Şiirbaz Düşler Şiiri - Hamdullah Arvas

Hamdullah Arvas
69

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Şiirbaz Düşler

merhaba

ankara’da hoş bir yağmur sabahı
sokakta tüm kalbimle yürüyorum
merhaba yol
merhaba hayat

bu gün mutlaka gülmeliyim diyorum
olmaz, biliyorum; bilmez oluyorum
merhaba çiçekler
merhaba mutluluk

damlalar saçlarımdan kayıyor toprağa
yere bir güvercinin ayaklarıyla değiyor
merhaba sular
merhaba güzellik

geleceğe delice hayaller kuruyorum
küçük bir tebessüm gidiyor boşluğa
merhaba zaman
merhaba umut

ona diyorum sonra susuveriyorum
bu gün söyleyeceğim, unutuyorum
merhaba ekim
merhaba ankara

kül güvercinleri
zamanı

kül güvercinleri zamanı
yüreği koyup gerdanlıklara
sabah akşam kanama zamanı

bir çiçeği izler gibi geceleyin
dokunur gibi terli saksılara
yapraklarda gözyaşı zamanı

aynalara dönüp sırtını
biraz verem biraz kanser
aşkı ölümcül yaşama zamanı

perdelerin arasından sızan bir şey
bir şeycik tam ucunda yastığımın
mavi hayalinle tutuşma zamanı

ve artık sabahtır sevgili, gözlerinde
kumral düşleri sunup gelinciklerle
bir yere bir sana bakıp gülme zamanı


ismini
hatırlamayan seyyah

yağmura astım kalbimi bu sabah
bir seyyah gibi ıradı gözlerimden
ismini hatırlamayan bir seyyah
gözünde bir damla yaş bu sabah

biraz kan, biraz ter bu sabah
ah edip peltek diliyle ruzigâr
gâh hayale dalıp, irkilip gâh;
gâh esmer bir şarkı bu sabah

bir gece bir zakkum işte sabah
eyvahla geçen günlerim işte
tek bir düş buldum, simsiyah
gözlerinle itiverdin bu sabah

azizeye mektup

ey topraktan niyet
ey şehir sabıkam
perakende ömrüm
adadığım, adandığım
işporta kalbimin sehpasında
gülümseyen gül
seni özlüyorum, seni

kelimelerim metal
yitik bir büyüdür aşk bende
ötesi her gün yaşamak
yaşamı kambur gibi taşımak
ve istesen dahi yazamamak
özlenen şiirleri
kalabalıklara ayak bağı olmak
sevgi dilencisi olmak yani
ve istemenin utancı
yaşamamışsın,
azize çok acı

diyeceğim metropoller büyü gibi
kirli bir patiskadır aramızda
sen saf bir niyetsin
ben öfkesi yüzünde şer gibi
yüreğin hala dağlarla
bense metropolce yaşıyorum
anlayacağın ucuzca
esaret avucunda bir mahkum gibi
ne yapayım metropol gözlüm
katil olmasam da
kan taşıyorum üzerimde

yağmurları yaşıyorum
fırtınaları biriktiriyorum
kirli kaldırımlardan soluyorum hayatı
pusa ve dumana karışıyorum
geleceği ise hiç düşleyemiyorum
kalabalıklardan bu yüzden kaçıyorum
ve ne zaman yazmak için dönsem sana
koca bir hiç buluyorum hatırımda
erkenci değilim azize
bu şehrin çiçekleri parklarda açar
kırlangıçlar uçamıyor bu şehirde
güvercinler yaşar kırık kanatlarıyla
inadına yaşıyorum ben de, inadına
güvercinler gibi bin defa kovulsam da

herkes böyle yaşıyormuş, paramparça
herkes refüj çiçekleriyle sevinebiliyor
kendince gülebiliyor herkes
anlayacağın
bir benim kaybım değilsin buralarda
herkesin yitiğisin
herkesin alnındaki en derin çizgi
herkesin yüreğindeki kanayan yara
çok ta aldırmıyorum onun için azize
saatlerin çeyrek vuruşuna
aldırmıyorum çok ta azize

sonra gökyüzü, siyahlar içinde
dilenciliğimizi yaşarız diye
aya şamar vurdular
ve bakıp şiir yazarız diye
yıldızları birer birer sürdüler
azize
sevincimizi içimizde öldürdüler
düşlerimize ihaneti gizlediler
güvercin gerdanlığıyla intihar eder
örümcek ağında öldürülür
akrep kendisini sokar
sonra...

biliyor musun
bu sabah yine geç uyandım
sahi güneş nasıl doğuyor
ne yazık ki unutmuşum
kime sorsam bilmiyor azize
apartmanlar sivriliyor saf göğe
kime sorsam bilmiyor
güllerin nasıl açtığını
insanlar meydan okuyor
kime, niçin bilmiyorum azize

sonra, akşam çöker nemli barakalara
insanlar evlerine dönerler
hayat bitkin ve yorgun
ve korna sesleri
ve dolmuşlarda ateşli şarkılar
ellerde poşetler dolu dolu
yüreklerde aşk, özlem, umut...
azizem
buralarda da babalar ekmek kokar
buralarda da öğrenciler ödev
çocuklar sevgi...
burada da çöpçüler temizler
boyacılar boyar
burada da...

ha unutmadan
güneşi görmeden büyür çiçekler burada
ince ve uzun
burada her çiçek öyküsüyle bir sarmaşık
aklında bulunsun

son sözüm
bekle beni diyorum
bir haziran sabahı çıkıp geleceğim sana
saçlarımda yaz yağmuru
içimde burkulan kırk ikindi
cebimdeyse şehir çocuklarının kırıklıkları
aşk ilanları
çıldırışları
intiharları
kırmızı bir gül gibi sunacağım sana
bekle
bekle

biz
yatılı okul çocuklarıydık

hepimiz erken büyümüştük
yıllar değil acı büyütmüştü bizi
korkunun kokusuyduk umudun alevi
yasak şiirlere sahiptik hepimiz
hepimiz paramparça kimliklerdik
ve her şey gibi
hayatı da içimizde kaybetmiştik
biz yatılı okul çocuklarıydık
baygın işaretlerin kılavuzluğunda
dudaklarımızda çürük melodiler
linç edilmesi muhtemel adımlarla
harami avuçlarda dünyalar yürütmüştük
diyorum ya biz yatılı okul çocuklarıydık
kalabalıklar aldırmıyordu

yüreğimizle giyinmiştik sürgün gömleğini
yıldızsız hayallerde bilirdik
sağanak düşlerle gidip gelen
kuşluk vaktinde kuşça uyanamayan
akşamları da pelikan narasıyla
bir şehrin adamlığına giyinendik
ne günah kadar ağırdık
ne de tövbe kadar büyük
biz aslında zamanın es geçtiği yerdeydik
ve ne olursa olsun bazı sözcükleri
yangın gibi taşımayı bilmiştik
ve işte o günlerde öğrenmiştik
insanla oynamanın dehşetini
dedim ya
biz yatılı okul çocuklarıydık
kalabalıklar aldırmıyordu

hiçbir renkten sevinci ummadık
hak eder tarafımız da yoktu zaten
biz yatılı okul çocuklarıydık
şiirlerin arka sokaklarında yaşardık
denizi bilmiyorduk
ama durgun değildi her halde
gel gör ki denize şiir yazıyorduk
denizi çiziyorduk
denizi yazıyorduk
lakin deniz bizi hiç yazmadı
deniz bize yazmadı hiç
içimizde anlamanın telaşı vardı oysa
yüzümüzde deliliğin tatlı kaçamaklığı
akşamlar ulaşınca düş körüklerine
küçük bir şehirde alınyazımız örülürken
biz metropoller kurardık
anlayın
biz yatılı okul çocuklarıydık
kalabalıklar aldırmıyordu

