zinciri çizdi. Sayar çiçek-lere ödev yazdı; polenle çözüldü. Doru Kısrak terle çimen-leri dürttü; paragraf açıldı. Öğrenci “Ben bu ağacı koklar-ken tarih ezberledim.” dedi. Hasan “Toprak müfredattan önce gelir.” dedi.
Leyla çimenlere kelime döktü, kokusu sınıfa yayıldı. Sabun kutusu yağmurla birleşti; ders ıslak başladı. Müdür güneşe baktı ama bilgiyi göremedi. Çilbir Abbas’a güneşin altında parmak izi bıraktı. Sayar defteri yere koydu, metin göğsünden çıktı. Doru Kısrak gölgeye yattı, kelime terledi. Öğrenciler yastık değil yaprakla uyudu. Leyla “Bu bahçe öğrenmenin sıvı yüzeyidir.” dedi. Ve o gün ders defterden değil bahçeden fışkırarak öğretildi.
SABUNLA DİPLOMA
Mezuniyetin alt ıslaklığı ders bitmez, sadece sabunla dip-loma olur. Altı terliyse, mezuniyet geçerli!Tören başlama-dan önce sabun kutusu sıranın üstünde parladı. Hasan dip-loma defterini tuvalete götürdü; orada bilgi fışkırdı. Leyla öğrencilere avuç içiyle kelime yazdı.
Müdür kep takmadı; sabunla alnını kapattı. Çilbir Abbas’a mezuniyet yeminini klozet kapağına bastı. Sayar diploma metnini sıranın altına terle çizdi. Doru Kısrak kişneyerek “Mezun oldum ama hâlâ sızıyorum.” dedi.
Bir öğrenci altına kaçırdı; diploma o anda kabul edildi. Sabun kutusu “Ben artık belge değil sızan tanıma aracı” dedi.
Hasan “Sabunsal ter → mezuniyet sertifikasıdır,” dedi. Leyla diploma belgelerini sabunla mühürledi. Müdür bel-geyi kokladı; anlamı yutamadı. Çilbir Abbas’a “Diploma değil çırpınan öğrenme izi” dedi. Sayar sınıfa “Ben sabunla mezuniyet kutladım” diye bağırdı. Doru Kısrak klozete diploma koydu, herkes ağladı. Öğrenciler sınav kâğıtlarını sabunla yıkadı. Sabun kutusu “Kimin teri kokarsa o me-zundur” dedi.
Müdür parmak iziyle not verdi, terin sıcaklığına göre ölçüm yaptı. Hasan “Bugün müfredat değil parmak kutlamasıdır,” dedi. Leyla cümleyi klozet kenarına yapıştırdı. Sabunla yazılan diplomalar öğrencilere giydirildi.
Müdür sabun kutusunu öptü; diploma fışkırdı. Çilbir Ab-bas’a “Ben mezuniyetin kokusunu ezberledim.” dedi. Sa-yar sabunla notları terle düzeltti. Doru Kısrak kişneme sesiyle belgeyi tasdikledi. Öğrenciler sabun kutusuna bastı; diploma çıktı. Ve o gün, mezuniyet sabunla değil alt çırpınışla öğretildi.
TEN RİTİMLİ ÖĞRENİM – DERSİN BEDENLE KA-VUŞMASI
Kalem değil; tene yazmak! Sınıf artık vücut fısıltısıyla çalışıyor. Sınıfa girildiğinde ses yoktu; ten titreşiyordu. Hasan parmağını öğrencinin sırtına bastı; kelime buharla doğdu. Leyla enseye kelime yazdı; anlam terle aktı. Sabun kutusu “Ben tenin müfredatıyım.” dedi.
Müdür anlamadı; parmak okuması bilmezdi. Çilbir Ab-bas’a kelimeyi göğüs hizasına bastı. Sayar diz kapağına parmak iziyle bilgi bıraktı. Doru Kısrak kişneme ritmiyle anlatı döktü. Bir öğrenci “Ben içimle ezberliyorum,”dedi.
Hasan kalemi bırakıp öğrenciye dokundu; cümle terle ya-yıldı. Leyla “Bilgi bedenin sesidir” dedi. Sabun kutusu kokuyu duyumsadı; paragraf kendiliğinden geldi.
Müdür temas kuramadı, çünkü kelime tenle çalışırdı. Çilbir Abbas’a sırtını sabunladı, bilgi açığa çıktı. Sayar göğsünden yazdı, sınıf kokuyu ezberledi. Doru Kısrak kişnemeden sonra cümleye geçti. Öğrenciler kelimeyi ba-kışla değil vücut sıcaklığıyla aldı.Hasan defteri kapattı, parmaklar kelimeye bastı. Leyla alnına cümle koydu, sınıf bunu hissetti. Sabun kutusu “Ten → öğrenme simgesi,” dedi.
