bir suskunluk düştü yurduma
ne gök gürledi ne kuş öttü
yalnız taşlar konuştu dağın eteğinde
bir ağıt gibi, bir sır gibi
bilen yok
soran yok
unutulmuş bir çağrının izinde yürüdüm ben
ellerim nasır,
gözlerim geceye alışık
bir haykırış gibi doğdum yoksulluğa
kuru ekmek,
paslı su testisi,
ve annemin rüyasız uykusu
ben oradaydım
tarih yazılmadan önce
bir çobanın ıslığında
bir isyanın kıyısında
sonsuzluk perdesi aralandı bir gece
ve içinden geçtim...
adı olmayan bir kader gibi
toprak uyandı sonra
yüzü dağların gölgesiyle çizilmiş
ve gökte üç kırlangıç döndü
birisi zamandı,
birisi ölümdü,
öteki... belki de bendim
bir yel esti yurdumdan
kuru dikenleri savurdu alnıma
tuz, ter, suskunluk
bir halkın yitik duası gibi
taşlara yazılmış
ve okunmamış
ben yanık bir dizeyim şimdi
hangi deftere düşsem, eksik kalırım
hangi dil beni anlatırsa
o dil biraz eksilir
sonsuzluk perdesi aralandı o gece
bütün zamanlar sustu
bir ben konuştum
kendimce
usulca
ta derinlerden gelen o eski sesle...
Kayıt Tarihi : 5.9.2025 11:07:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!