sigara içerdik yasaklara aldırmadan
damarlarımız yangınlar geçirirdi
sinirlerimiz malaryalar inadına
biz yatılı okul çocuklarıydık
zoraki çiçeklerdik meydanlarda
ve her sevincimizin bir bedeli vardı
ve de en onurlu sayfamızdı ağlamak
nasıl da yakışıyordu görseydiniz, nasıl da
ve kimse görmüyordu karda kışta
soğuk kalorifer peteklerinden başka
başımızın göğsümüze inişini
her “anne” sözcüğünden sonra
dedim ya!
biz yatılı okul çocuklarıydık
kalabalıklar da aldırmıyordu

biz yatılı okul çocuklarıydık
kalbi lahitlerde büyüyen çocuklar
ne günah kadar ağırdık
ne de tövbe kadar büyük
biz cinnet kadar masumduk
intihar kadar suçlu
yasak sınırlarıydık
çiğ nohutu ve makarnayı sevmeliydik
yani yıllarca çizgiler arasında yaşadık biz
pavlow köpeklerini neye koşullamıştı,
hatırlamayacağım
ama biz garip bir hayata koşullanmıştık
zaten bu yüzden
çıldırışların ayak izleriyle doluyduk
zaten delirtiyordu ağlatan şeyler
zaten bu yüzden her şeye yeniliyordu
az kepçe yemeğe bol dayak adamlığımız
ve inanın teselliyi bile arayamadık
ne de olsa adam olacaktık biz
lakin adam arayanlar ne kadar adamdı
hiçbir zaman anlamadık
diyorum ya
biz yatılı okul çocuklarıydık
kalabalılar da aldırmıyordu

bu mektup
sana

merhaba
bu mektup sana
okumazsan okuma
ben yazıyorum
seni yalnız sana
aşıklar gözlerden başlarmış
ben kendimden başlayacağım
bakmışsan izi kalmıştır
bakmışsan yakmışsındır
nasıl oldu bilmiyorum
anla diyorum
seni seviyorum

his sokağı

biz uyurken sevgili
neler oldu bir bilsen
depremler vurdu şehirleri
yıllarca yaslandıkları duvarlar
insanların yüreğine çöküverdi
ölümün alışılmamışlığını yaşadı
birileri, biz uyurken
saatlerce bağırdı
yardım dilendi
duysun birileri diye
duvarlara vurdu
karanlığa vurdu
ölüme vurdu
duyan olmadı
biz uyurken
bombalar atıldı sevgili
çocuklar zehirlendi
binlerce insan
bir atom çekirdeğine sığıverdi
biz uyurken insanlar öldü
sellerde, yangınlarda
kıyametler, cinayetler yaşandı
biz uyurken sevgili


biz uyurken sevgili
bir görsen bazı yerlerde
güneş nasıl doğuyor şu an
bazı yerlerde
sırtını dönmüş toprak çocukları
at sırtında
güneşe inat nasıl koşuyorlar
biz uyurken sevgili
bazı yerlerdeyse
hala gün zincir sesleriyle uyanıyor
duvarlar karalanıyor
sloganlar atılıyor
aşklar ilan ediliyor
kalpler çiziliyor
biz uyurken bazı yerlerde
isyan insana bürünüyor
bazı yerlerde kemik tozu
bazı yerlerde
rafa kaldırılan dosyalar
biz uyurken sevgili
birileri her şeye rağmen diyor
bir tohum hayata bileniyor belki de
bir sarmaşık kupkuru gövdesiyle
uçurumlardan sarkıyor
gelgitler yaşanıyor
ömürler aşınıyor
bazı yerlerde

biz uyurken
sokaklara tenha hisler dökülüyor
esmer kalabalıkların ardından
kalana doğru siyah bir rayiha çöküyor
biz uyurken tarihler yazılıyor sevgili
yaşlı bir kadın örgü örüyor
yakılmış köyünün yüreğinde
sabaha karşı bir anlasan
bir çırak demir büküyor
biz uyurken sevgili
yeniden inşa ediyor birileri
biz uyurken
bazı yerlerde demeçler yazılıyor
birileri intikam yeminleri ediyor
planlar kuruluyor
birkaç çivi biraz barut
sonra bir fünye tokuşturuluyor
ölümcül olmanın nefretine
biz uyurken birileri
meydan okuyor bir duysan
mutlaka diyor muhakkak diyor
duyan olmuyor, sen dinle sevgili
sessizlik sessizlik
sesi yarının dudağında
binlerce beste yazılıyor
biz uyurken sevgili
bir dünya kuruluyor

en kötü,
şairler kaybeder

aşkı kurşuna benzeten şairler
bilmem hayatı nasıl buluyorlar
nasıl yaşayabiliyorlar
namlulardan arta kalan
gül bahçelerinde
meğer öyleymiş
savaşları, kavgaları, aşkları
en kötü, şairler kaybeder

kendimden biliyorum ben
on yedimin eline kurşun kalem verdiler
barışık olduğum tek şey kalmadı
öyleymiş
savaşları, kavgaları, aşkları
en kötü, şairler kaybeder

gözyaşı
koleksiyonu

eğer bir koleksiyon yapacaksam
gözyaşına dair olacak
yaralı anneye
ağlayan çocuğa
kırgın sevgiliye koşacağım
bir dilenci gibi avuçlarımı açarak
gözyaşı dileneceğim

anladım ki
bir damlanın yoğruluşu
bir hıçkırıktan çok öncedir
tenin renginden çok önce
bilmem hissettiniz mi bir gece
bir damlanın gözden kurtuluşunu
teni geveleyerek yol alışını
bir kervan gibi süzülüşünü
sonra tonlarca ağırlıkla kopuşunu
o derin yolculuğunu
inişini.... inişini...
yerdeki patlayışını
yerdeki o gürültü
o kargaşa, o tufan çırpınışını
o... gözyaşı yolculuğunu

insan
işi

tarlanın doğu köşesine
bir elma fidanını dikeyim dedim
kökleri makaslamadan
kundağına koyuverdim
hafif de bir meyil
güneye
daha güneye
alçalırken yükselmek
sana da yakışır dedim
insana da sonra
kibirlenir olur ya
ne bileyim
insan işi


seni inadına seviyorum

inadına açıyor çiçekler her bahar
her gün inadına doğuyor güneş
dalgalar her akşam inadına coşuyor
inadına hırçınlaşıyor fırtınalar
yıldızlar inadına parıldıyor her gece
inadına yalnız uçuyor kartallar
güvercinler inadına şiirsel
inadına göç eden pelikanlar
inadına yağmur
düşen yaprak
kayan yıldız
parlayan kıvılcım
inadına hayat
inadına ölüm
ben de, seni inadına seviyorum

bakıyorum inadına
gözlerim doluyor
bir şey diyeceğim
korkuyorum, söyleyemiyorum
susuyorum inadına
seni de inadına seviyorum


ağlıyorsam inadına
gülüyorsam inadına
aşka hangi ülke yeter
gül dağlarda da açıyorsa
kader kime ne eder
bana öyle bakma, unutma
güneş bizim orda da doğuyor, inadına
ve ben de seni inadına seviyorum

kimlikler, bölünmeler
zenginler, fakirler
ırklar, dinler, düşünceler
duruşlar, bağırışlar, haykırışlar
bombalar, kurşunlar, hedefler
kıyametler, cinayetler, savaşlar
inadına kan
inadına gözyaşı
seni de inadına seviyorum

sokaktaki dilenci
köşedeki simitçi
parktaki boyacı inadına
caddeler, kaldırımlar, korkuluklar
anıtlar, heykeller inadına
saatler inadına
kaçan trenler
gurbet, hasret inadına
yaşanılan şehirler
sessizce akan nehirler
inadına bütün şiirler
ben de seni inadına seviyorum