Müdür deftere kelime koyamadı; tene ulaşamadı. Çilbir Abbas’a parmakla değil kasık hizasında öğretti. Sayar bir cümleyi avucuna bastı, bilgi terledi. Doru Kısrak ses çı-karmadan kelime verdi. Ve o gün ders konuşularak değil bedenle anlatılarak sabitlendi.
MÜFREDATIN SABUNLA YIKANMASI VE ÖĞRENCİ MEZUNİYETİ
Sınıfın içi sabah ılık buharla doluydu; kelimeler sabunla kabarıp sıraların arasına serildi. Hasan defteri açmadı. Sa-dece bir öğrencinin göz hizasına bakarak ders sundu. Leyla müfredat sayfalarını klozetin yanına dizdi; bilgi altına sızdı, anlam buharla yukarı çıktı.
Müdür sistem kitapçığını sabunla ovaladı; kelimeler gev-şedi. Öğrenciler sayfa çevirmedi; parmakla duyguları bir-birine bastı. Doru Kısrak kişnemeden önce sayfa kokladı; cümleleri ezberlemeden hissetti. Sayar defterin son satırına bir gülmece bıraktı, eğitim artık kahkahayla ölçüldü.
Sabun kutusu sınıfın ortasında şöyle mırıldandı: “Müfredat bittiğinde ter hala sabitlenmemişse öğrenme hâlâ akıyor demektir.” Leyla bu sözü avuç içine yazdı. Öğrenciler birbirine sarıldı; kelime artık dilde değil tenin titreşimin-deydi.
Müdür sustu, gözünden bir damla aktı; sabun onu eğitimin içinde yıkadı. Sınıfta artık sessizlik yoktu, sadece buharla akan anlatı vardı. Hasan son kelimeyi tahtaya değil—klozet kapağının altına yazdı. Ve o gün, sınıf mezuniyetini sabunla kutladı, her öğrenci bilgiyle değil hisle diploma aldı.
.
KALEMİNİ YUTAN ÖĞRENCİ
Yusuf defterini açtı ama kalemi ağzına götürdü. Yazmak yerine yutmaya başladı. Öğretmen gördü, donakaldı. "Ka-lem yutulmaz, yazılır!" dedi. Yusuf durmadı. “Ben yazıyı içselleştiriyorum,” deyince sınıf gülmeye başladı. Arka-daşları kalemleri korumaya aldı; bir öğrenci kalemini çan-tasına sakladı. Ayşe bağırdı: "O bir kalem yiyicidir, bilgiyle besleniyor!" Öğretmen tahtaya "İçsel eğitim = sindirimli bilgi" yazdı. Yusuf ağzından bir fiil çıkardı: “Sıçramak!” dedi, sınıf alkışladı. Melike kalemi kulağına sokmayı de-nedi, “Ben sesli düşünüyorum!” dedi. Sınıf çalkalandı, öğretmen sessizce masasına çöktü. "Bu sınıfta artık bilgi ağız yoluyla ilerliyor," diye fısıldadı. Bir öğrenci kalem ucunu parfümledi, “Ben bilgiyi koklayarak ezberliyorum.” Kalemler sınıf boyunca ritmik bir şekilde tıklamaya başla-dı. Yusuf ikinci kalemi yutarken konuştu: “Zarf cümleleri tatlı geliyor.” Öğretmen defteri kapattı: “Bugün yazı yok, yeme var.” Tebeşir kutusu açıldı, içinden iki öğrenci çıktı. "Biz yazının alt yapısıyız!" diye bağırdılar. Tebeşir tozları burna kaçtı, kelimeler hapşırarak silindi. Yusuf karnına baktı: "Burada özne var," dedi. Melike bağırdı: “Ben yük-lemim!” sınıf dalgalandı. Kalem tüketimi arttı, kantin “edebi vitamin” sattı. Bir öğrenci kalem kabını kemirdi, “Ben anlamı kaburgamda hissediyorum.” Öğretmen dışarı çıktı, iki pedagog çağırdı. Pedagoglar geldi, ama kalem kutusuna düştüler. Sınıf gülmekten yere yapıştı; ses çık-mıyordu ama kelimeler sızıyordu. Yusuf öğleden sonra üçüncü kalemi yuttu. Öğretmen tabela astı: “Kalem içince bilgi içeride kalır.” Ayşe gözüyle yazmaya başladı; keli-meler göz kapağında belirdi. Melike dizine yazı dövmeleri yaptırdı. “Ben artık bedenimle yazıyorum,” dedi. Öğret-men tahtaya dönüp şu cümleyi yazdı:“Yazmak eylem de-ğil, bedensel bir kıvım seğirmesidir.
