Sevgiliye Mektuplar Şiiri - Haki Buhari

Haki Buhari
17

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Sevgiliye Mektuplar

Sevgiliye Mektuplar
Her akşam aynı terane, pencereden yolunu gözlüyorum erkeğimin. Evlerin ışıkları birer birer sönmeye başladı, ben hâlâ özlemle aşkımı bekliyorum. Daha evliliğimizin nekahat dönemindeyiz, üç günlük balayından sonra cicim günleri bitmiş, gündüz iş toplantıları, akşam yemekli toplantılar, aşkım bu gün geç geleceğim laflarına alıştım artık.

Bir gün de erken gelir mi? diye beklediğim her gece yalnızlığımı çekilmez bir dayanılmazlığa doğru sürüklüyor, televizyon başında izlediğim diziler, ardından okuduğum “İhanetin Reçetesi” adlı roman derken, gecenin bitimine doğru çalan kapı ziliyle açtığım kapıdan ayakta durmaya mecali olmayan, kör kütük bir adam, üzerini bile çıkarmadan bir külçe gibi kendini yatağa atmasıyla çıkardığı bozuk kamyon homurtusu, evlilik buysa ben oynamıyorum artık dedirtmeye başladı beni.

Sabah yataktan kalkıp, bahçede aşçımız, Ayşe’nin titizlikle hazırladığı kahvaltı masasındaki sürahiden bir bardak taze sıkılmış portakal suyu doldurup, havuz başına doğru giderken esen sabah meltemi, paristen aldığım ipek sabahlığımı uçuruyor, içimi serin bir hava kaplıyor, sabaha kadar uyuyamadığım horlama sesinden başım zonkluyor, uykusuz göz kapaklarımı zor açık tutmaya çalışıyorum.

Taze meyve suyu iyi geldi, biraz gözüm açılır gibi olmaya başladı. Allahım şu adam kalksa da kahvaltımızı yapıp, asıl dinleceğim uykuma dönsem diye iç geçiriyorum. Bu arada gözüm havuzun üzerinde yüzen bir kağıttan yapılmış kayığa takılıyor. Bir o yana, bir bu yana yüzüp duruyor. Sanki Kadıköy-Eminönü yolcu vapuru mubarek. Bir telaşla işe giden insanları içine doldurmuş, her yanaştığı iskeleden indir bindir yapar gibi sürekli ring yapıyor.

Saat on’a doğru beyefendi teşrif buyurdular sofraya. Yüzünün rengi solmuş, kazandığı paralar mutluluğuna çare olmuyor, aynı sabah melteminde sürüklenen kağıt kayık gibi, savrulup duruyor. Bir ailesi var mı? ne gam! Yüzüme bakmaya cesareti bile kalmamış. Derinleşmiş kırışıkları biraz daha belirginleşmiş, hergün alınan alkolle gün boyu sarhoş bir adamın iç dünyası nasılsa, bizimkisi de öyle diyeceğim ama, nasıl olduğunu ben de bilmiyorum diye düşünüyorum.

Kızarmış ekmeğe bıcağı ile sürdüğü tereyağının üzerini bolca balla doldurup iştahla yiyor, üzerine de, yanında şekersiz nescafe içerek kahvaltısını tamamlıyor. Nihayet başını kaldırıp bana doğru bir gülümseme ile bir şeyler söylemeye hazırlanıyor gibi yapıyordu. Tabi ben hemen anladım, yine ne bahaneler üreterek gece geç geleceğini söyleyecek.

Hayatım; çok yorgunum, uzunca bir tatile ihtiyacım var. Yeni bağlantı kurduğumuz bir firma ile yapacağımız imza töreninden sonra, nereye gitmemizi istersen bir düşün ve bana söyle diyor. Akşam uçağı ile Moldova’nın başkenti Kişinev’e gideceğini ve üç gün sonra geri döneceğini söyleyince beynimden vurulmuşa dönüyorum. Madem üç günlük bir ziyaret, hem tatil, hem de işini yaparsın diye söyleyince, bebeğim oralar tatil yapmaya değecek yerler değil diyerek, hemen hazır cavabı yüzüme yapıştırıyor.