hayaller inadına
rüyalar inadına
gerçekler inadına
inadına aşk
inadına ayrılık
inadına ızdırap
inadına acı
inadına umut
inadına güzellik
seni de inadına seviyorum


lâl şiir

geleceğe kurduğum düşler
kertenkele gibi telaşla çıkıyor
sarmaşıklardan tutkuyla iniyor
kapılara dönemem yüzümü

gün güller sunmuyor artık
güneşten önce uyandığımda
akşamlar yadırgıyor ne yazık
kapılara dönemem yüzümü

kedilerin tırmaladığı yüreğim
gözünü yummuş bir cin gibi
parmağımın ucunda çırpınıyor
kapılara dönemem yüzümü

uçurumlar kulplardan asılıyor gibi
aynalar birer birer düşüyor kuyuya
yusuf’un suretinde çatlıyor gibi
kapılara dönemem yüzümü

lâl bir çocuğun emanetiyim
göğsüme kılçıklı ipler iniyor
asil olan serçenin ölümü ise
kapılara dönemem yüzümü

kızıl sular

unutulan bir şarkı
her dinleyişimde
kavrayışım hep sen

burada dönüp bakıyorum yâr
içli bir şarkıyı sayıklarım
gözlerim doluyor arkasını dönüp giden
mevsimlerin, trenlerin, çiçeklerin
ve senin ardından

olmadı, sevda başka baharaymış
başka bir gelincik açmalıymış
yeniden daha yeni, kızıl sulara
martılar yeniden uçmalıymış

yanlış anlama
boynu bükük değilim
hele gözü yaşlı hiç
dilenciliğe de paydos
sadece sevgilim, yeniden sevelim
yeniden daha yeni kızıl sulara


gülizar

sevda umulmadık taştır gülizar
kalpte çiçek gözde yaştır sonra
ağladıkça büyür çiçekler gülizar
ağladıkça insan da büyür sonra

bu gece yıkalım hüzün kalesini
bu gece akalım özgürce gülizar
bu gece tutuver sevda lalesini
bu gece beyaz bir gül gibi gülizar

delice hayaller kuralım gülizar
yaslanıver denizle kambur sırtıma
her yıldıza bir ah saralım gülizar
gökler mum gibi erisin rıhtıma

günahlar alev gibi gülizar
tövbeler ödül gibi
hele affedilmek, sen gibi
durup durup bakışalım gülizar


hayal meyal

öyle diyorlardı, köyde
sonra öğrendim manasını
meğer öyleymişsin, aynısı
servi mervi köy dilberi

güya aşıkmışsın bana
nasıl inanmışım sana
havalesin yaradana
zalim malim köy dilberi

çulsuzu sök at diye
bir kambura git diye
ben mi dedim aldat diye
hain main köy dilberi

yakmak kolaymış sence
hani seviyordun önce
anladım yalan, bu gece
hayal meyal köy dilberi

mor kız

gene sabah mor kız
gözlerin bir çift siyah lale gibi eğilmiş
eğilmiş, dokunuyor aynalara saçların
ıslak, yapraklar savrulur kakülünden
bana, öyle baktın diye dilencilerle bir şair dilenci bir şair oynayacak
rengini unutan bir şair
güneşle çelik çomak
bir gül uzanacak dağlardan kızıl kızıl
rüzgarlar bulutları sürerek yüreğimden
gözlerinde mevsimler
birer birer kapılardan
küllerden ve aynalardan yalnız
gene bir sabah mor kız

gözlerin bir bebeğin gördüğü düş
ki yastığında süt kokusu bu vakit
bir sarmaşık tutunuyor heyecanla iplere
ve puslu duvarlar aşkın ötesinde gel-git
bir yıldız gönlüyle pencereden perdeye
kirli eller mendilinle koynuma mor kız
bir kır yılanının pulları gibi doluyor
gözlerin bir bebeğin gördüğü düş
kuğular gagalarında laleler taşır seherde

ellerinde tarihten kalan nabız
züleyha'nın kumullu bileğinde atıyor
nostradamus bu gece teninde
asrın kehanetine kelimeler katıyor
bir efendi kölesiyle kalbinde
bir çöl aşığım deyip haramisiz yatıyor
ellerinde tarihten kalan nabız
sayılar acıların külüyüz diyor

yüzünde bir meleğin unuttuğu meşale
her gece kör bir çocuk gözleriyle
seni gördüm diye görüyorum diyor
her gece bir çocuk serçe parmağıyla
tenindeki ilk şebneme dokunuyor
ve kalbindeki tahtın endişesiyle firavun
sana yeminli çocukları kesiyor
ve artık isa da gözlerimin önünde
neler oluyor dünyada mor kız
tarihi aşkı unutan katipler yazıyor


ellerinde yüzümün bir yüzü
gözlerine dolmak için beş vakit
duaların kelimesine kalkıyor
bir kaynak diplerde o vakit
kalbinden cariyeler zincir atıyor

dudağında bir gülün izi mor kız
gördüm diyenler birer birer ölüyor
damarımdan gözüne açan çiçek
her gece gençliğimin rüyasını bölüyor
sarıyor gönlümü bir ıstırap bulutu
her ikindi öyle bakmışsın diye
kalbimdeki burçlara kezzap damlıyor

ve kelimelerin evrenin gözyaşları
rüzgarın açtığı gülşenin itirafı
aşkların bıraktığı hatıra ağacında
kırlangıçlar asılır saniye başı
ve lal bir çocuğun alnında yazılı
ferhad'ın dağ deldiği yaşı
yıldızlara kakülünden kayan kıvılcım
yakıtı gül aşkın ülkesine düşüyor
dudağında zehirli bir zambak mor kız
kalbimde bir serçeyi öldürdüğünü
bir serçeyi öldürdüğünü söylüyor yalnız

arzuhal

ağam bak
sen de gittin yalın ayak
ağam bak
mercimek tarlasında gül açacak
ağam bak
kelimelerin karnını deliyorlar
ağam bak
içine başka şeyler koyuyorlar
ağam bak
berlin duvarı da yıkıldı
ağam bak
global mlobal takılıyorlar
ağam bak
amerika japonya’yı bombalamış
ağam bak
insan haklarını savunuyorlar

ağam bak
çocuklar kitap okuyor
ağam bak
kelimelerin altını çiziyorlar
ağam bak
çocuklar çikolatayla büyüyor
ağam bak
çocuklar erken büyüyor
ağam bak
sigarayı bırakmalıyım
ağam bak
erkenden gömüyorlar
ağam bak
ben annemi özledim
ağam bak
memlekete gideceğim
ağam bak
uyumam gerekir
ağam bak
mona roza bile uyudu
ağam bak
felsefeci bırakacağım diyor
ağam bak
durumu sana anlattım
ağam bak
halimiz perişan
ağam!