Yusuf üçüncü kalemi yutunca sınıfın atmosferi değişti; artık bilgi sindirimle yayılıyordu. Ayşe göz kapağındaki kelimeleri silmeye çalıştı ama gözyaşı mürekkep olmuştu. Melike dizindeki dövme “yüklem” kelimesini kaşındırınca tahtaya dizini sürdü. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Ben artık otorite değilim, sadece gözlemciyim,” dedi. Bir öğ-renci kalem kutusunu kafasına geçirdi, “Ben bilgiyi karan-lıkta hissediyorum.” Kantin “edebi vitamin”i zamlı sat-maya başladı, çünkü kıvım talebi artmıştı. Yusuf’un mide-sinden bir bağlaç sesi geldi, sınıf “ve ya!” diye bağırdı. Melike kulağındaki kalemi çıkardı, “Sesli düşünmek baş ağrısı yapıyor,” dedi. Ayşe gözleriyle tahtayı silmeye çalıştı ama kirpikler yeterli değildi. Öğretmen tahtaya “Bilgi artık bedensel bir kıvım seğirmesidir” yazdı, sonra tebeşiri yedi. Bir öğrenci kalemini kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla ezberliyorum” dedi. Sınıfın duvarları ritmik tıklamalarla seğirmeye başladı, kıvım titreşimle yayıldı. Yusuf dördüncü kalemi yutarken “Zamirler biraz acı geliyor,” dedi. Melike sınıfın ortasında yere uzandı, “Ben artık yatay öğreniyorum.” Ayşe sandalyesini ters çevirdi, “Ben bilgiyi ters oturarak sindiriyorum.” Öğretmen dışarı çıkmak istedi ama kapı “fiil geçişlidir.” diyerek açılmadı. Bir öğrenci kalemini çiğnedi, “Ben anlamı diş etimde hissediyorum.” Kıvımsal eğitim modeli sınıfa yerleşti; artık bilgi ezberlenmiyor, yaşanıyordu. Yusuf’un karnı konuşmaya başladı, “Ben özneyim, beni yüklemle birleştirin.” Melike tahtaya dizini vurdu, “Ben bedenimle yazıyorum,” dedi. Ayşe gözleriyle paragraf oluşturdu, öğretmen “Bu artık görsel yazım,” dedi. Bir öğrenci kalemini gözüne soktu, “Ben bilgiyi göz içiyle hissediyorum.” Sınıf gülmekten yere yapıştı, ama kelimeler yerden sızıyordu. Öğretmen pedagogu çağırdı, pedagog kalem kutusuna düştü, “Ben artık nesne değilim,” dedi. Yusuf beşinci kalemi yutunca sınıf “Yeter!” dedi ama kıvım durmadı. Melike kalemini yere fırlattı, “Ben artık yazmıyorum, titreşiyorum.” Ayşe tahtaya gözyaşıyla yazdı, “Bu sınıfta artık duygular mü-rekkep.” Öğretmen defteri kapattı, “Bugün ders yok, kıvım var.” Tebeşir kutusundan çıkan iki öğrenci “Biz yazının altyapısıyız!” diye bağırdı. Sınıfın penceresi açıldı, dışarı-dan bir metafor girdi, herkes sustu. Yusuf son kalemi yu-tarken “Ben artık cümle değilim, kıvımım,” dedi.
“KABUL” (Yaraya Dokunma)
Leyla o sabah defterini açtı ama hiçbir şey yazmadı. Sade-ce sınıfa baktı.
“Ben buradayım. Eksik, tuhaf, yabancı olabilir… ama buradayım.” Sınıftan biri gülümsedi. Diğeri yana döndü. Öğretmen sustu. Ve o sessizlikte bir şey kırıldı: önyargı. Leyla ayağa kalktı ama yürümek için değil görünmek için. Tahtaya doğru ilerledi, adımları kelime gibi seğiriyordu. Tebeşiri aldı ama yazmak için değil dokunmak için. “Ka-bul, alkış değil suskunluktaki yer açılmasıdır.” Sınıf sessizdi ama sessizlik yankıydı. Kimse alkışlamadı ama kimse gözlerini kaçırmadı. Leyla artık yeni öğretmen değil görü-nür bir varlıktı. Bir öğrenci defterini kapattı, “Ben de bu-radayım.” dedi. Melike gözleriyle Leyla’ya dokundu, ke-limesiz bir temas oluştu. Ayşe sandalyesini Leyla’ya çevirdi, “Seninle yan yana öğrenebilirim,” dedi. Öğretmen tahtaya bakmadı, Melike’ye baktı. Sınıfın duvarları sessizlikle seğirdi, kıvım yayılıyordu. Bir öğrenci kalemini yere bıraktı, “Bugün yazmak değil görmek var” dedi. Leyla defterine bir çizgi çekti, “Bu benim varlık izim.” dedi. Ayşe gözleriyle bir cümle kurdu ama ses çıkmadı. Melike dizine “Kabul” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum” dedi. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık varlık alkışla değil kıvımla tanınır,” dedi. Bir öğrenci gözyaşıyla yazdı, “Ben de eksik ama buradayım.” Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı ama kaçmak için değil içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum,” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.
