…
Sevgiliye Mektuplar SENİ İZLİYORUM…
……………Seni; Türkçe bakan bir çocuğun umutsuz, Kürtçe bakan çocuğun ezik, yoksul, horlanmış ama umutlarını yitirmemiş, sokak çocuklarının o yaşlı, yorgun, ürkek bakışlarıyla seviyor ve çoçuksü kahkalarımı ekliyorum lacivert harelerime… Seni izliyorum bakışlarımın renkleriyle…
…………… Eflatun benizli sabahlara firari uykusuzluklarımla ulaşırken, sarı sıcak gecelerin boğucu nefesinde sırılsıklam olurken bir kentin yatakları nemden, terlerimle üşüyorum, donuyorum geceden sabaha… Sabahları biraz olsun nefes almaya başladık diyor karşılaştığım, karşılaşan insanlar ve onların sıcaktan, soğuktan, ılıktan, nemden başka konuları yok mu? Diye bildiğim sövgüleri sıkıyorum dişlerimden arasından ve en ağırlarını ama heyhat ezilen, vurulan yok… Ve her söz sanki bana geri dönüyor ve tenimde alevler çoğaltıyor çarparken, bunalıyor, terliyor, isyan ediyorum tenimdeki ateşin, içimdeki buz tutan kalıplarla uyumsuzluğuna…
…………… Vedası erken yaz mevsimi miydi yaşadığım, sonbahara uzanan sıcaklığı mıydı bunaltan, boğan, ateş altındaki akrebin iğnesini kendine batırıp intiharı seçmesi miydi? . Yediğim, içtiğim, otur duğum, yattığım, kalktığım, gezdiğim yerlerde, ardında seni izliyorum ayak izlerinden, nefesinden ve hatta kente yayılan uhrevi kokundan, sofistike şekilde protesto edilen papaya ve okuduğum an seninle paylaşıp tamam şimdi suç unsuru bulurlar dediğim yazar Elif Şafağın son romanına kadar ve yaşamın garsız peronlarında voltalıyorum kaybettiğim yüzümle…
…………… Tövbekar şarapçının suya dargın, alkol dolu bedeninden yayılan kokularla irkilirken güllerin en renkli, en kokulusunu almak istiyorum seyyar bir çiçekçiden vazgeçiyorum, tenindeki ıtırların sindiği satırlarla dolu yollayamadığın mektupların zarfına sarılıyorum boşlukta ve kelimelerine tutunuyor ama düşüyorum yumuşak harfleri kullanmadığından… İlginç, yaralanmıyorum ve göz bebeklerine her bakışımda gözlerime değen sevgi kurşunların içime akar, ılık bir sevda ırmağı olurdu içimin dere yataklarında ve geceleri bu nehirde boğulurdum, sen kurtarırdın yüreğinin can simitleriyle…
…………… Aysberge çarpıyorum şakaklarımdan ter boşanırken ve inadına sıcak, inadına neme rağmen üşütüyor her yerimi buzdağı, çocukluğumun geçtiği mahalleye sürüklüyor… Salıncak yaptığım ağaç, damından komşu kadınlara muziplikler yaptığım evin yerinde yeller esiyor, esen yelde kucaklıyorum seni ve çocukluğuma taşıyor, ellerimle kurduğum salıncağa minicik eteğinle oturtup sallıyor ve çevreden sana bakmasınlar diye de minicik öfkeyle göz süzüyorum yılların öncesine… Seni izliyorum çocukluğumdan bugüne ve o günlerini dahi kıskanıyorum en çok, çocukça ve delice… Sen ise annenin yaptığı kurabiyelerden aşırıp benim dışımda her çocuğa paylaştırıyor ve bana asil, güzel güzel olduğun kadar da küstahça bakıyorsun çocuksu tavrınla…
…………… Panoramik güneş batımından yıldızlı gecelere uzanırken gökte iki yıldızın eksik olduğunu fark ediyorum, anlamsızlaşıyor gece, öylesine batıyor güneş kızılsızlığında ve kendi içime yalnızlığıma taşınıyorum korunaksız, sevgisiz, umarsız… İçimdeki yolculukta seninle kesilen göbek bağımızı görüyorum rüyamda, aynı yerde ellerimizle gömmüşüz büyüklerimizden kalan gelenekle… İrkiliyor, uyanıyorum her bir karesi gerçekle örtüşen rüyadan ve içimden çıkamıyor, tükeniyor, tükeniyorum çığlıklarımın kulaklarıma ulaşamadığı sağırsızlıkta… Sen içimdeyken ben kendi içimden çıkamıyorum, çıkmıyorum, farklı ceninlerde çift yumurta ikiziyiz seninle, doğum olmadan ç-ı-k-a-m-a-y-a-c-a-ğ-ı-z…
22.9.2006 - Adana
Olgun EkinciKayıt Tarihi : 29.9.2006 14:49:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!