tek kişilik yanlızlığıma bilmem kaç vücut sığdırdım,
ayıp bilmedim
hatta ar damarımı çatlattım inadına.
yetmedi!
unutmak için tenini,
sana dair tüm yılları ve yolları ödünç bıraktım hiç bilmediğim
bir adamın yüzünde.
ey sevgili
bir kadın çığlığı kaydı gördün mü?
ardından sabalar oldu.
fahişe ruhumu giyip,
hızla dönen bir dünyanın siktir çekilmiş günahkar bir ülkesinin caddelerine
attım kendimi.
kelimeler vardı,
kelimeler vardı,
kelimeler vardı,
adını unuttuğum bir şairin senle dolu kelimeleri vardı.
neydi ki adı?
umut..
hayır
hayır!
olamazdı.
umut kapatılmıştı çoktan pandoranın kutusuna.
peki ya neydi?
sigara...bir sigara gerek bana.
ve karanlık çöker yine..
bense bitmiş bir hikayenin,bendeki bitmemişliği ile savaş verirken
sen bendeki bana bak.
ey sevgili!
bir kadın sustu duydun mu?
ben sana yenik düştüm,
biz birbirimize yenik düştük,
yitirdim seni..
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...