Leyla o sabah defterini açtı ama hiçbir şey yazmadı. Sade-ce sınıfa baktı.
“Ben buradayım. Eksik, tuhaf, yabancı olabilir… ama buradayım.” Sınıftan biri gülümsedi. Diğeri yana döndü. Öğretmen sustu. Ve o sessizlikte bir şey kırıldı: önyargı. Leyla ayağa kalktı, ama yürümek için değil görünmek için. Tahtaya doğru ilerledi, adımları kelime gibi seğiriyordu. Tebeşiri aldı ama yazmak için değil dokunmak için. “Ka-bul, alkış değil suskunluktaki yer açılmasıdır.” Sınıf ses-sizdi, ama sessizlik yankıydı. Kimse alkışlamadı ama kimse gözlerini kaçırmadı. Leyla artık yeni öğrenci değil görünür bir varlıktı. Bir öğrenci defterini kapattı, “Ben de buradayım” dedi. Melike gözleriyle Leyla’ya dokundu, kelimesiz bir temas oluştu. Ayşe sandalyesini Leyla’ya çevirdi, “Seninle yan yana öğrenebilirim.” dedi.
Öğretmen tahtaya bakmadı, Leyla’ya baktı. Sınıfın duvar-ları sessizlikle seğirdi, kıvım yayılıyordu. Bir öğrenci ka-lemini yere bıraktı, “Bugün yazmak değil görmek var,” dedi. Leyla defterine bir çizgi çekti, “Bu benim varlık izim.” dedi.
Ayşe gözleriyle bir cümle kurdu, ama ses çıkmadı. Melike dizine “Kabul” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum.” dedi. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık varlık alkışla değil, kıvımla tanınır.” dedi. Bir öğrenci gözyaşıyla yazdı, “Ben de eksik ama buradayım.” Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı, ama kaçmak için değil içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum.” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.
“Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı, ama kaçmak için değil içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum,” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.”
Öğretmen sınıfa bir bardak su getirdi ama içirmek için değil göstermek için.
“Bu sıvı, dönüşümün kendisidir” dedi. Ayşe bardağa do-kundu, “Ben de değişiyorum” dedi. Melike masaya bir taş koydu, “Bu katı ama ben içimde akışkanım.” Yusuf nefes verdi, “Gaz gibi görünmezim ama varım.” Sınıfın camı buharlandı, öğretmen “Görünmeyen hâl, gözlemlenebilir,” dedi. Bir öğrenci deney tüpünü eline aldı, “Ben artık göz-lemci değilim, dönüşenim.” Melike suyu ısıttı, buhar yük-seldi, “Ben de yükseliyorum,” dedi. Ayşe tahtaya “Madde değişir, ben dönüşürüm” yazdı.
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık bilgi akış-kandır.” Bir öğrenci taşla konuştu, “Sen sabitsin ama ben seni dönüştürürüm.” Sınıfın havası değişti, kıvım yayıl-maya başladı. Yusuf sıvıyı döktü ama rastgele değil ritmik.
Melike gazı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyo-rum.” Ayşe gözleriyle buharı izledi, “Ben görünmeyeni görüyorum.”
Öğretmen tahtaya “Katı + Sıvı + Gaz = İnsan hâlleri” yaz-dı. Bir öğrenci kalemini sıvıya batırdı, “Ben artık yazmı-yorum, akıyorum.” Sınıfın duvarları buharla seğirdi, kıvım titreşti. Melike gözyaşıyla deney tüpünü doldurdu, “Ben duyguyla gözlem yapıyorum.” Ayşe taşın üstüne slogan yazdı: “Madde değişir, ben dönüşürüm.”
Öğretmen mikroskopu getirdi, ama sadece bakmak için değil görmek için. Yusuf soğan zarını yerleştirdi, “Bu kü-çük şeyde büyük sır var.” Melike yaprak hücresine baktı, “Ben artık doğayı içimde görüyorum.” Ayşe hamurla hücre modeli yaptı, “Ben bilgiyi elimle şekillendiriyorum.” Bir öğrenci mikroskopa gözyaşı damlattı, “Ben duyguyla büyütüyorum.”
Öğretmen tahtaya “Hücre = Görünmeyenin kıvımı” yazdı. Sınıf sessizdi ama gözler büyümüştü. Melike hücre mode-line “Ben” yazdı, “Bu artık bilgi değil benim içim.” Ayşe gözleriyle hücreyi çizdi, “Ben artık mikroskobum.” Öğ-retmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık küçük olan büyük sırdır.”
İbrahim Şahin 2
Kayıt Tarihi : 21.9.2025 22:35:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!