Henüz gün ışımamışken,
Feridon’dan birkaç horoz;
gösteri, yürüyüş kanununa muhalefet ederek slogan atmaya başladılar.
Aslında bu sıcak yataklarında eşleriyle mışıl mışıl uyuyan insanlara muhalefet eylemiydi bu.
Doğru ya, insanlar uyanıp çöplüklere taze yiyecekler dökmeden horozlar nasıl kahvaltı yapacaklardı. Bütün çırpınışları bundan olsa gerek.
Yoksa insanların uyanıp sokaklarda koşuşturmaları onlar için “kuru kalabalıktan” başka bir şey değildi. Korku demekti bu onlar için…
Ortalık aydınlanmadan çıkarmak gerek DAVARI sokağa.
Ekmeğini hazırlamak alnının teri kurumadan,
“Tok karına uşaklık” misali, katık soğan alamayan GAVAN ın eşliğine.
Sonra başlamalı hayvan atıklarından BAYBİ eldiven tanımayan Fatma nine;
12 nolu fuel oil niyetine 1. sınıf akaryakıtı sayılan tezekleri, evin duvarın dizi haline getirmeli…
Ağır ağır Kaniya Mezın’e süzülmeye başlarken vadiden,
sırtlarında odun yüklü atlar,
Eşeklere nispet edercesine ayaklarının nallarını büyük bir heybetle yere vurarak sabahı müjdelerler. Sahibi;
satacağı odunun parasıyla çocuğuna alacağı rengarenk gözlükleri tezgahtan seçmeyi düşlüyor kilometrelerce yol boyunca.
Umurunda değil yırtık lastik Gızlawetinden ayağına bıçak gibi saplanan çiğiller…
Şimdi artık güneş kocaman görüntüsüyle,
Kulfa’dan Elbat dağlarını kucaklamaya başladı.
Kadınlar;
bir teşt unu boca ederek hamuru teknede bir o yana,
bir bu yana bütün güçleriyle ezmeye başlarlar.
Ev ahalisi uyanmadan mis gibi kokan tandır ekmeğini hazır etmeye çalışıyorlar.
Baba;
namazını çoktan kılmış olsa gerek, bahçede çiçeklerini yeni dökmüş,
arıları kıskandıran kokusuyla yerde yatan salatalığı;
Neredeyse bir kasa sebzeyi içinde saklayabilecek şalvarının cebine indiriyor.
Heyhat! şimdi Eraseye gitmek gerekiyor.
Kulfa’dan, Şıfket’ten onca yolu ellerinde satıl sapı izi çıkmış,
yoğurdu getiren analar onu bekliyor.
Analar, ah analar: Elleri, yüzleri, enseleri güneşten katran olmuş pamuk kalpli analar.
Yüz birim emeğe mal ettiği altın sarısı kaymak tutan yoğurdunu,
ekşimeden ve gün yakıcı rengi almadan üç kuruşa satma telaşında olan analar.
Elleri ayakları öpülesi analar…
Gençler bu filimde yoklar.
Onlar İstanbul’da geçen yaz çalışıp bankta uyumayı unutmuş gibi,
kısa yoldan “nasıl zengin olurumun” hesabını yapıyorlar.
Ama Boşaltı genç bacım…
Onu hiç sormayın sadece sekiz sene önce o kahrolası illet için binmişti mazot kokusundan midesini ağzına getiren Badinonun dolmuşuna.
Ömründe bir kez görmüştü çıtır simidi hastanenin bahçesindeki seyyar satıcıda.
Kocaman, rengarenk binalar üzerine üzerine gelmişti.
Ne yazık ki çok bitkin di ve tadına varamamıştı…
Kayıt Tarihi : 6.9.2008 15:30:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Not: Tanımlayamadığınız kelimeler 'yerel isim' olarak algılanabilir...

Farklı bir iklimin nefes alışlarını hissettirdiniz dizelerinizle...Tebrikler...Kutluyorum efendim.Saygılar
çilekeş anadolu insanın nasıl yaşadığını emek
sarfettiğini onlar hileden hurdadan uzak bizim
güzel altın yürekli insanlarımız aynamız
Tebrikler Zerrin TAYFUR
TÜM YORUMLAR (7)