Kelepçedeki Düş
Düşüncelerim kelepçede,
Yüreğim derin bir orman kuytusu,
Sessiz, karanlık, ama yaşamla dolu.
Dört bir yanımda silahlı adamlar,
Karanlık bir emirle, korkunun gölgesiyle dikilmişler.
Bedenim…
Tomurcuk bir gül bahçesi gibi,
Bir nefeslik umuda tutunmuş,
Namlu ucunda,
Mermi sesinde kızıla boyanacak gibi...
Suçluymuşum!
Evet, öyle diyorlar —
Düşünmüşüm, sevmişim, direnmişim diye!
Her şeyin canı cehenneme…
Başım dik,
Gözlerim gökyüzünün ta orta yerinde!
Bileklerim kelepçeli ama kalbim hâlâ özgür,
Çünkü düşüncelerimin zinciri yok,
Yalnızca ellerimin...
Yangın yeri bedenim,
Dört bir yanım tetikte adamlar.
Bir sokak ortasında —
gelip geçenler bakıyor,
Sanki suçlu benmişim,
Sanki insanlık masummuş gibi!
Saçlarıma karlar yağıyor.
Her bir tanesi,
Dünyanın utancını taşıyor.
Sanki insanlık suçu işlemiştir,
Ve ben, o suçun sessiz tanığıyım dostum...
Ah dostum,
Ahhh…
Olmak niyeymiş ki bu dünyada?
Düşünmek suç,
Sevmek delilik,
Susmak korkaklık olmuş!
Ben düşündüm, suç oldum.
Sevdim, ceza aldım.
Direndim, mahkûm edildim.
Kader mahkumuymuşum güya!
Ama ben bilirim,
Kaderin zinciri bile bir gün paslanır!
Dört bir yanımda namlular parlıyor,
Gözleri soğuk adamlar
Elleri tetikte —
Beni götürüyorlar…
Sokak sessiz,
Gökyüzü tanık.
Ben yine dik başlıyım biliyorum da,
Haksızlıkların, zulümlerin karşısında
Bir mavzer gibiyim dostum!
Susturamazlar,
Susturamıyorlar...
Her kurşun bir şiire dönüşüyor içimde,
Her yasak bir kelimeye,
Her kelepçe bir mısraya...
Diklendim, evet!
Hangi kavgalardan kaçtım da,
Sevdamın kavgasından kaçacağım?
Sevmişim bir kere!
İçim kanasa da, dünya dönmese de,
Sevdim,
Ve bu sevdanın bedeli neyse öderim!
Niye seviyormuşum diyorlar...
Sorarım sana dostum:
Niye nefes alıyoruz o hâlde?
Niye ağlıyoruz, niye direniyoruz?
Sevmeden yaşamak,
Zincirle yürümekten farksız değil ki!
Aldılar beni apar topar,
Yürekten sürüklenir gibi götürüyorlar,
Bileklerim kelepçeli,
Dört yanımda namlu ucu...
Ama ben gülümsüyorum dostum,
Çünkü onlar ellerimi zincirledi,
Ama içimdeki gökyüzüne dokunamadılar!
Bedenimi götürüyorlar,
Ama ruhum hâlâ burada,
Karanlığa şiir yazıyor.
Her adımda yankılanıyor içimde bir ses:
“Suçluymuşum...”
Evet, belki suçluyum —
Bir fikir uğruna yanmaktan korkmadığım için,
Bir kadını, bir ülkeyi, bir umudu aynı anda sevebildiğim için!
Ve bilirsin dostum,
Beni götürseler de
Bir gün yeniden doğacağım.
Bir ağacın kökünde,
Bir çocuğun gülüşünde,
Bir kadının kalbinde yeniden filizleneceğim.
Çünkü düşünceler kelepçelenmez,
Ve sevdanın cezası olmaz...
Özgen Öz
Kayıt Tarihi : 14.4.2021 22:11:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bir şehir vardı, kışın bile tam soğuyamayan bir şehir. Karanlık sokakları, gri duvarları, ve her köşesinde yarım kalmış bir hikâye taşıyan insanlarıyla. İşte o şehirde, bir adam yaşardı. Adı “Ali Rüzgâr” derlerdi ona, çünkü o, ne zincir tutar, ne emir. Bir rüzgâr gibi özgür yaşardı. Yalnızdı ama korkusuzdu, sessizdi ama sözü yüreğinin derin yerinden gelirdi. Ali düşünürdü… Belki fazla düşünürdü. Adalet, sevda, insanlık, özgürlük… Onun için bunlar şiir değil, yaşama biçimiydi. Kalemiyle yazdığı her kelime bir isyana dönüşür, her şiiri, susturulmuş bir halkın nefesi olurdu. Ve bir gün, bir kadını sevdi. O kadının adı “Seher”di — karanlığın hemen ardından gelen umut demekti. Ali, Seher’in gözlerinde bütün zulmün biteceği sabahı görmüştü. Ama dünya o kadar hazır değildi böylesi bir sevdaya. Bir sabah, henüz gün doğmadan, kapısı kırıldı. Silahlı adamlar girdi içeriye, bağırışlar, emirler, gölgeler arasında… Ali sustu. Çünkü susmak bazen direnmekti. Bileklerine kelepçe taktılar. Ellerinden değil, kalbinden zincirlediler onu. Yazdığı şiirleri, defterlerini, kâğıtlarını topladılar — bir suç delili gibi. Ama bilmediler dostum, şiirleri yakarsın, düşünceyi asla. Çünkü düşünce, bir kez doğdu mu, artık kimsenin malı değildir. Ali yürüdü sokak ortasında. Başını eğmedi. Kelepçeleri parlayan bir onur madalyası gibiydi. Gözleri gökyüzüne kilitliydi. Bir çocuk, kaldırım kenarında onu izledi; küçük, ürkek bir sesle sordu: “Amca, niye seni götürüyorlar?” Ali gülümsedi: “Çünkü sevmenin suç sayıldığı bir zamanda yaşıyoruz evlat…” dedi. Ve yürümeye devam etti. Kar taneleri düşüyordu alnına. Her biri bir şiir dizesine dönüşüyordu içinden: “Düşüncelerim kelepçede, yüreğim orman kuytusu...” Halk sustu, ama rüzgâr konuştu. Çünkü rüzgâr, zincir tanımazdı. O günden sonra her kış, şehirde bir rüzgâr eserdi; soğuk, sert, ama içinde bir şiir yankısıyla: “Sevmişim bir kere… Niye seviyormuşum?” Yıllar geçti. Ali Rüzgâr artık yoktu. Ama bir gün Seher, şehrin sokaklarında yürürken bir duvar yazısı gördü: > “Bileklerim kelepçeli, ama gözlerim gökyüzünde…” Elini duvara koydu, ve bir kar tanesi avucuna düştü. Gülümsedi. Çünkü o an biliyordu — Ali hiç gitmemişti. O, hâlâ rüzgârda, hâlâ kar tanelerinde, hâlâ düşüncelerin zincirlenemediği her kalpte yaşıyordu.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!