Sıcaktı. Güneş damlardan binalara, ağaçlardan asfalta kadar her yanı kavururken, ağır ağır yokuş yukarı çıkıyordu. Bacakları artık onu taşımıyor, her adım atışında daha çok zorlanıyordu. Sabahın erken saatlerinden beri koşuyordu. Dün, evvelki gün, daha önceki günler ve haftalar olduğu gibi... Bu havalardan nefret ediyordu. Sıcak onun yaşama şevkini kırıyor, yorgun düşürüyor, enerjisini bitirip tüketiyordu.
“Ah şu yaz bir bitse! Hava bir serinlese! ”
Şimşek’ti adı. Doğma büyüme adalıydı; tıpkı anası, babası, büyükbabası ve büyük büyükbabası gibi... Yarış atı olup podyumlarda koşacak kadar asil bir kana sahip olmasa bile alnından burnuna inen akıtma, sol ön ayağındaki seki, kabarık ensesi, koyu sarı renkteki yelesi ve kuyruğu onu diğer atlardan ayırırdı.
Doğup büyüdüğü yeri severdi. Adanın kızıla dönüşen yaprakları ve boşalan sokaklarıyla hüzün veren güzünü; içini titreten ama bedenini dinginleştiren kışını... En çok da baharını... Yüreğini olduğu kadar çevredeki bitkileri, ağaçları tazeleyen; bazen fırtına, bazen yağmur, bazen de mis kokulu, ılık mı ılık rüzgârlarla gelen ve ne kadar kısa sürerse sürsün, her anının tadını çıkarmaya bayıldığı baharını...
kızıl kızıl dağılıyorsun elimde kalıyor iki nokta
atıp kırmızı bir gül kalbimin tam ortasına
kaçıyorsun mevsimlerden mevsimlere
tahtı çalınmış bir padişahım oysa
kayboluşunu arayan hesapsız yolculuklarda