Neymiş efendim! Çok yoğun bir proğrammış, fabrika şehrin dışında, sen rahat edemezsin diye benim adıma bahaneleri kendisi üretiyor. Bu erkek milleti hep mi böyle? evlen canın istediğinde kendini tatmin et, ondan sonrası ne olursa olsun. Bir kadının mutlu olması, onun duyguları, sevmek ve sevilmek, okşanmak. Değer verilmeye ne zaman hakkı olacak diye hızlı bir şekilde kafamdan düşünceler geçiyor.

Bir saat önce gelen şoför Cemil, elinde bir bezle arabayı siliyor gibi yapıp yan gözle beni dikizlemesi de iyice canımı sıkıyor, kaçamak gözlerle çaktırmadan bacaklarımı seyrediyor, ben kafamı kaldırınca da, hemen yeniden arabayı silme işine dönüyor, ama göz ucuyla ne yaptığının farkındayım.

İlker bey masadan kalkıp yanıma doğru gelip, enseme bir öpücük kondurarak kızdığımı anlamış olmalı ki, gönlümü almaya çalışıyor. Canım; istersen Viyana’ya tatile gidelim, bu ay çok ünlü ressamların sergileri, moda haftaları, Viyana devlet operasının bu yıl yeni kadrosuyla sunacağı Bethooven’in 138.Operası “Overture” sahne alacakmış, diyerek beni yumuşatmaya çalışıyor, bir yandanda eliyle boynumu okşuyor, tamam mı aşkım? diyerek benden cevap bekliyor.

Söylediklerini duymazdan gelen umursamaz bir tavırla burun kıvırıyorum. Nihayet bu evde bir karın olduğu aklına geldi mi, İlker bey? diye cevaplıyorum.

Hayatım; bizim hayatımız böyle olmak zorunda, işimin gereği diye cevap veriyor. Ne demek böyle, birazda evine zaman ayırsan, toplantılara bölüm yöneticilerini gönder canım, her toplantıya sanki holding patronları mı geliyor, diyerek cevap verince, suratı limon gibi ekşiyor, kızacak gibi yapıp vazgeçiyor.

Ben çıkıyorum diyerek makam arabasının sağ arkasına kurulurken, arkasından koşan günlük temizliğe gelen Filiz hanım gazetelerini yetiştiriyor. Cemil ise son kez beni yukarıdan aşağıya doğru süzerek uzaklaşıyorlar.

Filiz hanım çok genç yaşında eşinden ayrılmış, bir oğlu var, Mert adında. Annesi ile birlikte yaşıyor. Aslında orta halli bir ailenin kızıymış. Tüm ailenin karşı çıkmasına aldırış bile etmeden okuduğu kız lisesini yarıda bırakarak kaçtığı Serdar’la önceleri çok mutlu bir yaşamı varmış. Sonradan Serdar’ın kumar ve kadın tutkusu iyi giden evliliği sarsmış, ekonomik sıkıntılar, yeni doğan çocukları kadını iyice bunaltmış. Babası çok muhafazakar olduğu için neredeyse evlatlıktan silmiş kızını.

Babası Hulusi efendi vefat edince, ana yüreği dayanamayıp, kızını yanına almış. Annesi ile birlikte yaşıyorlar. İki katlı evlerinin alt katını kiraya vermişler, üst katta da kendileri oturuyor. Bir de annesinin, babasından kalan dul maaşı ile geçim sıkıntısı çekince, İlker bey’in sekreteri Fulya hanımın ricası ile işe alınmıştı.

Filiz’e temizliğe başlamadan güneşliği şezlongun yanına çekmesini söylüyorum. Yerimden kalkıp uzandığım şezlongu yerden aldığım destekle sallamaya başlayıp, kendi kendime ninni söyler gibi çıkan tıkırtı seslerini dinleyerek her gün yaptığım, hayalimdeki sevgiliye yazacağım sanal mektuba başlık aramaya başlıyorum.

Başlığı sonra bulurum diyerek, duygularımı paylaşacağım sırdaşımla baş başa kalıyor, en nefret ettiğim sözcük ihanettir, güzelim. Ben aile kavramının kutsallığına inanan, bir milletin, bir toplumun ayakta sağlam kalması için yuvadan başlayan mutluluğun, dalga dalga yayılmasını, kök salmasını ve kuş cıvıltıları gibi ailenin de mutluluk cıvıltıları çıkarmasını isterim diye başlıyorum.

