gelirken
mavi iki bin bir al bana
kısa
sesin yine
sular altında bıraksın istanbul'u
yine düşüyor ipek mendil
bir yeşildir
sızıyor yine
güneşin
dudağının
kenarından
seni sevmemek için
sebep arıyordum ya
buldum Süheyla
saçların hiç adil değil senin
saçların zifiri karanlık
ben karanlıktan korkarım
Robenson’unkine benzer bir yalnızlık değil
benimkisi
ben üç tarafı sularla çevrili
yetmiş milyonluk bir yarımadanın
iki anakaranın tam ortasında
ben gurbete giderdim
telefon direkleri
ağaçlar
sıra sıra dağlar bizim eve giderdi.
ben gurbete giderdim
bir fırça darbesiyle de ölebilirim bu günlerde
ya da
atladığım gibi bir tablodan içeri
kaybolabilirim kendi ormanımda,ama
yorulduğumdan mıdır
durulduğumdan mı ne,
şu
işaret parmağımdaki
bir hatıra geçen yıldan
bir misina izi
anlaşıldı geçmeyecek
benim,
su kıyısındaki bu gölge
oltadaki iğne
iğnedeki balık
bu yalnızlık benim
benim bu kalabalık.
Mutlu ve sağlıklı nice nice yıllar diliyorum değerli öğretmenim.
Kuşlar
bende bu
uzaklara gitme sevdası oldukça
yazacağım anlaşılan
ne kadar yazarsam
sanki/o kadar kuş uçacak
yine bir sonbahar
bakarken böyle
son kırlangıcın ardından
son yaprak da
düştümü toprağa
içimde ne varsa fısıldayıp
bir arı kovan ...
Dibinde Uyuduğum
memleketim ayrık otu içimde
büyür
çocukluğumdan kalma sürgünlerle
saçak saçak
bi kökü babam
ığranır da ığranır
babam ayrık sürer
ayrık ayıklar
bi eli elimde gurbetleri dolaşır
acır ötekinde yandaklar
babam soframızda ...