kehanet

biliyorum anlayacak bir gün onlar
sıfır yaka delikanlıları arayarak
göz niyetine parmak uçlarıyla
durağanlığı kamçılayan
ve sabaha fotoroman bir sürme izi
biliyorum anlayacak
kitapları heybelerinde
baylar bayanlar

anlayacak
şamdan heyulası tutkuları
serdengeçtilerin faşist cibinliklerini
atarak ısırganların yangınına
temiz bir yüreği giymeden anlayacak
hayata erkenci çıkmanın paranoyası
ve şafağı saklayan ikinin biri kadar
başında günebakan
ve gerçekle bu savaş ayyukası
doğuş vaktini hiç takmadan
an an anlayacak
şamdan heyulası tutkular
bir buzkıran tayfasının yarasında


anlayacak
doğum gününü unutmuş çocuk
anlayacak biliyorum
kırmızı kalemle çizilen çocuk
masum kızların kürtaj kuyruklarında
vay be demenin
ve aleve verilmiş bir uygarlığı ıkınan
memleket rahminin cehenneminde
yaprak dökümünü yazdırmanın zorluğu
ve kargaşa kenar savaşları
ve gecekondu telaşı sabıkalı yazgılarda
anlayacak
kanserli memelerden süt emmiş çocuk
mıknatısların yalan yanlarını

biliyorum anlayacak eninde sonunda
yüreği fişli dudağı cigaralı delikanlılar
kırılgan bir mimik
ve müstehcen bir kaç jestten sonra
dünya sürtüğüne ki beş milyar yıldır
hayır demeyi öğrenemedi
ki anladı lanete teslim drakula
ki anladı özgürlük anıtı
insanların tanrılarını ateşe verdikten sonra
hala anlamadı
sadece sekiz harika yoktur kendisinde

anlayacak muhammed vavtizli mesihler
besteleri ölümsüz imgeler
afallamadan zaman sözlüğünde
reçetelere geçmiş olsa da kavramlar
anlayacak siren halkalarını
karambol şahsiyetleri
ve baba kanı sımsıcak

anlayacak riyakar sözcükler
atmosferin boşluk taraflarında
munis bir gezginin sır defterini bırakarak
gaf işlemiş yunus’a hatıra diye
ve bir akvaryum perisi de yok
yürekteki çıban
sinedeki şirpençe sızıdan başka
otopsi edilmiş afrikalının
diş profilinden etütleri soylu çağlara hitap beyler
çalıp duracaklar varoluş ezgilerini
hippi dünyanın onuruna
ve şampanyalar patlayacak
güya tanrı bunu anlamayacak

anlayacak soyunmadan kuzunun hakkını aramaya kurt
anlayacak yıldızları sürgün evren
mekik dokumayı hiçbir şey arasında


ortadoğu’yu
dinleyince

ortadoğu’yu dinleyince
ağzımda büyür kelimeler
taşar kalbimden toprağa
kadavra cesetleri
sonra dirilir taş çocukları
kocaman elleriyle

taş öykülerini anlatırlar
kör bir çocuk attım der
lal bir çocuk tekbir
sağır çocuk allah u ekber
sonra herkes susar
-ezan okunur-

gölge

dün akşam aney dedi
büyük gardaşım gene gitti
yaşı kırka dayandı aney
kırka hiçbir harami dayanmadı
ağlamak ne ki aney
gözyaşı ne ki
ben sadece acı dedim
acı duyuyordum nihayetinde
büyüyordu kalbim
kalbimden anlıyordum
ağlamamalıydım
ağladıkça ben de yeniliyordum

karantina

hayat ne uzun bilmece
yalnızlığa çözüyorum
düşünüyorum
düşünüyorum

say ki kalabalık bir gece
yüreği derine salıyorum
düşlüyorum
düşlüyorum

yıldız kabuklarıymış sadece
camdan yağmur gibi sızıyorum
üşüyorum
üşüyorum

kendimce

kendime benzetirim nedense
aynayı, perdeyi ve külü
sfenkslerden korkarım
bir kapıdan su girerse
diğerinden ateş
tunç, bakır vesaire
ve tuhaf gerçekten
gülden çok adını sevmek

kendimce başlıyorum her zaman
birilerine sevgilim demişsem de
yazdığımdandır bilirim
birisine de anne dedim
önsözünü hala bitiremedim
ve bu gün anladım ki
bütün güller annem için


şehirlik

kapıları sıyırdım
parmak uçlarımda telaş izleri
sokağa yeni bir giriş
kaldırıma kusursuz bir adım
ve o alelacele yaşanılan öykü
dolmuşlar, taksiler kışkırtıyor hayatı
inadıma
gürültü
abii, anne, amca...
ve “anne” en güzeli
minik bir dudaktan fışkıran
inadına

ve liseliler grup grup
çantalarında
“I love you
I dead for you”
biri diğerine on yedisini anlatıyor
beriki bir mektup çıkarıyor
inadıma

uzayıp giden raylar
bir istasyon diğerini karşılıyor
kapılarda genç, çocuk, ihtiyar
inadına

son durak...
herkes buluşuyor
fakiri zengine karışıyor
inadına

ve güzel şey yokmuş
koca şehirde
sanki ben öyle gördüm
inadına

tambur sesinde
kalan hatıra

mir celadin dağı’nda
sesi saçların buklesinde kalıyor
sızısı damla damla yağmurun
ve ateşin ısındığı yerde
ıslak bir gökkuşağı sivriliyor
yedi renk
yediveren
yedi kurşun

akşam oluyor
gümüşçe bakıyor ay
mor bir kavis çiziyor gözlerin rimeli
zirve simsiyah bir yılan gibi
parladıkça uzuyor
ve doruk
ve karar
kalem kırılıyor
üç beş damla mürekkep
beş on damla kana karışıyor
ve bir ceylan sekiyor ansızın
uçurumun suskunluğunda
hikayesi kalıyor

hey, mir celadin dağı! ..
zaman yaralı at gibi sırtlarında
ve hala duruyorsa tambur sesi hatıralarında
az bozkır sarışını
hafif toprak kumralı
kaşlarında güneş kırığı
yüzü pul pul
ve kalbi brovil kurşununda kalan
o güzele söyle
gün doğmadan gelsin
ona gençliğimi ısmarlayacağım


coğrafya
günlüğü

yaşamayı beklemiyorum
uykuda vurmasınlar
düşlerimi bölmesinler yeter
kirli ellerimde taşıyorsam yüreğimi
taşın ve oyuncağın ne olduğunu
biliyorum demektir ben
hangi baharı tutarsan tutayım güneşe
bir çocuğun ülkesi diyecek... ülke...
var mı ki sütün değdiği yerden başka
çocuk için bir ülke
ben o ülkenin sakini
sizin
bol trajlı gazetelerde
okuduğunuz haberde
baktığınız resimde
ölüme giden o
ben...
ben o çocuk
halepçeli jiyan
orta doğulu rami
afrikalı simba
hiroşimalı oşi
afgan muhammed

şikayet

geçenle solan anım
kırgın bir düş gibi
hayal meyal yastığımda
ne vakit bir çiçeğe dokunsam
ne vakit bir sarmaşık değse
duvarlardan saçıma
oturur halime ağlarım

gül ve kül

gül dedi aşkların sultanıyım
kül dedi ateşinde yanan benim
gül dedi ayrılığın sabahıyım
kül dedi ufukta kanayan benim
gül dedi kalplerin siyahıyım
kül dedi kahrını çeken benim
gül dedi dudakların ahıyım
kül dedi kelimelerle ölen benim
gül dedi bahçelerin şahıyım
kül dedi bahçıvanın kalbi benim
gül dedi adım leyla
kül dedi seni yaratan benim
gül dedi öyküm vaveyla
kül dedi yazan benim
gül dedi şarkım bir la
kül dedi okuyan benim
gül dedi ben ölümsüzüm
kül dedi ruhun benim
gül dedi geçer sözüm
kül dedi aldanan benim
gül dedi adım aşk
kül dedi andım aşk

kasım karı

gözlerim takılıp kaldı balkona
balkona...
kanlı güvercinler konar ikindileri
seke seke kasım karında
kül ve güvercin ikindileri

gözlerim diyorum
göremiyorum ikindileri
görünmeyen bir el asıyor perdeleri
perdeleri damlıyor gibi eteklere
eteklere eriyor kasım karı gibi
her damladan geçiyor bir güvercin
bir güvercin gagasında kan gülleri
kan gülleri sunuyor kakülünle güneşe
deniz bakarsa denize
dağ bakarsa dağa, ikindileri

kirpiklerime asılan ölüm kelimeleri
yarasalar gibi emip duruyor rengini
çektiğimden beri ikindi saksılarına
rüzgarlar taşıyor suretini
bir yıldız gösteriyor erkenden dudağında
bir zeytin dalı ateşten uzanıyor suya
suya keskin kılıcı iniyor zamanın
balık sırtına yosun yaprağına
sahi rengin ne senin

gözlerim
karanlık kokuyor ikindileri
kalbimin mors kitabesinde
okunan bir kıyametin kelimeleri
yarım kalan yağmur öyküleri
çarpıyor bir aysbergin tutkusuyla
iniyor ellerime saçların salkım salkım
söğüdün laneti karışıyor ferhat’ın suyuna
gömülen tenin bir serçenin annesi
biliyorum toprak göğsünde diretiyor
şirinliklerinse hançerlerin kalbinde
tutunuyorum kasım karında şiirlere
kanlı kırlangıçlar konuyor ikindileri
bakınca katillere nergisler uzatıyor

