Bir şehrin taşlarına sinmiş çığlıkları dinledim,
Her köşe başında unutulmuş bir ismin yankısı vardı.
Gökyüzü, öyle ağırdı ki,
Bulutlar bile adaletin terazisinden kaçmış gibi,
Dengesiz, yamuk, devrilmeye hazır…
İnsan, insana eğri bakmayı öğrendi önce,
Sonra görmezden gelmeyi.
Sonra susmayı.
Sustu, çünkü suskunluk daha ucuzdu
Hakkını aramaktan.
Bir çocuk vardı,
Okul yolunda harfleri aç susuz taşıyan.
Bir işçi vardı,
Ellerinde çekiç değil,
Bizzat kendi alın terinin zinciri.
Ve bir kadın,
Yalnızca kendi gölgesinden değil,
Sokakta üstüne kapanan bakışlardan da sakınan.
Kimse görmedi.
Çünkü bakmak demek, yük almaktı.
Kimse duymadı.
Çünkü duymak demek, ses vermekti.
Herkes konuştu, ama dili yoktu.
Herkes yürüdü, ama ayakları zincirliydi.
Oysa taşlar unutmuyor,
Taşlar sessiz ama tarafsızdır.
Onlar bilir,
Kimin alnı kırış kırış emekten,
Kimin elleri kan kırmızı zulümden.
Ve sorarım sana şehir:
Neden sessizliğe bu kadar geniş meydan bıraktın?
Neden kalabalıklar,
Birbirini uyandırmak yerine
Daha derin uykuların yorganına sarındı?
Güneş doğuyor, evet,
Ama doğduğu kadar batıyor da.
Her gün, yeniden doğarken umut
Bir başka pencereden eksiliyor.
Adalet…
Kime sorsam,
Herkesin dudaklarında aynı kelime,
Ama herkesin cebinde başka bir tanımı.
Adalet,
Kimi için terazide eşitlik,
Kimi için güçlüye boyun eğmek,
Kimi içinse
Yalnızca başını yastığa koyabilmek.
Bir gün,
Taşlar dile gelecek,
Binalar yıkılırken gökyüzüne
Unutulan bütün isimleri yazacak.
Ve biz,
Sessizliğin suç ortaklığından
Kurtulabilir miyiz bilmiyorum.
Ama biliyorum:
Bir çocuğun gülüşüyle başlar her devrim,
Bir annenin duasıyla büyür,
Ve bir işçinin nasırında yoğrulur
Asıl hakikat.
Kayıt Tarihi : 18.8.2025 01:59:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!