Bak, ben gidiş denen şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüşümdür. Öyle aniden, bir kapıyı çarpıp gitmek değil benimki. Daha ziyade, her yutkunuşunda boğazında hissettiğin ama bir türlü indiremediğin o taş gibi, sessizce yerleşip, sessizce çekip giderim. İncitmeden, kırmadan, dökmeden...
Ve giderken, senden çok şey değil, sadece "az"ını alırım. Çok değil, bir yaprak hışırtısı kadar sesimi geri toplarım. Çok değil, göz bebeklerine düşen son yansımamı usulca söndürürüm. Çok değil, nefesimin buğusunu çekip alırım aynamızdan. Geriye kalan her şey, hatıraların enkazı olsun isterim. İşte o "az"ları topladığımda anlarsın ki, aslında her şeyinmişim; ve gidişim, varlığımın 'ne kadar' değil, 'nasıl' olduğunun son kanıtıdır.
Kendimi geriye doğru bırakırım, bir uçurumun kenarından sessizce. Düştüğüm yer, bir coğrafya değil, bir hiçliktir. Üzerine yazı yazılan kum gibi, dalganın gelişiyle birlikte teslim olurum sükunete. Dümdüz, pürüzsüz bir hal. Ne bir acı, ne bir özlem, ne de bir pişmanlık.
Veda bile etmem, çünkü veda etmek, hâlâ bir bağın olduğunu itiraf etmektir. Ben ise bütün bağları kökünden çözmüş olurum. İşte ben gittin mi, böyle giderim. Huşu dolu bir sükutla giderim.
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta