Sevgiliye Mektuplar NELERİ ÖKSÜZ BIRAKT ...

Olgun Ekinci
271

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Sevgiliye Mektuplar NELERİ ÖKSÜZ BIRAKTIN USTAM BİR BİLSEN?

**Bu yazıdaki olaylar ve kişiler gerçektir.

………Sabah ışıltısıyla hayal mi? Acaba diye cıvıltılara koştum pencereye, üçüncü kat balkonunda yemlerini bir gün bile eksik etmediğin serçe ve kumrular bir yandan besleniyor ve sanki yokluğuna ağıt yakıyorlardı ustam…31 Ocak 2015 cumartesi saat: 09 da Adana hava alanına Ulaş’ın bindiği uçak inmiş ‘’valizimi bekliyorum baba’’ mesajına 322 kodlu numaranın araması eklenmiş, dünyamın o an yıkılacağını anlamıştım usta, çünkü bir gün önce yoğun bakımdayken elimi tutup solunum cihazından dolayı konuşamazken diğer elinle üzerini açmaya çalışıp ‘’beni eve götür’’ dediğini anlamış ve ömrüm boyunca hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım… Bir insan içinden de ağlarmış ustam, Ulaş valizini alıp çıktığında ‘’sen’’ tesellisi arar gibi ona öyle sarıldım, kokladım, sus pus oldum ama arabaya binince olan olmuş film kopmuştu ustam, hem de bir daha hiç başlamamacasına…

………Evde sensiz 1 Şubat 2015 sabahındaki o kahvaltı, dünyada tatmadığım acıların toplamıydı ‘’ben çamaşır makinesini çalıştırmayı bile bilmem, babanı al gel hastaneden o hasta olmaz’’ diyerek hüngür hüngür ağlayan annemin o hali ben yaşadıkça gözlerimden, usumdan gitmeyecek usta…Annem de sen gibi kolay ağlamazdı ama şimdi yüreği paramparça, Etna ve Vezüv’ün volkanları içinde patlıyor sanki ustam… Orta doğu hastahanesinin 413 odasında bu satırları yazarken anneme bu gece ilaç verilmeyeceğini söyleyen Büşra hemşire ne çok sevindirdi beni bilemezsin ustam, Çünkü sabaha taburcuyuz ve seni yolcu ettikten 6 gün sonra altmış yıllık yoldaşın, benimse ilk aşkım annem acına dayanamadı, hastahaneye yatırdık, Rahime, Selma, Olgun, Şeref seferber durumlar merak etme, huzurla, ışıklar içinde uyu ustam…

………Veranda gibi yapmıştın evinin balkonunu, ustaydın çünkü, Gören imrenir, isteyene çiçeklerinden illaki verirdin ustam…1976’da Emek mahallesindeki bu eve taşındığımızda o sıralar adını bilmediğim çiçekleri sıra sıra balkona diziyordun, ben aşağıda basket atan çocukları izlerken küçükte olsa bir futbol sahasının çok daha iyi olacağını söylemiştin, ne de olsa serde futbolculuk vardı…Birkaç ay önce füze Selami öldüğünde direndim ama söylemeliydim, gençliğinizde beraber top koşturan iki güzel dev adamdınız, o profesyonelliği sen TCDD’de uzman usta olarak çalışmayı seçtin ama hiçbir gün pişman olmadın, biliyorum… Ne severdin futbol anılarını, hiç unutmam Köprü sporda (Adana’nın ilk ve köklü amatör kulüplerinden) stoper olarak oynarken rakip forvetin sana gereksiz kasıtlı tekmesinden sonra o forvet defansa çekilmiş, sen Kulübede antrenörüne ‘’ben ileri çıkıyorum hocam’’ dediğinde rakip antrenör o forveti hemen oyundan almış, bunu her anımsadığımda senin haksızlıklara pabuç bırakmayan bu yönünle de hep ve daima gurur duymuşumdur…

………Tito derdi sana 78’li yıllarda mahalledeki devrimci arkadaşlar, çünkü Josip Broz Tito gibi kesin, kararlı, adeta sert yürür ama içindeki duygusallığını elbet en iyi biz bilirdik, Bu yüzden güvenir, senin olduğun her yerde güvende hissederdik kendimizi…1979 yazıydı, sabaha karşı 04’te bana ‘’kalk kalk bunlar arkadaşların mı? ’’ demiştin karşı aparman duvarına TKP/ML Tikko’cular sloganlarını yazarken ve kalaşnikof ile yazı yazanların can güvenliğini sağlayan o kızı gösterip ‘’bu kızın anne-babası yok mu? ’’ dediğinde annesi babası sizsiniz deyince Tito vari bakmıştın ya, o an sana Dev-Genç- Devrimci Yol sempatizanı olduğumu nasıl söylerdim, yıllar sonra Che’nin posterini camlatıp evime astığımda ‘’deden mi bu sakallı? ’’ demiş ve gülümsemiştin…Kendimi biraz biraz iyi hissederek yazımı bitirmeye çalışırken daha dün Mersin’de Özge can adlı üniversiteli kızın başına gelen vahşetle sarsıldık, iyi ki bu olayı duymadın, hatırlar mısın? 1984’dü Efes pilsene yeni girmiştim, mahallede kişisel sorunum olan birisi olayı kan davasına dönüştürmek ister gibi bir gece yarısı 10-12 kişi ile kapımıza dayanmış küfürler ediyorlardı. Deniz çadırı kurarken kullandığımız demirlerden ikisini kaparak aşağıda küfürler savuran zibidiler le sonuna kadar savaşmış, ikimizinde yüzü gözü kan içine kalmış, benim sol kaşıma, senin kafana dikiş attırıp Eski istasyon karakoluna gittiğimizde dokuz kişinin kafasını gözünü patlatmaktan, darp suçuyla gözaltına alınmış ama 2’ye karşı 9 onurumuz olmuş, birileri araya girip özür dileyince olay kapanmıştı... Ah ustam bir bilselerdi Tito olmak ne demek hiç kapımızın önünden geçerler miydi? Ve sen hiçbir gün bu zibidilerin kapımıza niye geldiğini sormadın, son nefesini verdiğin ana kadar güvenirdin…

………Ah be ustam ahhhh…Aynı gün defnedemedik seni Nuri, Hazal, Selen teyzemde olsun istedik, tam kadro hazır olmak istedik ve bir sen eksiğimizdin Asri mezarlıkta...İmge’nin kınası ve nikahı için gelen çocuklarımızla seni uğurlamak acılardan öteydi ustam… ‘’Babamın yerine seni koklardım, babam gibi kokardın emmim’’ deyip göğsümde dakikalarca ağlayıp ‘’ben şimdi kime sarılıp koklayacağım’’ diyen amca kızı Oya oradaki herkesi gözyaşlarına boğdu, duydun mu? Elini, yanağını, alnını son kez öperken babam ve ustam olduğundan bir kez daha gururlandım…Senden öğrendiklerimi Hazal’a, Ulaş’a öğretemem belki, onlar teknoloji çağının çocukları, hayata bakışları bizden çok farklı, onlar güzel ve yaşanılası bir dünya umudunun güzel gençleri…78’lı yıllarda öğrenciliğimde mektuplar yazardım İstanbul’dan Adana’ya, okurdun ama annem yanıtlardı o mektupları ve bir gün sana anılarınla dolu bu yazıyı yazacağımı hiç düşünmemiştim ustam…Pazar günleri özeldi, pencerede Hazal ve Ulaşı beklerdiniz, aksatmazdım, onları alıp gelirdim, şimdi sen gittin ya ustam ne Pazar kaldı ne de başka bir gün, uçurtmaları bile öksüz bıraktın..Yedi mahalleye yayılmıştı yaptığın uçurtmaların güzelliği, ustalığı, renklerin ahengi…Sen, ben ve Ulaştık, dağ evimizin bahçesine ilk iki fidanı dikerken ki ustalık ve bilgine bir kez daha hayran kalmıştım, iki adet nar fidanı idi ve can suyunu verdikten sonra ‘’biri Hazal, biri Ulaş olsun’’demiştin. Şimdi o iki nar ile elma, kayısı kiraz, vişne, erik, ceviz, şeftali, üzüm ve onca çiçekte öksüz ustam…

………Perondan gel vagonların arasından geçme derdin, okul tatillerinde sefer tası ile sana yemek getirirken, sevmezdin TCDD yemekhanesinin yemeklerini, benimse hoşuma giderdi öğlenleri sana gelmek ve arkadaşların beni akrabalarımdan daha çok severdi…Pöçük Mehmet, sarı Mustafa, kürt Memo, Sıtkı usta ve daha niceleri…Müzeyyen Senar’da öldü ustam ve onun şarkı söylerken kırdığı kadehleri izlemeyi çok severdin, artık ne zaman mangal yaksam, hem senden öğrendiğim kebap ustalığına hem de anılarına onur ve gururla bardak kıracağım…Sen içmezdin ama bir gün bile bana ‘’içme’’demedin, ben şimdi sen için nasıl bardak kırmam ustam… Uzaktakiler bile ‘’yakın’’olup başsağlığı dilerken o malum şahıs kimseyi aramadı ustam, ama bilirim sen olsan ‘’Siktir et’’ der hiç takmazdın…

Ah benim güzel ustam, sen birkaç satıra sığmayacak dev bir adamdın ve seni burada bil ki sadece satır başlarıyla andım, unutma ki 2011 Mayısında dağ evimizde üç gün boyunca gece sabahlara kadar anlattığın ilk eşin ve iki çocuğun ile ilgili sırlar benimle sonlanacak.

Hoş çakal baba…Elveda ustam… Birazdan anneme gideceğim ve inan ki o artık sen gibi emin ellerde, seni her an özlüyor, hepimizden daha fazla özlemle.

20 Şubat 2015 / ADANA

Olgun Ekinci

Olgun Ekinci
Kayıt Tarihi : 23.2.2015 11:54:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Olgun Ekinci