Son Yudum Şiiri - Hakan Karaduman

Hakan Karaduman
170

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Son Yudum

SON YUDUM SU

Karşıma çıkan, gözümün içine bakanlar bana anlatır

Onları neden gereksiz anlamsız zamanlarda hep görürüm

Trafik ışkıları geceleri büyüleyici, ışık boğucu, güneş çöktüğünde

Her şey daha berrak olmalıydı ama, daha karanlık, yeniden karşımda

Gün boyu ve gece gördüklerim beynimde birikirmiş, fark etmeden, ışıksız…

Oyuncular seçilirmiş meğer ben fark etmeden,

Bir şiirin içine sokuluvereceklermiş, oyuncular küçük sahneye çağrılmış

Hangi oyunun yönetmeniyim daha kendimi yönetemezken, hangi sahnedeyim; kimler takıldı peşime,

Kim yazdı bu oyunu?

Yaşlı bir adamın çaresizliği kırmızı hala yanarken gözlerime dolar

Karşı kaldırma geçse ne olacak?

Öylece boş bakışları caddeleri gezinir,

yaşlı göbeği ve yavaş gözleri anlamsız bakar.

Ölümü özler ne zaman ne geçmiş hepsi yalan taşımaz ayakları

Nefes alır verir, yeşil ışık yanar, o yine karşı yola bakar ümitsiz, yalnız

Tüm gün bitse bile, aynı yolları akşama kadar adımlar, ama en çok, ince, ilk kez yakından gördüğü o kızın bileğine takılı kalır tüm ömrünün dileği.

Bir emekçi genç geçer arabamın önünden, ne garip yine aynı yerlerden

İncecik upuzun, ara elaman dedikleri, avlanmaya çıkmış, akşam bir yudum ekmek telaşı, av sahası ekmek kavgası

Belki tıkanmış bir kanalizasyonun birini açmış, yüzünden belli, veya

Üzerinde boya lekeleri, en yüksek tavanları boyadım şövalyeliği!

Uzun, upuzun yürüyüşü karşı kaldırma akıp geçişi gözlerime takılan

İnce uzun adam, genç adam, elbisesinin her karesinde emek, her karesinde sıcak, ter, umutsuzca çırpınışlarla isyan, belki yarın…

Derken,

Beyaz yakılılar yorgun uyanırlar bir gün öncesi sürtük zamandan,

Patronlar sürtük sever, acımasızdırlar, onlardan her şeyi isterler

Beyaz yakaları kirlenir, akşama elinde kalan onurlarıdır

bir otobüs camından yol boyunca denize bakan gözleri,

Yorgundurlar…

Beyaz yakaları her gün kirlenir, kirlerle dönerler yorgun evlerine

Ve her gün yarın veya sonrası…

Sonraki gün başlayacak sürtük zamanın içine,

Dışında bile olsalar uykular boyu, evet sadece huzurlu uykular,

Yastıklarındaki dikenler sabah uyanmadan yüzlerine batar, batar, battıkça canları acır;

Ne uyku ne de huzur, yastığı o gittiğinde evde geceyi beklerken ağlar…

Üzerindeki tüm dikenler gündüz boyu kadifeden kendini törpüler…

….

Patronlar da gergindir, ana patron gizemli tanrısal gölgesiyle her gün haykırır ama kimse onun sesini duymaz…

Evet

Durmadan haykırır bağırır, söver, küfürler eder,

Bir altındakiler, patronun tüm emirlerini duyar ve not ederler.

Patron, eskimiş ıstakozu yerken, bir kadının penisinde dolaşan dudaklarını hissizce hisseder,

Aklında çocukluğu, öğretmeninin açılan eteği, onda gördüğü saf beyazlığı kapalı gözlerinde oynatılan bir film sahnesidir,

Hayal ederek iğrenç atığını bin dolarlık dudaklara akıtır…

Yüz dolarlık dudaklar keyiflenmiş yapar; aptalca yalanlara inat, çığlıklar atarlar; bin dolar!!!!

Nasıl bir örgüdür bu, örümcek ağını böyle öremez ki

Nasıl bir “matruşkadır” bu?

Her içinden çıkan daha kederli,

Daha mutsuz ve daha yorgun nefessiz...

Yani,

Patron keyif arar; narin dudaklara kirli menisini saçar,

Destek arar Meksika beyazından, yediklerinin tadının derdinde

Değildir…

Hep daha fazlasını ister, nereye kadardır merakı…

Oysa:

Sadece rahat bir uyku…

Yastığındaki başı huzurlu bir uyku ister, bir de

Tuvalette özgürce saçabilmek, bolca bokun üzerine

Sifonu çekebilmek…

Beyaz yakalı ıkınır, elinde telefon, oturur klozete, bokun gelmesini bekler; bazen ishal olur, bezen birkaç gaz çıkışı bitmeden kalkar, karnı hep ağrır, alışır, karnı hep ağrılıdır, yemek yemez, zayıf ve güzel bedenini severek alışır ağrılara.

Her sabah gibi

Yeniden en güzel elbiselerle süsler bedenini…

Zaman geçer, renkler renksizleşir;

Her sabah aynı trafik ışığında onlar

Her sabah eskirken zaman;

Daha renksiz, daha mutsuz,

Acıların yüzlerinde açtığı savaş sonrası, içlerindeki kahramanlarının

Cesetlerini toplayacak kadar isteği olmayan yüzlerindeki sevimsiz, bıkkın ifadeler.

Elbiselerde renkler solmaya başladığından beri

Önce grileşme, sonra da zevksiz siyaha çalan

boş vermişliğin yası renkler tüm üzerlerini kaplar.

Beyaz yakalılar, işçiler, evinde hapis kalmış yaşlılar…

Herkes aynı kanalizasyona pislerler…


Bense kırmızı ışıkta beklerim acılar takılır gözlerime

Aşk buraları terk etmiş olmalı, çok fazla ölmüş ruhların çabaları

….

Yollar akmıyor, önümü kesen ırmak, nefes alamıyorum

Bilirim karşıya geçemeyeceğim, yola devam edemeyeceğim

Doğru kelimelerle beynimdeki cümleleri ikna edemeyeceğim

Irmak çok derin

Yine yüzmekten korkacağım,

Tüm doğruların karşı kıyıda olduğunu

Söyleseler dahi,

Yüzme bilmeyi hiç istemedim, denizleri kulaçlarımla yüzerek bitirmeyi,

Karşı kıyıya hiç geçmek istemedim

Kırmızı anımda donup kaldım!

Neden yaşarlar ki ölüler?

Hava gergin ve nemliydi bir yudum su aradım,

Canım istemedi.

Susuzluğum arttıkça ölü ruhların yüzlerindeki donuklaşmayı,

Renksizleşmelerini,

Bir gün öncesi sürtük zamanın içinde

Boğarken beni sular boyu denizler,

Bir yudum su istedim kendimden

Kabuslardan uyandıran, bir yudum su…

Renklermiş önce yavaş ölüp siyaha dönen,

Bir yudum su berrak kokusuz ve renksiz,

Bir yudum su içinde boğulmak istedim.

Hakan Karaduman

Hakan Karaduman
Kayıt Tarihi : 23.5.2025 21:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!