İnadına sevdalar

biliyorum yar
kelimeleri başkadır gözlerin
başkadır işte
ağladıkça konuşursun
ötesi yok yar
böyledir ölümcül sevdalar
bir taraf gül buketi
bir taraf kızgın demir
sevdalar böyledir

ama
ama bir yer var biliyorum
sevdalara dair
güzelliğe, mutluluğa, insanlığa dair
bir yer var biliyorum yar
beyaz güvercinleri uçuyor
ikindiye karşı
mor yüreklerden meydanlara
sakın, sakın ağlama yar
inadına gülmektir sevdalar

ve artık gül yarada
gül yaradaysa yar
kim tutar kızgın demiri
kim, kim tutar
sakın, sakın ağlama yar
inadına direnmektir sevdalar
deli kız

hangi çiçeğe dokundun
söyle
söyle ki gülümsüyor eylül
eylül ki uzatır dallarını suya
her sonbahar çırılçıplak söğütlerin
ağlarsam eylülden
gülersem eylüle bu yüzden
bir bulut dökülür yüreğimden
zehirli bir kelime sanırsın
dolu bir his
bir cinayet aşkınlığı
bir ekinoks taşkınlığı
hala anlamadın mı deli kız
hala anlamadın mı,
sözcüklerin
anlamsız kaldığı yerden başlar
aşklar, ölümler ve savaşlar


eşkali
belli olmayan adam

üzerime gelmeyin bu kadar
geleceğim yoktur benim
geçmişim küflü kelimelerdir
sakladığım eşkıya bohçasında
bir yemindir kendime verdiğim
bir sözdür eşkali belli olmayan
hiçbir şey kadar ucuz gözlerimde
olmuş kadar pahalı duran
geleceğim yoktur benim

beni anlamasa da olur
olsun da çiçekler yapraksız olsun
her bahar kadri tükenir çamların
bir ayrılık sızar ne de olsa
düşlerime bembeyaz kuğular, henüz
ıslaktır tırnakları değerken ruhuma
tüyleri kalır bir kırlangıç sürgününün
cesedi değdi değecek mevsimlere
bir ergen gibi ölümü hiç kurmayan
olsun da çiçekler yapraksız olsun

orda da öyle demişti, tellerden
komutanım her mevsimin bir sebebi var
baharların da lakin henüz kış
bizim yakamıza sunar güllerini
sabah akşam kan ağlayan her yıldız
güneşe değil aya sığınan
bir anne gibi gözyaşları sualsiz
bir dünya kadar yakın ve uzak
komutanım her mevsimin bir sebebi var

tarihi kör çocuklar da okur
bir hayat bir hayatın dudağını
hercai bir ıslıkla yakıp kavurur
bir başak ansızın yastıktaki etlerimi
kuzgunlar kapar güvercin edasıyla
bir gül düşer kifayetsizce pencereden
hani bir gelinin saçları koynuna
bir bahçıvanın elleri gibi toprak kokulu
mendiller düşüverince bir sabah suyuna


“şey” diyesi mi var bu bozgun sayfasına
su ve ateş yan yana akar yani
sonra kan sonra gözyaşı ve mürekkep
şairliklere bırakılmış karalanan dünya
talebe günlüklerinde mavi silgilerle silinir
en derin çizgiler zamanın tozlu raflarında
kalın kitapları taşıyan tellal ömürlerin
saatlerin sevmediği akşamlara kovuşan
su ve ateş yan yana akar yani
yan yana derin

ve siz şefkatle sevmeyin beni
her gece gölgelerle sürüp kan ovalarına
papatyalar elimde gelir mi gelir
bir uğultunun son saklambaç oyunu
bir’den on’a bin defa sayarım kalabalıklar
yüreğimde ötelerden bir duygu var
kapılıveririm işte yamalı çocuklara
kırlangıçlara, yurtsuz kırlangıçlara
her gece sürdüğünüz vakit kan ovalarına

on yedim

bir hülyadır anlattığım
kuşluk insanlarına
sunduğum bir akşam öyküsü
bir yediveren şehlası
bir fırtına öncesi sessizlik
adandığım on yedimin

sevdaya dair ne söylenmedi ki
her bahar yeniden açmak için doğruldu
güller kirli bir uykudan
kuşlar hırçın bir sabahtan her bahar
her şeyin bir açıklamasıydı belki
her şeyin bir yansıması
ya da tarifsizliği kim bilir
gözlerinde on yedimin

kalabalık tarafım
herkesle yaşadığım
kendimle paylaştığım
biraz kül biraz güvercin
zehirli kelimelere güvendiğim
bir rüya ama gerçek
yastığında on yedimin

aşkların korkak tarafıymış
titreyen kelimeler
ateşten nefeslerle üfürülür
her gece bir bakirenin düşünde
kadife bir bakış ucuzlar o yüzden
şafağa giden bir intizar kalır
bir cinayet yaşanır
bir siyah beyaz ressimlerle
terk edilmiş sokaklarda
gözyaşları on yedimin

gece
ardıma düşen sesler
içimde yeri dolmayan
his...
hep o şarkılarda, şiirlerde
hep te o istasyonlarda
bekliyorlar da bekliyorlar
haberini on yedimin

ne vakit iki elimin arasına düşse başım
ne vakit bir damla düşerse yüreğime
ne vakit ağlamaya çekilsem gecelerime
şimşekler gibi yüreğimin ezgisine
uçurumlar gibi ömrümün çizgisine
ve yağmalar gibi idrağımın dizgisine
vurulur da vurulur
acısı on yedimin

her gece
dağlardan bir gelişi sezinlerim
lacivert gülüşlerle her gece
yılları önüne katıp süren
ateş deryalarına
kan ovalarına
hatırası on yedimin

bir ölümcül sevda dedim
kılıcın suya inen tarafı
gülün suda kalan tarafı
ateşin külde sönen tarafı
bir ölümcül sevda kendimce
dudağında on yedimin


ve benim aşkım, canım aşkım
hiçbir zaman uzaklarda aramadım
sivri bakışlar altında
kitap okuyabildiğim her gün
kendimi aşık gibi hissettim
akşamında on yedimin

anlattığım
yalnız benim hikayem
üzeri sayılarla kaplı
her yıl, her gün
bazen unutur gibi olurum
bazen boşveresiye kalır
bazen öl diyesim
ne boş veriyorum
ne de ölebiliyorum
benim hikayem bu
sinesinde on yedimin


sevdamız

bizim sevdamız
bir hasret oyunu
bir sıla saklambacı
gurbetten bir nidadır
bizim sevdamız

anladığımız
anlatamadığımız
tuzlu soluğumuzda yangın
kekeme dilimizde aceme
tutkulu bir söylemdir
bizim sevdamız

turnalı denizler gibi
kumsalda izler gibi
belki biraz gizler gibi
dilara bir sırdır
bizim sevdamız