Aslında ben, zor bir kadın değilim sevgilim. İnandığım adamı sonsuza dek sırtımda taşırım, hastalığında ilaç, zor günlerinde dert ortağı, mutlu gününde ise mutluluğunu zirve yaptıracak aşk oyunlarımı sunarım sana diyorum, hayalimdeki civanıma. Yarı uykulu yarı uyanık bir arafta, yarım kalan mektubumla derin bir rüyaya dalıyorum.

Geç saatte çalan telefonun diğer ucundan İlker bey’in cızırtılı sesi zor duyuluyor, ben uçaktan indim, otele geçiyoruz haberin olsun diyerek telefonu yüzüme kapatıyor. Beni salak zannediyor, niye bensiz gittiğini anlamayacak kadar da saf değilim. Uçak listesinde kimler yok ki? Özel kaleminden Seher, sekreteri Fulya, tasarımcısı Billur ve diğer erkek tayfası.

Adam gittiği yerdekiler yetmiyor gibi, avanesini de yanında götürüp, karma harem kurmaya niyetlenmiş anlaşılan diye, kendi kendime söylenirken, birden aklıma yirmi üç gündür hastalanmadığım geliyor. Yarın bir test yaptırmalıyım diyerek, böyle bir babayla mı doğacaksın yavrum diyerek karnımdakiyle dert ortaklığı yapıyorum…

Otele geçiyormuş, yalancı! Sanki ben ne haltlar karıştırdığını bilmiyorum. Rezervasyon şirketinin telefonuna attığı mesajı dün sabah okumadım zannet sen. “Tripleks villanın hazır olduğunu, her katında özel jakuzili mini havuzların olduğunu görmesem, yalanına belki inanırdım. Özel masajcı kadınlar, yorgunluk terapisinin en egzotik becerilerini sunmaya hazır sizleri misafir etmeyi sabırsızlıkla bekliyorlar, diye biten son söz.”

Sen merak etme bebeğim, aslında son söz söylenmedi. Ben çok sabırlıyımdır. Eğer hamileysem bu çocuğu aldırmayacağım ve doğuracağım. Ama sen bu bitmez tükenmez işlerine böyle devam edersen, asıl sürprizi sana ben yapacağım sevgilim!

Şimdi; gidişinin ardından kayıp zaman, günler, geceler dizilip giderken birbirinin ardından, hangi günün hangi saatinde olduğumu önemsediğim bir tek anım bile olmuyor. Belirsiz bir sıradanlığa kapıldım. Hayatın monotonluğuna uydum belki de! Neyi neden yaptığımı bile düşünmeden, yapmak zorunda olduklarımı yapıyorum sadece. Anlatmak istediklerimi anlatamıyorum, düğümleniyorum, kilitleniyorum, yani ben kayboldum işte ardından! Yokluğuna bulanıp, hiç oldum..

Ben sadece sevdim. Bütün o çıkar kaygılarından, hesaplardan ve beklentilerden uzak, seni sevdim her anımda. Ve aşka çizilen sınırları, insana biçilen tüm kalıplarla birlikte reddettim. Ben sadece sevdim, tutarlılık ve sadakatti senden beklediğim. Tüm zorluklara dik durabilecek bir sevgili istedim. Ben seni öyle sevdim, öyle çok sevdim ki; mutluluğunu gördükçe, yokluğunu bile lütuf bildim..

Bütün bunlara rağmen sevmeye devam edeceğim seni. Ama bir gün dayanacak gücümün kalmadığında sakın arkamden gelme. Çünkü ben o zaman beni anlayacak, bana değer verecek, ağladığımda benimle birlikte ağlayacak, güldüğümde benimle birlikte gülecek aşkıma çoktan varmış olacağım. Doğacak çocuğuma baba olacak, çektiğim acıları, karanlık gecelerde beklediğim günleri bana yeniden verecek, sevgilimin kollarından, arkamdan bakıp, ihanetinin bedelini, beni kaybetmekle ödeyeceksin(!)

Bu mektup sana son ihtarımdır, aşkım! Sakın şaka yaptığımı sanma, kurduğum çalar saatin ziliyle tüm şansını kaybetmiş olacaksın ve artık zamanın geriye dönmediği gibi, ben de sana bir daha asla dönmeyeceğim. Selam ve sevgilerimle…..
11.02.2014

Haki Buhari
Kayıt Tarihi : 12.2.2014 14:04:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Haki Buhari