kavruk yüzümüzün bir pulu
yüreğimizin çarpan yarısı
aklımızın duran yarısı
delice bir hülyadır
bizim sevdamız

baharda menekşedir
yazın hazeran
hazanı suya inen söğütler
kışı kar gülleridir
bizim sevdamız

gülerken ağlanan yerdedir
severken kavuşan yerde
say ki ebruli bir seherde
düşleri cennet bir dünyadır
bizim sevdamız

aşkın ölümcül olduğu andır
gözün göğe değdiği an
yaşların avuca indiği andır
gözyaşından bir çınardır
bizim sevdamız

başlarken çocukçadır
büyürken bir ihtiyar
yaşarken bahtiyardır
harika bir diyardır
bizim sevdamız


değirmenci dayı

lale gibi ellerine düştü başı
bir kile buğday ne eder
dörtte üç kile un, bilinmez
zarar dedi değirmenci dayı

bir an yere ilişti gözleri
başağı hep böyle gördüm
ağaran saçlar bu yüzden mi
ömür dedi değirmenci dayı

kulağına iniltiler akıverdi
en derin yerlerden akar su
rengi olmayan bu derin su
gör dedi değirmenci dayı

bir an duraksayıp içerlendi
sahi bu hırçın gürültü neden
kaderindeki taşlardan mı
toprak dedi değirmenci dayı

başını kaldırıp söylendi
kalbim bu dönen taş
aklım şu akan su
eyvah dedi değirmenci dayı

polemik

ukala ifadeler
masa başı enkazı
angaryalar
asparagaslar
yüzde yüz doğru
sıfır hata payı
hanımefendi çok güzel
işte kaniş
önden buyurun efem
önden
bilmiyorum işte
anlıyorum sadece
metrekare izdüşüm
birkaç mil altta titanik
kilowat keyfi vesselam
hamburger sosu
yalnız bir ekmek anlıyorum

bil
mi
yo
rum
neden yaktı ki roma’yı neon
sıkılan bir can
yalnızlık limonu da sıkar
sulanmış ağızlarda yeni roma
“şende mi blütüş”
ve prometeos
tih kaçkınları sonra
kılı kırk yaran sürgünler
ve taş öyküleri
efendim, hayırlı cumalar
anlıyorum

newton, bilumum einstein
hamamcı turiçelli
ve tabi ki marx, merih..
uydusuz gezegenler
bizatihi che guavere
dairesel doğrusal
floratsız cikletler
pardon, özür dilerim, afedersiniz
bildiğim
gökçekimini sildiğiniz zaman
herşey yerçekiminde kalır

Rayiha

kapının önünde;
bir ceviz ağacı vardı
onun adına dikmişlerdi
herkes öyle tanıdı:
-ismail’in ağacı-
yıllar sonra imar vurdu
tüm kardeşlerini kestiler
kapının önünde bir başına kaldı
dibinden geniş bir yol geçiyor şimdi:
-cumhuriyet caddesi-
bütün şehir ordan akıyor hayata
ordan bakıyor bütün şehir
gürültü, toz vesaire
meyvelerini kuşlar yiyor
kalanlar düşüyor arabalar eziyor
bir de ikindileri
gurursuz güvercinler konuyor
ne var ki hiçbir çocuk oynamıyor dibinde
oysa her hatırada bir izi vardı onun
-ismail ağacının altında bekliyorum,
ağacı geçince sağda vesaire-
hala öyle tanıyor eskiler
beş altı yıl önce
belediye bakmış olmuyor
sökmüş levhayı takmış levhayı

yalnız ismail dayı oralı olmuyordu
tam kırk beş yıl geçmişti üzerinden
kalabalıklara bir türlü açılmıyordu
say ki kalbi köklerinde atıyordu ağacın
tam kırk beş yıldır
hayata ordan asılıyordu
ceviz ağacının köklerinde say ki
derken bir gün öldü ismail dayı
doktorlar kalpten gittiğini söylediler
ağaca gelince
geçenlerde gidiş gelişleri aksattığı için
belediye tarafından kesilmiş

ha!

sesi kısılmış bir şarkı
pencere kenarından sızıyor
geceye doğru
lacivert gökte ışık harfleri
bir minyatür, su ve ateş
kalbim helezon
aklım bir hengame
saf bir düştü ağladığım
ha!

gece, uçlardan iki ses
bir yağmur do si la la
sabaha doğru bir çekiç
bakırcıda, sol fa fa
mardin’den geliyor gibiyim
ha!

damla damla denizi yaşadım
dün akşam
ruhuma martılar sızdı
balıkçılar ağ attı
çığlık çığlığa kaldım
kurşun kurşun inledim
sabaha kadar
istanbul kokuyorum
ha?

kulağımdaki yankı uzaklardan
sürgün gidilen bir yerde
doğuverdim işte, mayıs’ta
bitlis’liyim
ha!

imamın oğluydum hikayesi
tüm akranlarım oynarken sokaklarda
ben bilmek zorunda oluyordum
peygamberin cennetteki ismini
onun için hala içimde bir çocuktur bakar
ikindileri şehirlerin yanan sokaklarına doğru; kör, sağır ve dilsiz olarak
işte benimle yaşayan bildiğim
aynaların arkasına gizlediğim
o esmer çocuk var saçları salkım salkım
gözyaşları bir kervandır sanırsın,
dökülmüş yollara
ha!

sevdaya gelince
okudum, öyküsüymüş ömürlerin
vakitli vakitsiz yaşanılan
ama suç amma kadere sataşan
izli, gizli, sizli, bizli
yaşamış gibiyim
ha!

kapılmış artık küllerime bir ateş
alevden güvercinler uçuverecek
akşam oluyor battı batıyor güneş
demek öteliymişim
ha!

sevda
yolculuğu

büyüyorsun
görüyorum
kıvılcımlardan yangınlara
damlalardan deryalara
dalgalardan fırtınalara doğru
gözlerin bu günden eğiliyor
saçlarının arasından
sayfalara doğru
gözlerinde bakıp irkiliyor
suretindeki kadın
yarınlar hangi felaketin
bilmiyorum
büyüyorsun
görüyorum

aşklar sana gebeymiş gibi
aşklara isyan büyüyorsun
ve sonra
sonrası yoktur
hiçbir zaman olmadı ki bir aşkın
sapsarı aynalarda duran
kirli yüzlerin arkasına saklanan
bir çingene kızı gibidir o
gün gibi aşikar
büyüyorsun
görüyorum

on yıl sonra diyorum
ruhumdan akıverecek
anlamadığın harfler
duvarlara
ağaçlara
yakılmış bir şehir
yorulmuş bir dua
bozulmuş bir sihir
her bahar yeniden açsa da güller
bir kez daha anlayacağım
her aşkın bir yenilgi olduğunu adama
yalnız bir şey var
görüyorum
büyüyorsun

bencileyin

memnun oldum
kusura bakmayın
nasılsınız diyemiyorum
büyük konuşamam

gökyüzünü pek tanımam
hiç uçurtmam olmadı ki
aşkımı, kavgamı, belamı
yerden bulmuşum sanki

hani alıştım da açıkçası
paramparça yaşamaya
tanımıyor olsam da ben
yalnız ben, yakışıyor bana

ben aslında geceleri yaşarım
gündüzleri o yüzden ağlamam
illa da merak ediyorsanız
la’yı başka çalar bağlamam

memlekette deniz yok
ıslak olsun isterim her şiir
aksın şöyle derim, avuçlara
çiçekleri de bahar getirir

evet aşığım, o anlamıyor başka
baksa da duymuyor gözlerimi
illa da bağırmam mı gerekir
ben lâlım, ağlıyorum o başka

hadi sen sağcı ol ben solcu
kırmızılar da benim taraf
nerden çıktı bu yağmur
yirmi birinci araba tuhaf

nesi var ki bir şairin
bir kalem bir defter
pardon,
garson artık hesabı getirin


bırak beni
haykırayım

bırak beni haykırayım
bu şehre
bir yağmur gibi
bırak beni haykırayım

seni anlatayım kalabalıklara
hissiz kalabalıklara
bu akşam
bırak beni haykırayım

nerde bir kıyamet
orda ben olayım
gerisini söyleyemem
sen varsın, sen
bırak artık haykırayım

nabız

bir “ol” içinde saklı hayat
yerin damarlarında fikir
ve derinleşmek için ayât
köklerin nabzında birikir

yırtar gibi rahmi bir cenin
deler çıkar tohum sabaha
bir gün gidilecek o alemin
meramını sunarak allah’a


sana
bir gül bırakıyorum

sana bir gül bırakıyorum
kırmızı bir gül
kelimesi sen
anlamı sen
sana bir gül bırakıyorum

kalbim kül
aklım is ve duman
gözlerin ki açmış gül, gül
sana bir gül bırakıyorum

sen, sen işte gene sen
baştan sona sen
sona bir gül
sana bir gül bırakıyorum

istanbul benim

istanbul’u gördüm
beşiktaş iskelesinde
denize bakıyordu
yaşlı gözlerle
burdayım diyordu
dün gibi
yarın da
istanbul’u gördüm
ağlıyordu

başkaydı istanbul’un bizdeki hikayesi
topal behram anlatmıştı kış üzeri
kundurasıyla damlarkan kuyumuza
bize eminönü’yü anlatmıştı gerçi
akranlarına da beyoğlu’nu o başka
kızı sevdim diyordu o da
o da istanbul benim, diyordu

İstanbul’u gördüm
galata’da balık tutuyordu
sultanahmet’de namaz kılıyordu
ve gidip yenibosna’da uyuyordu
ben asıl buralıyım diyordu
ne bebek’e uğruyordu
ne moda’ya
canım sıkılırsa
üsküdar’a gidip bir çay içiyorum diyordu
istanbul benim, diyordu
benim, istanbul

istanbul’u gördüm
eminönü’nde
camekanlara karşı dikilmiş
elleri ceplerinde terkedilmiş
kalbi uzaklara doğru
bir yay gibi gerilmiş
istanbul’u gördüm
arabesk yanları açılmış
yüzünde kabuk atmış bir hayat
alnında bir çift derin çizgi
benim, istanbul diyordu


böyle miydi ya istanbul
benim bildiğim istanbul
her akşam kızkulesi’ne karşı
bir şiirden düşmüşçesine
hayata sarılıyordu
benim bildiğim istanbul
böyle mi olmalıydı ya

istanbul’u gördüm
savrularak duvarlara
koşuyordu
su sesine
ekmek kokusuna
istanbul’u gördüm
istanbul benim diyordu
çalışıyordu

istanbul’u gördüm
bir şairin sakallarından asılıyordu
minarelerde ezan okuyordu her ikindi
gök dürümleşiyordu
kelimeler başka akıyordu denize
kelimelere deniz başka
öykülere, şiirlere, romanlara
sızıyordu istanbul
istanbul’u gördüm
istanbul benim diyordu
yazıyordu

akşama doğru köprüde
istanbul ağlıyordu
boşluğa akıyordu gözyaşları
dalgalar damla damla inliyordu
bir sigara diyordu
mum gibi eriyordu kelimeler
denize karşı
kameralara karşı bakıyordu
abi bıktım artık diyordu
verin istanbul’umu diyordu
verin artık
istanbul benim, diyordu

üç arkadaşın üçüncüsü
bizim sait
bir fotoğraf çekelim dedi
denize karşı, beşiktaş’ta
bir araya geldik
istanbul çoğalıyordu
fotoğraflar çıktı, baktık ki
istanbul en fazla denize yakışıyordu

geç vakit, şirinevler’de
bir otel odasına sığındık
solgun bir lale gibi
başı önüne düştü istanbul’un
bir elif’le doğrulup baktı istanbul
seni on yıl daha beklerdim
dedi on yıl daha
madem ki geldin istanbul
beraber çıkacağız sabaha
ben istanbul’a baktım
istanbul bana
sabaha kadar konuşmadık bir daha

benim bildiğim istanbul böyle miydi ya
böyle naçar
böyle çaresiz miydi
benim bildiğim istanbul
çamlıca’da bir köylü kızına
her akşam seni seviyorum diyordu
benim bildiğim istanbul böyle miydi
böyle mi olmalıydı ya

İstanbul’u gördüm
gece bir yağmur vurdu
gece bir yağmur
-geceleri yağmurlar
istanbul’da sevda olur-
bir adres, bir kurşun
sokak aralarına
ölümün uğultusu sızdı
birinin hayatı kaçırıldı
birinin kalbi sabaha kadar
istanbul,
bütün gece haramiler gibi yaşadı
sabahları tuhaf bir hal aldı yanı başımda
istanbul divane
istanbul delidolu
istanbul kızgın
istanbul masum
istanbul asi
istanbul bu
çocuktur işte

sofra

gazteyi serdik
oturduk sofraya
bir kadavra resmi
delik deşik
renkler arasında
gidip geldik
kelimeler takıldı
kilitlendik
biz kim idik, ne idik
nerden kalkıp gelmiştik
nereye gidecektik
neyi yiyecektik
ağlamak yok
gülmek yok
soru yok
cevap yok
kalkıp okula gittik


bitlis demek

bitlis demek
say ki su kenarında bir aşireti
yaşıyorsun
ellerinde hizan tütününden sarma
bir cigara
bir ceviz ağacının kütüğü altında
toprağa karşı dolup dolup boşalıyorsun
say ki bir yağmursun ıpıslak
say ki bir fırtınasın öfkeli
say ki bir tipisin bildiğini okuyan
bitlis’te yaşıyorsun
her mayıs yeniden diriliyorsun
karlar eriyip gidiyor saçlarında
teninde çiçek tozları kalıyor her ikindi
belki bir kaval sesi çok uzakta
bir an dalıyorsun
bir demet gelincik sıkışıyor
parmaklarında

kuşluk vaktiyle
tezek kokan öğretmenler
çantası olmayan öğrenciler
çamurla oynayan çocuklar görüyorsun
esmer sevdalar canlanıyor hayalinde
hani çapanın değdiği yere
derin bir alın iner ya
hani baltanın kestiği yerden
sallanır bir beşik
bitlis o işte
toprak adına ne varsa
memleket adına ne varsa
sevda, özlem adına ne varsa
bitlis’te o var her memleket gibi
sekiz ay karda
dört ay güneşta kadavra
aşkı toprakla yaşayan
anneler, babalar, delikanlılar
ırmaklara balık gibi giren çocuklar
sinelerinde murat’ın bir kolu
ellerinde vangölü’nü taşıyan balıkçılar
dünyalarını başlarında taşıyanlar
hoşgörü, masumuyet, içtenlik
ve inadına yaşayan sevdalar
hala bitlis diye bir şehir var


görevcin sabahı

görevcin sabahı
şadırvanlar çoktan ayakta
kuşlar henüz henüz
şehrin yalnız caddelerinde
günü küfesinde ihtiyarın
başı dimdik ve önde
-hayırlı sabahlar amca
-hayırlı sabahlar oğlum
nasılsın diyemedim
ya kötüyüm deseydi
elimden ne gelirdi
“belki acı bir tebessüm”
iyi de bir insana bu ne kadar giderdi

gözlerin varken ben konuşamam

I

“sorsalardı bilemezdim anla beni!
meğer ölümün diğer adıymış aşk
sorsalardı bilemezdim anla beni! ”

niçin baktığını bilmiyorum
gözlerim desen ağlayacağım
gözlerin ki aynasıdır aşkının
gözlerin ki açmış gül
bilmem niyesi olur mu aşkın
niçin baktığını bilmiyorum
gözlerin ki aynasıdır aşkın
niçin baktığımı da bilmiyorum


“bil ki ağlamayı da biliyorum ben!
bil ki gülüyorsam gözlerindendir!
bil ki ağlamayı da biliyorum ben! ”

yağmurlar büyütmüştür kalbimi unutma
saçlarıma her ikindi dokunsan da
gözlerinle
her akşam bir yanardağ uyanır
seni hatırlayınca
bil ki ağlamayı da biliyorum ben
bil ki gülüyorsam gözlerindendir
bil ki ağlamayı da biliyorum ben
yağmurlar büyütmüştür kalbimi unutma
ben ağlamayı da biliyorum


II

yıllardır seni arıyordum senden habersiz
aşkımı büyüten şehirlermiş gözlerin
bir bahar varlığınla değiverdin habersiz
ruhumda çözünen nidaymış sözlerin
yıllardır seni arıyordum senden habersiz
toprak senmişsin, gökyüzü sen
gözlerinin sürgününe düştüğümden beri
ateş senmişsin, kıyamet sen

ben gözlere yalan söyleyemem anla beni
aşkım yağmurların dövdüğüdür
her bahar
her gece sürüp dipsiz kuyulara kan gibi
bir gülün renginde gördüğündür
her bahar
ben gözlere yalan söyleyemem anla beni
tebessüm senmişsin, gözyaşı sen
kaderim bir evrenin yazdığıdır, silemem
sayfa senmişsin, kalem sen


o gün bir günahın öfkesiydi gözlerin
kapıları her akşam bir tövbeye açılan
yakıcı kelimelerin sözleriydi tarihin
leylanın dudağıyla her aşka yazılan
o gün bir günahın öfkesiydi gözlerin
hayat senmişsin, ölüm sen
bir şehri kalbimde nemrut gibi yakan
hırs senmişsin, güç sen

ben, kelimelerle büyüyen çocuk
sen, her rüyada ağlatan gerçek
ben, hislerin yağmaladığı çocuk
sen, her duyguda yaşatan gerçek
ben, kelimelerle büyüyen çocuk
aklım senmişsin, kalbim sen
ben aşkı gözünde bulmuş gerçek
kader senmişsin, kaza sen
gül senmişsin, güzel sen
gün senmişsin, güneş sen
çiçek senmişsin, yaprak sen
hayal senmişsin, gerçek sen
ben senmişsin, yalnız sen
ben senmişsin, ancak sen
sadece senmişsin
herşeye rağmen sen

III

sokaklarda ben, sen ve ankara
lambalar yandı sabaha kadar
pencereler çarptı, kapılar vurdu
fırtınalar seni andı sabaha kadar

duvarda sen oldun, perdede sen
baktırdın durdun sabaha kadar
rüyada sen oldun, hayalde sen
söylettin durdun sabaha kadar

hiçbir şey diyemezdim kimseye
kelimeler zehirledi sabaha kadar
hayalimde canlanan suretinde
fırçalar inledi sabaha kadar

sen bir şarkı oldun, sen bir şiir,
okundun durdun sabaha kadar
sen bir sihir oldun, sen bir şehir
yaşandın durdun sabaha kadar


IV

hiç kırılmadım, incinmedim ankara
beş dakikada ne hissettimse anlattım
hiç kırılmadım, incinmedim ankara

gözlerine baktım, gözlerine ankara
beş dakikada ne gördümse anlattım
gözlerine baktım, gözlerine ankara

kalbimde kıyametler koptu ankara
beş dakikada ne yaşadımsa anlattım
kalbimde kıyametler koptu ankara

ben konuşmayı bilmem ki ankara
beş dakikada ne yaptmsa anlattım
ben konuşmayı bilmem ki ankara

acım birkaç kelimeyle dinmez ankara
beş dakikada ne anlatılırsa anlattım
acım birkaç kelimeyle dinmez ankara

teselli

nerde yakalanır bir bulut yağmura
nerde bir dağ ufalanır
etler, torbalardan topraklara
kasırgalar, kıyametler, cinayetler...
şerefe ey salıncak banko, ölüm çıktı
mavi gözlüler, yeşil gözlüler
mor giyimli hanımlar, siyahi beyler
kaldırımlar, sokaklar, caddeler
köşe taşları, anahtarlar
herkes rolünü güzel oynadı
meğer buymuş insan olmanın avantajı
sadece düşünmek
beni insan yapacaksa eğer
sökün kalabalıklar, yeter,
ruhuma yaptığınız montajı
ben buraya ait değilim
gözlerim kahverengidir
ve çınarların kurumuş
yapraklarını severim
sökün kalabalıklar
ruhuma yaptığınız montajı


his! ..
bir ergenin terleyen sakalları
baharlara özenince
göğsüyle yağmur arasında kalan
ve ter de artık zehirdir
kalabalıkları dinleyince
her gece bir perde daha yırtılır
kan biraz daha aziz olur, hala
dünyayı bembeyaz görüyorsanız
siyah artık sizin işiniz olur
herkes istediği surette
ben buraya ait değilim
artık çöllere sürün beni
çinili kalplerin diyarına
ben buraya ait değilim
gerekirse öldürün beni

içimdeki “kef” bunu söylüyor
ben buraya ait değilim
topraktan bu denli uzak ölüler ülkesinde
şehirlerden sürülmüş mezarlıklar
lime lime edilmiş varlık perdeleri
kalabalık yalnızlıklar bataklığı
ve bir çürümedir yatan, pusulara
diretiyorum bütün kütük’lerimi yakın
ben buraya ait değilim asrın zabitleri
tüy kadar hafif yaprak kadar fütursuz
beni yazmayın ey vaftiz edilmiş kelimeler
ben buraya ait değilim
ağzımda otuz üçüncü bir diş var
kafatasımda sayısız göz
kaburgalarımsa nuh’un gemisidir
kavramlar, sahte kelimeler
milyonlarca yıldır
bir çift gözle görüyorsa insan
değişen ne, belki sadece renkler
yüreğim zenci, tenim esmer
yetiyorsa eğer
dinleyin beni “metrik”ler
ne kalın kirpikler
ne mor çanaklı çiçekler
doyurmuyor, doyurmuyor beni
ben buraya ait değilim
ruhuma bir anne sesi değmeli

ekmek ve aşk

doğru
aşk, aç çocukların sancağıdır
ve nerde aşk ekmekle bir araya gelse
bir kavga başlayacak
doğru
aşk, aç çocukların sancağıdır
onun için bunca yıldır
aşkımız ekmeğimiz
ekmeğimiz aşkımızdır

mısra

bir gün dönersin diye
yusufi dedim gidişine

hayırlısı

hayattır işte
bu gün ağlıyorsak
yarın da güleceğiz
sabır hayırlısı

gri gitmezmiş hayata
siyaha kuşanmalıymış insan
öyledir desem de aziz
renkler hayırlısı

ellerde beyaz güller
dağarcığımda kalan
sırılsıklam kelimeler
sevenlere hayırlısı

ne yazık ki kaybettik
unuttuk güzel sözleri
yeniden konuşmak için
gönüllere hayırlısı

ama öyle ama böyle
gelip geçiyor zaman
en güzel şarkını söyle
kalanlara hayırlısı

çeyrek zaman

çeyrek var
bir çeyrek daha uzanacağım
yalnız bir çeyrek kadar
farkında değilim gerçi zamanın
bilmem nasıl geçiyor dakikalar
saat taktığımdandır bilirim
çeyrek var

son söz

ve artık gün bitiyor
geceyi yine hastalar beklesin
kendimi aramaya çıkıyorum

Hamdullah Arvas
Kayıt Tarihi : 25.12.2006 20:29:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!